|
RİSALE-İ NUR KÜLLİYATI'NDA
HZ. İSA VE HZ. MEHDİ GERÇEĞİ |
İslam ahlakının yeryüzüne hakim
olacağı, Kuran-ı Kerim'de bildirilmiş olan hak bir vaaddir.
Kuran'da İslam ahlakının hakimiyetiyle ilgili
bildirilmiş olan ayetler son derece açıktır. Bu
ayetlerden bazıları şu şekildedir.
Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara vadetmiştir: Hiç
şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve
iktidar sahibi' kıldıysa, ONLARI DA YERYÜZÜNDE
GÜÇ VE İKTİDAR SAHİBİ KILACAK, kendileri için
seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik
kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe
çevirecektir... (Nur Suresi, 55)
Allah, yazmıştır: "Andolsun, BEN GALİP GELECEĞİM VE ELÇİLERİM DE"
Gerçekten Allah, en büyük kuvvet sahibidir,
güçlü ve üstün olandır. (Mücadele Suresi, 21)
Onlar, Allah'ın nurunu ağızlarıyla
söndürmek istiyorlar. Oysa Allah, Kendi nurunu
tamamlayıcıdır; kafirler hoş görmese bile.
Elçilerini hidayet ve hak din üzere gönderen
O'dur. ÖYLE Kİ ONU (HAK DİN OLAN İSLAM'I) BÜTÜN DİNLERE KARŞI ÜSTÜN KILACAKTIR; müşrikler hoş görmese bile. (Saf Suresi, 8-9)
Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek
istiyorlar. Oysa kafirler istemese de Allah,
Kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor.
Müşrikler istemese de O DİNİ (İSLAM'I)
BÜTÜN DİNLERE ÜSTÜN KILMAK İÇİN ELÇİSİNİ HİDAYETLE
VE HAK DİNLE GÖNDEREN O'DUR. (Tevbe Suresi, 32-33)
Allah, suçlu-günahkarlar istemese de, HAKKI (HAK OLARAK) KENDİ KELİMELERİYLE GERÇEKLEŞTİRECEKTİR. (Yunus Suresi, 82)
Andolsun, sizden önceki
nesilleri, resulleri kendilerine apaçık deliller
getirdiği halde, zulmettikleri ve iman etmeyecek
oldukları için yıkıma uğrattık. İşte Biz,
suçlu-günahkar olan bir topluluğu böyle
cezalandırırız. Sonra, nasıl yapıp-davranacaksınız diye
gözlemek için, ONLARIN ARDINDAN SİZİ YERYÜZÜNDE HALİFELER KILDIK. (Yunus Suresi, 13-14)
Ayetlerde bildirildiği gibi, İslam
ahlakının hakimiyeti Allah'ın bir vaadidir. Rabbimiz bu
vaadini muhakkak yerine getirecektir. Ayrıca
Kuran'da, mümin toplulukların mutlaka başlarında
bir lider bulunduğu bildirilmektedir. Her
peygamber, nebi veya elçi, gönderildikleri
topluma önderlik yapmıştır. Tarih boyunca tüm örneklerinde
görüldüğü gibi, hakimiyet döneminde de Müslümanların
başlarında onlara yol gösterecek bir liderleri
mutlaka olacaktır. Peygamberimiz (sav)'in
mütevatir hadislerinde (içinde yalan ihtimali
olmayan ve yalan üzerine birleşmeleri düşünülemeyecek
kadar kalabalık olan bir cemaate ve kuvvetli haberlere
dayanan hadislerle), bu dönemde müminlerin liderinin “Hz. Mehdi” olacağı haber verilmiştir.
Peygamberimiz (sav)'den bu yana
yaşamış olan pek çok İslam alimi de, Hz. İsa'nın yeryüzüne
dönüşü, Hz. Mehdi'nin ortaya çıkışı ve İslam
ahlakının hakimiyeti hakkında çeşitli yorumlarda
bulunmuş, konuya açıklık getiren izahlar
yapmışlardır. Hicri 13. asrın büyük müceddidi
Bediüzzaman Said Nursi de eserlerinde konuyla
ilgili ayetlere ve Peygamberimiz (sav)'in bu konulardaki
hadislerine geniş yer vermiş, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin
gelişi hakkında tüm Müslümanlara yol gösterecek önemli
açıklamalarda bulunmuştur.
Bediüzzaman'ın yapmış olduğu bu
açıklamalar son derece anlaşılırdır. Ancak çeşitli
sebeplerle, Bediüzzaman'ın bu sözlerindeki açık
anlam görmezden gelinmekte, Hz. İsa ve Hz.
Mehdi'nin gelişi çeşitli şekillerde tevil
edilmeye çalışılmaktadır. “Bizzat gelecekleri”
Peygamberimiz (sav) tarafından kesin ve açık
biçimde bildirilmiş olmasına rağmen, bu mübarek
şahısların “fert olarak gelmeyecekleri” iddia
edilmekte, hadisler ve İslam alimlerinin izahları bu düşünce
doğrultusunda yanlış bir bakış açısıyla yorumlanmaktadır.
Bu amaçla büyük İslam alimi Bediüzzaman Said Nursi
tarafından kullanılan “şahsı manevi” kavramı da
çarpıtılmakta, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin “manevi
birer şahıs” olarak gelecekleri şeklinde bir
yanılgıya düşülmektedir.
“Şahsı manevi” olarak
nitelendirilmelerinin yanında, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin
gelişi hakkında, Peygamberimiz (sav)'in hadisleri ve İslam
alimlerinin açıklamalarıyla çelişen daha pek çok
fikir öne sürülmektedir. Bunlar arasında Hz. İsa
ve Hz. Mehdi'nin geçmişte gelip görevlerini
tamamladıkları, birer ruh ve mana olarak
gelecekleri, Hz. Mehdi'nin üç ayrı müceddidden
oluşacağı gibi yanlış düşünceler söz konusudur.
Oysa Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin
birer şahıs olarak gelecekleri çok açıktır. Peygamberimiz
(sav)’in hadislerinde yer alan detaylı bilgiler ve
İslam tarihinde yer alan bütün büyük alimlerin
izahları bu gerçeği göstermektedir. Hadislerde
isimleri zikredilen tüm ahir zaman şahısları
gibi, bu değerli insanlar da, “BİRER ŞAHIS”
olarak gelecekler ve kendileri ve cemaatlerinden
oluşan şahsı manevileriyle birlikte, kaderlerinde
belirlenmiş görevlerini Allah’ın izniyle tam
olarak yerine getireceklerdir.
Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde
Hz. İsa'nın özellikleri ve mücadelesi hakkında detaylı
bilgiler verilmiş, Allah’ın izniyle ahir zamanda
yeniden yeryüzüne geleceği çok açık bir şekilde
müjdelenmiştir. Hz. Mehdi de, Allah'ın Peygamber
Efendimiz (sav)'e 1400 yıl önce ahlakını,
fiziksel özelliklerini, faaliyetlerini,
hizmetlerini ve dünyada bırakacağı etkiyi bildirdiği ve
kaderde takdir ettiği mübarek bir şahıs olacaktır. Bu
özelliklerin taklit edilmesi, çaba harcanarak
kazanılması kesinlikle mümkün olmadığı gibi, Hz.
İsa ve Hz. Mehdi'nin çalışmalarının durdurulması
ya da çeşitli tevillerle reddedilmesi de Allah’ın
izni ile imkansızdır. Hz. İsa ve Hz. Mehdi, Peygamberimiz
(sav)'in de haber verdiği gibi tüm hizmetlerini yerine
getirecek ve Allah'ın izniyle Kuran ahlakını tüm dünyaya
hakim kılacaklardır. Bu, Allah'ın belirlediği
bir kaderdir.
|
SÖZLER KİTABINDAN ALINTILAR |
İSTİKBAL-İ DÜNYEVİYEDE (dünyanın
geleceğinde) 1400 SENE SONRA1 GELECEK2 bir HAKİKATİ3 asırlarında KARİB (yakın) ZANNETMİŞLER.4
(Sözler, s. 318) |
Bediüzzaman bu sözüyle, bazı şahısların Hz.
Mehdi'nin geçmişte geldiğini düşünerek
yanıldıklarını belirtmiş ve Hz. Mehdi'nin geliş
zamanı hakkında bilgi vermiştir:
1) İSTİKBAL-İ DÜNYEVİDE
(DÜNYANIN GELECEĞİNDE) 1400 SENE SONRA:
Bediüzzaman
bu sözleriyle İslam tarihinde pek çok kişinin
Hz. Mehdi'nin kendi dönemlerinde geleceğini düşünerek
yanıldıklarını belirtmiş ve Hz.
Mehdi'nin, Peygamberimiz (sav)'den
“1400 SENE SONRA” geleceğini
hatırlatmıştır. Bu çok önemli bir bilgidir.
Bediüzzaman burada ne 1373, ne 1378 ne
1398 ne de başka bir tarih vermemiş tam
olarak 1400 yıl sonrasından bahsetmiştir.
Bu tarih Miladi 1980 yılına denk
gelmektedir. Hicri 13. yüzyılın müceddidi olarak
Hicri 14. yüzyıla kadar müceddidlik görevini yerine
getiren Bediüzzaman, Hicri 1379 yani Miladi olarak
1960 yılında vefat etmiştir. Dolayısıyla
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin gelişi için
kendi yaşadığı dönemden çok ileriki bir
tarihi belirtmektedir. Bediüzzaman bu
açıklamasıyla, açık ve kesin bir tarih vererek
kendisinin Hz. Mehdi olmadığını ifade etmekte,
Hz. Mehdi'nin kendi vefatından yaklaşık 20 sene
kadar sonra geleceğini müjdelemektedir.
Bediüzzaman
ayrıca risalelerinde Peygamberimiz (sav)'in hadislerine
dayanarak “her yüz
yıl başında bir müceddid gönderileceğini”
hatırlatmıştır. Bediüzzaman “1400 YIL SONRA” tarihini
vererek aynı zamanda “14. ve 15.
yüzyıllar arasında görev yapacak olan müceddidin
de Hz. Mehdi olduğunu” haber vermektedir.
|
2) GELECEK:
Bediüzzaman
Hz. Mehdi için “1400 sene sonra
GELECEK” ifadesini kullanarak, Hz.
Mehdi'nin kesin olarak “geleceğini” müjdelemektedir.
Bediüzzaman bu sözleriyle Hz. Mehdi'nin manevi
bir kişi olmadığını, “belirtilen tarihte
gelecek bir şahıs olduğunu” açıklamaktadır.
Bediüzzaman
verdiği bu bilgiyle ayrıca Hz. Mehdi'nin geçmişte
ve Bediüzzaman'ın kendi yaşadığı dönemde henüz
gelmemiş olduğu konusuna da açıklık
kazandırmaktadır. Çünkü dikkat edilirse
Bediüzzaman “Hz. Mehdi geldi ya da gelmiş”
dememekte, “gelecek zaman”
belirten bir kelime kullanmakta ve “GELECEK” demektedir.
|
3) HAKİKATİ:
Bediüzzaman
Hz. Mehdi için “HAKİKAT”
kelimesini kullanmıştır. Bediüzzaman bu ifadesiyle,
Hz. Mehdi'nin gelişinin bir hakikat yani hiçbir
şüpheye yer bırakmayacak kadar “kesin
bir GERÇEK” olduğunu belirtmiştir.
Bediüzzaman
bu sözüyle ayrıca, Hz. Mehdi'nin gelişinden önce
Mehdi olduğu sanılan şahısların aksine, “1400 sene sonra
gelecek olan Mehdi'nin bir hakikat”
olacağını belirtmiştir. Yani bu kutlu
zatın, Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde
müjdelediği tüm özelliklere sahip olan “GERÇEK
MEHDİ" olacağını ve bu özellikleriyle
Mehdi sanılan kişilerden ayırt edilip
tanınacağını hatırlatmıştır.
|
4) KARİB (YAKIN) ZANNETMİŞLER:
Bediüzzaman
daha önce de birçok kişinin, Hz. Mehdi’nin geliş tarihi
ile ilgili çeşitli kanaatlere kapıldıklarını ve
bu mübarek zatın “kendi yaşadıkları
yüzyıla yakın” bir tarihte geleceğini
sandıklarını belirtmiştir. Ancak
Bediüzzaman “KARİB (YAKIN) ZANNETMİŞLER”
diyerek söz konusu kişilerin Hz. Mehdi'nin
önceki tarihlerde çıkmış olabileceğini
düşünmekle yalnızca bir “zanda
bulunduklarını” ancak yanıldıklarını
hatırlatmıştır. Gerçekte ise Hz. Mehdi’nin
“Hicri 1400 yılında”
geleceğini ve bu tarihten sonra faaliyetlerine
başlayacağını bildirmiştir. Nitekim Bediüzzaman'ın
verdiği bu tarih Peygamber Efendimiz (sav)'in
hadislerinde verilen bilgilerle tam bir
uyum halindedir.
|
Şimdi, HZ. MEHDİ GİBİ EŞHASIN
(şahısların)5 hakkındaki rivayatın
(rivayetlerin) ihtilafatı (farklılıkları)
ve sırrı şudur ki: Ehadisi tefsir edenler (hadisleri
açıklayanlar), metn-i ehadisi tefsirlerine (hadis
metinlerindeki açıklamalarına) ve istinbatlarına
(gizli manaları meydana çıkarmalarına) tatbik
etmişler (uygulamışlar). Mesela: MERKEZ-İ SALTANAT6
o vakit Şam’da veya Medine’de olduğundan,
vukuat-ı Hz. Mehdiyye veya Süfyaniyye’yi
(Hz. Mehdi ve Süfyan ile ilgili olayları) MERKEZ-İ SALTANAT6 civarında olan Basra, Kufe,
Şam gibi yerlerde tasavvur (düşünerek) ederek
öyle tefsir etmişler (açıklamışlar).
(Sözler, s. 359)
|
Bediüzzaman, son
saltanat ve Halifeliğin merkezi İstanbul’da olduğu
için Hz. Mehdi ile ilgili olayların da bu şehirde gerçekleşeceğini
bildirmiştir:
5) HZ. MEHDİ GİBİ EŞHASIN (ŞAHISLARIN):
Peygamberimiz
(sav) hadislerinde, kendisinden sonra gelecek
birçok şahıs olacağını bildirmiştir. Bu kişilerin
bazıları gelmiş, vazifelerini yapıp vefat
etmişlerdir. Her yüzyıl başında
gönderilen müceddidler bunlardan
bazılarıdır. Peygamberimiz (sav)’in geleceğini
haber verdiği şahısların bazıları da halen beklenmektedir.
Bediüzzaman da eserlerinde halen beklenmekte
olan bu ahir zaman şahısları hakkında
hadisler doğrultusunda detaylı bilgiler
vermiştir. Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin
yanı sıra, Deccal ve Süfyan (hadislerde
ahir zamanda İslam dünyası içerisinde
ortaya çıkacağı ve Hz. Mehdi'ye karşı
mücadele edeceği bildirilen ve Süfyan-ı
Deccal olarak anılan şahıs) gibi inkara dayalı
bir mücadele verecek ahir zaman şahısları da Bediüzzaman'ın
bilgi verdiği bu kişiler arasındadır.
Bediüzzaman
buradaki “HZ. MEHDİ GİBİ EŞHASIN
(ŞAHISLARIN)” sözleriyle öncelikle çok
açık bir şekilde Hz. Mehdi'nin manevi bir
varlık olmadığını, “BİR ŞAHIS OLDUĞUNU”
belirtmiştir. Bediüzzaman bu ifadesiyle
ayrıca Hz. Mehdi gibi, diğer ahir zaman
şahıslarının da manevi kişilikler olmadıklarını,
aynı şekilde “BİRER ŞAHIS” olduklarını
açıklamıştır. Kuşkusuz ki Bediüzzaman'ın bu sözleri,
ahir zaman şahıslarından bir kısmının birer “şahıs”,
bir kısmının ise birer “şahsı manevi”
olarak gelecekleri iddialarını geçersiz
kılmaktadır. Çünkü Bediüzzaman
“Hz. Mehdi gibi şahıslar”
sözleriyle bunların tümünü kapsayan ve hepsi için “ŞAHIS”
tanımlamasını yapan bir ifade kullanmaktadır.
Nitekim Bediüzzaman eserlerinde Deccal ve
Süfyan’ın birer şahıs olduklarını ne kadar
net bir şekilde açıklamışsa, Hz. İsa ve Hz.
Mehdi konusunda da bu gerçeği o kadar açık ve
anlaşılır ifadelerle dile getirmiştir.
Deccal'in de fiziksel özelliklerini
anlatmış, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin de
fiziksel özelliklerini tarif etmiştir. Dolayısıyla
Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin birer şahsı manevi olacakları
düşüncesi, Bediüzzaman'ın bu açıklamalarına
tamamıyla ters düşmektedir. Bediüzzaman bu
sözünde Hz. Mehdi'den açıkça bir şahıs
kelimesini kullanarak bahsetmekte ve aksi
yöndeki düşüncelerin geçersizliğini ortaya
koymaktadır.
|
6) MERKEZ-İ SALTANAT:
Peygamberimiz
(sav)'in hadislerini açıklayanlar, o dönemlerde
saltanatın merkezi Basra, Şam, Kufe gibi yerlerde
olduğu için Hz. Mehdi ile ilgili
olayların bu civarlarda
gerçekleşeceğini düşünmüşlerdir. Ancak
Bediüzzaman, son saltanat ve Halifeliğin merkezi
İstanbul’da olduğu için Hz.
Mehdi ile ilgili olayların da bu şehirde
gerçekleşeceğini bildirmiştir. Bu ifadelerle Bediüzzaman
ahir zaman ile ilgili rivayet ve açıklamaların
daha iyi anlaşılmasını sağlamaktadır.
|
Hem şu sırdandır ki; MEHDİ, SÜFYAN GİBİ AHİR ZAMANDA GELECEK EŞHASLARI7
çok zaman evvel hatta tabiin
(Peygamberimiz (sav)'i sağ iken görmüş
olan müminlerle, yani Ashab’la görüşmüş
ve onlardan ders almış olan salih Müslümanlar)
zamanında onları beklemişler yetişmek emelinde
bulunmuşlar.”
(Sözler, s. 358)
|
Bediüzzaman, geçmişte yaşamış Müslümanların
da, Hz. Mehdi ve Süfyan gibi ahir zaman
şahıslarının çıkışlarını, kendi dönemlerinde
beklediklerini belirtmiştir:
7) MEHDİ, SÜFYAN GİBİ
AHİR ZAMANDA GELECEK EŞHASLARI:
Bediüzzaman
buradaki ifadesinde de “MEHDİ, SÜFYAN GİBİ
AHİR ZAMANDA GELECEK EŞHASLARI (ŞAHISLAR)” diyerek,
ahir zamanda gelecek olan Hz. Mehdi'nin ve ona
karşı mücadele vereceği bildirilen
Süfyan’ın “BİRER ŞAHIS OLDUKLARINI”
Sözler adlı eserinde “2.
BİR KEZ” daha belirtmiştir.
Bediüzzaman Risale-i Nur’da yer alan, Hz.
Mehdi ve ahir zaman şahıslarından
bahsettiği tüm sözlerinde hep aynı ifadeleri kullanmış,
bu kişilerden “şahıs”,
“zat” gibi kelimelerle bahsetmiştir.
Bediüzzaman bu sözünde de bu gerçeği bir kez daha
ifade etmektedir.
Ayrıca
Bediüzzaman, bu kitabında Hz. Mehdi için “2. DEFA” kullandığı
“GELECEK” kelimesiyle,
Hz. Mehdi'nin “ilerideki bir tarihte
gelecek bir şahıs olduğunu” ikinci bir kez
daha vurgulamıştır. Bediüzzaman bu yolla,
yaşadığı dönemde Hz. Mehdi'nin henüz gelmemiş olduğunu
açık bir şekilde ifade etmektedir.
|
|
ŞUALAR KİTABINDAN ALINTILAR |
Bir vechi (sebebi) şudur ki:
SİHİR VE MANYETİZMA VE İSPİRTİZMA GİBİ İSTİDRACI HARİKALARIYLA (hipnoz ve ruhlarla bağlantı tarzındaki istidracıyla) KENDİNİ MUHAFAZA EDEN VE HERKESİ TESHİR EDEN (büyüleyen, aldatan) O DEHŞETLİ DECCAL’İ8 yok edebilecek, mesleğini değiştirecek; ANCAK HARİKA VE MU'CİZATLI VE UMUMUN MAKBULÜ (mucizeleri olan ve herkesin kabul ettiği) BİR ZAT OLABİLİR Kİ9 O ZAT10
en ziyade alakadar ve ekser insanların
(insanların çoğunluğunun) Peygamberi
olan HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM'DIR.10
(Şualar, s. 493) |
Bediüzzaman, Mesih Deccal'in birtakım
olağanüstü güçlerle insanları aldatmaya
çalışacağını ancak onun bu fitnesinin, Hz. İsa'nın
ikinci kez yeryüzüne gelmesiyle tamamen ortadan
kalkacağını anlatmaktadır:
8)
SİHİR VE MANYETİZMA VE İSPİRTİZMA GİBİ İSTİDRACI
HARİKALARIYLA (HİPNOZ VE RUHLARLA BAĞLANTI TARZINDAKİ
SAHTE MUCİZELERİYLE)... HERKESİ TESHİR EDEN
(BÜYÜLEYEN, ALDATAN) O DEHŞETLİ DECCAL’İ:
Bediüzzaman, Peygamberimiz (sav)'in
hadisleri doğrultusunda Deccal'in birtakım olağanüstü
güçlere sahip olacağına dikkat çekmektedir.
Deccal'in sahte mucizeler göstereceğini
bildiren hadislerden bazıları şu
şekildedir:
Fitnesinden birisi
de şudur: O, bir bedeviye: “Söyle
bakayım! Eğer ben SENİN İÇİN ANANI VE BABANI DİRİLTİRSEM
benim senin Rabbin olduğuma şehadet eder misin?”
diyecek. Bedevi de: “Evet,”
diyecek. Bunun üzerine İKİ ŞEYTAN ONUN BABASI VE
ANASI SURETLERİNDE ONA GÖRÜNECEKLER... (Sünen-i
İbni Mace, 4077) |
Onun bir fitnesi
de şudur: O, tek bir kişiye musallat kılınarak
O KİŞİYİ ÖLDÜRÜP TESTEREYLE BİÇECEK. Hatta o
kişinin cesedi iki parçaya bölünmüş olarak (ayrı
ayrı yerlere) atılacaktır. Sonra Deccal
(orada bulunanlara):
“Şu (öldürdüğüm) kuluma bakınız. ŞİMDİ BEN ONU
DİRİLTECEĞİM..” diyecektir.
(Sünen-i İbni Mace, 4077)
Hadislerde, Deccal'in yalancı
mucizelerini, fitnelerini insanlara kabul ettirebilmek
için kullanacağı bildirilmektedir. (Allahu
Alem) Zayıf akıllı insanlar bunları
adeta birer “mucize” zannedebilirler. Oysa
mucize Allah'ın veli kullarına lütfettiği bir
nimettir. Deccal'in gösterdiği olağanüstü
olaylar ise birer istidrac yani Allah'ın
insanları denemek için yarattığı ve
inkarcılarda görülen yalancı mucizelerdir.
Bediüzzaman, Deccal'in bu aldatıcı
yöntemleri kullanarak insanların çoğunu etkisi
altına alacağını belirtmektedir. Hadislerde de
Deccal'in, hipnotizma ve büyü gösterileri
gibi aldatmacalarla yeterince bilgi
sahibi olmayan veya imanen zayıf olan
bazı insanları etkisi altına alabileceği
haber verilmektedir. Özellikle de bütün
Hıristiyan dünyasının Hz. İsa'yı ve Yahudilerin de
Mesihi bekledikleri bir dönemde, Deccal'in gösterdiği
bu yalancı mucizeler ve hileler, pek çok kişinin
Deccal'e aldanmasına neden olabilecektir.
Bediüzzaman buradaki sözüyle, Deccal'in bu
özelliğini vurgulayarak, aynı zamanda onun
bir şahsı manevi olmadığını da ifade
etmektedir. Bediüzzaman, Deccal’in insanları
kandırabilecek özellikte, hipnoz ve büyü gibi aldatıcı
yöntemler kullanabilme yeteneğine sahip olduğundan
bahsederek bu durumu açıklığa kavuşturmuştur.
Kuşkusuz Bediüzzaman'ın Deccal konusundaki
bu anlatımları doğrultusunda Deccal'in bir
şahıs olduğunu kabul edip, Hz. İsa ve Hz.
Mehdi konusunda verdiği onlarca delil ve
detaya rağmen onların birer şahsı manevi
olabilecekleri ihtimalini öne sürmek çok yanlış bir
yaklaşım olur. Yüksek ilim sahibi bir şahıs olan
Bediüzzaman kuşkusuz ki tüm sözlerini, Müslümanları
en doğru bilgilendirecek şekilde açıklamış, bu
konuda da hiçbir şüpheye yer bırakmayacak
bir üslupla “Deccal gibi Hz. İsa ve Hz.
Mehdi'nin de BİRER ŞAHIS olduklarını” ifade
etmiştir. |
9) ANCAK HARİKA VE
MU'CİZATLI VE UMUMUN MAKBULÜ (MUCİZELERİ OLAN VE
HERKESİN KABUL ETTİĞİ) BİR ZAT OLABİLİR Kİ:
|
Bediüzzaman, Mesih
Deccal'in fitnesini ortadan kaldırabilecek kişinin
ise, Allah'ın rahmetiyle, mucizeleri olan ve insanların
çoğunun kendisine tabi olduğu mübarek “BİR
ZAT” olacağını söylemektedir. Sözünün
devamında da bu kutlu kişinin Hz. İsa
olduğunu bildirmektedir. Bu son derece açık
ve farklı başka hiçbir düşünceye yer vermeyecek netlikte
bir sözdür: Bediüzzaman açıkça “Hz.
İsa'nın BİR ŞAHIS olduğunu” ifade etmekte,
bu kesin ifadesiyle onun bir şahsı manevi olabileceği
yönündeki tüm düşünceleri kökten reddetmektedir.
Bunun yanı sıra Bediüzzaman
burada kullandığı “HARİKA VE
MUCİZATLI VE UMUMUN MAKBULU BİR ZAT” sözleriyle, Hz.
İsa'nın yine bir şahıs olduğunu ortaya koyan
önemli bazı özelliklerini vurgulamaktadır.
Bediüzzaman “Hz. İsa'nın harikalar ve
mucizeler gösterebilen BİR ZAT
olduğunu” belirtmiştir. Ayrıca “Hz.
İsa'nın insanların büyük bir kısmı
tarafından kabul gören BİR ZAT
olduğunu” hatırlatmaktadır. Kuşkusuz ki
üstün bir ilme sahip olan Bediüzzaman
bir şahsı manevinin mucize göstermesinin mümkün
olmayacağını çok iyi bilmektedir. Aynı şekilde
bir şahsı manevinin “umumun makbulü bir
zat” olamayacağını da bilmekte, Hz. İsa'yı
tanıtan tüm bu özellikleri çok bilinçli bir
şekilde kullanarak onun “BİR
ŞAHIS” olarak yeryüzüne ikinci defa
geleceğini tüm Müslümanlara müjdelemektedir. |
10) O ZAT... HZ. İSA ALEYHİSSELAM'DIR:
Bediüzzaman, Peygamberimiz (sav)'in
hadislerinde haber verdiği gibi Deccal'in fitnesini
Hz. İsa'nın ortadan kaldıracağını
bildirmektedir:
Allah'ın düşmanı olan MESİH-İ
DECCAL, İSA ALEYHİSSELAM’I GÖRÜNCE, TUZUN
SUDA ERİDİĞİ GİBİ ERİR. Hz. İsa onu
terk edip bıraksa bile helak oluncaya
kadar eriyip gidecektir. Lakin ALLAH ONU BİZZAT İSA ALEYHİSSELAM’IN ELİYLE YOK EDECEKTİR. (Müslim, Kitabü’l Fiten: 34)
... DECCAL ORTALIĞA FİTNE
SAÇARKEN CENAB-I HAK, MESİH MERYEM OĞLU İSA'YI
GÖNDERİR... Nefesini idrak eden her
kafir mutlaka yok olur. İsa (a.s)
Deccal ile Lüdd kapısında (Beytül
Makdis'e yakın bir belde) karşılaşır VE ONU YOK EDER.
(Sahih-i Müslim; Büyük Fitne Mesih-i
Deccal, Saim Güngör, s. 104)
... Müteakiben HZ. İSA, DECCAL'İ ARAR
ve nihayet Beytü’l Makdis’e yakın bir
yer olan Bab-ü Lüdd (Lüdd Kapısı) denilen
mevkide yetişerek, ONU YOK EDER.
(Sahih-i Müslim, c. 4/2251-2255; İmam Şarani,
Ölüm, Kıyamet, Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri,
Bedir Yayınevi, s. 491)
Bediüzzaman Şualar adlı eserinde
Hz. İsa için “2. KEZ”
kullandığı “O ZAT” ifadesiyle, Hz.
İsa’nın “BİR ŞAHIS” olduğunu açıkça
belirtmiştir. Bediüzzaman burada “İki
veya üç zat” dememiştir. Aksine Hz.
İsa'dan bahsederken kullandığı tüm sözler
hep “TEKİL” ifadelerdir; ve tümünde de
“TEK BİR ŞAHISTAN” bahsetmektedir.
Bediüzzaman bu açıklamalarıyla bir kez daha Hz.
İsa'nın bir şahsı manevi olmadığını, “MÜBAREK
BİR İNSAN” olduğunu çok açık
ifadelerle ortaya koymuştur. |
Hatta HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM'IN
NÜZULÜ (yeryüzüne inişi)11 dahi ve KENDİSİ İSA ALEYHİSSELAM OLDUĞU,12 NUR-U İMANIN DİKKATİYLE (imanın ışığıyla) BİLİNİR; HERKES BİLEMEZ13 Hatta DECCAL VE SÜFYAN GİBİ EŞHAS-I MÜDHİŞE (ürkütücü şahıslar) KENDİLERİ DAHİ KENDİLERİNİ BİLMİYORLAR...14
(Şualar, s. 487) |
Bediüzzaman, Hz. İsa'nın ahir zamanda
yeryüzüne ikinci kez geleceğini bildirmekte, ancak
bu mübarek zat geldiğinde herkesin kendisini
tanımayacağına dikkat çekmektedir:
11) HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM'IN NÜZULÜ (YERYÜZÜNE İNİŞİ):
Bediüzzaman “HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM’IN
NÜZULÜ” sözleriyle Hz. İsa'nın,
Allah’ın bir mucizesi olarak ahir zamanda
insani bedeniyle gökyüzünden yeryüzüne ineceğini
anlatmaktadır. Bediüzzaman verdiği bu
bilgilerle Hz. İsa'nın ahir zamanda
Hıristiyan toplumunun başında bir mana
ya da manevi bir lider olarak değil,
bizzat hidayet önderi “BİR ŞAHIS”
olarak bulunacağını kesin ifadelerle
açıklamaktadır. |
12) KENDİSİ İSA ALEYHİSSELAM OLDUĞU:
Bediüzzaman bu sözleriyle Hz.
İsa’nın yeryüzüne ilk indiği
zaman, kendisinin de Hz. İsa olduğunu
önceleri bilmeyeceğini, ancak daha sonra farkına
varacağını bildirmiştir. “Böyle bir şuur
ve bilincin bir şahsı manevi için söz konusu olamayacağı” çok
açıktır. “BİLME” ve “ANLAMA” kavramları
ancak “BİR İNSAN” için
geçerli olabilir. Ancak “bir insan kendisinin
kim olduğunu anlayabilir”, içerisinde
bulunduğu durumu fark edebilir. Bediüzzaman da
bu durumu çok iyi bilen bir kimse olarak bu sözleri
kullanmış ve Hz. İsa'nın bir şahsı manevi
olmadığını açıkça ifade etmiştir.
Bediüzzaman'ın bu gerçeği vurguladığı ifadelerinden
biri de “KENDİSİ” kelimesidir.
Bu kelime de yine “ŞAHIS” ifade
eden bir kavramdır ve Bediüzzaman bu yolla “Hz.
İsa'nın maddi varlığı olan mübarek BİR ŞAHIS olarak
geleceğini” tekrar dile getirmektedir. |
13) NUR-U İMANIN DİKKATİYLE
(İMANIN IŞIĞIYLA) BİLİNİR; HERKES BİLEMEZ:
Hz. İsa'nın ikinci kez yeryüzüne
geleceği Kuran'da bildirilmiş ve Peygamberimiz
(sav)'in hadislerinde haber verilmiş bir
gerçektir. Bediüzzaman, çevresindeki
insanların, Hz. İsa’nın ahir zamanda beklenen
peygamber olduğunu ancak “İMANLARIYLA
FARK EDEBİLECEKLERİNİ” söylemiştir. Bu
da yine Bediüzzaman’ın Hz. İsa’dan bir
şahsı manevi olarak söz etmediğini açıkça ortaya
koymaktadır. Bediüzzaman burada açıkça insanların
bir şahsı maneviyi değil, “BEKLEDİKLERİ
BİR ŞAHSI” tanımalarından bahsetmektedir.
Bediüzzaman ayrıca “HERKES BİLEMEZ” diyerek
Hz. İsa’yı herkesin tanıyamayacağını bir
kez daha belirtmiş, bahsedilenin bir şahsı manevi
değil, maddi varlığıyla ortaya çıkacak “BİR
İNSAN” olduğunu
tekrar vurgulamıştır. Bediüzzaman’ın da belirttiği
gibi Hz. İsa ikinci kez yeryüzüne geldiğinde de
samimi olarak iman edenler imanlarının
vesilesiyle, Allah’ın izniyle bu mübarek
zatı hemen tanıyacak, onun yardımcısı ve
destekçisi olacaklardır. |
14) DECCAL VE SÜFYAN GİBİ EŞHAS-I
MÜDHİŞE (ÜRKÜTÜCÜ ŞAHISLAR) KENDİLERİ DAHİ KENDİLERİNİ BİLMİYORLAR:
Bediüzzaman, bu sözleriyle Mesih Deccal ve Süfyan
Deccal gibi, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'ye karşı
inkara dayalı bir mücadele verecek olan
ahir zaman şahıslarının da herkes
tarafından teşhis edilemeyeceğine dikkat
çekmektedir. Bediüzzaman burada kullandığı “EŞHAS-I
MÜDHİŞE” sözlerinde geçen “EŞHAS-I”
kelimesiyle, Süfyan ve Deccal'in “BİRER
ŞAHIS” olduğunu belirtmektedir.
Bediüzzaman eserlerinde şahıs anlamına
gelen benzer kelimeleri Hz. İsa ve Hz.
Mehdi için de kullanmaktadır. Süfyan ve
Deccal'in şahıs olarak ortaya çıkacağını kabul
edip, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin ise sadece şahsı
manevilerinin olacağını düşünmek son derece çelişkilidir.
Bediüzzaman'ın da bildirdiği gibi, Süfyan
Deccal ve Mesih Deccal nasıl birer şahıs
olarak ortaya çıkıyorlarsa, bunların
fitnelerini ortadan kaldıracak olan Hz.
İsa ve Hz. Mehdi de Allah’ın izniyle ahir
zamanda mübarek zatlarıyla ortaya çıkacaklardır. |
İSA ALEYHİSSELAM'I
NUR-U İMAN İLE (imanın ışığıyla) TANIYAN15 ve
TABİ OLAN16 CEMAAT-İ RUHANİYE-İ MÜCAHİDİNİN (mücadele eden ruhani cemaatinin)17 KEMMİYETİ
(sayısı),18 Deccal'in mektepçe ve
askerce ilmi ve maddi ordularına
nispeten çok AZ VE KÜÇÜK18 olmasına
işaret ve kinayedir (maksadındadır).
(Şualar, s. 495) |
Bediüzzaman bu sözünde,
ikinci kez yeryüzüne geldiğinde, Hz. İsa’yı tanıyacak
ve destekçisi olacak olan topluluğun özelliklerinden
bahsetmektedir:
15) İSA ALEYHİSSELAM'I NUR-U İMAN İLE (İMANIN IŞIĞIYLA) TANIYAN:
Bediüzzaman bu sözünde
bir kez daha Hz. İsa’nın onu destekleyen cemaati tarafından “İMANIN
NURU İLE TANINACAĞI”ndan bahsetmiş,
açıkça Hz. İsa'nın “BİR
ŞAHIS” olduğunu ifade etmiştir. “TANINMA” fiili,
burada “tanınacak bir
kimse olduğunu” ifade etmekte ve Bediüzzaman'ın
manevi bir varlığı değil, bizzat Hz. İsa’yı
kastettiğini ortaya koymaktadır.
Bunun yanı sıra Bediüzzaman
bu sözleriyle Hz. İsa’nın ve onun şahsı manevisinin birbirinden
ayrı kavramlar olduğunu belirtmektedir.
Zira Bediüzzaman “Hz. İsa'yı tanıyan bir
topluluk”tan bahsetmekte, ayrıca “Hz.
İsa'nın da bu topluluk tarafından tanınacağını” bildirmektedir.
Bir şahsı manevinin bir şahsı maneviyi tanıması ya
da bir şahsı manevi tarafından tanınması
hiçbir açıdan söz konusu değildir.
Bediüzzaman'ın üzerinde durduğu bu gerçek, şu iki
sorunun cevaplarıyla bir kez daha ortaya
çıkmaktadır: |
1- Bediüzzaman kimin imanın ışığıyla tanınacağından bahsetmiştir?
Hz. İsa'nın.
2- Bediüzzaman Hz. İsa'yı kimlerin tanıyacağından bahsetmiştir?
Onu imanlarının nuruyla tanıyan cemaatinin. |
16) VE TABİ OLAN:
Bediüzzaman burada Hz. İsa'ya “TABİ
OLAN” bir cemaatin varlığından söz
etmektedir. Bir şahsı manevinin bir şahsı maneviye
tabi olması elbette ki söz konusu değildir.
Zira, bir şahsı maneviye değil, ancak
bir şahsa tabi olunabilir. Bediüzzaman
da bu ifadesiyle bu gerçeği dile
getirmiş; Hz. İsa'nın, kendisine uyan, tabi
olan ve onun gösterdiği yolu izleyen cemaatinin,
yani şahsı manevisinin başında “BİR ŞAHIS” olarak
bulunacağını hatırlatmıştır. Hz. İsa ile aynı
dönemde yaşamak, ona tabi olmak,
havarileri gibi Allah yolunda bu
mübarek zatın yardımcıları olmak, bütün
Müslümanların talip oldukları büyük bir
şereftir. Hadislerde ve Bediüzzaman'ın sözlerinde
belirtildiği gibi Allah, Hz. Mehdi ve yanındakilere,
Hz. İsa ve ona tabi olan az sayıdaki inananla
aynı safta fikri mücadele yürütmeyi
nasip edecektir. Bediüzzaman
eserlerinde bu hak fikri mücadelenin
kendisinden hemen sonraki bir dönemde gerçekleşeceğini
belirterek Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin çıkışının
onun yaşadığı yıllarda henüz gerçekleşmemiş
olduğunu ifade etmiştir. |
17) CEMAAT-İ RUHANİYE-İ MÜCAHİDİNİN (MÜCADELE EDEN RUHANİ CEMAATİNİN):
Bediüzzaman bu sözlerinde Hz. İsa'nın,
kendisini destekleyen, ona inanan ve gösterdiği
yolu izleyen kimselerden oluşan bir cemaati
olacağından bahsetmektedir. Bu cemaat Hz.
İsa'nın şahsı manevisini
oluşturmaktadır. Ancak başında da bir lider ve
bu şahsı maneviyi temsil eden şahıs olarak Hz.
İsa bizzat bulunacaktır. Bediüzzaman da bu sözleriyle
Hz. İsa'nın şahsı ile onun şahsı manevisinin
birbirinden iki ayrı kavram olduğunu
vurgulamaktadır.
Hz. İsa’nın yüksek maneviyatını anlamak,
ancak bu kutlu zatı algılayabilecek kapasitede
maneviyata sahip insanlara nasip olacaktır. Bu
topluluk Bediüzzaman tarafından
"cemaat-i ruhaniye-i mücahidin"
sözleriyle ifade edilmiştir.
Bediüzzaman'ın da belirttiği gibi bu
topluluk, ruhaniyeti, manevi derecesi yüksek
ve Allah yolunda fikri mücadele eden, sürekli gayret
içinde olan bir topluluktur. |
18) KEMMİYETİ (SAYISI)... AZ VE KÜÇÜK:
Bediüzzaman Hz. İsa'nın
bir lider olarak başında bulunduğu topluluğun
sayısının, Allah’ı inkar
eden topluluğa kıyasla daha az ve küçük olduğunu
bildirmektedir. Yüce Allah’ın Kuran’da
bildirdiği gibi, “... Nice küçük topluluk,
daha çok olan bir topluluğa Allah'ın izniyle galib
gelmiştir.” (Bakara
Suresi, 249) Ahir zamanda da Hz. İsa ve
Hz. Mehdi’ye bağlı sayıları az ama
Allah’a gönülden iman eden, salih müminler –Allah'ın
izniyle- üstün gelecekler, Mesih Deccal'in fitnesini
tam anlamıyla ortadan kaldıracaklardır.
Bediüzzaman bu sözleriyle bir
kez daha Hz. İsa'nın bizzat temsil ettiği cemaatinden
bahsetmekte, bu topluluğun niteliklerini
anlatmaktadır. Ancak yukarıda da
açıklandığı gibi, bu mümin topluluğunun
başındaki lider de Hz. İsa’nın şahsıdır. Bediüzzaman
bu yolla Hz. İsa’nın manevi bir kişilik değil,
temsil ettiği şahsı manevinin başında bulunan “BİR
ŞAHIS” olduğunu belirtmektedir. |
Hattâ, "HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM GELİR,
HZ. MEHDİ’YE NAMAZDA İKTİDA EDER (uyar), TABİ OLUR."19 diye rivayeti
BU İTTİFAKA (birleşmeye) VE HAKİKAT-I
KUR’ANİYE’NİN METBUİYETİNE VE HAKİMİYETİNE (Kuran hakikatlerine uyulmasına ve
tabi olunmasına) İŞARET EDER.20
(Şualar, s. 493) |
Peygamber Efendimiz (sav) bir hadis-i
şerifinde Hz. İsa'nın, Hz. Mehdi'nin arkasında
namaz kılacağını bildirmiştir:
İmamları salih
bir insan olan Mehdi olduğu halde, Beytü’l Makdis’e
sığınırlar. Orada imamları kendilerine sabah
namazını kıldırmak için öne geçtiği bir sırada,
bir de bakarlar ki, Meryem oğlu İsa sabah
vaktinde inmiştir. Mehdi, Hz. İsa'yı öne geçirmek
için arkaya çekilir. Hz. İsa onun omuzlarına elini koyar
ve ona der ki, "Geç öne namazı kıldır. Zira kamet (farz
namazı kılmak için okunan ezan; namaza başlama
işareti) senin için getirilmiştir."... (Ebu
Rafi'den rivayet edilmiştir; İmam Şarani,
Ölüm, Kıyamet, Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri,
Bedir Yayınevi, s. 495-496)
Bediüzzaman, Peygamberimiz (sav)'in bu
hadisine dikkat çekmekte, bu olayın Hz. İsa ve Hz.
Mehdi'nin çıkışlarının önemli alametlerinden biri
olduğunu hatırlatmaktadır. Bediüzzaman sözlerinde
ayrıca Hz. İsa ve Hz. Mehdi döneminde Allah'ın
izniyle, İslam ahlakının tüm dünyaya hakim olacağını ifade
etmektedir. Bu hakimiyete, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin ittifakıyla
yürütülecek büyük fikri mücadelenin vesile
olacağını belirtmektedir.
19) HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM GELİR,
HZ. MEHDİ’YE NAMAZDA İKTİDA EDER (UYAR), TÂBİ OLUR:
Bediüzzaman bu sözünde
Peygamberimiz (sav)'in sahih hadisleri doğrultusunda “HZ.
İSA’NIN, HZ. MEHDİ İLE BİRLİKTE NAMAZ KILACAĞINI”
belirtmiştir. Namaz, Rabbimiz'in insanlar
için farz kıldığı bir ibadettir. Şahsı
manevilerin birlikte namaz kılması, namazda imamlık
yapmaları mümkün değildir. Bediüzzaman da bu gerçeğin
kuşkusuz ki çok iyi bilincindedir ve bu sözleriyle,
Hz. İsa’nın
ve Hz. Mehdi'nin “BİRER ŞAHIS” olarak
ortaya çıkacaklarını haber vermektedir. Hz. İsa, yeryüzüne
önceki gelişinde namaz ibadetini yerine
getirdiği gibi ikinci kez gelişinde de
Allah’ın izniyle bu ibadetine devam
edecektir. Kuran’da bu konu şöyle bildirilmektedir:
(İsa)
Dedi ki: “Şüphesiz ben Allah’ın kuluyum.
(Allah) Bana Kitabı verdi ve beni peygamber
kıldı. Nerede olursam (olayım,) beni kutlu
kıldı ve HAYAT SÜRDÜĞÜM MÜDDETÇE, BANA NAMAZI
VE ZEKATI VASİYET (EMR) ETTİ.” (Meryem Suresi,
30-31)
Ahir zamanda Hz. İsa ve
Hz. Mehdi'nin mübarek şahısları ortaya çıkacak, Hz.
İsa, Hz. Mehdi'nin imamlığında namaz kılacak, bu
iki mübarek zatın yapacakları büyük fikri mücadele
neticesinde İslam ahlakı yeryüzüne hakim
olacaktır. Bediüzzaman pek çok sahih
hadiste yer alan bu konuyu hatırlatarak,
Hz. İsa ile Hz. Mehdi’nin geldiklerinde
karşılıklı diyalog içerisinde olacaklarını
bildirmektedir. Bunun için her iki kutlu şahsın da
aynı dönemde ortaya çıkmaları ve biraraya gelmeleri
gerekmektedir. Ancak Bediüzzaman hayattayken böyle
bir olay gerçekleşmiş değildir. Hz. İsa’nın gelişi
ve Hz. Mehdi'yle birlikte namaz kılmaları tüm
dünya Müslümanları tarafından beklenmektedir.
|
20) BU İTTİFAKA (BİRLEŞMEYE) VE
HAKİKAT-I KUR'ANİYENİN METBUİYETİNE VE HÂKİMİYETİNE
(KURAN HAKİKATLERİNE UYULMASINA VE TABİ
OLUNMASINA)
İŞARET EDER:
Bediüzzaman, Hz.
İsa ve Hz. Mehdi'nin Kuran ahlakının tüm yeryüzüne
hakim olması için ittifak edeceklerini bildirmiştir.
İki dinin birleşmesinin İslamiyet üzerine
olacağını hadislerle açıklayan
Bediüzzaman, Kuran’ın tabi olunan kitap
olacağını, onun hükümlerinin geçerli
ve hakim olacağını bildirmiştir. Bu ittifak
ve bu büyük gelişmeler henüz gerçekleşmemiştir
ve bu tarihi olay da tüm dünya Müslümanları tarafından
büyük bir heyecanla beklenmektedir.
Bediüzzaman, kendisi hayatta iken
gerçekleşmemiş olan bu olayların, Hz.
Mehdi'nin önemli özelliklerinden olduğunu belirterek,
Hz. Mehdi'nin kendisinden sonraki bir zamanda geleceğini
ifade etmiştir. |
“BÜYÜK
MEHDİ”NİN DÖRT EHEMMİYETLİ VAZİFESİNİN
VE DAHA EVVEL GELİP GEÇEN KÜÇÜK MEHDİLER “BÜYÜK
MEHDİ”NİN BİR KISIM VAZİFELERİNİ BİR CİHETTE (bir açıdan) İCRA ETTİKLERİNİ (yerine getirdiklerini)21 ve ŞERİAT-I MUHAMMEDİYE’Yİ (A.S.M.) (Peygamberimiz (sav)'in yolunu, Kuran ahlakını) VE HAKİKAT-İ FURKANİYEYİ (Kuran ahlakının esaslarını, hakikatlerini) VE SÜNNETİ AHMEDİYEYİ (A.S.M.) (Peygamberimiz (sav)'in sünnetini)22 İHYA İLE (yeniden canlandırma ile), İLAN VE İCRA İLE (herkese duyurarak ve uygulayarak),23 BAŞKUMANDANLARI OLAN “BÜYÜK MEHDİ”NİN KEMAL-İ ADALETİNİ (yüce adaletini) VE HAKKANİYETİNİ (haktan ve doğruluktan ayrılmayışını, doğruluğunu) DÜNYAYA GÖSTERMELERİ24
gayet makul olmakla beraber, gayet
lazım ve zaruri ve hayat-i içtimaiye-i
insaniyedeki düsturların (cemiyet
hayatına ait kuralların) muktezasıdır
(gereğidir).
(Şualar, s. 456) |
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin İslam ahlakını
yeniden yaşanır hale getireceğini, Peygamberimiz
(sav)'in sünnetiyle hareket edeceğini, üstün bir
adalet anlayışı olacağını anlatmaktadır:
21) “BÜYÜK
MEHDİ”NİN DÖRT EHEMMİYETLİ VAZİFESİNİN VE
DAHA EVVEL GELİP GEÇEN KÜÇÜK MEHDİLER “BÜYÜK
MEHDİ”NİN BİR KISIM VAZİFELERİNİ BİR CİHETTE
(BİR AÇIDAN) İCRA ETTİKLERİNİ (YERİNE GETİRDİKLERİNİ):
Bediüzzaman yukarıda yer
alan sözlerinde, iki ayrı tür Mehdi olduğunu belirtmiştir.
Bunlardan birini “küçük Mehdiler” olarak
adlandırmış, diğerinin ise ahir zamanda gelecek
olan “BÜYÜK MEHDİ” olduğunu
belirtmiştir. Bediüzzaman “BÜYÜK MEHDİ”nin
çok açıkça görülen ve taklit edilmesi mümkün olmayan
bazı alametleri olduğunu belirtmiştir.
Peygamberimiz (sav)'in sünnetinin yeniden
canlandırılması ve İslam ahlakının tüm
dünyada hakim olması, tüm Müslümanlar
arasında İslam birliğinin oluşturulması, Hıristiyanlarla
Müslümanların ittifakının sağlanması, Hz. Mehdi'nin
reddedilmesi mümkün olmayan alametleridir.
Bediüzzaman, “küçük Mehdi” olarak
bahsettiği, önceki asırlarda gelen
Müslüman şahısların Hz. Mehdi'nin yapacağı
hizmetlerden bazılarını bir açıdan yerine getirdiklerini,
ancak hiçbirinin bu görevlerin hepsini birarada
yerine getiremediklerini ifade etmiştir.
Bediüzzaman bu sözleriyle, ahir zamanda
gelmesi beklenen “Büyük Mehdi”nin,
geçmişte gönderilen Müslüman şahıslarla
karıştırılmaması gerektiğini; “Büyük Mehdi”nin
ancak sayılan tüm görevlerini birarada gerçekleştirmesiyle
tanınacağını” hatırlatmıştır. Peygamberimiz
(sav)'in sünnetinin yeniden canlandırılarak
İslam ahlakının tüm dünyaya hakim
kılınması, İslam birliğinin
oluşturulması, Hıristiyan ve Müslüman ittifakının
sağlanması ne Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde ne
de ondan önceki devirlerde gerçekleştirilmemiş
olaylardır. Bediüzzaman da bu gerçeğe dikkat
çekerek Hz. Mehdi'nin kendisinden
ilerideki bir tarihte geleceğini ve bu
mübarek insanın, geçmişte İslam’a hizmet
eden diğer Müslüman şahıslardan bu alametleriyle
ayırt edilebileceğini belirtmiştir.
Bunun yanında Bediüzzaman bu açıklamalarıyla “Hz.
Mehdi'nin BİR ŞAHIS olduğunu” da bir
kez daha vurgulamıştır. Ahir zamanın “Büyük
Mehdi”sinden önce gelen tüm İslam
büyükleri, müceddidler ve Bediüzzaman'ın
“küçük Mehdi” olarak adlandırdığı kimseler
hep birer şahıs olmuşlardır. Bediüzzaman,
Allah’ın bu adetullahının ahir zamanda da
değişmeyeceğine ve “BÜYÜK MEHDİ”nin de yine
“BİR ŞAHIS” olacağına dikkat çekmektedir. |
22) ŞERİAT-I MUHAMMEDİYE’Yİ
(A.S.M.) (PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN YOLUNU, KURAN
AHLAKINI) VE HAKİKAT-İ FURKANİYEYİ (KURAN AHLAKININ
ESASLARINI, HAKİKATLERİNİ) VE SÜNNETİ
AHMEDİYEYİ (A.S.M.) (PEYGAMBERİMİZ
(SAV)'İN SÜNNETİNİ):
Bediüzzaman “ŞERİAT-I
MUHAMMEDİYE’Yİ VE HAKİKAT-İ FURKANİYEYİ
VE SÜNNETİ AHMEDİYEYİ (A.S.M.)” sözleriyle,
pek çok hadiste de bildirildiği gibi, Hz. Mehdi'nin
ahir zamanda Peygamber Efendimiz (sav)'in sünneti
ile amel edeceğini ve dini,
bidatlardan arındıracağını ve İslam
dinini özüne döndüreceğini belirtmektedir.
Peygamberimiz (sav)'in bu konuyu bildiren hadislerinden
bazıları şöyledir:
Hz. Mehdi hiçbir
bidatı bırakmayacak. (El-Kavlu’l Muhtasar
Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 43)
Mehdi kaldırmadık bidat bırakmayacaktır.
Ahir zamanda aynı Peygamber (sav) gibi dinin
icablarını yerine getirecektir. (Kıyamet
Alametleri, s. 163)
Hz. Mehdi İslam dinini, Asr-ı
Saadet olarak adlandırılan Peygamberimiz (sav)'in
döneminde yaşanan ve Kuran’da
bildirilen şekline döndürecektir. Bu görev İslam
tarihinde diğer İslam alimlerine nasip olmamış, bugüne
kadar böyle bir durum gerçekleşmemiştir.
Bediüzzaman da bu açıklamasıyla, İslam
dinini aslına döndürme görevinin ancak Hz.
Mehdi’ye nasip olacağını ve bunun Hz.
Mehdi'nin tanınmasını sağlayacak en önemli
alametlerden olduğunu hatırlatmaktadır. |
23) İHYA İLE (YENİDEN
CANLANDIRMA İLE), İLAN VE İCRA İLE (HERKESE DUYURARAK
VE UYGULAYARAK):
Bediüzzaman bu sözlerinde
Hz. Mehdi’nin izleyeceği yolu
anlatmakta, insanları hak dine davet
ederken kullanacağı yöntemleri açıklamaktadır:
Bediüzzaman’ın burada kullandığı “İHYA” kelimesinin
anlamı, “YENİDEN CANLANDIRMA”dır.
Bediüzzaman'ın da belirttiği gibi, Hz. Mehdi ahir
zamanda Kuran’dan uzaklaşmış olan insanların
yeniden Kuran ahlakına göre yaşamalarına
vesile olacaktır.
“İLAN” kelimesinin
anlamı ise, “HERKESE DUYURMA”dır.
Bediüzzaman'ın açıklamalarına göre Hz. Mehdi, Kuran’ın
hakikatlerini ve Kuran ahlakını herkesin görebileceği,
ulaşabileceği şekilde duyuracaktır. Kitle
iletişim araçlarını ve teknolojiyi çok iyi
kullanacağı anlaşılan Hz. Mehdi, İslam
gerçeklerini çok çeşitli ve hikmetli
yöntemler kullanarak tüm dünyaya açıkça gösterecek
ve ilan edecektir. |
“İCRA” kelimesinin
anlamı da, “UYGULAMA”dır. Bediüzzaman bu
sözleriyle de Hz. Mehdi'nin, Kuran ahlakını
tüm dünyada hakim edeceğini ve tüm toplumlarda
yaşanır hale getireceğini belirtmektedir.
Bediüzzaman'ın burada Hz. Mehdi'nin faaliyetleri
hakkında üzerinde durduğu büyük çaplı
hizmetler, tüm dünyanın gözleri önünde
gerçekleşecek olaylardır. Bediüzzaman
bunların hiçbirinin kendisi hayatta iken gerçekleşmemiş
olduğuna dikkat çekmekte, ancak bu alemetlerin
gerçekleşmesine vesile olan kişinin Hz. Mehdi
olabileceğini belirtmektedir.
Bediüzzaman, dikkat çektiği bu
önemli konuyla birlikte Hz. Mehdi'nin bir şahsı
manevi olmadığını da vurgulamaktadır. Bediüzzaman,
İslam dininin esaslarını, Peygamberimiz
(sav)'in sünnetini “İHYA, İLAN VE İCRA
EDECEK BİR ŞAHSIN” varlığından söz
etmektedir. Tüm bu icraatler “iman, akıl ve
vicdan sahibi kutlu BİR ZATIN yerine
getirebileceği” görevlerdir. Dolayısıyla
Bediüzzaman bu açıklamalarıyla “HZ.
MEHDİ'NİN BİR ŞAHSI MANEVİ OLAMAYACAĞI” konusunda
da kesin bir delil daha ortaya koymaktadır. |
24)
BAŞKUMANDANLARI OLAN “BÜYÜK MEHDİ”NİN
KEMAL-İ ADALETİNİ (YÜCE ADALETİNİ) VE
HAKKANİYETİNİ (HAKTAN VE DOĞRULUKTAN AYRILMAYIŞINI,
DOĞRULUĞUNU) DÜNYAYA GÖSTERMELERİ):
Peygamber Efendimiz (sav)'den rivayet
edilen birçok hadiste Hz. Mehdi döneminde yeryüzünün
adaletle dolacağı haber verilmektedir:
Kıyametin kopması için zamanda sadece
bir günden başka vakit kalmamış da olsa Allah,
benim Ehli Beytimden (soyumdan) bir zatı
gönderecek, yeryüzü zulümle dolduğu gibi,
o yeryüzünü adaletle dolduracak. (Sünen-i Ebu Davud, 5/92)
Mehdi bendendir, yeryüzü zulüm
ve işkence ile dolduğu gibi onu doğruluk ve
adaletle doldurur. (Sünen-i Ebu Davud, 5/93)
Bu (Emir) de (Hz. Mehdi) insanlar yeryüzünü daha önce zulüm ile doldurdukları gibi, yeryüzünü adaletle dolduracaktır. (Sünen-i İbn-i Mace, 10/348)
Hadislerde belirtilen,
bu adalet ve huzur ortamı çok geniş çapta ve çok
benzersiz olacaktır. Bediüzzaman da “KEMAL-İ ADALETİ” ve
“HAKKANİYETİ” sözleriyle, Hz. Mehdi’nin
adaletinin en mükemmel şekilde olacağını
bildirmektedir. Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin
bu vasıflarını dile getirerek öncelikle onun bir
şahsı manevi olmadığını, “ADALET
YAPABİLECEK, HAK VE DOĞRU YOLU İZLEYEBİLECEK BİR
ŞAHIS” olduğunu ifade etmektedir. Bir
şahsı manevinin “adaletli olması ya da hak
yoldan ayrılmama vasfını taşıması” söz konusu
değildir. Bediüzzaman da Hz. Mehdi'nin ahlakındaki
bu “MÜMİN VASIFLARI”na dikkat
çekerek, bu konuya açıklık kazandırmış ve
onun mübarek “BİR İNSAN” olduğunu
hatırlatmıştır.
Bediüzzaman bu sözlerinin
başında ise “Büyük Mehdi”nin
“BAŞKUMANDANLIK” sıfatına dikkat çekmiştir.
Bu, ancak “BİR İNSAN”ın sahip olabileceği
bir özellik ve bir insanın üstlenebileceği
bir görevdir. Çok açıktır ki Bediüzzaman burada bir
şahsı manevinin müminlerin başkumandanı olacağından
bahsetmemekte; “BU GÖREVİ
YERİNE GETİREBİLECEK ÖZELLİKLERE SAHİP BİR ŞAHSI” ifade
etmektedir.
Bediüzzaman “Başkumandanları olan “Büyük
Mehdi”nin kemal-i adaletini ve hakkaniyetini
DÜNYAYA GÖSTERMELERİ” sözleriyle burada
ayrıca Hz. Mehdi'nin yüce adaletinin, haktan ve
doğruluktan ayrılmayışının mükemmelliğine
“BÜTÜN DÜNYANIN ŞAHİT OLACAĞINI” ifade
etmektedir. Tüm insanlar, bu mübarek zatı
görüp tanıyacaklar, Allah’ın adil
sıfatının yeryüzündeki tecellilerini Hz.
Mehdi’de göreceklerdir. Hz. Mehdi'nin
büyük fikri mücadelesi neticesinde, belki de tüm
dünyada ilk kez zulüm ve kargaşa tamamen bitecek,
dünya çapında barış, huzur ve adalet olacaktır.
Bediüzzaman bu açıklamalarıyla, Hz. Mehdi'nin
geçmiş dönemlerde gelmediğini, geldiğinde
ise Allah’ın bu gelişmelerle onu
insanlara tanıtacağını bildirmektedir. |
Ayrıca hem iki Deccal’in
sıfatları ve halleri ayrı ayrı olduğu halde, mutlak
gelen RİVAYETLERDE İLTİBAS OLUYOR (karıştırılıyor), BİRİ ÖTEKİ ZANNEDİLİR.25 HEM “BÜYÜK MEHDİ”NİN HALLERİ SABIK MEHDİLERE (önceki Mehdilere) İŞARET EDEN RİVAYETLERE MUTABIK (uygun)
ÇIKMIYOR,26 hadis-i
müteşabih (birçok anlama gelebilecek hadis) hükmüne
geçer.
(Şualar, s. 582) |
Bediüzzaman, Peygamberimiz
(sav)'in ahir zamanla ilgili hadislerinde bahsi geçen Deccallerin
özelliklerinin ve faaliyetlerinin birbirine
benzediğini; bu sebeple birinin diğeri
zannedilebildiğini söylemektedir. Ancak bu
hadislerde “Büyük Mehdi”ye dair bildirilen
özelliklerin, “sabık Mehdiler” olarak bahsettiği,
önceki dönemlerde gelmiş olan müceddidlerden çok
farklı olduğunu belirtmiştir:
25) RİVAYETLERDE İLTİBAS OLUYOR (KARIŞTIRILIYOR) BİRİ ÖTEKİ ZANNEDİLİR):
Bediüzzaman “İLTİBAS OLUYOR (KARIŞTIRILIYOR)
BİRİ ÖTEKİ ZANNEDİLİR” sözleriyle,
hadislerde bahsi geçen Deccallerin
karıştırılabildiğini hatırlatmıştır.
Bediüzzaman ahir zamanda gelecek “Büyük
Mehdi” ile “sabık Mehdiler” arasında
ise böyle bir karıştırmanın söz konusu olamayacağını
belirtmiştir. Bunun sebebinin de “Peygamberimiz
(sav)'in hadislerinde sabık Mehdiler ile ilgili
olarak verilen bilgilerin Büyük
Mehdi'nin özellikleri ile uyuşmaması”
olduğunu ifade etmiştir.
Bediüzzaman bu sözleriyle “BÜYÜK
MEHDİ”nin “geçmiş zamanlarda gelmemiş
olduğunu”, bu mübarek şahsın, “Peygamberimiz
(sav)'in bildirdiği tüm özelliklere birden sahip
olmasıyla tanınacağını” dile
getirmiştir. Zira bir kişinin Mehdi olabilmesi
için Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde
bildirilen özelliklerin tamamını birden
üzerinde göstermesi gerekmektedir.
Yoksa bazı alametlerin var zannedilmesiyle,
o kişinin Mehdi olduğunun düşünülmesi doğru değildir.
Hz. Mehdi, Allah'ın izniyle ortaya çıktığı zaman,
Peygamberimiz (sav)'in bildirdiği tüm bu
alametleri üzerinde taşıyacaktır.
Peygamberimiz (sav)'in bildirdiği gibi
“seyyid”, yani Peygamberimiz (sav)'in
soyundan olacak, İslam ahlakını tüm
dünyaya hakim kılacak, yeryüzüne benzersiz bir
adalet, huzur, bolluk ve bereket getirecektir.
Bediüzzaman da buradaki sözleriyle bu alametlerin
farklılığına dikkat çekmiş, bu özelliklerle
uyuşmayan şahısların Hz. Mehdi
olamayacağını hatırlatmıştır.
Bediüzzaman bu konuyu anlatığı
sözlerinde bir başka konuyu daha vurgulamış, hadislerde
bildirilen Deccallerin, sabık Mehdilerin ve
Hz. Mehdi'nin “manevi kişilikler” değil,
“BİRER ŞAHIS” olduklarını
belirten açıklamalar da yapmıştır. Zira “BİRİ” ve “ÖTEKİ”
sözleri burada “KİŞİ” ifade eden zamirler
olarak kullanılmıştır. Bediüzzaman bu
sözleriyle hem “SABIK MEHDİLERİN” hem de
“BÜYÜK MEHDİ”nin “BİRER ŞAHIS” olduklarını
ifade etmektedir. |
26) HEM “BÜYÜK
MEHDİ”NİN HALLERİ SABIK MEHDİLERE (ÖNCEKİ
MEHDİLERE) İŞARET EDEN RİVAYETLERE MUTABIK (UYGUN)
ÇIKMIYOR:
Bediüzzaman eserlerinde
sabık Mehdilerin, ahir zaman Mehdisi’nin üç
büyük görevini yerine getiremedikleri için Büyük
Mehdi olamayacaklarını anlatmıştır. Bunun bir diğer
sebebinin ise yukarıda da açıklandığı gibi, Büyük
Mehdi'nin özelliklerinin Peygamberimiz (sav)'in
hadislerinde sabık Mehdilere dair
bildirdiği özelliklere uymaması olduğunu
belirtmiştir. Bediüzzaman bu açıklamalarıyla
Hz. Mehdi'nin, ortaya çıktığında bu özelliklere sahip
olmasıyla tanınıp teşhis edilebileceğini hatırlatmıştır.
Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde
bildirdiği, Hz. Mehdi'nin ahlakına,
fiziksel özelliklerine, soyuna,
mücadelesine, yerine getireceği faaliyetlere ait
alametler görülmediği takdirde ise, bir kişinin Hz.
Mehdi olabileceğinden bahsedilemeyeceğini belirtmiştir.
Dolayısıyla da verdiği bu bilgilerle,
hadislerde bildirilen müjdelerin henüz
gerçekleşmediğine ve Hz. Mehdi'nin geçmiş
dönemlerde gelmiş bir şahıs olmadığına
dikkat çekmiştir.
Bediüzzaman bu sözleriyle aynı zamanda Hz. Mehdi'nin
manevi bir varlık olmadığını, “BİR
ŞAHIS” olarak müminlerin başında bulunup,
onlara önderlik edeceğini de açıklamıştır.
Şöyle ki:
1- Bediüzzaman, daha önce gelen Mehdilerin birer
şahıs olduklarını anlatıp ardından da Büyük
Mehdi ile aralarındaki farkı açıklamıştır.
Demek ki Büyük Mehdi de “BİR ŞAHIS”tır.
2- Önceki Mehdiler belirtilen görevleri yerine
getirememişlerdir. Ama bu görevleri Büyük Mehdi
yerine getirecektir. Bu görevlerin
yapılabilmesi ise, bir şahsın var olmasını
gerektirmektedir. Demek ki Büyük Mehdi de
“BİR ŞAHIS” olacaktır.
3- Büyük Mehdi, Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde
tarif ettiği sabık Mehdi'lere dair
özelliklere uymamaktadır. Büyük Mehdi,
Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde
müjdelediği ahir zaman Mehdisi’nin
özelliklerini taşıyacaktır. Peygamberimiz (sav)'in
hadislerinde, Hz. Mehdi'nin bir şahsı manevi olmadığı
fiziksel özellikleriyle, ahlakıyla tarif edilen
bir şahıs olduğu yüzyıllardır tüm İslam
alimleri tarafından bilinen bir
gerçektir. Bediüzzaman da burada Büyük
Mehdi'nin, hadislerde anlatılan sabık
Mehdilerden bu farkına dikkat çekerek, yine “BİR
ŞAHIS”tan bahsettiğini ifade
etmiştir.
Bu açıklamalarda bahsi geçen “sabık Mehdilerin”
birer şahıs oldukları kabullenilirken,
Bediüzzaman'ın aynı açıklamalarında yine
bir şahıs olacağını belirttiği “Büyük
Mehdi”nin “bir şahsı manevi” olacağı
düşüncesini öne sürmek elbette ki çelişkilidir. Böyle
bir durumda, rivayetlerde belirtilen ahir zaman Mehdisi’nden
önce gelen tüm Mehdilerin de birer şahsı
manevi olması gerekirdi ki, böyle bir durum
olmamıştır. Dolayısıyla da böyle bir
yaklaşım son derece yanlış ve mantıksızdır.
Bediüzzaman'ın da müjdelediği gibi, Peygamberimiz
(sav)'in rivayetlerindeki özelliklere sahip olmasıyla
tanınacak olan Büyük Mehdi, ahir zamanda “BİR
ŞAHIS” olarak ortaya çıkacak ve Allah’ın
izniyle Bediüzzaman'ın belirttiği üç görevi birden
bizzat yerine getirecektir. |
BÜYÜK MEHDİ'NİN ÇOK VAZİFELERİ
VAR27 VE SİYASET ALEMİNDE, DİYANET ALEMİNDE,
SALTANAT ALEMİNDE, MÜCADELE ALEMİNDE ÇOK DAİRELERDE
İCRAATLARI
(işleri) OLDUĞU GİBİ...28
(Şualar, s. 590) |
Bediüzzaman, ahir zamanda gelecek olan Hz. Mehdi'nin;
- Siyaset,
- Diyanet,
- Saltanat
alanlarında büyük görevleri olacağını bildirmekte, ancak
bu görevlerin hepsini birden tam olarak yerine getiren
kişinin Hz. Mehdi olabileceğini ifade etmektedir:
27) BÜYÜK MEHDİ'NİN ÇOK VAZİFELERİ VAR:
Bediüzzaman “Büyük Mehdi”nin, sabık
Mehdiler olarak adlandırdığı kişilerden en önemli
farklarından birinin, onun yerine getireceği
“büyük görevler” olduğunu bildirmiştir.
Bediüzzaman “ÇOK VAZİFELERİ VAR” diyerek,
yerine getireceği bu görevlerin Hz.
Mehdi'yi insanlara tanıtacak önemli bir
alamet olduğunu vurgulamaktadır.
Bediüzzaman, bu görevlerin tamamı birden yerine
getirilmediği takdirde ise, bir kimsenin Hz. Mehdi
olmasının söz konusu olamayacağını hatırlatmaktadır. |
28) VE SİYASET
ALEMİNDE, DİYANET ALEMİNDE, SALTANAT ALEMİNDE,
MÜCADELE ALEMİNDE ÇOK DAİRELERDE İCRAATLARI (İŞLERİ)
OLDUĞU GİBİ:
Bediüzzaman bu sözlerinde “ÇOK
VAZİFELERİ VAR” dediği Hz.
Mehdi'nin bu görevlerinin neler olduğunu açıklamaktadır.
Hz. Mehdi’nin, “SİYASET MEHDİSİ, SALTANAT
MEHDİSİ ve DİYANET MEHDİSİ olarak bu üç özelliğe
birden sahip olacağını ve bu üç alanda birden
Mehdilik yapacağını” söylemektedir.
Dikkat edilirse Bediüzzaman bu görevleri
“üç ayrı kişi”nin yerine getireceğinden
bahsetmemiştir. Tam tersine Hz. Mehdi'nin
bu “ÜÇ KONUDA BİRDEN” müminlerin
önderliğini üstleneceğini belirtmiştir. Bu
sözleriyle ayrıca, “Mehdiliği üçe
bölmenin, tek bir tanesinin Mehdilik için
yeterli olacağını söylemenin” yanlışlığını
ortaya koymaktadır.
Bediüzzaman verdiği
bu bilgilerle, Hz. Mehdi'nin imkanlarının çok geniş
olacağını ve bu görevlerin tam yapılmasının bu
üç alanda birden güç sahibi olunmasıyla
gerçekleştirileceğini açıklamaktadır.
“ÇOK DAİRELERDE İCRAATLARI OLDUĞU GİBİ”
sözleriyle ise, Hz. Mehdi'nin bu
“faaliyetlerinin ve etki alanının çapının
genişliğini” belirtmektedir. Bediüzzaman
yaşadığı süre içerisinde çok büyük bir iman
hizmeti yürütmüş ancak bu üç alanda birden imkan
ve yetkilere sahip olmamıştır. Aksine kendisi ömrünü
esaret, maddi sıkıntılar ve zorluklar altında
geçirmiştir. Çeşitli haksızlıklara uğramış,
eziyetlere tabi tutulmuş, yaşamının büyük
bölümünü hapis ve sürgün gibi şartlar
altında sürdürmüştür. Kuşkusuz ki eğer Bediüzzaman
Mehdi olsa ve diyanet, saltanat ve siyaset alanlarındaki
üç görevi yerine getirmiş olsaydı, böyle bir durum
söz konusu olmazdı. Dolayısıyla
Bediüzzaman, Hz. Mehdi hakkında verdiği bu
bilgi ile, kendisinin Hz. Mehdi
olamayacağını bizzat kendi sözleriyle bir kez
daha delillendirmiştir.
Bediüzzaman bu sözleriyle ayrıca
Hz. Mehdi'nin “lider
vasıflarını taşıyan üstün BİR ŞAHIS” olduğuna bir kez
daha dikkat çekmiştir. Bediüzzaman'ın saydığı görevlerin
her biri ancak “BİR İNSAN”ın
üstlenebileceği sorumluluklardır. “MEHDİ” kelimesi,
“HİDAYET BULAN VE HİDAYETE YÖNELTEN”
anlamındadır. Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin
“DİYANET”, “SİYASET” ve “SALTANAT” aleminde
bu “MEHDİLİK VASFINI” taşıyarak büyük
sorumluluklar üstleneceğini belirtmektedir.
Bir şahsı manevinin diyanet, siyaset ve saltanat
konularında yetki sahibi olması; bu alanlarda insanların
sorumluluklarını üstlenerek adalet sağlaması
hiçbir şekilde söz konusu
değildir. Tüm bu sorumlulukların yerine getirilmesi
Bediüzzaman'ın da belirttiği gibi, “HİDAYET
BULMUŞ BİR İNSANIN”, “iman, akıl ve vicdan
kullanarak yerine getirebileceği
görevler”dir. Bediüzzaman da sözleriyle bu
gerçeği vurgulamış, Hz. Mehdi'nin bir şahsı
manevi olamayacağını ifade etmiştir. |
“O kadar kuvvetlidir ve devam eder; YALNIZ
HAZRET-İ İSA (A.S.) ONU YOK EDEBİLİR,
BAŞKA ÇARE OLAMAZ29 rivayet edilmiş. Yani,
ONUN MESLEĞİNİ VE YIRTICI REJİMİNİ BOZACAK, YOK EDECEK;30 ancak SEMAVÎ VE ULVÎ, HALİS (vahye dayalı ve yüce, katıksız) BİR DİN İSEVÎLERDE ZUHUR EDECEK (ortaya çıkacak) VE HAKİKAT-İ KUR’ANİYEYE (Kuran’ın hakikatlerine) İKTİDA (tabi olan) VE İTTİHAD EDEN (İslamiyet ile birleşen) BU İSEVİ DİNİDİR Kİ,31 HAZRET-İ İSA (AS)'IN NÜZULÜ İLE (yeryüzüne inişiyle) O DİNSİZ MESLEK MAHVOLUR, YOK OLUR...32
(Şualar, s. 581) |
Bediüzzaman bu sözünde Deccal'in
fitnesini ancak Hz. İsa'nın etkisiz hale getirebileceğine
işaret eden bir hadise dikkat çekmiştir. Deccal'in
inkara dayalı düzenini, saldırgan rejimini
ortadan kaldıracak, “dinsizliği insanlar arasında
yaymak ve mukaddesatı bozmak” olarak tarif edilen
mesleğini bozacak olan kimselerin, Hz. İsa ve ona
tabi olan samimi İseviler olduğunu belirtmiştir. Hz.
İsa'nın yeryüzüne ikinci kez gelişiyle Mesih Deccal'in dinsiz
mesleği yok olup etkisiz hale gelecektir:
29) YALNIZ HAZRET-İ İSA (A.S.)
ONU YOK EDEBİLİR, BAŞKA ÇARE OLMAZ:
Bediüzzaman bu sözleriyle, Peygamberimiz
(sav)'in hadisleri doğrultusunda Deccal'i fikren
etkisiz hale getirip, onun fitnesini dünya
üzerinden kaldırabilecek kişinin yalnızca
Hz. İsa olduğunu belirtmektedir.
Bediüzzaman burada kullandığı “ONU” kelimesiyle,
Deccal'in “BİR ŞAHIS” olduğunu
dile getirmiştir. Bediüzzaman'a göre, bu şahsın
inkara dayalı çabasını durduracak olan kişi ise
yine “BİR ŞAHIS OLAN HZ.
İSA”dır. Bediüzzaman'ın bu sözleri son
derece açıktır. Buna rağmen Deccal'in bir şahıs,
ama Hz. İsa'nın manevi bir varlık olacağı düşüncesini
benimsemek, hiç şüphesiz ki Bediüzzaman'ın verdiği
bu bilgilerle açıkça çelişmektedir.
Bediüzzaman, Deccal'i etkisiz hale
getirebilecek tek şahsın Hz. İsa olduğunu
açıkça belirtmiş ve tüm inananları bu
değerli zatın yeryüzüne ikinci kez gelişiyle
müjdelemiştir. |
30) ONUN MESLEĞİNİ VE
YIRTICI REJİMİNİ BOZACAK, YOK EDECEK:
Bediüzzaman, Mesih Deccal'in
fitnesinin tüm yeryüzünde büyük bir bozgunculuğa
neden olacağına dikkat çekmektedir. Bu fitnenin tam
anlamıyla ortadan kaldırılmasının ise Hz. İsa
vesilesiyle olacağını bildirmektedir.
Bediüzzaman, Mesih Deccal'in mesleğinin
dinsizliği tüm yeryüzüne yaymak ve dinsizlikten
dayanak bulan felaketler oluşturmak olduğunu belirtmektedir.
Yeniden yeryüzüne döndüğünde Hz. İsa’nın,
Deccal'in neden olduğu felaket ve
kötülükleri engelleyeceğini, onun mesleğini
etkisiz hale getireceğini ve İslam
ahlakını tüm dünyaya hakim kılacağını müjdelemektedir.
Bediüzzaman bu sözlerinde, Hz. İsa'nın
yeryüzüne maddi varlığı olan “BİR İNSAN” olarak
geleceğini tekrar hatırlatmaktadır. “ONUN”
kelimesiyle ise Deccal'in de bir şahıs
olduğunu bir kez daha vurgulamış, bu şahsın
yine “BİR ŞAHIS” olan Hz. İsa tarafından
etkisiz hale getirileceğini ifade etmiştir. |
31) SEMAVİ VE
ULVİ, HALİS (VAHYE DAYALI VE YÜCE, KATIKSIZ) BİR
DİN İSEVİLERDE ZUHUR EDECEK (ORTAYA ÇIKACAK) VE
HAKİKAT-İ KUR’ANİYEYE (KURAN’IN HAKİKATLERİNE)
İKTİDA (TABİ OLAN) VE İTTİHAD EDEN (İSLAMİYET İLE
BİRLEŞEN) BU İSEVİ DİNİDİR Kİ:
Hz. İsa Allah'ın mübarek bir elçisidir.
Tüm peygamberler gibi, o da insanları bir ve tek
olarak Allah'a iman etmeye, Allah'ın
emrettiği din ahlakını
yaşamaya davet etmiştir. Ancak Hz. İsa'nın Allah
Katına yükseltilmesinin ardından,
Hıristiyanlık inancında dejenerasyon
oluşmuş, Hıristiyanlar Hz. İsa'nın
kendilerine tebliğ ettiği hak dinden uzaklaşmışlardır.
Hz. İsa ikinci kez yeryüzüne geldiğinde, Hıristiyanlığı
tahrif olmuş yönlerinden arındıracak, yeniden
hak haline döndürecektir. Bediüzzaman da
“HALİS BİR DİN İSEVİLERDE ORTAYA ÇIKACAK”
sözleriyle bu gerçeğe dikkat
çekmektedir. Bediüzzaman Hıristiyanlığın
Kuran’a tabi olarak İslamiyet ile birleşeceğini
bildirmiş ve tüm bu gelişmelerin Hz. İsa'nın yeryüzüne
ikinci kez gelişinin alametlerinden olacağını
hatırlatmıştır. Bediüzzaman'ın
müjdelediği bu gelişmeler henüz
gerçekleşmemiştir. Bediüzzaman da yaşadığı dönemde
bu konuya dikkat çekerek, hem Hz. İsa'nın ileri
bir tarihteki gelişini müjdelemiş, hem de Hz. İsa
ile aynı dönemde yaşayacak olan Hz. Mehdi'nin
çıkışının da kendisinin döneminde henüz
gerçekleşmemiş olduğunu vurgulamıştır. |
32) HAZRET-İ İSA (AS)'IN NÜZULÜ İLE (YERYÜZÜNE İNİŞİYLE) O DİNSİZ MESLEK MAHVOLUR:
Bediüzzaman, Kuran ayetlerinde
yer alan işaretlere ve hadislerde verilen bilgilere
dayanarak, Hz. İsa'nın yeryüzüne yeniden geleceğini
söylemektedir. Bediüzzaman burada kullandığı
“NÜZUL” kelimesiyle, Hz. İsa'nın “bir mana,
bir ruh ya da temsili bir şahıs”
değil, Allah’ın bir mucizesi olarak insani bedeniyle
ikinci kez yeryüzüne gelecek “BİR
ŞAHIS” olduğunu açıklamaktadır. Bediüzzaman,
Deccal'in inkara dayalı çabalarının da, Hz. İsa'nın
“NÜZULÜ” yani “BİR ŞAHIS OLARAK YERYÜZÜNE
GELİŞİ”nin ardından son bulacağını ifade
etmektedir. |
|
KASTAMONU LAHİKASI
KİTABINDAN ALINTILAR |
Evet, hadis-i şerifin ifadesiyle
HAZRET-İ İSA'NIN SEMAVİ NÜZULÜ (gökyüzünden inişi) KAT'İ (kesin) OLMAKLA BERABER33
; mana-yi işarisiyle (işaret ettiği
manayla) başka hakikatleri (gerçekleri)
ifade ettiği gibi bu hakikata da
mucizane (mucizevi bir şekilde) işaret
ediyor.
(Kastamonu Lahikası, s. 50)
|
Bediüzzaman, Hz. İsa'nın ahir zamanda yeniden yeryüzüne gelişinin kesin olduğunu ifade etmektedir:
33) HAZRET-İ İSA'NIN SEMAVİ NÜZULÜ (GÖKYÜZÜNDEN İNİŞİ) KAT’İ (KESİN) OLMAKLA BERABER:
Hz. İsa'nın ahir zamanda
yeniden yeryüzüne gelecek olması Kuran-ı Kerim'de
ve hadislerde bildirilen bir gerçektir.
Bediüzzaman da bu gerçeği dile
getirmekte, hadislerde Hz. İsa'nın
yeniden dünyaya geleceğinin açıkça bildirildiğini
söylemektedir. Bu, samimi olarak iman edenler için
çok kıymetli bir müjdedir. Allah'ın izniyle, ahir
zamanda yaşayan müminler bu mucizeye
tanıklık edecek, aradan geçen 2000 yılın
ardından Hz. İsa'nın tekrar yeryüzüne
gelişine şahit olacaklardır.
Bediüzzaman bu sözünde kullandığı
“KAT'İ” kelimesiyle, Hz. İsa'nın yeniden
dünyaya dönüşünün “KESİN” bir gerçek
olduğunu belirtmektedir. Bediüzzaman'ın
Peygamberimiz (sav)'in hadislerine dayandırarak
verdiği bu haber, aksi yöndeki tüm iddiaları geçersiz
kılmaktadır.
|
Bunun yanı sıra Bediüzzaman'ın burada ortaya
koyduğu bir başka gerçek ise, Hz. İsa'nın manevi bir
şahıs değil, insani bedeniyle mucizevi bir
şekilde yeryüzüne ikinci kez gelecek olan
“BİR ŞAHIS”
olduğudur. |
TA AHİR ZAMANDA,34
HAYATIN GENİŞ DAİRESİNDE (dünya çapında)35
ASIL SAHİPLERİ, YANİ MEHDİ VE ŞAKİRTLERİ (talebeleri)36, CENAB-I HAKK’IN İZNİYLE GELİR,37 O DAİREYİ GENİŞLETİR38 ve
O TOHUMLAR SÜMBÜLLENİR.39 BİZLER DE KABRİMİZDE SEYREDİP ALLAH’A ŞÜKREDERİZ.40
(Kastamonu Lahikası, s. 99)
|
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin ahir zamanda ortaya çıkacağını
haber vermektedir. Bediüzzaman, Hz. Mehdi ve
talebelerini Risale-i Nur'un asıl sahipleri
olarak nitelendirmekte, Risale-i Nur'un
başlattığı hizmeti bu mübarek şahsın tamamlayacağını
müjdelemektedir:
34) TA AHİR ZAMANDA:
Bediüzzaman burada kullandığı “TA AHİR ZAMANDA”
sözleriyle Hz. Mehdi'nin geleceği zamanı
belirtmektedir. Bediüzzaman bu ifadesiyle
öncelikle Hz. Mehdi'nin kendisinden “İLERİKİ BİR TARİHTE” geleceğini
dile getirmektedir. Bediüzzaman'ın burada
kullandığı “TA” kelimesi ise bu konuya
açıklık getiren önemli bir ifadedir. “TA” kelimesi
uzaklık ifade eden bir kelimedir. Bediüzzaman bu
ekle, ahir zamanın kendi yaşadığı dönemin çok daha
ilerisinde, daha uzakta bir zaman olduğunu
ifade etmektedir. Bediüzzaman Risale-i
Nur'un dar dairede yani sınırlı bir kesim
içerisinde başlattığı hizmetleri daha
ileriki bir tarihte gelecek olan Hz. Mehdi
ve talebelerinin devam ettireceklerini ve bunu
dünya çapında bir hizmete dönüştüreceklerini bildirmiştir.
Bediüzzaman bu sözleriyle kendisinin Hz. Mehdi
olmadığını, bu mübarek zatın ise
kendisinden sonraki bir dönemde
geleceğini açık bir şekilde ifade etmiştir. |
35) HAYATIN GENİŞ DAİRESİNDE
(DÜNYA ÇAPINDA):
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin yerine getireceği
üç görevden bahsettiği kimi sözlerinde “dar
ve geniş daire” (dar ve geniş alemler)
kavramlarını kullanmıştır. Bediüzzaman
Risale-i Nur’un etkisinin ve bu
yolla yapılan iman hizmetinin dar dairede yani
sınırlı bir bölgede yapılan bir faaliyet
olduğunu ifade etmiştir. Hz. Mehdi'nin
yapacağı faaliyetlerin ise “HAYATIN GENİŞ
DAİRESİNDE” yani “DÜNYA ÇAPINDA”
gerçekleştirileceğini belirtmiştir. Hz.
Mehdi, Allah’ın izniyle Kuran ahlakını
tüm dünyaya hakim kılacak, halihazırda dünyanın
pek çok yerinde dağınık halde bulunan Müslümanlar
arasında İslam birliğini sağlayacak ve tüm Müslümanların
liderliğini üstlenecektir. Tüm bunlar
Hz. Mehdi'nin “HAYATIN GENİŞ DAİRESİNDE” yerine
getireceği görevlerin delillerini oluşturacak ve
Hz. Mehdi'nin tanınmasını sağlayan alametler olacaktır.
Bediüzzaman da sözlerinin pek çoğunda bu
konuyu gündeme getirerek, bunu,
kendisinin Hz. Mehdi olmadığına dair bir
delil olarak göstermiş, Hz. Mehdi'nin
yapacağı faaliyetlerin etkisinin büyüklüğünü hatırlatmıştır. |
36) ASIL SAHİPLERİ, YANİ
HZ. MEHDİ VE ŞAKİRTLERİ (TALEBELERİ):
Bediüzzaman burada ahir zamanda gelecek
ve Kuran ahlakını tüm dünyada hakim kılacak olan
Hz. Mehdi’den, Bediüzzaman’ın attığı
tohumların “ASIL SAHİPLERİ” olarak
bahsetmektedir. Bu açıklamalarına göre, Bediüzzaman
Kuran ahlakının dünya hakimiyetinin
tohumlarını atan bir müceddid, Hz. Mehdi
ise bu hakimiyetin asıl sahibi olacaktır.
Hz. İsa ile birlikte İslam ahlakını
dünya çapında hakim kılacak olan ahir
zaman topluluğunun lideri Allah’ın izniyle
Hz. Mehdi olacaktır. Dolayısıyla Bediüzzaman, Hz.
Mehdi ve onun talebeleri için burada kullandığı “ASIL
SAHİPLERİ” ifadesiyle, Hz. Mehdi'nin ve
talebelerinin dünya çapında yerine
getireceği görevlerin asıl sahibinin
kendisi olmadığını açıklamış ve böylece
kendisinin Hz. Mehdi olmadığını da ifade etmiştir.
Bediüzzaman'ın bu sözlerinde vurguladığı bir başka önemli nokta ise,
Hz. Mehdi ve onun şahsı manevisini oluşturan
talebelerinin iki ayrı kavram olduğudur.
Bediüzzaman “Hz. Mehdi VE şakirtleri”
derken burada kullandığı “VE” kelimesiyle
bu duruma açıklık getirmektedir. Bu
ikisi birbirinden ayrıdır ve ancak
ikisinin biraraya gelmesinden Hz.
Mehdi’nin şahsı manevisi oluşmaktadır.
Ama bu şahsı manevinin oluşabilmesi için başta
mutlaka Hz. Mehdi bir şahıs olarak bulunacaktır.
Bediüzzaman da burada “HZ.
MEHDİ VE ŞAKİRTLERİ” sözleriyle bu
gerçeği dile getirmekte ve Hz. Mehdi'nin manevi
bir şahıs olarak değil, talebelerinin başında ayrı
bir şahsiyet olarak var olacağını ifade etmektedir. |
37) CENAB-I HAKK’IN İZNİYLE GELİR:
Bediüzzaman bu sözünde “Cenab-ı Hakk’ın izniyle
GELİR” diyerek öncelikle Hz. Mehdi'nin
ahir zamanda gelecek bir şahıs olduğunu
bir kez daha hatırlatmıştır. Çünkü
bilindiği gibi “GELME” fiili manevi bir
şahsın gerçekleştirebileceği bir olay
değildir. “GELME” fiili burada açıkça
bir insanın gelişini müjdelemek için
kullanılmış bir fiildir. Eğer Bediüzzaman
Hz. Mehdi'nin bir şahsı manevi olduğunu belirtmek
isteseydi, kuşkusuz ki böyle bir kelime kullanmaz,
Hz. Mehdi'nin gelişinden bahsetmezdi.
Bunun yanı sıra Bediüzzaman burada kullandığı
“GELİR” sözüyle, Hz. Mehdi’nin o dönemde
henüz gelmediğini belirtmekte ve ileride
geleceğini ifade etmektedir. Dikkat edilirse
Bediüzzaman “geldi” veya “gelmiş”
dememektedir, “İLERİDE GELECEĞİNİ” ifade
etmek için “TA AHİR ZAMANDA gelir” diyerek,
Hz. Mehdi'nin kendisinden ilerideki bir vakitteki
gelişinin zamanını da belirtmiştir. |
38) O DAİREYİ GENİŞLETİR:
Bediüzzaman, kendi döneminde imanı kurtarma
yolunda mücadele vermiş ve ahir zaman cemaatine
öncülük etmiştir. Bediüzzaman “O DAİREYİ
GENİŞLETİR” sözüyle, kendisinin “dar
dairede” yani “sınırlı bir çevrede”
başlattığı iman kurtarma mücadelesinin
Hz. Mehdi zamanında genişleyeceğini ve
“DÜNYA ÇAPINDA” neticeleneceğini
belirtmiştir. Bediüzzaman bu açıklamasıyla, Hz.
Mehdi'nin özelliklerini ve yerine getireceği görevlerin
benzersizliğini hatırlatarak bir kez daha
kendisinin Hz. Mehdi olmadığını ifade
etmiştir. |
39) O TOHUMLAR SÜMBÜLLENİR:
Bediüzzaman, Hz. Mehdi’den önce
gelmiş, insanların Allah’ın dininden uzaklaştığı
bir ortamda Kuran ahlakı ve iman hakikatleri
üzerinde durarak çok büyük bir imani
hareket başlatmıştır. “O TOHUMLAR
SÜMBÜLLENİR” sözleriyle bu büyük fikri
mücadelesini tohum ekmeye benzetmektedir.
Sonradan Hz. Mehdi zamanında bu iman tohumlarının
sümbülleneceğini, yani Hz. Mehdi’nin Bediüzzaman'ın
başlattığı bu imani çalışmaları genişleteceğini
ve sonuca ulaştıracağını belirtmektedir.
Bediüzzaman bu örneklendirmesiyle,
kendisinin Hz. Mehdi'den önceki bir
dönemde yaşadığını, Hz. Mehdi'nin gelişinin
ise kendisinden sonraki bir dönemde gerçekleşeceğini
açıkça ifade etmektedir. |
40) BİZLER DE KABRİMİZDEN SEYREDİP
ALLAH’A ŞÜKREDERİZ:
Bediüzzaman, “BİZLER DE KABRİMİZDEN SEYREDİP”
sözleriyle, ektiği iman tohumlarının
sümbülleneceği yani Hz. Mehdi'nin Kuran
ahlakını tüm dünyaya hakim kılacağı
dönemde, kendisinin vefat etmiş olacağını belirtmiştir.
Bediüzzaman bu sözüyle bir kez daha kendisinin
Hz. Mehdi olmadığını, bu kutlu şahsın gelip
görevine başladığı dönemde kendisinin
hayatta olmayacağını hatırlatarak ifade
etmiştir. |
HAKİKİ BEKLENİLEN41 ve
BİR ASIR SONRA GELECEK42 O ZAT43
dahi bu zamanda gelse...
(Kastamonu Lahikası, s. 57) |
Bediüzzaman Said Nursi, Hz. Mehdi'nin henüz gelmediğini,
Müslümanlar tarafından beklendiğini ve kendi yaşadığı
devirden bir asır sonra geleceğini bildirmektedir:
41) HAKİKİ BEKLENİLEN:
Bediüzzaman “HAKİKİ BEKLENİLEN” sözleriyle
Hz. Mehdi'nin “HENÜZ BEKLENDİĞİNİ” ifade
etmekte ve bu mübarek zatın kendi döneminde
“HENÜZ GELMEDİĞİNİ” belirtmektedir. Eğer
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin kendi yaşadığı
dönemde gelmiş olduğunu düşünüyor
olsaydı, kuşkusuz ki bu ifadeyi
kullanmazdı. “Hakiki beklenilen” yerine
“gelmiş olan” veya “gelen” derdi.
Dolayısıyla Bediüzzaman, bu sözleriyle
Hz. Mehdi'nin henüz gelmediğini ve
gelmesinin tüm İslam alemi tarafından beklendiğini
vurgulamaktadır.
Bunun yanı sıra Bediüzzaman burada kullandığı
“HAKİKİ” kelimesiyle de Hz. Mehdi'nin
gelişinin ne kadar kesin bir gerçek
olduğunu belirtmektedir. |
42) BİR ASIR SONRA GELECEK:
Bediüzzaman burada Hz. Mehdi için bir
kez daha “GELECEK” kelimesini
kullanmış ve onun kendi yaşadığı dönemde henüz
gelmediğini ve “İLERİDE
GELECEĞİNİ” tekrar belirtmiştir. Bu
sözüyle aynı zamanda Hz. Mehdi'nin
“manevi bir kişilik” değil, “GELMESİ
BEKLENEN BİR İNSAN” olduğunu da bir kez
daha vurgulamıştır.
Ayrıca Bediüzzaman kitabın başından itibaren yer
alan sözleri boyunca, “GELECEK” ifadesini,
Hz. Mehdi için “3. KEZ” kullanmaktadır.
Kuşkusuz ki bu bir tevafuk değildir. Açıktır ki
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin kendisinden sonraki
bir dönemde ve kesin olarak geleceği
konusunda kesin bir kanaat taşımakta ve
bunu ısrarla dile getirmektedir.
Bunun yanı sıra Bediüzzaman bu sözünde,
gelmesi beklenilen bu mübarek zatın geliş zamanını
da müjdelemektedir. Hz. Mehdi'nin “KENDİSİNDEN
BİR ASIR SONRA, YANİ HİCRİ 1400'LÜ
YILLARDA” ortaya çıkacağını haber
vermektedir. Kuşkusuz ki eğer Bediüzzaman
Hz. Mehdi'nin kendi döneminde yaşadığını düşünseydi,
böyle uzak bir tarih vermez, aksini açıkça ifade
ederdi. Demek ki Bediüzzaman’ın bu konudaki
kanaati hiçbir itiraza yer bırakmayacak kadar kesindir. |
42) BİR ASIR SONRA GELECEK:
Bediüzzaman burada Hz. Mehdi için bir
kez daha “GELECEK” kelimesini
kullanmış ve onun kendi yaşadığı dönemde henüz
gelmediğini ve “İLERİDE
GELECEĞİNİ” tekrar belirtmiştir. Bu
sözüyle aynı zamanda Hz. Mehdi'nin
“manevi bir kişilik” değil, “GELMESİ
BEKLENEN BİR İNSAN” olduğunu da bir kez
daha vurgulamıştır.
Ayrıca Bediüzzaman kitabın başından itibaren yer
alan sözleri boyunca, “GELECEK” ifadesini,
Hz. Mehdi için “3. KEZ” kullanmaktadır.
Kuşkusuz ki bu bir tevafuk değildir. Açıktır ki
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin kendisinden sonraki
bir dönemde ve kesin olarak geleceği
konusunda kesin bir kanaat taşımakta ve
bunu ısrarla dile getirmektedir.
Bunun yanı sıra Bediüzzaman bu sözünde,
gelmesi beklenilen bu mübarek zatın geliş zamanını
da müjdelemektedir. Hz. Mehdi'nin “KENDİSİNDEN
BİR ASIR SONRA, YANİ HİCRİ 1400'LÜ
YILLARDA” ortaya çıkacağını haber
vermektedir. Kuşkusuz ki eğer Bediüzzaman
Hz. Mehdi'nin kendi döneminde yaşadığını düşünseydi,
böyle uzak bir tarih vermez, aksini açıkça ifade
ederdi. Demek ki Bediüzzaman’ın bu konudaki
kanaati hiçbir itiraza yer bırakmayacak kadar kesindir. |
43) O ZAT:
Bediüzzaman, burada Hz. Mehdi'den “O
ZAT” diyerek bahsetmekte ve Hz.
Mehdi'nin mübarek şahsının geleceğini haber vermektedir.
Bediüzzaman bir şahsı maneviden ya da
topluluktan söz etmemektedir. Üçüncü
tekil şahsı ifade eden “O” zamirini ve
“tek bir kişi”yi ifade eden “ZAT” sözcüğünü
kullanmaktadır. Bediüzzaman böylece Hz. Mehdi'nin
yalnızca “TEK BİR KİŞİ” olacağını
da açıklamaktadır. |
Hem bu ÜÇ VEZAİFİ (görevi) BİRDEN44
BİR ŞAHISTA YAHUT CEMAATTE BU ZAMANDA BULUNMASI VE MÜKEMMEL OLMASI VE BİRBİRİNİ CERHETMEMESİ (birbirine engel olmaması, zarar vermemesi) PEK UZAK, ADETA
KABİL (mümkün) GÖRÜLMÜYOR.45
Ahir zamanda, AL-İ BEYT-İ NEBEVİ'NİN (A.S.M.) (Peygamberimiz (sav)'in soyunun) CEMAAT-İ NURANİYESİNİ (nurani cemaatini) TEMSİL
EDEN46 HAZRET-İ MEHDİ'DE VE CEMAATİNDEKİ
ŞAHS-I MANEVİDE47 ANCAK İÇTİMA EDEBİLİR
(biraraya gelebilir, toplanabilir).48
(Kastamonu Lahikası, s. 139) |
Bediüzzaman bu sözünde, Hz. Mehdi'nin üç görevi olduğunu
belirtmekte, bu üç görevin birarada yerine
getirilmesinin Hz. Mehdi'nin en önemli
alametlerinden biri olduğuna dikkat çekmektedir.
Bediüzzaman kendi yaşadığı dönemde bu üç görevin
birden yerine getirilemediğini, bunu ancak Hz. Mehdi'nin
gerçekleştirebileceğini söylemektedir:
44) ÜÇ VEZAİFİ (GÖREVİ) BİRDEN:
Bediüzzaman eserlerinin pek çok yerinde
Hz. Mehdi'nin yerine getireceği üç görev olduğundan
bahsetmiştir. Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin
en önemli alametlerinden birinin bu üç
görevi birden yerine getirmesi olduğunu
belirtmektedir. Bu görevlerin birincisi
materyalist, Darwinist ve ateist felsefelerle
fikri mücadele yapılması ve bu akımların fikren
tam olarak susturulmasıdır. İkincisi İslam dünyasının
liderliğini üstlenerek İslam birliğinin
sağlanması, üçüncüsü ise Kuran ahlakının
ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetinin
yeniden canlandırılmasıyla tüm yeryüzüne
hakim kılınmasıdır. Ahir zamanda gelecek olan Hz.
Mehdi, bu görevlerin üçünü birden yerine getirecektir.
Bu alamet, onun tanınmasını sağlayacak ve onun
en önemli özelliklerinden olacaktır.
Bediüzzaman eserlerinde Hz. Mehdi’nin
aynı anda, “SİYASET MEHDİSİ,
SALTANAT MEHDİSİ VE DİYANET MEHDİSİ” olarak
üç özelliğe birden sahip olacağını ve bu üç alanda
birden Mehdilik yapacağını söylemiştir. Bediüzzaman,
Kuran ahlakını dünya üzerinde hakim kılmak amacıyla
önceki asırlarda da bazı Müslüman
şahısların geldiğini, ancak bunların
hiçbirinin, ahir zamanda Hz. Mehdi’nin
yapacağı üç önemli görevi bu şekilde birarada yerine
getirmediklerini ifade etmiştir. Bu nedenle de ahir
zamanın “BÜYÜK MEHDİ”si
ünvanını alamadıklarını belirtmiştir.
Bediüzzaman bu anlamda, Risale-i Nur’un da
Hz. Mehdi'nin üç görevinden birincisi olan “imanı
kurtarmak”
görevini yerine getirdiğini söylemiştir. Ancak bu
hizmetin dar dairede sınırlı kaldığını, Hz. Mehdi'nin
geniş dairedeki görevlerini ise ancak Büyük Mehdi'nin
gerçekleştireceğini açıklamıştır. Hz. Mehdi
ortaya çıktığı zaman, hadislerde de
belirtildiği gibi, Mehdiliğini iddia
etmeyecek ya da bunun propagandasını yapmayacaktır.
Hz. Mehdi'nin burada sayılan büyük icraatları, bu
kutlu şahsın ortaya çıktığının en büyük ispatı ve
delili olacaktır.
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin “ÜÇ VEZAİFİ (GÖREVİ)
BİRDEN” yerine getireceğini belirttiği bu
sözüyle konunun önemini bir kez daha
hatırlatmaktadır. Kendisi de dahil olmak
üzere, önceki müceddidlerin hiçbirinin bunların üçünü
birarada gerçekleştirmediğine dikkat çekerek, Hz.
Mehdi'nin o dönemde henüz gelmemiş olduğunu ifade
etmektedir. |
45) BU
ÜÇ VEZAİFİN (GÖREVİN) BİR ŞAHISTA YAHUT CEMAATTE
BU ZAMANDA BULUNMASI VE MÜKEMMEL OLMASI VE BİRBİRİNİ
CERHETMEMESİ (BİRBİRİNE ENGEL OLMAMASI, ZARAR
VERMEMESİ) PEK UZAK, ADETA KABİL (MÜMKÜN)
GÖRÜLMÜYOR:
Bediüzzaman “BU ZAMANDA” sözleriyle
kendi yaşadığı dönemden bahsetmektedir. Ve kendi zamanında,
Hz. Mehdi'nin yerine getireceği üç görevi tek
bir şahsın aynı anda yerine getirmesinin ve
bu üç vazifenin birbirini engellememesinin
mümkün olmadığını söylemektedir. Bediüzzaman
bu kanaatinin ne kadar güçlü olduğunu “PEK UZAK” ve
“ADETA KABİL (MÜMKÜN) GÖRÜNMÜYOR” sözleriyle
açıkça belirtmiştir. Bu da, Hz. Mehdi'nin
Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde
ortaya çıkmadığını gösteren bir başka önemli delildir.
Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde, üç görevin
birden yerine getirilmesine imkan olmamıştır.
Bediüzzaman ancak kendisinden bir asır sonra
gelecek Büyük Mehdi'nin bu görevlerin
hepsini yerine getireceğini bildirmektedir. |
46) AL-İ BEYT-İ NEBEVİNİN
(PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN SOYUNUN) CEMAAT-İ NURANİYESİNİ (NURANİ CEMAATİNİ)
TEMSİL EDEN:
Bediüzzaman, eserlerinde birçok kez
Hz. Mehdi'nin hadislerde bildirildiği üzere “seyyid”
yani “Peygamberimiz (sav)'in soyundan
gelen bir kimse” olacağını, “kendisinin
ise seyyid olmadığını” belirtmiştir.
Bediüzzaman bu sözünde de bu konuya bir kez daha
açıklık getirmekte, “AL-İ BEYT’İ
NEBEVİNİN CEMAAT-İ NURANİYESİNİ TEMSİL
EDEN” sözleriyle Hz. Mehdi'nin
“Peygamberimiz (sav)'in mübarek soyundan” olacağına
dikkat çekmektedir. Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin
bu önemli alametlerinden birini hatırlatarak kendisinin
Hz. Mehdi olmadığını ifade etmektedir. |
47) HZ. MEHDİ VE CEMAATİNDEKİ
ŞAHS-I MANEVİDE:
Bediüzzaman burada çok önemli bir gerçeği
açıklamaktadır. Bu söz, Hz. Mehdi'nin manevi bir
kişi değil, bir şahıs olacağını
göstermektedir.
Zira Bediüzzaman, “Hz. Mehdi VE cemaatindeki
şahsı manevide” sözleriyle Hz. Mehdi'nin
şahsından ve onun şahsı manevisini oluşturan
cemaatinden ayrı kavramlar olarak bahsetmektedir.
Aradaki “VE” kelimesi, “Hz. Mehdi'nin ve
cemaatinin iki farklı varlık olduğunu”
ifade etmektedir. Hz. Mehdi'nin kutlu
şahsıyla birlikte, bir de onun şahsı
manevisini oluşturan bir cemaati
olacaktır. Hz. Mehdi'nin şahsı olmadan, böyle bir
şahsı maneviden söz etmek mümkün değildir. Bediüzzaman
da bu gerçeği ifade etmekte ve Hz. Mehdi'nin bir
şahıs olacağını müjdelemektedir. |
48) ANCAK İÇTİMA EDİLEBİLİR
(BİRARAYA GELEBİLİR, TOPLANABİLİR:
Bediüzzaman'ın açıkladığı üç büyük görev
ancak ahir zamanda gelecek Hz. Mehdi'nin yerine
getirebileceği görevlerdir. Bediüzzaman,
burada kullandığı “ANCAK” kelimesiyle
bir başkasının bu görevleri başarmasının
Allah’ın dilemesiyle “İMKANSIZ” olduğunu
belirtmiştir. Çünkü Allah bu vazifeleri
yalnızca Hz. Mehdi'nin yerine
getirebilmesini takdir etmiştir. Hz.
Mehdi de kaderinde böyle takdir edildiği için
bu görevleri Allah'ın izniyle başarıyla yerine
getirecektir. İslam tarihinde henüz bunu başaran
bir kimse ya da topluluk görülmediği gibi,
Bediüzzaman kendi yaşadığı devirde de bu
durumun gerçekleşmediğini
vurgulamaktadır. |
|
EMİRDAĞ LAHİKASI
KİTABINDAN ALINTILAR |
Çok defa mektuplarımda işaret ettiğim gibi,
HZ. MEHDİ AL-İ RESUL’ÜN (Peygamberimiz (sav)'in soyundan gelen Hz. Mehdi'nin)
TEMSİL ETTİĞİ
KUDSİ (mukaddes, kutsal) CEMAATİNİN
ŞAHSI MANEVİSİNİN49 ÜÇ VAZİFESİ51 var.
Eğer çabuk kıyamet kopmazsa ve beşer (insanlar) bütün
bütün yoldan çıkmazsa, o vazifeleri onun
cemiyeti ve seyyidler cemaati (Peygamberimiz
(sav)'in soyundan gelenlerin) yapacağını
rahmet-i İlahiyeden
(Allah’ın rahmetinden) bekliyoruz. Ve
ONUN50
ÜÇ BÜYÜK VAZİFESİ OLACAK.51
(Emirdağ Lahikası, s. 259)
|
Bediüzzaman, bu sözünde Hz. Mehdi'nin ahir zamanda muhakkak
geleceğini ve Hz. Mehdi ile mukaddes cemaatinin
birlikte yerine getirecekleri üç büyük vazife
olacağını açıklamaktadır:
49) HZ.
MEHDİ AL-İ RESUL’ÜN (PEYGAMBERİMİZ
(SAV)'İN SOYUNDAN GELEN HZ. MEHDİ'NİN) TEMSİL
ETTİĞİ KUDSİ (MUKADDES, KUTSAL) CEMAATİNİN ŞAHSI
MANEVİSİNİN:
Bediüzzaman bu sözünde Hz. Mehdi
ile ilgili önemli birkaç konuyu birden açıklamıştır.
Bediüzzaman öncelikle “HZ. MEHDİ AL-İ
RESUL’ÜN TEMSİL ETTİĞİ” sözleriyle, Hz.
Mehdi'nin Peygamberimiz (sav)'in soyundan
gelecek bir şahıs olduğunu
hatırlatmıştır. Bir şahsı manevinin herhangi
bir soydan gelmesi kuşkusuz ki mümkün değildir.
Ancak bir insanın bir başkasının soyundan gelebilmesi
söz konusu olabilir. Bediüzzaman da burada bu
gerçeği vurgulamış, Hz. Mehdi'nin manevi
bir kişilik olmadığını, “BİR ŞAHIS”
olduğunu açıkça ifade etmiştir. |
Bediüzzaman bu sözünde
ayrıca Hz. Mehdi’nin ve cemaatinin iki ayrı
kavram olduğunu hatırlatarak, Hz. Mehdi'nin
bir “şahsı manevi” olduğu iddiasının
geçersizliğini bir kez daha ortaya koymuştur.
Bediüzzaman “HZ. MEHDİ AL-İ RESUL’ÜN TEMSİL
ETTİĞİ kudsi cemaatin şahsı manevisi” sözleriyle
“Hz. Mehdi'nin bir cemaati” olacağını ve “bu
cemaatin başında da onu temsil eden Hz. Mehdi'nin bizzat
bulunacağını” ifade etmiştir. Hz. Mehdi'nin
bir cemaatinin olabilmesi için, öncelikle Hz. Mehdi'nin
bir şahıs olarak var olması gerekmektedir.
Çünkü bir şahsı manevinin kendine ait bir
cemaatinin olabilmesi elbette ki söz konusu
değildir. Bediüzzaman da bu sözünde bu
gerçeği dile getirmiştir. Bediüzzaman'ın belirttiği
bu durumu birkaç soru sorarak da anlayabiliriz:
1- Bediüzzaman Hz. Mehdi Al-i Resul’ün neyi temsil ettiğini bildirmiştir?
Kudsi cemaatinin şahsı manevisini.
2- Bediüzzaman kudsi cemaatin şahsı manevisini
kimin temsil ettiğini bildirmiştir?
Hz. Mehdi'nin.
Bu soruların cevapları Hz. Mehdi ve onun mukaddes
cemaatinin birbirinden ayrı kavramlar
olduğunu bir kez daha ortaya koymaktadır.
Bediüzzaman ahir zamanda Hz. Mehdi’nin yanında
bulunan mümin topluluğunun mukaddes bir cemaat
olduğunu, bu cemaatin önderliğini yapan Hz.
Mehdi’nin de Hz. Peygamber (sav) soyundan
gelen mukaddes biri olacağını belirtmiştir.
Nitekim Bediüzzaman bu sözünün son
cümlesinde “ONUN ÜÇ GÖREVİ OLACAK”
cümlesiyle bu konuya açıklık getirmekte, bu
üç görevi, yanındaki kutsal toplulukla
birlikte, Hz. Mehdi'nin de bizzat başlarında
bulunarak yerine getireceğini ifade etmektedir.
Nitekim Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin
manevi birer şahıs, ruh ya da mana gibi görünmez
birer güç olarak tanımlanması, Kuran ayetlerinde
bildirilen Allah’ın adetullahı
(Allah’ın kanunu) ile tamamen çelişmektedir.
Tarih boyunca hiçbir elçi veya peygamber,
bir şahsı manevi olarak gelmemiştir.
Kuran’da çeşitli toplumlara gönderilen
elçiler, nebiler ve resullerin hayatları,
mücadeleleri ve tebliğleri hakkında pek çok
bilgi verilmiştir. Yaşamlarının sonuna kadar
gönderildikleri kavimleri hak dine davet etmiş, onları
Allah’ın azabına karşı uyarıp korkutmuş ve
iman edenleri cennetle müjdelemişlerdir. Yaşadıkları
toplumlardaki inkarcıların baskılarına,
kurdukları tuzaklara ve hak dine yönelik
mücadelelerine sabır ve tevekkülle karşı
koymuş, onları Allah’ın razı olacağı ahlakı
yaşamaya çağırmışlardır. Tüm bu bilgiler
bize, tarih boyunca hiçbir elçi, nebi veya
resulün manevi bir şahıs olarak gönderilmediğini,
tüm elçilerin birer fert olarak geldiklerini göstermektedir.
Yüzyıllardır süregelen bu adetullah (Allah'ın kanunu),
tüm İslam tarihinde olduğu gibi ahir
zamanda gelecek olan Hz. İsa ve Hz. Mehdi için de
söz konusudur. Ancak elbette ki tüm peygamber ve
elçilerin olduğu gibi Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin de
kendilerinden ayrı olarak şahsı manevileri de
olacaktır. Kuran’da, gönderilmiş olan tüm
peygamber ve elçilerin çevresinde, onlara
inanan ve gösterdikleri hak yolu izleyen
birer topluluk olduğu haber verilmiştir.
Elçilere iman eden bu kimseler ve onların elçileriyle
birlikte yapmış oldukları faaliyetlerin tümü, bu
elçilerin şahsı manevilerini oluşturur. Kuran’da
peygamberlerin hayatlarını anlatan kıssalarda bu
durum açıkça görülmektedir. Örneğin
Peygamberimiz (sav)'in ashabı onun şahsı
manevisini oluşturmuştur. Fakat bu,
Peygamber Efendimiz (sav)'in varlığı şartı
ile oluşmuştur. Bu durum ahir zamanda da değişmeyecek,
Bediüzzaman’ın da dile getirdiği gibi, Hz.
İsa ve Hz. Mehdi beraberlerindeki mümin topluluklarının
başında bizzat birer hidayet önderi olarak
bulunacaklardır.
|
50) ONUN:
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'den bahsederken, “ONUN”
zamirini kullanarak, bir kez daha Hz.
Mehdi'nin “BİR ŞAHIS” olduğunu
belirtmektedir. Bu aynı zamanda da Bediüzzaman'ın
kitabın başından bu yana yer verilen Hz.
Mehdi ile ilgili sözlerinde “2.
KEZ” kullandığı “O” kelimesidir.
Bediüzzaman'ın bu tekrarları, Hz. Mehdi'nin “BİR
ŞAHIS” olduğu
konusundaki kesin kanaatini açıkça ortaya koymaktadır. |
Bediüzzaman'ın da
ifade ettiği gibi, Hz. Mehdi'nin üç büyük görevi
olacaktır. Hz. Mehdi bu görevlerini yerine getirirken,
etrafında bir de kendisine destek olan mübarek
bir topluluk bulunacaktır. Bu büyük görevler
“Hz. Mehdi ve onun kutsal cemaatinin"
birarada gerçekleştireceği görevlerdir.
Ancak Bediüzzaman'ın “ONUN üç görevi
olacak” sözleriyle açıkça vurguladığı
gibi, Hz. Mehdi bu topluluğun başında bizzat bulunarak
bu görevleri yerine getirecektir.
|
51) ÜÇ BÜYÜK VAZİFESİ OLACAK:
Bediüzzaman,
Hz. Mehdi’nin “bir
veya iki görevi değil, tam olarak ÜÇ BÜYÜK
VAZİFESİ OLACAĞINI” bildirmektedir.
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin temsil ettiği
cemaatiyle birlikte bu üç görevin üçünü birden
yerine getireceğinden bahsetmiştir.
Bediüzzaman bunun, Hz. Mehdi'yi
kendisinden önce gelen
müceddidlerden ayıran ve tanıtan en önemli
alametlerinden olduğunu bildirmiştir.
Bu üç büyük sorumluluk diğer İslam alimlerinin
dönemlerinde tam olarak yerine getirilmiş
değildir. Bediüzzaman eserlerinde Hz.
Mehdi'den önce gelen müceddidlerin, onun üç
vazifesinden yalnızca birisini yerine
getirdiklerini söylemiştir. Ancak ahir
zamanda gelecek Hz. Mehdi'nin her üç görevi
de birarada yapacağını ve bu özelliği
nedeniyle de ahir zamanın “Büyük
Mehdi”si ünvanını alacağını belirtmiştir.
|
Birincisi: FEN VE FELSEFENİN tasallutiyle
(etkisiyle) ve MADDİYYUN VE
TABİİYYUN TAUNU, (materyalizm, Darwinizm
ve ateizm hastalığı) beşer içine intişar etmesiyle
(insanlar arasında yayılmasıyla),
herşeyden evvel FELSEFEYİ VE MADDİYYUN FİKRİNİ
(materyalizm, Darwinizm ve ateizm gibi
Allah’ı inkar eden dinsiz akımları) TAM SUSTURACAK TARZDA52
imanı kurtarmaktır. Ehl-i imanı
dalâletten muhafaza etmek (iman edenleri
sapkınlıktan korumak)...
(Emirdağ Lahikası, s. 259) |
Bediüzzaman bu sözünde,
Hz. Mehdi'nin üç büyük görevinden birincisini açıklamaktadır.
Buna göre Hz. Mehdi'nin birinci görevi, “materyalist ve
ateist felsefeleri tamamen susturacak bir şekilde
insanların imanlarını kazanmasına vesile olmak”tır:
52) FELSEFEYİ
VE MADDİYYUN FİKRİNİ (MATERYALİZM, DARWİNİZM
VE ATEİZM GİBİ ALLAH’I İNKAR EDEN AKIMLARI)
TAM SUSTURACAK TARZDA:
1-FEN VE FELSEFE: |
Bediüzzaman bu sözlerinde
fen ve felsefenin etkisiyle materyalizm, Darwinizm
ve ateizm gibi Allah’ı inkar eden dinsiz
akımların insanlar arasında yayıldığına dikkat
çekmiştir. Bediüzzaman bu akımların
etkisiz hale getirilerek tam olarak
susturulmasının ve insanların imanının
kurtarılmasının Hz. Mehdi'nin birinci
görevi olduğunu belirtmiştir.
Bediüzzaman burada Hz. Mehdi'nin birinci göreviyle
ilgili olarak “fen ve felsefe”nin
etkisine özellikle dikkat çekmektedir. Bilim ve
felsefe, iman şuuruyla yaklaşan insanların
bakış açısıyla ilerlediğinde, büyük
atılımlara, Allah’ın varlığının ve
sıfatlarının daha iyi anlaşılmasına vesile olur.
Bilimin, materyalizm savunucuları tarafından insanlar
üzerinde oluşturulan yanlış yönlendirmelerini,
Bediüzzaman'ın da belirttiği gibi Hz. Mehdi
ortadan kaldıracaktır. Ahir zamanda
teknolojinin hızla ilerlemesiyle birçok
bilim dalında gelişmeler olacaktır. Allah’ın
varlığının delilleri, yeryüzündeki iman hakikatleri
bilimsel delilleriyle açıkça ortaya çıkacaktır. Hz.
Mehdi bu gerçekleri insanlara en etkili yöntemlerle
ulaştıracak ve bu konuda dünya çapında bir
sonuç elde edecektir. Mesih Deccal’in ahir
zaman fitnesi, ancak böyle güçlü
yöntemlerle kırılacaktır.
2-MADDİYYUN VE
TABİİYYUN TAUNU (MATERYALİZM, DARWİNİZM VE
ATEİZM HASTALIĞI):
Materyalizm ve ateizm, insanlığa büyük felaketler
getiren sapkın akımlardır. Darwinizm,
materyalizm ve ateizme fikri dayanak
oluşturur. Darwinizm'in iddiası, kainatın
ve canlılığın kör tesadüfler sonucunda
kendi kendine yaşamı var ettiğidir. Son
150 yılın en büyük aldatmacası olan bu akımın
fikren tam anlamıyla susturulması günümüze kadar
mümkün olmamıştır. Darwinizm, modern bilimin
son bulguları ve ilerleyen teknoloji vesilesiyle
Hz. Mehdi döneminde tamamen ortadan
kalkacaktır. İnsanlık tarihinin gördüğü
bu en şiddetli fitnenin fikren
susturulması Hz. Mehdi zamanında gerçekleştirilecektir.
Bediüzzaman bu sözlerinde
Hz. Mehdi'nin, “FELSEFEYİ VE
MADDİYYUN FİKRİNİ TAM SUSTURACAK TARZDA” bir
çalışma yürüterek insanların imanlarının kurtulmasına
vesile olacağını belirtmiştir. Bediüzzaman, ahir
zamanda ateist felsefelerin bir tehlike
oluşturacağını bildirmiş, özellikle
Darwinist, materyalist felsefelerin
ateizmle güç bulacaklarını ve Allah’ın
varlığını inkar edecek tehlikeli bir çizgiye
geleceklerini ifade etmiştir. Bu nedenle Hz.
Mehdi'nin birinci vazifesinin, maddecilik fikri,
yani Allah’ı inkar üzerine kurulmuş materyalist,
Darwinist ve ateist felsefelerle
mücadele etmek ve bu felsefelerin
insanlar üzerindeki etkisini tam
anlamıyla kaldırmak olacağını belirtmiştir.
Bediüzzaman'ın burada kullandığı “TAM SUSTURACAK
TARZDA” ifadesi son
derece önemlidir. Bilindiği gibi materyalizmin
hem Türkiye’de hem de dünyada kuvvet bulması
Bediüzzaman zamanında devam ettiği gibi, vefatından
yani 1960 yıllarından sonra da günümüze kadar
devam etmiştir. Televizyon ve radyo
kanallarının gelişmesiyle, yazılı
basının da desteğiyle etkileri giderek
artmıştır. Yani Bediüzzaman’ın
vefatından sonra da materyalizm propagandası
artarak 21. yy’a kadar gelmiştir.
Dolayısıyla kendisinin
de ifade ettiği gibi, Bediüzzaman’ın döneminde bu konuda
tam bir sonuç elde edilememiştir. Bediüzzaman bu
sözünde kullandığı “TAM
SUSTURACAK TARZDA” ifadesiyle bu gerçeğe
dikkat çekmiştir. Materyalizm, ateizm ve Darwinizm’in
çöküşüyle birlikte insanların imanını
kurtarma görevi dünya çapında Hz.
Mehdi'ye verilmiştir. Bediüzzaman’ın
bizzat başladığı, ancak bütünüyle sona
ermeyen bu akımla fikri mücadele, Hz. Mehdi
ile devam edecek ve sonuca ulaştırılacaktır.
Bediüzzaman da "TAM SUSTURACAK" ifadesiyle,
ancak Hz. Mehdi’nin bu mücadelede “tam
bir üstünlük sağlayacağına” işaret
etmektedir. |
İkinci vazifesi:
HİLAFET-İ MUHAMMEDİYE (A.S.M.)
ÜNVANI İLE (Peygamberimiz (sav)'in halifesi ünvanı ile)53 ŞEAİR-İ İSLAMİYEYİ (İslam ahlakının esaslarını) İHYA ETMEKTİR (yeniden canlandırmaktır)54 ALEM-İ İSLAM’IN VAHDETİNİ (İslam aleminin birliğini) NOKTA-İ İSTİNAD EDİP
(dayanak noktası yapıp)55 beşeriyeti
(insanlığı) maddi ve mânevi
tehlikelerden ve gadab-ı İlâhi’den
(Allah'ın azabından) kurtarmaktır. Bu
vazifenin, nokta-i istinadı (dayanak
noktası) ve hadimleri (hizmetkarları), MİLYONLARLA EFRADI (fertleri) BULUNAN ORDULAR56 lazımdır.
(Emirdağ Lahikası, s. 259)
|
Bediüzzaman'ın açıklamalarına
göre Hz. Mehdi, halihazırda çeşitli gruplar halinde dağınık
olarak bulunan Müslümanları birleştirecek, İslam
ahlak ve faziletini, Peygamberimiz (sav)'in
gerçek sünnetlerini canlandıracaktır. İslam
aleminin birliğini oluşturacak, bu vesileyle
insanlığı maddi ve manevi tehlikelerden kurtaracak
ve insanların Allah’ın gazabından sakınmalarına
vesile olacaktır:
53) HİLAFET-İ MUHAMMEDİYE
(A.S.M.) ÜNVANI İLE (PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN
HALİFESİ ÜNVANI İLE):
Bediüzzaman, “HİLAFET-İ
MUHAMMEDİYE ÜNVANI İLE” sözleriyle
Hz. Mehdi’nin İslam dünyasının önderi
olacağını belirtmektedir. Hz. Mehdi'nin, “İSLAM
TOPLUMUNUN LİDERİ VASFIYLA
İslamiyet’i yeniden canlandırması,
milyonları bulan bir topluluğun maddi
ve manevi gücüyle hareket ederek tüm
yeryüzünde İslam birliğini sağlaması” özellikleri,
ne Bediüzzaman ne de ondan önceki müceddidlerin
döneminde gerçekleşmemiş olaylardır.
Bediüzzaman Said Nursi, yaşadığı
dönem boyunca İslam dünyası ve
Müslümanlar adına eşsiz hizmetlerde bulunmuş,
pek çok insanın doğru yolu bulmasına, Allah’a
yakınlaşmasına ve imanda derinleşmesine vesile
olmuştur. Ardında halen Müslümanlar için
önemli bir hidayet rehberi olan
hikmet dolu eserler bırakmış, üstün
ilim ve ferasetiyle tüm Müslümanlara
ışık tutmuştur. Büyük mütefekkir Bediüzzaman,
şüphesiz 13. asrın müceddididir. Ancak kendisinin
de Peygamberimiz (sav)'in hadisleri doğrultusunda
açıkladığı gibi, “TÜM
MÜSLÜMANLARIN LİDERİ” vasfını
taşıması söz konusu olmamıştır. Allah’ın
izniyle tüm İslam alemi için büyük müjdeler
içeren bu olaylar, ahir zamanda Hz. Mehdi
vesilesiyle yaşanacak ve bu ünvanı da
Hz. Mehdi taşıyacaktır. Bediüzzaman,
bu konuyu tüm bu delilleriyle
birlikte anlatarak, kendisinin ahir zaman Mehdisi
olmadığını açık bir şekilde ifade etmiştir.
Bugün dünyada 1 milyarın üzerinde Müslüman
yaşamaktadır. Dünya tarihinde ilk defa
Müslümanlar sayıca bu kadar çokturlar. Bu
büyüklükte bir kitleye önderlik tarihte
kimseye nasip olmamıştır. Bediüzzaman'ın
da müjdelediği gibi, bu şerefli vasfı
Allah’ın izniyle ahir zamanın “Büyük
Mehdisi” taşıyacaktır.
|
54) ŞEAİR-İ İSLAMİYEYİ
(İSLAM AHLAKININ ESASLARINI) İHYA ETMEKTİR
(YENİDEN CANLANDIRMAKTIR):
Bediüzzaman “ŞEAİR-İ
İSLAMİYEYİ İHYA ETMEKTİR” sözleriyle,
Hz. Mehdi'nin ikinci vazifesinin İslam ahlakının
esaslarını yeniden canlandırmak
olduğunu belirtmiştir. Bediüzzaman'ın
burada kullandığı “İHYA ETMEK”
kelimesi son derece önemlidir. Bu
kelime “yeniden hayata kavuşturmak” anlamındadır.
Hz. Mehdi İslam ahlakının dünya çapında yaşanmasına
vesile olacaktır. Bediüzzaman bu konunun
tohumlarını atmıştır, ancak
belirttiği gibi “yeniden hayata
kavuşturma şeklinde bir canlanma”,
tam anlamıyla Hz. Mehdi vesilesiyle yerine
getirilecektir.
|
55) ALEM-İ İSLAM’IN VAHDETİNİ
(İSLAM ALEMİNİN BİRLİĞİNİ) NOKTA-İ İSTİNAD EDİP (DAYANAK NOKTASI YAPIP):
Bediüzzaman
bu sözleriyle Hz. Mehdi'nin, daha önce hiçbir
müceddid tarafından yerine getirilmemiş olan
görevlerinden birinin “İSLAM
BİRLİĞİNİN SAĞLANMASI” olduğunu
bildirmektedir. Bilindiği gibi bu birliktelik,
dünya Müslümanlarının bir çatı altında yaşadıkları
son devlet olan Osmanlı
İmparatorluğu’nun yıkılmasının ardından
ortadan kalkmıştı. Hz. Mehdi bu
birliğin tekrar kurulmasına vesile olacak,
milyonlarca Müslümanı biraraya getirecektir.
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin, bu birliği dayanak
noktası edinerek insanlığı maddi ve manevi
tehlikelerden koruyacağını ve Allah’ın
gazabından sakınmalarına vesile
olacağını bildirmiştir. Bediüzzaman'ın
da vurguladığı gibi, İslam birliğinin sağlanması
ve bu birliğin liderliği ünvanının taşınması
Bediüzzaman'ın döneminde, ondan önceki müceddidlerin
tarihinde ve günümüzde de henüz
gerçekleşmiş olaylar değildir.
Bediüzzaman da bu gerçeği vurgulamış,
bu olayların Hz. Mehdi'nin tanınmasında en önemli
alametlerden biri olacağını hatırlatmıştır. Hz.
Mehdi geldiğinde Bediüzzaman'ın da belirttiği
gibi, vesile olacağı bu olaylarla Allah onu
tüm insanlara tanıtacaktır.
|
56) MİLYONLARLA EFRADI (FERTLERİ)
BULUNAN ORDULAR:
Bediüzzaman “MİLYONLARLA
EFRADI (FERTLERİ) BULUNAN ORDULAR” sözleriyle,
Hz. Mehdi’nin bu birlikteliği
sağlamasında, ona yardım edecek çok
geniş bir kitlenin var olacağından
söz etmektedir. Bediüzzaman Hz.
Mehdi'nin hizmetinde, Allah’ın varlığı
ve birliği konusunu, iman hakikatlerini tüm
insanlığa anlatacak, geniş kapsamlı bir iman
hizmeti yürütecek olan ilim ve iman toplulukları
olacağını bildirmiştir.
Bediüzzaman, eserlerinde yer
verdiği diğer sözlerinde kendisinin de bu
ilim ordusunun, onlara önceden hazırlık
yapan bir neferi yani askeri olduğunu
anlatmaktadır. Yaşadığı dönemde, Bediüzzaman'ın
hizmetinde
böyle geniş bir kitlenin desteği ve yardımı söz
konusu olmamıştır. Bediüzzaman'ın da
sözlerinde pek çok kez ifade ettiği gibi,
sınırlı bir topluluk olan Nur talebeleri
çok kısıtlı imkanlar içerisinde ve çok
büyük fedakarlıklarla büyük bir iman hizmeti
vermişlerdir. Bediüzzaman böyle büyük bir kitlenin
desteğinin, ancak ahir zamanda söz konusu olacağını
ve bunun da Hz. Mehdi'nin yerine getireceği bu
büyük göreve nasip olacağını
bildirmektedir.
|
Üçüncü vazifesi:
... O ZAT57 BÜTÜN EHL-İ İMANIN
(iman edenlerin) MANEVİ YARDIMLARIYLA58 ve İTTİHAD-I İSLAM’IN MUAVENETİYLE (İslam birliğinin yardımlaşmasıyla)59 ve BÜTÜN ULEMA VE EVLİYANIN (alimlerin ve velilerin)60 ve bilhassa AL-İ BEYT’İN NESLİNDEN (Peygamberimiz (sav)'in soyundan) HER ASIRDA KUVVETLİ VE KESRETLİ (çok sayıda) BULUNAN MİLYONLAR FEDAKAR SEYYİDLERİN İLTİHAKLARIYLA (Peygamber soyundan gelen fedakar kimselerin katılımlarıyla)61
O VAZİFE-İ UZMAYI (büyük görevi)
YAPMAYA ÇALIŞIR.62
(Emirdağ Lahikası, s. 260)
|
Bediüzzaman bu sözünde, Hz. Mehdi'nin
üçüncü görevini açıklamıştır. Buna göre, Hz. Mehdi
Kuran ahlakının göz ardı edildiği bir dönemde,
insanların yeniden din ahlakına yönelmesine vesile
olacak, İslam birliğini kuracak ve bu büyük
görevlerinde kendisine destekçi olan pek çok salih
insan bulunacaktır.
57) O ZAT:
Bediüzzaman,
Hz. Mehdi için Risale-i Nur’un birçok yerinde olduğu
gibi, bu sözlerinde de Hz. Mehdi için
“O ZAT” ifadesini kullanmıştır.
Bediüzzaman, hem “O” kelimesiyle
hem de “ZAT” ifadesiyle
Hz. Mehdi'nin bir topluluk veya manevi bir kişi
değil, bir “ŞAHIS” olduğunu
açıkça belirtmiştir.
Bu aynı zamanda da, Bediüzzaman'ın kitabın
başından bu yana yer verilen Hz. Mehdi
ile ilgili sözlerinde “3. KEZ”
kullandığı “O” kelimesidir. Aynı
şekilde buradaki “ZAT” kelimesi de
Bediüzzaman’ın bu sözlerinde “2. KEZ”
kullanılmaktadır. Yüksek ilim ve hikmet
sahibi Bediüzzaman hiç kuşkusuz ki bu
vurguları da belirli bir hikmetle yapmakta
ve tüm Müslümanları Hz. Mehdi'nin “BİR
ŞAHIS” olduğu konusunda en doğru
şekilde bilgilendirmektedir.
|
58) BÜTÜN EHL-İ İMANIN (İMAN EDENLERİN) MANEVİ YARDIMLARIYLA:
Bediüzzaman,
Hz. Mehdi'nin üçüncü görevini çok önemli ve
geniş kitlelerin desteğiyle gerçekleştireceğini
bildirmiştir. Bediüzzaman “BÜTÜN
EHL-İ İMANIN MANEVİ YARDIMLARIYLA”
sözleriyle, “TÜM MÜSLÜMANLARIN” ittifak
halinde oluşturacakları birliğin Hz.
Mehdi'nin bu görevdeki yardımcıları
olacağını bildirmiştir.
Hz. Mehdi ve yardımcıları güçlerini Allah
sevgisinden, iman coşkusundan alan cesur
insanlar olacaktır. İmanlarının nuru tüm
dünyanın aydınlanmasına vesile olacaktır.
Tüm Müslümanların dahil olacağı böyle
geniş çapta bir ittifakın desteği, Bediüzzaman'ın
döneminde gerçekleşmiş değildir. Bediüzzaman'ın
da müjdelediği gibi, bu geniş kitlenin manevi
yardımları, ancak ahir zamanda Hz. Mehdi ile
birlikte oluşacak ve onun üçüncü görevinin
gerçekleştirilmesinde büyük bir rol
oynayacaktır.
|
59) İTTİHAD-I İSLAM’IN MUAVENETİYLE
(İSLAM BİRLİĞİNİN YARDIMLAŞMASIYLA):
Bediüzzaman “İTTİHAD-I İSLAM’IN
MUAVENETİYLE” sözleriyle, Hz.
Mehdi'nin üçüncü görevini aynı
zamanda “İSLAM BİRLİĞİNİN
YARDIMLAŞMASIYLA” yerine getireceğini
de bildirmiştir. Böyle bir birlik Bediüzzaman'ın
yaşadığı dönemde henüz oluşmamış, dolayısıyla
da böyle büyük bir ittifakın yardımı da söz
konusu olmamıştır. Bediüzzaman İslam
birliğinin bu yardımlaşmasının Hz.
Mehdi döneminde gerçekleşeceğini ve
onun üçüncü görevinde büyük bir destek sağlayacağını
belirtmiştir.
|
60) BÜTÜN ULEMA
VE EVLİYANIN (ALİMLERİN VE VELİLERİN)... İLTİHAKLARIYLA
(KATILIMLARIYLA):
Bediüzzaman
Hz. Mehdi'nin bu üçüncü görevindeki diğer bir
desteğin de “BÜTÜN
ULEMA VE EVLİYANIN KATILIMLARIYLA” gerçekleşeceğini
bildirmiştir. Hz. Mehdi'nin gelişi 1400 senedir
tüm İslam alimleri ve iman sahipleri tarafından
büyük bir heyecanla beklenmektedir.
Kuşkusuz ki bütün alimlerin ve
velilerin katılımının sağlanacağı böyle
büyük bir destek, Hz. Mehdi'nin mücadelesinde
ve bu görevini yerine getirmesinde son derece
önemli bir rol oynayacak ve büyük bir kolaylık
sağlayacaktır. Dikkat edilirse Bediüzzaman burada
“BÜTÜN” kelimesini özellikle belirtmiş
ve Hz. Mehdi'yi “alimlerin tümünün
birden” destekleyeceğini bildirmiştir.
İslam alimlerinin böyle büyük bir
ittifakla destek vermeleri Bediüzzaman'ın yaşadığı
dönemde gerçekleşmemiştir. Bediüzzaman bu katılımın
ancak Hz. Mehdi'nin yerine getireceği bu görev
ile birlikte gerçekleşeceğini
hatırlatmıştır.
|
61)
A-Lİ BEYTİN NESLİNDEN (PEYGAMBERİMİZ (SAV)’İN
SOYUNDAN) HER ASIRDA KUVVETLİ VE KESRETLİ (ÇOK
SAYIDA) BULUNAN MİLYONLAR FEDAKAR
SEYYİDLERİN İLTİHAKLARIYLA (PEYGAMBER
SOYUNDAN GELEN FEDAKAR KİMSELERİN KATILIMLARIYLA):
Bediüzzaman
bu sözüyle, Hz. Mehdi’nin
Peygamber Efendimiz (sav)'in mübarek soyundan
olacağına, ona destek verenler arasında da Ehl-i
Beyt’ten yani Peygamber soyundan gelen
kimselerin bulunacağına dikkat çekmiştir. Bediüzzaman,
tüm Müslümanlar, İslam alimleri ve
evliyalar ile birlikte “milyonlarca
seyyidin de Hz. Mehdi’nin yanında yer
alacağını ve bu kutlu zata destek
vereceğini” bildirmiştir. Hz. Mehdi'nin
üçüncü görevindeki diğer yardımcılarında
olduğu gibi, böyle bir destek de daha önce ne
Bediüzzaman döneminde ne de ondan önceki müceddidlerin
devrinde gerçekleşmemiştir. Bediüzzaman'ın
açıkladığı
gibi, “PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN SOYUNDAN
GELEN MİLYONLARCA SEYYİDİN KATILIMI” ancak
Hz. Mehdi döneminde gerçekleşecektir.
|
62) O VAZİFE-İ UZMAYI (BÜYÜK GÖREVİ) YAPMAYA ÇALIŞIR:
Bediüzzaman “O
VAZİFE-İ UZMAYI YAPMAYA ÇALIŞIR” sözleriyle “Hz.
Mehdi’nin bir şahsı manevi değil, “BİR
İNSAN OLARAK İŞ BAŞINDA OLACAĞINI” ifade
etmiştir. Zira bir şahsı manevinin bir
görevi “yapmaya çalışması” söz konusu
değildir. Böyle bir çaba ancak bir
insanın gerçekleştirebileceği bir
fiildir. Bediüzzaman da bu gerçeği vurgulayarak
Hz. Mehdi'nin bir şahıs olduğunu ifade etmiştir.
Bediüzzaman sözlerinde
ayrıca Hz. Mehdi'nin yerine getireceği hizmeti
“BÜYÜK GÖREV” olarak
nitelendirmiştir. Bediüzzaman'ın bu ifadesine göre
Hz. Mehdi'nin yapacağı hizmetler, kendisinden
önceki dönemlerde gelen müceddidlerin
görevlerinden farklı, “ÇOK BÜYÜK ÇAPLI”
faaliyetlerdir. Hz. Mehdi İslam ahlakını
dünya çapında hakim kılacak, İslam
dünyasını biraraya getirecek ve tüm Müslümanların
liderliğini üstlenecektir. Bediüzzaman'ın “VAZİFE-İ
UZMA” sözleriyle
ifade ettiği bu olaylar Hz. Mehdi'nin tanınmasını
sağlayacak en önemli alametlerinden olacaktır.
|
Gerçi HER ASIRDA HİDAYET EDİCİ,
BİR NEVİ MEHDÎ VE MÜCEDDİD GELİYOR VE GELMİŞ.63 Fakat HER BİRİ64 ÜÇ VAZİFELERDEN BİRİSİNİ BİR CİHETTE (açıdan) YAPMASI İTİBARIYLA (nedeniyle) AHİR ZAMANIN BÜYÜK MEHDÎ UNVANINI ALMAMIŞLAR.65
(Emirdağ Lahikası, s. 260)
|
Bediüzzaman bu sözünde,
Kuran ahlakını dünya üzerinde hakim kılmak amacıyla önceki
asırlarda da bazı Müslüman şahısların geldiğini, ancak
bunların hiçbirinin, ahir zamanda Hz. Mehdi’nin
yapacağı üç önemli görevi birarada yerine
getiremediklerini ifade etmiştir:
63) HER ASIRDA HİDAYET EDİCİ BİR NEVİ
MEHDİ VE MÜCEDDİD GELİYOR VE GELMİŞ:
Bediüzzaman
bu sözüyle birkaç önemli konuya açıklık kazandırmıştır.
Bediüzzaman öncelikle Hz. Peygamberimiz
(sav)’in hadislerine dayanarak her yüz
yıl başında bir müceddid (yenileyici)
gönderileceğini bildirmiştir.
Bediüzzaman Risalelerde Hz. Mehdi'nin de Hicri
14. yy’ın başında geleceğini ve 14. ve
15. yy’lar arasındaki müceddid olacağını
belirtmiştir.
Bediüzzaman
burada ayrıca Hz. Mehdi'nin bir şahsı manevi
olmadığını da açıklamıştır. Peygamberimiz (sav)'den
bu yana 14. yy’a
kadar gelen tüm müceddidler birer “ŞAHIS” olarak
gelmişlerdir. 14. yy’da bu durum değişmeyecek,
Hz. Mehdi de bir şahıs olarak bizzat görev
yapacaktır. Bediüzzaman “GELİYOR VE
GELMİŞ” sözleriyle bu sürekliliği ifade
etmiş, “GELİYOR” kelimesiyle bu
adetullahın halen devam etmekte olduğunu belirtmiştir.
Bediüzzaman bu
sözüyle ayrıca geçmiş dönemlerde gönderilmiş
olan müceddidler ile Hz. Mehdi arasındaki farkı
açıklamış ve Hz. Mehdi'nin hangi
özelliğiyle bu müceddidlerden ayırt
edilebileceğini bildirmiştir.
Bediüzzaman eserlerinde Hz. Mehdi'den önce gelen
müceddidlerin, onun üç vazifesinden birini yerine
getirdiklerini ve bu açıdan “bir
nevi Mehdi ve müceddid görevi üstlendiklerini” söylemiştir.
Ancak Bediüzzaman, yukarıda bahsettiği
üç vazifenin üçünü birden yerine
getirecek olan kişinin yalnızca “BÜYÜK
MEHDİ” olacağını ve bu özelliğiyle diğer
müceddidlerden ayırt edileceğini belirtmiştir.
Nitekim Bediüzzaman'ın
kullandığı “BİR NEVİ MEHDİ” ifadesi
de bu durumu açıklamaktadır. Bediüzzaman geçmişte
gelen ve Hz. Mehdi'nin üç büyük görevinden
yalnızca bir tanesini yapan kimselerin
gerçekte ahir zamanın beklenen Mehdisi
olmadıklarını, bu kimseleri “bir nevi
mehdi” olarak nitelendirerek ifade etmiştir.
|
64) HER BİRİ:
Bediüzzaman kullandığı “HER
BİRİ” ifadesiyle Hz. Mehdi'den
önce gelmiş olan müceddidlerin de Hz. Mehdi
gibi gerçek kişilikler olduklarına,
şahs-ı manevi olmadıklarına dikkat
çekmektedir. Bu açıklamada bahsi
geçen önceki yüzyıllarda gönderilen
müceddidlerin birer şahıs oldukları kabul görürken,
Bediüzzaman'ın aynı açıklamalarında yine bir
şahıs olacağını belirttiği “Büyük Mehdi”nin
bir şahsı manevi olacağı düşüncesi elbette
ki çelişkilidir. Bu düşünceye göre,
ahir zaman Mehdisi’nden önce gelen
tüm müceddidlerin de birer şahsı
manevi olması gerekirdi. Ancak böyle
bir şey söz konusu olmamıştır. Nitekim
Bediüzzaman da sözlerinde bu gerçeği açıklamıştır.
Bediüzzaman'ın da müjdelediği gibi, Peygamberimiz
(sav)'in rivayetlerindeki özelliklere sahip
olmasıyla tanınacak olan Büyük Mehdi
ahir zamanda “BİR ŞAHIS” olarak
ortaya çıkacak ve Allah’ın izniyle
Bediüzzaman'ın belirttiği üç görevi
birden yerine getirecektir.
|
65) ÜÇ VAZİFELERDEN BİRİSİNİ
BİR CİHETTE (AÇIDAN) YAPMASI İTİBARIYLA (NEDENİYLE)
AHİR ZAMANIN BÜYÜK MEHDİ ÜNVANINI
ALMAMIŞLAR:
Bediüzzaman sözlerinde,
iki ayrı tür Mehdi olduğunu belirtmiştir.
Bunlardan birincisini,
“sabık (önceki) Mehdiler”, diğerini
ise ahir zamanda gelecek olan “BÜYÜK
MEHDİ” olarak adlandırmıştır. Bediüzzaman
Said Nursi, Hz. Mehdi'nin yapacağı faaliyetleri
saymış ve bunları ondan başka kimsenin
yapamayacağını belirtmiştir. Bu yüzden,
bu önemli görevlerin yerine
getirilmesine vesile olan kişiye “BÜYÜK
MEHDİ” demiştir. Bediüzzaman eserlerinde,
kendisi de dahil olmak üzere önceki dönemlerde
gelen, sabık Mehdiler olarak adlandırdığı müceddidlerin
bu üç görevi yerine getiremedikleri için
Büyük Mehdi olamayacaklarını
anlatmıştır. Bediüzzaman eserlerinde
ayrıca söz konusu kimselerin Büyük
Mehdi ünvanını alamamalarının bir diğer sebebinin
ise, bu kişilerin Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde
belirttiği özelliklere uymamaları olduğunu
bildirmiştir.
|
BEN, KENDİMİ SEYYİD
(Peygamberimiz (sav)'in soyundan) BİLEMİYORUM.66
Bu zamanda nesiller bilinmiyor. Halbuki AHİR ZAMANIN O BÜYÜK ŞAHSI67 AL-İ BEYT'TEN (Peygamberimiz (sav)'in soyundan) OLACAKTIR.68
(Emirdağ Lahikası, s. 247-250)
|
Hz. Mehdi'nin hadislerde
bildirilen en önemli özelliklerinden biri de, “SEYYİD” yani
Peygamber Efendimiz (sav)'in soyundan olmasıdır:
Kıyametin kopması için zamanda
sadece bir günden başka vakit kalmamış da olsa Allah BENİM
EHL-İ BEYT’İMDEN (SOYUMDAN)
BİR ZATI (Hz. Mehdi'yi) gönderecek. (Sünen-i Ebu
Davud, 5/92)
Bediüzzaman da bu sözünde, kendisinin
Peygamberimiz (sav)'in soyundan olmadığını, Hz.
Mehdi'nin ise bu mübarek soydan olacağını
belirtmiştir:
66) BEN KENDİMİ SEYYİD (PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN SOYUNDAN) BİLEMİYORUM:
Bediüzzaman seyyid
değildir ve, seyyid olmamasının kendisinin Mehdi
olmayacağının delillerinden biri olduğunu
belirtmektedir. Kuşkusuz ki bir kişiye
bir soru sorulmasının nedeni, ilgili
konunun doğrusunu öğrenmektir. Bediüzzaman
Said Nursi’ye de Mehdi olup olmadığının sorulmasının
nedeni doğruları öğrenmektir. Bu soru karşısında “Hayır,
ben Mehdi değilim” diyorsa ve bunun
onlarca delilini öne sürüyorsa buna
inanmak gerekir. Zira Bediüzzaman çok
açık bir şekilde bu konuya cevap vermiş
ve “ben seyyid değilim” demiştir.
Ayrıca Bediüzzaman eğer seyyid olmuş olsaydı,
bunu gizlemesi için hiçbir sebep yoktur.
Çünkü seyyid olmak, saklanması gereken
bir özellik değildir. Tam aksine
Peygamber Efendimiz (sav)'in neslinden
olmak Müslümanlar için büyük bir şereftir.
Dolayısıyla Bediüzzaman seyyid olsaydı, bunu
hiçbir şekilde gizlemez ve açıkça ifade ederdi.
Peygamberimiz (sav)'in soyundan olduğunu ifade
etmekten büyük bir onur duyardı. Kendisine böyle
bir soru sorulduğunda “Evet seyyidim, ama
Mehdi değilim” derdi. Zira Bediüzzaman
bizzat kendi eserlerinde Peygamberimiz
(sav)'in hadisini hatırlatarak “seyyid
olan bir kişinin
seyyidliğini gizlemesinin Kuran ahlakına uygun olmadığını” belirtmiştir.
Seyyid olmayan seyyidim ve seyyid
olan değilim diyenler, ikisi de günahkar ve duhul
ve huruc (isyan) haram oldukları gibi... hadis
ve Kuran’da dahi, ziyade veya noksan etmek
memnu’dur (yasaklanmıştır). (Muhakemat,
s. 52)
Bediüzzaman'ın bu sözü çok açıktır. Peygamberimiz
(sav)’in hadisinde bildirildiği gibi,
İslam ahlakına göre, seyyid olan bir
kişi hiçbir nedenle bunu gizleyemez,
saklayamaz. Seyyid olmayan bir kişi de
ben seyyidim diyemez. Bu durumda Bediüzzaman
gibi değerli ve üstün ahlaklı bir şahsın, seyyidliğini
gizlediği yaklaşımı son derece yakışıksız bir
düşüncedir. Bunun yanı sıra her seyyid olan
kişi, mutlaka Mehdi olacak diye bir
durum da söz konusu değildir. Dünya
üzerinde milyonlarca seyyid olan insan
bulunmaktadır. Bir kişinin seyyid olması
Mehdi olmasını gerektirmediği için, her insan
bu gerçeği rahatlıkla dile getirebilir. Dahası
Bediüzzaman “Benim bu konudaki tek eksikliğim
seyyidliğim, eğer seyyid olsaydım Mehdi olurdum”
da dememiştir. Tam aksine Bediüzzaman
Hz. Mehdi'nin tüm özelliklerini, yapacağı
benzersiz faaliyetleri uzun uzun
açıklamış ve bunların hiçbirinin kendi
yaşadığı dönemde henüz gerçekleşmediğini belirtmiştir.
|
67) AHİR ZAMANIN O BÜYÜK ŞAHSI:
Bediüzzaman “AHİR
ZAMANIN O BÜYÜK ŞAHSI” ifadesiyle
Hz. Mehdi’nin bir şahs-ı manevi olmadığını
bir kez daha delillendirmiştir. Bediüzzaman açıkça “O
BÜYÜK ŞAHIS” diyerek
Hz. Mehdi'nin şahs-ı manevi olmadığını, gerçek
ve beklenen “BİR KİŞİ” olduğunu
ifade etmiştir.
Bediüzzaman bu
ifadesiyle ayrıca kitabın başından bu yana yer
verilen Hz. Mehdi ile ilgili sözlerinde “O”
kelimesini “4. KEZ” kullanmaktadır.
Aynı şekilde “ŞAHIS” kelimesi
de Bediüzzaman’ın buradaki sözlerinde “3.
KEZ” kullanılmıştır. Bediüzzaman'ın
bu kelimeleri özenle seçtiği ve tekrarladığı çok
açıktır. Bediüzzaman bu şekilde, Hz. Mehdi'nin
bir şahsı manevi olabileceği düşüncesini,
hiçbir itiraza yer bırakmayacak şekilde
geçersiz kılmaktadır.
|
68) AL-İ BEYT’TEN (PEYGAMBERİMİZ
(SAV)'İN SOYUNDAN) OLACAKTIR:
Bediüzzaman “AL-İ BEYT’TEN
OLACAKTIR” sözleriyle
Hz. Mehdi’nin Peygamberimiz (sav)'in soyundan
gelen seyyid bir kimse olacağını belirtmiştir.
Bediüzzaman eserlerinin çeşitli bölümlerinde
Hz. Mehdi'nin bu özelliğine dikkat
çekerek, Hz. Mehdi'nin manevi bir
varlık olmadığını, belirli bir soydan
gelecek olan “BİR ŞAHIS” olduğunu
vurgulamıştır. Peygamberimiz (sav)'in
de Hz. Mehdi'nin bu özelliğini bildirdiği
çok sayıda hadisi vardır. Bir şahsı manevinin
peygamber soyundan gelmesi elbette ki söz konusu
değildir. Ayrıca böyle bir düşünce hem Peygamberimiz
(sav)'in hadisleriyle hem de
Bediüzzaman'ın sözleriyle çok açık bir
şekilde çelişmektedir. Bediüzzaman'ın
da belirttiği gibi, Hz. Mehdi “PEYGAMBERİMİZ
(SAV)'İN SOYUNDAN GELEN BİR ŞAHIS” olacaktır.
|
RİSALE-İ
NUR’UN ŞAHS-I
MANEVİSİNİ HAKLI OLARAK HZ. MEHDİ TELAKKİ
EDİYORLAR (şahsi bir görüş olarak kabul ediyorlar).69
O şahs-ı manevinin de bir mümessili (temsilcisi),
Nur şakirdlerinin (talebelerinin)
tesanüdünden (dayanışmasından) gelen bir
şahs-ı manevisi ve o şahs-ı maneviden bir
nevi mümessili (temsilcisi) olan BİÇARE TERCÜMANINI ZANNETTİKLERİNDEN, BAZEN O İSMİ (Hz. Mehdi ismini) O’NA VERİYORLAR.70 Gerçi bu, BİR İLTİBAS (karıştırma)71 BİR SEHİVDİR (hatadır, yanılmadır)...72
(Emirdağ Lahikası, s. 266)
|
Bediüzzaman Risale-i Nur’un
şahsı manevisinin ve bu eserlerin yazarı olarak kendisinin
de kimi zaman Hz. Mehdi olabileceğinin düşünüldüğünü,
ancak bunun bir karıştırma ve hata olduğunu
belirtmiştir:
69)
RİSALE-İ NUR’UN ŞAHS-I MANEVİSİNİ
HAKLI OLARAK HZ. MEHDİ TELAKKİ EDİYORLAR (ŞAHSİ
BİR GÖRÜŞ OLARAK KABUL EDİYORLAR):
Bediüzzaman burada “HAKLI
OLARAK” deyimini, Risale-i Nur
cemaatinin Mehdi kabul edilmesini haklı bulduğunu
vurgulamak için değil, böyle bir
kabulün kolayca düşülebilecek ve
mazur görülmesi gereken bir hata
olduğunu vurgulamak için kullanmıştır.
Konunun geliş ve gidişinden, bu mana kolayca
anlaşılmaktadır. Nitekim Bediüzzaman önceki
satırlarda açıklanan sözlerinde de bu yanılgının
Hz. Mehdi'nin dünya çapında yerine
getireceği iki büyük görevinin
gözardı edilmesinden kaynaklandığını
belirterek bunun “HAKLI BİR GÖRÜŞ
OLMADIĞINI” açıklamıştır.
|
70) BİÇARE TERCÜMANINI
ZANNETTİKLERİNDEN O İSMİ (HZ. MEHDİ İSMİNİ) ONA
VERİYORLAR:
Bediüzzaman,
Risaleleri kaleme alan kişi olarak, Risale-i Nurlar
gibi kendisinin de Hz. Mehdi olarak
değerlendirildiğini, ancak bunun “BİR
ZAN” olduğunu ifade etmiştir.
“Zannetme” kelimesi gerçeklik değil,
bir yanılgı ve aldanışın söz konusu
olduğunu ifade eden bir kelimedir. Bediüzzaman,
talebelerinin sadece Hz. Mehdi'nin önemli bir
vazifesi olan
iman hakikatlerini anlatma konusu yönünde bir
değerlendirme yaptığını, ancak Hz. Mehdi'nin
diğer iki vazifesi olan
“İslam birliğinin sağlanması, tüm İslam
dünyasının lideri olması ve İslam ahlakının dünyaya
hakim kılınması”nın kendisinde görünmediği
hususunu dikkate almadıklarını
söylemiştir. Bundan dolayı da Risale-i
Nur’a ve kendisine yapılan Mehdilik
yakıştırmasının yalnızca bir “zan”dan
ibaret olduğunu belirtmiştir.
Bunun yanı sıra
Bediüzzaman “zannediyorlar” diyerek
burada bir kez daha kendisini bu düşüncedeki insanlara
dahil etmediğini ve onlarla aynı fikri
paylaşmadığını ifade etmektedir.
|
71) BU BİR İLTİBAS (KARIŞTIRMA):
Bediüzzaman,
kendisinin veya Risale-i Nur’un Mehdi olarak kabul
edilmesinin bir “İLTİBAS” olduğunu
ifade etmiştir. “İltibas” kelimesinin
anlamı “BİRBİRİNE BENZEYEN ŞEYLERİ
ŞAŞIRIP BİRBİRİNE KARIŞTIRMAK”tır.
(Yeni Lugat, sf. 267) Dolayısıyla burada, birbirine
karıştırılan ancak aslında birbirinden farklı
olan iki kavram vardır. Bediüzzaman
Risale-i Nur ya da kendisinin Hz. Mehdi
olabileceğinin “zannedildiğini”; ancak
gerçekte bunun “bir şaşırma ve bir
karıştırma” olduğunu belirtmektedir.
Bediüzzaman
bu karışıklığın, Risale-i Nur’un, Hz. Mehdi’nin üç temel
görevinden biri olan “imanı kurtarmak”
vazifesini üstlenmiş olmasından
kaynaklandığını açıklamıştır.
Bediüzzaman'ın açıkladığı gibi, tarih boyunca gönderilmiş
olan tüm müceddidler Hz. Mehdi'nin görevlerinden
bir tanesini yapmışlardır. Ancak Bediüzzaman da
dahil olmak üzere “üç
görev, hiçbir müceddid tarafından aynı anda yerine
getirilmemiştir”.
Dolayısıyla tarihte Mehdilik konusunda bunun gibi
benzetmeler pekçok kişiye yapılmıştır.
Ancak Bediüzzaman, “Hz. Mehdi'nin,
hepsini birarada ve dünya çapında gerçekleştireceği
görevlerini” anlatarak, bu
Mehdilik iddialarının hiçbirinin doğru olmadığını
ve Hz. Mehdi'nin ileride gelecek bir şahıs olduğunu
açıklamıştır.
Risale-i Nur’a ve Bediüzzaman'a
yapılan bu benzetmede de aynı durum söz
konusudur. Bediüzzaman, Hz. Mehdi ile
ilgili Peygamberimiz (sav)'in
hadislerindeki ve İslam alimlerinin açıklamalarındaki
izahlar ve özelliklerine dair verilen bilgiler
dikkate alınmadığı için “bir
şaşırma ve karıştırma” yapıldığını
belirtmektedir.
|
72) BİR SEHİVDİR (HATADIR, YANILMADIR):
Bediüzzaman, kendisinin
veya Risale-i Nur’un Mehdi olarak kabul
edilmesinin aynı zamanda bir “SEHİV”
olduğunu söylemiştir. “SEHİV”in kelime
anlamı “HATA, YANLIŞ,
YANILMA”dır (Yeni Lugat, sf. 617).
Bediüzzaman, kendisine ve Risale-i Nur’a
Hz. Mehdi isminin verilmesinin bir “karıştırma” olacağını
belirtmekle yetinmemekte, cümlesinin
devamında bunun bir “sehiv” yani “hata”
olacağını da ayrıca vurgulamaktadır.
Bu son derece açık bir ifadedir. Eğer
Bediüzzaman kendisine ve Risale-i
Nur’un şahsı manevisine yapılan Mehdilik
iddialarında herhangi bir doğruluk payı görseydi,
kuşkusuz ki bunu bir “hata” olarak
nitelendirmezdi. Açıkça bu iddiaların yerinde
olduğunu ifade eden sözler kullanırdı. Bunun
hata olduğunu belirtmiş olması, Bediüzzaman'ın
bu konudaki kanaatini çok açık ve hiçbir
itiraza yer bırakmayacak şekilde ortaya
koymaktadır. Bediüzzaman Risale-i
Nur’un ya da kendisinin Hz. Mehdi
olabileceği görüşünü kabul etmemektedir.
|
|
BARLA LAHİKASI
KİTABINDAN ALINTILAR |
O73 İLERİDE GELECEK74
ACİB (şaşılan, hayret uyandıran, benzeri görülmeyen) ŞAHSIN75 bir HİZMETKARI76 ve ONA77 YER HAZIR EDECEK78 BİR DÜMDARI (yardımcı kuvveti)79 ve O80 BÜYÜK KUMANDANIN81 PİŞDAR BİR NEFERİ
(önden giden bir askeri)82
olduğumu zannediyorum.
(Barla Lahikası, s. 162)
|
Bediüzzaman bu sözünde,
kendisini Hz. Mehdi'nin bir tür “öncüsü” olarak nitelendirmiş ve
Hz. Mehdi'nin “kendisinden sonra geleceğini”
açıklamıştır:
73) O:
Bediüzzaman
cümlenin başında "O" zamirini
kullanarak “BİR ŞAHSI” kastettiğini
özellikle vurgulamaktadır. "O"
zamirinin “TEK BİR KİŞİ”ye işaret
ettiği açıktır. Bediüzzaman bir şahsı
maneviden, gruptan ya da topluluktan
bahsetmemekte, Hz. Mehdi'nin mübarek
şahsının gelişini müjdelemektedir.
Bediüzzaman
bu söz ile birlikte, kitabın başından beri
Hz. Mehdi ile ilgili yer verilen sözlerinde “5.
KEZ” “O” ifadesini kullanmıştır.
Bediüzzaman'ın bu sözlerinin “5’inin
birden tevafuk etmiş olması” söz konusu
değildir. Bediüzzaman Hz. Mehdi için bu ifadeyi
son derece bilinçli bir şekilde
kullanmakta ve bu yolla bu mübarek
zatın bir şahsı manevi ya da bir
topluluk olabileceği yönündeki tüm iddiaları
geçersiz kılmaktadır.
|
74) İLERİDE GELECEK:
Bediüzzaman
bu ifadesinde Hz. Mehdi için, "İLERİDE GELECEK"
sözlerini kullanmıştır. Bediüzzaman
"gelmiş" veya "geldi" gibi kendi
dönemini ve öncesini kasteden
ifadelere yer vermemiştir; “ileride
gelecek” diyerek Hz. Mehdi'nin kendi
yaşadığı dönemden sonra geleceğini açıklamıştır. “İLERİDE” kelimesinin
gelecek bir zamanı ifade etttiği son
derece açıktır ve Bediüzzaman'ın bu
konudaki düşüncesini hiçbir itiraza
yer bırakmayacak şekilde ortaya
koymaktadır.
Bunun yanı sıra Bediüzzaman bu kitapta yer
alan sözlerinde, Hz. Mehdi için pek çok kez
“GELECEK” kelimesine yer vermiştir.
Bu sözünde de “GELECEK” kelimesini “4.
DEFA” kullanmaktadır. Bu kadar çok
tekrarlamış olması, Bediüzzaman'ın
Hz. Mehdi'nin geçmiş dönemlerde ve kendi zamanında
henüz gelmediği konusunda ne kadar kesin bir
kanaati olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin kendisinden
sonraki bir zamanda geleceğini
belirterek Müslümanları bu konuda en
doğru şekilde bilgilendirmektedir.
|
75) ACİB ŞAHSIN:
Bediüzzaman "ŞAHIS" kelimesini
kullanmakta, belli bir kişiden
bahsetmektedir. Bediüzzaman, kitabın
başından itibaren sayılacak olursa,
Hz. Mehdi için “4. KEZ” “ŞAHIS”
kelimesini kullanmaktadır.
Bediüzzaman bu sözüyle bir
topluluktan veya şahsı maneviden söz etmemektedir.
Eğer Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin şahsı manevi
olarak geleceğini düşünüyor olsaydı, -hayatı
boyunca gerçekleri ifade etmekten asla
kaçınmamış büyük bir alim olarak-
bunu da açıkça ifade ederdi. Ancak
Bediüzzaman, burada ve daha birçok
ifadesinde olduğu gibi, Hz. Mehdi'nin kutlu
zatından bahsetmektedir. Hz. Mehdi'nin ahir
zamanda “BİR ŞAHIS” olarak
geleceğini açıkça söylemekte ve bunu, aksi
bir yönde tevil edilemeyecek kadar çok sayıda
sözüyle defalarca teyit etmektedir.
Bediüzzaman
burada ayrıca şahıs kelimesini nitelendirmek
için tekil bir ifade kullanmıştır. Demek ki
Bediüzzaman “TEK
BİR ŞAHIS”tan bahsetmektedir, “iki
veya üç şahıstan” değil. Bediüzzaman'ın
bu sözleri, Hz. Mehdi'nin bir grup ya da bir
topluluk olabileceği düşüncesini tümüyle geçersiz
kılmaktadır.
Bunun yanı sıra Bediüzzaman “bir
şahıs” olduğunu ifade ettiği Hz.
Mehdi'nin önemli bir özelliğini de vurgulamıştır.
Hz. Mehdi'nin “ACİB BİR ŞAHIS” olduğunu
ifade etmiştir. “Acib” kelimesi, “hayret
veren, şaşırtıcı, benzeri görülmeyen”
anlamındadır. Hadislerde Hz. Mehdi'nin
çok büyük bir fikri mücadelesi olacağı,
yaptığı işlerin dünya çapında etki
göstereceği bildirilmektedir. Bediüzzaman
da, Hz. Mehdi'den "ACİB" ifadesiyle
bahsetmekte, bu mübarek zatın daha önce “BENZERİ
GÖRÜLMEMİŞ BİR KİŞİ” olacağına dikkat
çekmektedir.
Peygamberimiz
(sav)'in hadislerinde Hz. Mehdi'nin kullandığı
yöntemlerin ve mücadele şeklinin alışılmışın
dışında olacağı bildirilmiştir. Bu
bilgilere göre Hz. Mehdi çok etkili
yöntemler kullanacak, her konuda
başarılı sonuçlar elde edecektir. Bu
başarısına karşılık, kendisine çok yoğun
saldırılar olmasına rağmen bunlardan hiç etkilenmeyecektir.
Bediüzzaman da bu sözüyle Hz. Mehdi'nin
herkesin anlayamayacağı vehbi
(çalışmakla kazanılmayıp Allah'ın
lütfuyla olan) ilimlere de vakıf bir
şahıs olacağını ifade etmiştir. Bediüzzaman'ın
bu sözünden anlaşıldığı üzere, Hz. Mehdi döneminde
hayret verici olaylar da yaşanacaktır.
Hadislerde bildirildiğine ve İslam
alimlerinin ifadelerine göre,
olağanüstü doğa olayları, beklenmedik
siyasi değişimler, teknolojinin hızla gelişmesi,
dünya çapında tebliğ yapılması benzeri görülmemiş
bir dönem olacağını anlatmaktadır. Hz. Mehdi
her an Allah’ın yakın takibine
ve yardımına mazhar olacaktır. Bu nedenle,
Bediüzzaman'ın da belirttiği gibi, iman
gözüyle bakmayanların şaşıracağı,
kolay kolay açıklayamayacağı harikalıkta
başarılara vesile olacaktır.
|
76) HİZMETKARI:
Bediüzzaman
bu sözüyle kendi yaptığı çalışmaların, Hz.
Mehdi'ye zemin hazırlayacağını ifade etmekte,
kendisini bu mübarek zatın
"HİZMETKARI" olarak nitelendirmektedir.
Kuşkusuz ki bu son derece kesin bir açıklamadır.
Eğer Bediüzzaman’ın, kendisinin Hz. Mehdi
olduğu yönünde bir kanaati olsaydı, kendisini “Hz.
Mehdi'nin hizmetkarı” olarak
nitelendirmezdi. Çünkü “bir kişinin
aynı anda hem Hz. Mehdi hem de onun
hizmetkarı olabilmesi” mümkün
değildir. Dolayısıyla bu ifade açıkça ortaya
koymaktadır ki Bediüzzaman burada çok açık
bir şekilde Hz. Mehdi olmadığını belirtmiştir.
|
77) ONA:
Bediüzzaman
burada da Hz. Mehdi için “6. KEZ” “O” kelimesini
kullanmaktadır. Bu, hem tekil bir ifadedir
hem de bir kişilik zamiridir.
Dolayısıyla Bediüzzaman böylece bir
kez daha Hz. Mehdi'nin şahsı manevi
olarak değil, “BİR ŞAHIS” olarak
geleceğini ve bunun “tek bir kişi”
olacağını vurgulamaktadır.
Bediüzzaman kendisinin çalışmalarıyla bir şahsı
maneviye değil, kutlu bir zata ortam hazırladığını "ONA"
ifadesiyle açıkça söylemektedir.
|
78) YER HAZIR EDECEK:
Bediüzzaman
burada “ONA YER
HAZIR EDECEK” ifadesini kullanarak,
Hz. Mehdi'nin kendisinden sonra
gelecek bir kimse olduğunu bir kez daha açıklamıştır.
Bilindiği gibi “hazırlık” bir
şeyin öncesinde yapılan bir eylemdir. Halihazırda
mevcut olan, hazır bulunan bir şey için
hazırlık yapılması söz konusu
değildir. Bediüzzaman da burada
kendisinin “Hz. Mehdi'nin
gelişinden önce böyle bir hazırlık içerisinde
olduğunu” ifade
etmektedir. Bu da Hz. Mehdi'nin, Bediüzzaman’ın
yaşadığı dönemde henüz ortaya çıkmamış olduğunu,
bu dönemin bir “hazırlık devresi” olduğunu
göstermektedir.
Hadislerde
yer alan tariflere ve Bediüzzaman'ın açıklamalarına
göre, ahir zaman mücadelesi çok kapsamlı bir
fikri mücadele olacaktır. Bu fikri
mücadelede Hz. Mehdi döneminde
yaşayan salih müminler görev aldığı
gibi, kendisinden önce gelip ona yer
hazırlayacak yardımcıları, dostları da
olacaktır. Bediüzzaman da bu sözleriyle bu
gerçeğe işaret etmektedir. Büyük İslam alimi,
kıymetli hizmetleri ile ahir zamanda gelecek
olan Hz. Mehdi’ye ortam
hazırladığını dile getirmektedir. Fikri mücadelesinin,
hizmetlerinin, eserlerinin Hz. Mehdi’nin
çalışmalarına fayda sağlayacağını ve
bunların Hz. Mehdi tarafından kaynak
olarak kullanılacağını ifade
etmektedir. Bediüzzaman bu açıklamalarıyla,
kendisinin ahir zamanın beklenen Mehdi’si
olmadığını bir kez daha bizzat kendi sözleriyle
ifade etmektedir.
Bediüzzaman
bu sözleriyle ayrıca kendi konumunu da çok
açık bir şekilde tanımlamıştır. Yukarıda da
ifade edildiği gibi, bir insanın aynı anda
hem “Hz.
Mehdi olması” hem de ona “yer hazır
edecek bir kimse” olabilmesi söz konusu
değildir. Çünkü yer hazır edecek olan
kişi,
o kişiyle eşzamanlı olarak bu görevi
yapmamaktadır. Onun görevi olayın
öncesindedir; gelecek olan kişi yani
Hz. Mehdi ise bu yer hazır edildikten
sonra yani ileriki bir zamanda görevine başlayacaktır.
|
79) BİR DÜMDARI (YARDIMCI KUVVETİ):
“DÜMDAR” kelimesi “yardımcı
kuvvet” anlamına gelmektedir.
Bediüzzaman, bu sözüyle kendisini, asıl
mücadeleyi yürüten zata imkan
hazırlayan yardımcı kuvvetlere
benzetmiştir. Bu şekilde kendisinden sonra
gelecek olan ve yapacağı büyük fikri mücadele
ile İslam ahlakının getirdiği tüm güzellikleri
yeryüzüne hakim edecek olan Hz. Mehdi’nin
bir yardımcısı olduğunu ifade
etmektedir. Eğer Bediüzzaman
kendisinin Hz. Mehdi olduğunu
düşünseydi kuşkusuz ki burada kendisini “Hz.
Mehdi'nin yardımcısı” olarak
tanımlamazdı. Çünkü “Hz. Mehdi'nin ve yardımcısının”,
“birbirinden farklı, iki ayrı kişi” olduğu
çok açıktır. Eğer Bediüzzaman
“yardımcısıyım” diyorsa, bu onun
Hz. Mehdi olmadığını belirttiği çok açık bir
ifadedir.
|
80) O:
Bediüzzaman
burada Hz. Mehdi'den “7.
DEFA” “O” zamirini kullanarak
bahsetmekte ve onun “TEK BİR ŞAHIS”
olduğunu vurgulamaktadır.
Bediüzzaman'ın aynı ifadeyi defalarca
ve ısrarla tekrarlamış olması, kuşkusuz
ki bunun bir tevafuk olmadığını göstermektedir.
Bediüzzaman son derece bilinçli ve kasıtlı
bir şekilde “Hz.
Mehdi'nin ahir zamanda gelecek TEK BİR KİŞİ” olduğunu
belirtmekte ve bunun dışında bir düşünceyi
öne sürenler için konuya açıklık
kazandırmaktadır.
|
81) BÜYÜK KUMANDANIN:
Bediüzzaman
Hz. Mehdi'den bahsederken “O
BÜYÜK KUMANDAN” sözlerini kullanarak
Hz. Mehdi’nin “kumandanlık vasfına” da
dikkat çekmektedir. Bir şahsı manevinin kumandanlık
sıfatı taşımasının söz konusu
olamayacağı çok açıktır.
Bediüzzaman burada çok açık bir
şekilde Hz. Mehdi’nin bu görevi
yerine getirecek “BİR ŞAHIS” olduğunu
ifade etmektedir.
|
82) PİŞDAR BİR NEFERİ
(ÖNDEN GİDEN BİR ASKERİ):
Bediüzzaman'ın burada kullandığı “PİŞDAR BİR NEFER”
ifadesi, “ÖNDEN GİDEN ASKER”
anlamını taşımaktadır. Bediüzzaman
bu sözüyle kendisini önden giden
öncü kuvvetlere benzetirken, Hz. Mehdi’nin
kendisinden sonra geleceğini bir kez daha
vurgulamıştır. Eğer Bediüzzaman kendisinin
Hz. Mehdi olduğunu belirtmek isteseydi, kuşkusuz
ki böyle bir ifade kullanmazdı.
Çünkü bu ifade aksi yönde öne
sürülebilecek tüm iddiaları
geçersiz kılmakta ve konuya kesin bir açıklık
kazandırmaktadır. Bediüzzaman “kendisini
ÖNDEN GİDEN” bir
kişi olarak nitelendirmekle; "Hz.
Mehdi'nin ise kendisinden SONRA GELEN” bir
kimse olduğunu netleştirmektedir.
|
Bediüzzaman
burada ayrıca “BİR NEFER” yani
asker kelimesini kullanarak, kendisinin Hz. Mehdi
değil, onun bir yardımcısı ve ona hizmet eden
bir görevli olduğunu bir kez daha ifade
etmektedir. Bediüzzamanın kendisini bir
"HİZMETKARI, ÖNCÜSÜ" olarak
vasıflandırdığı ve bu kadar övgüyle, saygıyla
bahsettiği Hz. Mehdi, tüm İslam alemi tarafından
asırlardır beklenmektedir. Bediüzzaman da bu
açıklamalarıyla, Hz. Mehdi'nin ahir zamanda,
Allah'ın izniyle, muhakkak ortaya
çıkacağını müminlere müjdelemektedir.
|
Ashâb-ı Kütüb-i Sitte’den İmam-ı Hâkim'in
"Müstedrek"inde ve Ebu Dâvud'un "Kitab-ı Sünen"inde,
Beyhaki
"Şuab-ı İman"da tahriç buyurdukları (delillere
dayanarak ortaya koydukları): HER YÜZ SENEDE BİR, CENAB-I HAK BİR MÜCEDDİD-İ DİN
(her yüzyıl başında dini hakikatleri
devrin ihtiyacına göre açıklamak üzere
gönderilen büyük İslam alimi, yenileyici) GÖNDERİYOR...83 hadis-i şerifine mazhar
(sahip, erişmiş) ve mâsadak (belirtilen özelliklere
tam olarak uyan) ve müzhir-i tam olan
(uyarma görevini tam olarak yerine getiren)...
(Barla Lahikası, s. 119)
|
Bediüzzaman Peygamberimiz
(sav)'in hadislerine dayanarak, Allah’ın her yüzlıl
başında bir müceddid göndereceğini bildirmektedir:
83) HER YÜZ SENEDE
BİR, CENAB-I HAK BİR MÜCEDDİD-İ DİN GÖNDERİYOR
(HER YÜZYIL BAŞINDA DİNİ HAKİKATLERİ DEVRİN
İHTİYACINA GÖRE AÇIKLAMAK ÜZERE
GÖNDERİLEN BÜYÜK İSLAM ALİMİ,
YENİLEYİCİ)...:
Bediüzzaman'ın
burada dikkat çektiği gibi, Peygamber Efendimiz
(sav) "her
yüzyılda bir müceddid gönderildiğini" bildirmiştir:
Gerçekten
Aziz ve Celil olan Allah her yüz sene başında
şu ümmetin dinini bidatten (dine sonradan sokulan
hurafelerden) ayıracak, yenileyecek (ilim
sahibi) BİR ZATI gönderir. (Sünen-i Ebu
Davud, 5/100)
Hadiste, Allah’ın her yüz
senede bir müceddid yani dini hurafelerden
arındırıp tekrar Kuran’da anlatıldığı
şekliyle ortaya koyan, Peygamberimiz
(sav)'in sünnetiyle hareket eden,
zamanın ihtiyaçlarına göre insanların kafasında
oluşan sorulara Kuran’dan çözümler getiren
bir kişiyi gönderdiği belirtilmektedir. İlerleyen
bölümlerde açıklanacağı gibi, Peygamberimiz
(sav)'den sonraki her yüzyıl başında
insanlara doğruyu gösterecek bir
müceddid göndermiştir. Ahir zamanın
büyük müceddidi de Hz. Mehdi olacaktır. Hz. Mehdi,
pek çok hadiste bildirildiği gibi, Kuran ahlakını
eksiksiz uygulayacak, dini batıl inanış ve
uygulamalardan arındıracak,
Peygamberimiz (sav)'in sünnetini
yeniden canlandıracak ve bunu tüm dünyaya hakim
kılacaktır.
|
Baştaki
hadis-i şerifin "her yüz
sene başında dini tecdid edecek (yenileyecek)
bir müceddidi (yenileyiciyi) gönderiyor" müjdesinin ihbarına (verdiği bilgilere) muvâzi (uygun) olarak HAZRET-İ MEVLANA HALİD84
—ekser ehl-i hakikatin tasdikiyle (din
alimlerinin büyük bir çoğunluğunun
onaylamasıyla ve ittifakla)—1200
senesinin yani ON İKİNCİ ASRIN MÜCEDDİDİDİR.84
(Barla Lahikası, s. 120)
|
Bediüzzaman bu sözünde, Hz. Mevlana Halid'in 12. asrın müceddidi olduğunu açıklamaktadır:
84) HAZRET-İ MEVLANA HALİD... ON İKİNCİ ASRIN MÜCEDDİDİDİR:
Peygamberimiz (sav)'den
sonra, hadislerde bildirildiği gibi her yüzyıl
başında insanlara din ahlakını ve
hükümlerini anlatan, dönemin
ihtiyaçlarına göre açıklamalarda
bulunan bir müceddid gelmiştir. Örneğin İmam-ı
Rabbani 1000. Hicri yılın müceddididir. Mevlana
Halid-i Bağdadi Hicri 1193 (Miladi 1779) yılında
doğmuş, Hicri 1242 yılında (Miladi
1827) vefat etmiştir. Bu mübarek
insan, İslam alimlerinin büyük
çoğunluğunun ittifakıyla, Hicri 12. ve
13. yüzyıllar arasındaki müceddiddir. Bediüzzaman
da bu gerçeğe dikkat çekmektedir.
|
Madem TAM YÜZ SENE SONRA85
aynen dört cihette (yönde) tevafuk ederek (tam uyarak) RİSALE-İ NUR ECZALARI (BÖLÜMLERİ) AYNI VAZİFEYİ GÖRMÜŞ...86
Kanaat verir ki —nass-ı hadis ile
(hadisin şüpheye yer bırakmayan
ifadesi ile)—
Risale-i Nur tecdid-i din (dini yenileme) hususunda
BİR MÜCEDDİD HÜKMÜNDEDİR86
(Barla Lahikası, s. 121)
|
Bediüzzaman bu sözünde ise, Hz. Mevlana
Halid-i Bağdadi'den tam yüz sene sonra kendisinin ve
eserlerinin bir müceddid görevi gördüğünü
açıklamaktadır. Buna göre, 13. asrın müceddidi
Bediüzzaman Said Nursi'dir. 14. asrın müceddidi
ise Hz. Mehdi olacaktır:
85) TAM YÜZ SENE SONRA:
Bediüzzaman
Said Nursi ise Mevlana Halid-i Bağdadi’den tam 100 sene
sonra, Hicri 1293 (Miladi 1878)
yılında doğmuştur. Vefatı ise Hicri
1379 (Miladi 1960) yılıdır.
Bedüzzaman, Hicri 12. asrın müceddidi Mevlana
Halid’den yüz sene sonra yani 13. asırda
büyük bir iman hizmeti gerçekleştirmiştir.
Dolayısıyla Bediüzzaman da 13. ve 14. asırlar
arasındaki müceddiddir.
|
86) RİSALE-İ NUR
ECZALARI (BÖLÜMLERİ) AYNI VAZİFEYİ GÖRMÜŞ...
BİR MÜCEDDİD HÜKMÜNDEDİR:
Bediüzzaman
Risale-i Nur’un müceddidlik yani dini yenileme
görevini tam olarak yerine getirdiği konusunda
büyük bir kanaati olduğunu
belirtmiştir. Risale-Nur’un etkileri
ile müceddidlerin faaliyetleri tam
bir uygunluk göstermiş, 12. asırdaki Hz. Mevlana
Halid ile aynı görevi, Hicri 13. yüzyılda Bediüzzaman'ın
vesile olduğu Risale-i Nur yerine
getirmiştir. Dolayısıyla Hicri 12.
asrın müceddidi Mevlana Halid’den tam
yüz sene sonra yayınlanan Risale-i
Nur dolayısıyla, risale-
lerin yazarı olan Bediüzzaman da 13. ve 14.
asırlar arasındaki müceddiddir.
Bediüzzaman'ın burada ortaya koyduğu önemli
bir başka konu daha vardır: Tüm elçiler ve
peygamberler gibi, Peygamberimiz
(sav)’den sonra gelen ve İslam
tarihinde yer alan hiçbir müceddid
veya müçtehid de bir şahsı manevi
olarak gönderilmemiştir. Allah’ın Kuran’da
bildirdiği adetullahına uygun olarak tüm müceddidler,
insanları uyarıp korkutacak, onları Allah’ın
rızası, rahmeti ve cennetiyle
müjdeleyebilecek, onlara doğruyu
yanlıştan ayıran bir hidayet rehberi
olabilecek birer insan olarak gelmişlerdir.
Ve her birinin talebeleri ve takipçilerinden
meydana gelen birer şahsı manevileri oluşmuştur.
Mevlana Halid-i Bağdadi ve
Bediüzzaman gibi müceddidler bunun en
güzel örneklerindendir. Bu mübarek
şahıslar yaşadıkları yüzyıllarda birer
şahıs olarak gelmiş büyük İslam alimleridir.
Her biri beklenildiği gibi gelip görevlerini
yerine getirmişlerdir. Her birinin çevresinde,
talebelerinden oluşan ve kendilerini temsil eden
şahsı manevileri olmuştur. Çevrelerinde
bulunan bağlıları ve talebeleri büyük
hizmetler yapmışlar, onların şahsı
manevilerini oluşturmuşlardır. Ancak
elbette ki bu şahsı manevilerin başında
birer müceddid olarak hem Mevlana Halid-i Bağdadi
hem de Bediüzzaman bizzat yer almışlardır. Demek
ki onlardan sonra gelecek olan Hz. Mehdi de aynı
şekilde manevi bir şahıs olmayacak, aynı
görevleri üstlenebilecek, dinin
hakikatlerini insanların ihtiyaçlarına
göre açıklayabilecek İslam alimi ve
müceddid hükmünde bir şahıs olacaktır. Bediüzzaman
bu gerçeği verdiği bilgilerle çok açık bir şekilde
ortaya koymaktadır.
|
|
TILSIMLAR MECMUASI
KİTABINDAN ALINTILAR |
Bazı ayet-i kerime (ayetler) ve ehadis-i şerife (hadisler)
AHİR ZAMANDA GELECEK87 BİR MÜCEDDİD-İ EKBERİ (en büyük müceddidi)88 mana-yı işari ile (işari anlamda) haber veriyorlar. Fakat O89 GELECEK90 ZATIN91 VE92 CEMİYETİNİN93 ÜÇ VAZİFESİNDEN94 en
ehemmiyetlisi (önemlisi) olan ve
zahiren (görünüşte) en küçüğü görünen
imanı kurtarmak ve hakaik-i imaniyeyi
(iman hakikatlerini) güneş gibi göstermek
vazifesini Risale-i Nur ve şakirdlerinin (talebelerinin)
şahs-ı manevisi tam yaptıklarından; O95 GELECEK96 ZATA97 dair HABERLERİ VE İŞARETLERİ, RİSALE-İ NUR’UN ŞAHS-I MANEVİSİNE98 HATTA BAZEN TERCÜMANINA DA TATBİKE (uydurmaya) ÇALIŞMIŞLAR99
ve Şeriatı ihya (Kuran ahlakının
esaslarını hatırlatarak yeniden hayata
geçirme) ve hilafeti tatbik olan ÇOK
GENİŞ DAİREDE HÜKMEDEN100 BU MÜHİM
VAZİFESİNİ NAZARA ALMAMIŞLAR (göz önünde bulundurmamışlar).101
(Tılsımlar Mecmuası, s. 168) |
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin üç büyük görevi
olacağından bahsetmiş ve onun diğer
müceddidlerden bu özellikleriyle ayırt
edilebileceğini hatırlatmıştır:
87) AHİR ZAMANDA GELECEK:
Bediüzzaman
Hz. Mehdi'den bahsederken “AHİR
ZAMANDA GELECEK” ifadesini
kullanmıştır. Bu, Bediüzzaman'ın kitabın başından
bu yana Hz. Mehdi için “5.
DEFA” kullandığı “GELECEK” kelimesidir.
Eğer, Hz. Mehdi, Bediüzzaman’ın döneminde
veya daha önce gelmiş olsaydı, Bediüzzaman “gelecek”
kelimesini değil, “geldi” veya
“gelmiş” gibi ifadeler kullanırdı.
Ancak Bediüzzaman burada çok açık bir
şekilde zaman bildirmiş ve Hz.
Mehdi'nin “İLERİKİ BİR TARİHTE
GELECEK BİR ŞAHIS” olduğunu
belirtmiştir. Ve bu ifadeyi eserlerinde ısrarla
ve defalarca tekrarlamıştır. Tüm bunlar Hz.
Mehdi'nin gelişinin Bediüzzaman'ın kendi döneminde
ya da öncesinde gerçekleşmemiş; ancak
ahir zamanda gerçekleşmesi beklenen
bir olay olduğunu ortaya koymaktadır.
|
88) BİR MÜCEDDİD-İ EKBERİ (EN BÜYÜK MÜCEDDİDİ:
Peygamberimiz (sav) hadislerinde
her yüzyıl başında insanlara din
ahlakını ve hükümlerini anlatan,
dönemin ihtiyaçlarına göre
açıklamalarda bulunan bir müceddid gönderileceğini
bildirmiştir. Örneğin İmam-ı Rabbani 1000.
Hicri yılın müceddididir. Mevlana Halid-i Bağdadi
Hicri 1193 (Miladi 1779) yılında
doğmuş, Hicri 1242 yılında (Miladi
1827) vefat etmiştir. Dolayısıyla bu
mübarek insan ittifakla Hicri
12. ve 13. asırlar arasındaki müceddiddir.
Bediüzzaman Said Nursi ise Mevlana Halid-i
Bağdadi’den tam 100 sene sonra, Hicri
1293 (Miladi 1878) yılında doğmuştur.
Vefatı ise Hicri 1379 (Miladi 1960)
yılıdır. Bediüzzaman da Hicri 12.
asrın müceddidi Mevlana Halid’den tam
yüz sene sonra yayınlanan Risale-i Nur’un
müellifi (yazarı) olması sebebiyle kendisinin
de 13. ve 14. asırlar arasındaki müceddid olduğunu
belirtmiştir.
Bediüzzaman,
Hz. Mehdi’nin ise
kendisinden sonra geleceğini -tarih vererek-
bildirmiş, Hicri 14. yüzyılın
"müceddidi"nin Hz. Mehdi olacağını müjdelemiştir.
Bunun yanı sıra Bediüzzaman Hz. Mehdi için, ahir
zamanda gelecek "BİR MÜCEDDİD-İ
EKBER" yani "EN BÜYÜK
MÜCEDDİD" ifadesini kullanarak, onun gelmiş
geçmiş tüm müceddidlerin en büyüğü olduğunu bildirmiştir.
Bediüzzaman
ahir zaman alametlerinin şiddetlendiği dönemde
Allah’ın insanların
kurtuluşuna vesile olması için en büyük müçtehid,
en büyük müceddid, hakim, hidayete vesile olan,
yol gösterici, zamanın en büyük mürşidi ve
Peygamberimiz (sav)'in soyundan gelen
bir şahıs olan Hz. Mehdi'yi
göndereceğini bildirmiştir.
Bediüzzaman
Hz. Mehdi için "en büyük
müceddid ve en büyük müçtehid" sıfatlarını
kullanmaktadır. "Müceddid" dini hakikatleri
devrin ihtiyaçlarına göre açıklayan, "müçtehid" de
ihtiyaç oluştuğunda ayetlerden hüküm çıkaran
büyük İslam alimi ve önderidir. Bu
vasıftaki büyük zatlar, İslam
toplumlarına örnek olmuş, yol
göstermiş, zamanın kutbu olmuş önderlerdir.
Bu önderlerden kimi içtihat etme ve hüküm verme
vasıflarından dolayı "mezhep önderleri"
olmuşlardır; Müslümanlar da onlara uymuşlardır.
İmam Hanefi,
İmam Şafi, İmam Hanbeli, İmam Maliki bu önderlerden
olup 4 mezhebin kurucularıdır. Bütün ehl-i
sünnet onların verdiği hükümlerle amel
etmektedir. Bediüzzaman bu"müçtehid
ve müceddid"lerin en büyüklerinin ise
Hz. Mehdi olacağını ifade etmiştir. Bu
da Hz. Mehdi'nin içtihat etme (hükümleri
usulüne uygun olarak Kuran ve hadislerden istifade
ile ortaya koymak) ve hüküm vermeye en yetkili
kişi olarak, kendisinin de "tüm
mezhepleri kaldıracağını" göstermektedir.
Zira en büyük mezhep imamı olduğuna göre
zaten tüm diğer mezhepleri kaldırması
gerekir. Zamanında herkesin ona
uyacağının bildirilmiş olması da bunu
doğrulamaktadır.
Bediüzzaman
Hz. Mehdi'nin “en büyük
müceddid” olduğunu söyleyerek onun tüm
mezheplerin üstünde olacağını ifade
etmiştir. Geçmişten günümüze pek çok İslam
alimi eserlerinde bu konuya değinmişlerdir. İslam
tarihinin en büyük alimlerinden biri olan Muhyiddin
Arabi ise "Fütühat-ül Mekkiye" isimli
eserinde bu konuda şöyle bilgi
vermiştir:
... MEHDİ, DİNİ
PEYGAMBER'İN ZAMANINDA OLDUĞU GİBİ
AYNEN UYGULAYACAK. YERYÜZÜNDE
MEZHEPLERİ KALDIRACAK. HALİS HAKİKİ
DİNDEN BAŞKA HİÇBİR MEZHEP KALMAYACAK. (Muhammed
B. Resul El Hüseyin El Berzenci, Kıyamet
Alametleri, sf. 186-187)
Hüseyin Hilmi Işık ise, Saadet-i Ebediye adlı eserinde Hz. Mehdi'nin bu özelliğini şöyle haber vermiştir:
HAZRET-İ MEHDİ, AHİR ZAMANDA DÜNYAYA GELECEKTİR.
Resullulah Efendimizin (sav)
soyundan olacaktır. İsa
Aleyhisselam’la buluşacak, MEZHEPLERİ KALDIRACAK, YALNIZ ONUN MEZHEBİ KALACAK. (H. Hilmi Işık, Saadeti Ebediye, s. 35)
Bediüzzaman
Said Nursi bilindiği gibi Şafi mezhebindendir.
Bir mezhep sahibi değildir ve bir başka mezhep
kurucusuna tabi olmuştur; İmam Şafi’yi
mezhep imamı olarak kabul etmiştir.
Bediüzzaman bu konuyu eserlerinde şöyle
ifade etmiştir:
“Evvelâ: Ben Şafiî’yim...” (Emirdağ Lahikası, s. 38)
“... hem hususî Şafiîce ibadetime.” (Büyük Tarihçe-i Hayat, s. 202)
“Yalnız bu kadar var. Ben Şafiîyim...” (Büyük Tarihçe-i Hayat, s. 206)
“Hattâ Şafiî mezhebinde olduğu için...” (Emirdağ Lahikası, s. 573)
Oysa ki Hz. Mehdi tüm mezhepleri
kaldıracak ve tüm mezheplerin üstünde
olacaktır. Bir mezhebe bağlı olan
Bediüzzaman da, bu özelliğin Hz.
Mehdi'ye ait olacağını belirterek kendisinin
Hz. Mehdi olmadığını açıklamıştır.
|
89) O:
Bediüzzaman
Hz. Mehdi'den “8.
KEZ” “O” zamirini kullanarak
bahsetmiştir. “O” zamiri “TEKİL BİR
ŞAHIS” ifade eden bir kelimedir.
Dolayısıyla Bediüzzaman'ın Hz.
Mehdi'den bahsederken bir topluluğu ya
da bir şahsı maneviyi kastetmediği çok açıktır.
Eğer böyle bir durum söz konusu olsaydı Bediüzzaman
burada “O” yerine “onlar”
zamirini ya da buna benzer bir başka ifade
kullanırdı. Ancak böyle bir ifade şekli burada
kullanılmadığı gibi, Bediüzzaman'ın
Hz. Mehdi'den bahsettiği sözlerinin
hiçbirinde kullanılmş değildir. Aksine
sadece kitabın bu bölümüne kadar yer
alan sözlerinde bile bu kelimeyi tam “8
KEZ” tekrarlamıştır. Bediüzzaman bu
kelimeyi çok bilinçli bir şekilde
defalarca vurgulamaktadır. Dolayısıyla çok
açıktır ki Bediüzzaman burada, tüm Müslümanlara
önderlik edecek ve insanların hidayetine vesile
olacak bir kişinin varlığından söz
etmektedir.
|
90) GELECEK:
Bediüzzaman,
kullandığı “o GELECEK
zat” ifadesiyle, Hz. Mehdi'nin
“ileriki bir tarihte gelmesi beklenen
bir şahıs” olduğunu bir kez daha
belirtmiştir. Bu Bediüzzaman'ın Hz.
Mehdi için “6. KEZ” kullandığı “GELECEK” kelimesidir.
Bediüzzaman’ın Müslümanları yanlış bilgilendirmesi
söz konusu olamayacağına göre, Hz. Mehdi
Bediüzzaman'ın zamanında ya da ondan
önceki dönemlerde henüz gelmemiştir.
Zira eğer böyle bir durum söz konusu
olsaydı o zaman Bediüzzaman, “O
GELECEK ZATIN” ifadesi yerine, “o
gelmiş olan zat” deyimini kullanırdı
ve aksini ispatlayan bir ifadeyi tam
“6 KEZ” tekrarlamazdı. Buna rağmen
Bediüzzaman'ın böyle kesin bir ifadeyi
bu kadar çok tekrarlamış olması, Bediüzzaman'ın
Hz. Mehdi'nin ileriki bir tarihte geleceğine
olan kanaatinin de o denli kesin olduğunu ortaya
koymaktadır.
|
91) ZATIN:
Bediüzzaman
bu açıklamasında Hz. Mehdi için “O gelecek
zatlar” değil, “o gelecek ZAT” ifadesini
kullanmıştır. Bediüzzaman bu sözleriyle Hz.
Mehdi'nin bir şahsı manevi, ruh ya da
mana gibi bir varlık veya bir
topluluk olmadığını açıkça ifade
etmiştir. “ZAT” kelimesi “tekil” bir
kelimedir ve bir insanı ifade etmek
için kullanılır. Dolayısıyla Bediüzzaman
burada “TEK BİR ŞAHISTAN” bahsetmektedir.
Ayrıca
bu, Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi için “3. DEFA” kullandığı
“ZAT” ifadesidir. Bediüzzaman gibi
büyük bir mütefekkirin, böyle açık bir anlam
taşıyan bir ifadeyi bu kadar çok tekrarlaması
kuşkusuz ki belirli bir hikmet
üzerinedir. Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin
bir şahsı manevi olmadığı konusunda tüm
Müslümanları bilgilendirmekte ve bu kutlu
zatın gelişiyle müjdelemektedir.
|
92) VE:
Bediüzzaman
burada “O gelecek
zatın VE cemiyetinin” ifadesini
kullanmıştır. “O GELECEK ZAT” ve
“BU ZATIN CEMİYETİ” iki ayrı
kavramdır. Bediüzzaman “VE”
kelimesini kullanarak bu ikisinin
ayrı şeyleri ifade ettiğini açıkça
belirtmiştir. Eğer Hz. Mehdi bir şahsı manevi
olsaydı ya da bu cemiyet Mehdilik görevini
üstlenmiş olsaydı, Bediüzzaman burada “O
gelecek cemiyet” ya da “Mehdilik
görevini üstlenecek cemiyet”
gibi bu konuyu netleştiren açık ifadeler kullanırdı.
Ancak Bediüzzaman hiçbir itiraza yer
bırakmayacak şekilde açıkça
“O gelecek zat ve cemiyeti” sözlerini
kullanmış ve Hz. Mehdi'nin, kendisini
izleyenlerden oluşan bir topluluğun
başında bulunan bir şahıs olduğunu
belirtmiştir. Bediüzzaman'ın vurguladığı
bu gerçek birkaç soru sorulduğunda da açıkça
görülebilmektedir:
1- Bediüzzaman ahir
zamanda gelecek bu şahsın tek başına mı olduğunu
belirmiştir?
Hayır, Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin beraberinde
bir cemiyetinin de olacağını açıklamıştır.
2- Bediüzzaman, bahsettiği bu cemiyetin başında
herhangi bir şahsın olacağını belirtmiş
midir?
Evet, Bediüzzaman bu cemiyetin başında Hz. Mehdi'nin
bizzat bulunacağını bildirmiştir.
|
93) CEMİYETİNİN:
Bediüzzaman
burada bir cemiyetin varlığından bahsetmiştir.
Bu cemiyet, Bediüzzaman'ın “o
gelecek zat” sözleriyle
müjdelediği Hz. Mehdi'nin yardımcılarının ve
destekçilerinin oluşturduğu bir cemiyettir.
Bediüzzaman eserlerinin pek çok yerinde
Peygamberimiz (sav)'in hadisleri
doğrultusunda Hz. Mehdi'nin bir
cemaati olacağını ve cemaatin Hz. Mehdi'nin
yapacağı faaliyetlerde onun yardımcıları olacağını
belirtmiştir. Ancak Hz. Mehdi'nin bu hareketin
önderi ve lideri olarak, bizzat bu
topluluğun başında bulunacağını da
ifade etmiştir. Bediüzzaman, Hz.
Mehdi'ye tabi olan ve onun tebliğini izleyen
bu kitle ve hareketi “Hz. Mehdi'nin şahsı
manevisi” olarak adlandırmıştır. Ancak
Bediüzzaman'ın da ifade ettiği gibi şu çok
açık bir gerçektir ki, başında bulunan bir
şahıs, bir liderleri olmadan bir şahsı
maneviden bahsetmek mümkün değildir.
Hz. Mehdi de bu cemiyetinin başında,
onlara önderlik etmek üzere bizzat
yer alacaktır. Dolayısıyla Bediüzzaman'ın
bu açıklamalarına göre “HZ. MEHDİ KENDİSİNİ İZLEYEN
BİR CEMAATİ OLAN VE ONLARA LİDERLİK EDEN TEK
BİR ŞAHISTIR”.
|
94) ÜÇ VAZİFESİNDEN:
Bediüzzaman
Hz. Mehdi'den bahsederken, “O
gelecek zatın ve cemiyetinin ÜÇ VAZİFESİ” olacağını
belirtmiştir.
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin bu üç görevini şöyle açıklamıştır:
1-
Bediüzzaman, ateist felsefelerin ahir zamanda
tehlike oluşturacağını bildirmiş, özellikle
Darwinist, materyalist felsefelerin ateizmle
güç bulacaklarını ve Allah'ın varlığını inkar
edecek tehlikeli bir çizgiye
geleceklerini ifade etmiştir. Bu
nedenle Hz. Mehdi’nin birinci
vazifesinin, maddecilik fikri yani Allah’ı
inkar üzerine kurulmuş materyalist, Darwinist
ve ateist felsefelerle mücadele etmek ve bu felsefelerin
insanlar üzerindeki etkisini tam anlamıyla
kaldırmak olacağını belirtmiştir.
2-
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin ikinci vazifesinin,
İslam ahlak ve faziletini, Peygamberimiz (sav)'in
gerçek sünnetlerini canlandırmak olduğunu
belirtmiştir. Hz. Mehdi, halihazırda
çeşitli gruplar halinde dağınık
olarak bulunan Müslümanları birleştirerek
İslam birliğini sağlayacak ve İslam dünyasının
liderliğini üstlenecektir. Bediüzzaman Hz.
Mehdi’nin bu birlikteliği
bir dayanak noktası yapacağını ve bu şekilde
Müslümanları bazı tehlikelerden koruyacağını
ifade etmiştir.
3-
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin üçüncü vazifesinin
İslam toplumunu birleştirmek ve Hıristiyan
alemiyle ittifak yapmak olduğunu belirtmiştir.
Hz. Mehdi'nin bu görevini, iman sahiplerinin,
Peygamberimiz (sav)’in soyundan
gelen fedakar seyyidlerin ve diğer tüm
Müslümanların desteğiyle
gerçekleştireceğini bildirmiştir.
|
Hz. Mehdi bu görevlerin
üçünü birden yerine getirecek ve bu, onun
tanınmasını sağlayacak ve en önemli
alametlerinden olacaktır. Bediüzzaman
kendisi de dahil olmak üzere, daha önce
yaşamış olan hiçbir müceddidin bu üç görevi
birarada yerine getiremediğini, bunları ancak
Hz. Mehdi'nin gerçekleştireceğini belirtmiştir.
|
95) O:
Bediüzzaman,
burada da “9. KEZ”
Hz. Mehdi için “O” kelimesini
kullanmıştır. “O” kelimesinin tek bir
kişiyi ifade ettiği çok açıktır. Bediüzzaman
burada manevi bir kişiden, bir gruptan ya da
bir hareketten
bahsetmemekte, Hz. Mehdi'nin bizzat gelişini
müjdelemektedir. Bu sözü “9
DEFA” tekrarlamış olması ise,
Bediüzzaman'ın bu konudaki açıklamalarının
hiçbir şüpheye yer bırakmayacak kadar kesin
olduğunu ortaya koymaktadır.
|
96) GELECEK:
Bediüzzaman'ın,
Hz. Mehdi’den bahsederken sıkça tekrarladığı
bir başka ifade de “GELECEK” kelimesidir.
Bu kelime burada kitabın başından bu yana
“7. DEFA” kullanılmaktadır.
Bediüzzaman bu sözüyle Hz. Mehdi'nin
önceki zamanlarda ya da
Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde henüz
gelmemiş olduğunu açıkça ifade etmiştir. Eğer
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin ortaya çıktığını
ve görevine başladığını düşünmüş olsaydı, kuşkusuz
ki tüm Müslümanları yanıltacak böyle bir
ifade kullanmaz ve bunu da “7
KEZ” kez tekrarlamazdı. Dolayısıyla
çok açıktır ki Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin
kendisinden ilerideki bir zamanda
ortaya çıkacağını ifade etmiştir.
Bediüzzaman
burada kullandığı “GELECEK” sözüyle
ayrıca Hz. Mehdi'nin gelişinin kesin bir gerçek
olduğunu da vurgulamıştır. Eğer Hz. Mehdi manevi
bir şahıstan ibaret olsaydı kuşkusuz ki
Bediüzzaman
sözlerinde pek çok kez onun “geleceğini” ifade
etmezdi. Dolayısıyla Bediüzzaman bu sözüyle
aynı zamanda Hz. Mehdi'nin bir şahıs
olduğunu da açıklamıştır.
|
97) ZATA:
Bediüzzaman,
Hz. Mehdi için Risale-i Nur’un birçok yerinde olduğu
gibi bu bölümünde de “ZAT” deyimini
kullanmıştır. Demek ki Hz. Mehdi, bir
cemaat veya manevi bir kişi değil,
bir “ŞAHIS”tır. Buradaki “ZAT”
kelimesi, Bediüzzaman'ın kitabın
başından bu yana Hz. Mehdi için “4.
KEZ” kullandığı bir ifadedir.
Bediüzzaman’ın Müslümanları yanlış
yönlendirmesi veya bilgisini gizlemesi
düşünülemeyeceğine göre; eğer Hz. Mehdi bir
cemaat veya şahs-ı manevi olsaydı, kuşkusuz
ki Bediüzzaman da “O ZAT” deyimini
bu kadar çok tekrarlamazdı.
|
98) HABERLERİ VE İŞARETLERİ,
RİSALE-İ NUR’UN ŞAHS-I MANEVİSİNE:
Bediüzzaman, bu sözüyle
yaygın olarak yapılan bir yorum hatasına işaret
etmektedir. Bediüzzaman Hz. Mehdi'ye
dair haber ve işaretlerin Risale-i
Nur cemaatiyle özdeşleştirilmeye
çalışıldığını ancak bu yakıştırmanın Hz. Mehdi
ile ilgili verilen bilgilere uygun düşmediğini
belirtmiştir. Bediüzzaman bu yakıştırmayı yapan
kimselerin Hz.Mehdi'nin iki büyük ve
önemli vazifesini gözardı ettikleri
için böyle yanlış bir kanaate
vardıklarını ifade etmektedir. İslam birliğinin
sağlanması ve Hz. Mehdi'nin tüm
Müslümanların liderliğini üstlenmesi,
Hıristiyanlarla ittifak sağlanması ve
Kuran ahlakının tüm yeryüzüne hakim
olması şu ana kadar
henüz gerçekleşmemiştir. Bediüzzaman da dahil
olmak üzere, Peygamberimiz (sav)'den sonraki
dönemlerde gelen müceddidlerin hiçbiri
bu büyük görevleri yerine getirmiş
değildir. Dolayısıyla Bediüzzaman da bu
gerçeği dile getirerek Risale-i Nur’un
şahsı manevisini Mehdilikle vasıflandıranların
yanıldıklarını ifade etmektedir.
|
99) HATTA BAZEN TERCÜMANINA DA TATBİKE (UYDURMAYA) ÇALIŞMIŞLAR:
Bediüzzaman, risalelerin
yazarı olması nedeniyle, bazı çevreler
tarafından kendisinin de Hz. Mehdi
olarak nitelendirildiğini
belirtmiştir. Ancak yukarıda da açıklandığı
gibi Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin yerine getireceği
iki büyük görev dikkate alınmadığı için böyle
yanlış bir yorumda bulunulduğunu ifade
etmiştir. Dolayısıyla Mehdilik
konusundaki bu düşüncenin
asılsızlığını bir kez daha belirtmiştir.
Bediüzzaman
bu düşüncenin yanlışlığını kullandığı “HATTA” kelimesiyle
bir kez daha vurgulamıştır. Bediüzzaman
“hatta” kelimesini burada, “bundan daha
da garip ve daha da acaip olanı”
anlamında kullanmıştır. Risale-i Nur’un
Mehdi olduğunun zannedildiğini, bundan
daha da garip olarak kendisine yönelik
de böyle bir iddiada bulunulduğunu belirtmiştir.
Bediüzzaman bu ifadesiyle, öne sürülen bu Mehdilik
iddiasının yanlışlığını bir kez daha
vurgulamaktadır.
Bediüzzaman
bu sözünde ayrıca kendisine Mehdilik iddiasında
bulunulmasının “sürekli
olarak devam eden bir iddia olmadığını” kullandığı “BAZEN”
kelimesiyle ifade etmiştir.
|
100) ÇOK GENİŞ DAİREDE HÜKMEDEN:
Bediüzzaman
Hz. Mehdi'nin yerine getireceği üç görevden
bahsettiği kimi sözlerinde Hz. Mehdi’nin ayırt
edici bir özelliği olarak “ÇOK GENİŞ
DAİREDE HÜKMETMESİ”ne
dikkat çekmiştir. Hz. Mehdi'nin
bu özelliği son derece önemlidir. Hz. Mehdi
görevlerini sadece belirli bir bölgede yerine
getirmeyecek, onun etki alanı çok geniş
bir dairede, yani dünya çapında
olacaktır. Bediüzzaman, “dar daire”
olarak ifade ettiği “küçük çaplı”
uygulamaların Müslümanları
yanıltmaması gerektiğini belirtmektedir. Hz.
Mehdi’nin ikinci ve üçüncü görevlerini
geniş dairede gerçekleştireceğini hatırlatarak,
Risale-i Nur’un şahsı manevisine yapılan
Mehdilik yakıştırmasının yanlışlığını
delilleriyle birlikte açıklamaktadır.
Bediüzzaman'ın
Hz. Mehdi'nin yerine getireceğini belirttiği
görevler konusunda “ÇOK
GENİŞ ÇAPLI BİR HÜKMETME” yani “DÜNYA
ÇAPINDA” bir sonuç ise bugüne
kadar gerçekleşmiş değildir. Bu da Hz.
Mehdi'nin geçmiş dönemde ortaya çıkmış
bir şahıs ya da şahsı manevi olmadığını açıkça
ortaya koymaktadır. Söz konusu üç görevin dünya
çapında yerine getirilmesi, Allah’ın izniyle
Hz. Mehdi'nin en önemli alametlerinden olacak
ve onu tüm insanlara tanıtacaktır.
|
101) BU MÜHİM VAZİFESİNİ
NAZARA ALMAMIŞLAR (GÖZ ÖNÜNDE BULUNDURMAMIŞLAR):
Bediüzzaman,
Hz. Mehdi’nin dünya
çapında gerçekleşecek olan ikinci (İslam
Birliği’ni kurmak) ve üçüncü (Kuran ahlakını
tüm dünyaya yaymak ) görevlerinin, onun ayırt
edici ve tanıtıcı özellikleri
olduğunu hatırlatmıştır. Çünkü bu görevleri
dünya çapında yapacak olan tek şahıs Hz.
Mehdi’dir. Dolayısıyla eğer bu
görevler bu özellikleriyle birlikte
gerçekleşmemişse, bu durumda Mehdilik
konusunda herhangi bir iddiada bulunabilmek
de söz konusu değildir.
Çünkü böyle bir iddia Peygamberimiz (sav)'in
hadisleriyle, İslam alimlerinin ve
Bediüzzaman'ın bu doğrultuda yaptıkları
açıklamaların tümüyle çelişecektir.
Bediüzzaman
da bu sözleriyle, Hz. Mehdi konusunda bir iddiada
bulunabilmek için dünya çapında gerçekleşmesi
gereken bu iki büyük görevin yerine
getirilip getirilmediğinin dikkate
alınması gerektiğini
hatırlatmaktadır. Bediüzzaman bu delillerin
oluşmadığı bir durumda yapılacak bir Mehdiyet
benzetmesinin hatalı bir çıkarım olacağını
belirtmektedir. Bediüzzaman kulllandığı “NAZARA
ALMAMIŞLAR” ifadesiyle, kendisini
veya Risale-i Nur’u Hz. Mehdi zannedenlerin
bu önemli hususu gözden kaçırdıklarını ve
bu sebeple de yanıldıklarını ifade
etmiştir.
|
“RİSALE-İ NUR’UN ŞAHS-I MANEVİSİNİ (cemaatini) HAKLI OLARAK HZ. MEHDİ TELAKKİ EDİYORLAR (şahsi bir görüş olarak kabul ediyorlar).102
O şahs-ı manevinin de bir mümessili (temsilcisi),
Nur şakirdlerinin (talebelerinin)
tesanüdünden (dayanışmasından) gelen bir
şahs-ı manevisi ve o şahs-ı maneviden bir
nevi mümessili olan BİÇARE TERCÜMANINI ZANNETTİKLERİNDEN, BAZEN O İSMİ (Hz. Mehdi ismini) O’NA VERİYORLAR.103 Gerçi BU, BİR İLTİBAS (karıştırma)104 BİR SEHİVDİR (hatadır, yanılmadır)...105
(Tılsımlar Mecmuası, s. 201)
|
Bediüzzaman Risale-i
Nur’un ve bu eserin yazarı olarak
kendisinin Hz. Mehdi olabileceğinin
düşünüldüğünü ancak bunun bir hata ve karıştırma olduğunu
belirtmiştir:
102)
RİSALE-İ NUR’UN ŞAHS-I MANEVİSİNİ
(CEMAATİNİ) HAKLI OLARAK HZ. MEHDİ TELAKKİ
EDİYORLAR (ŞAHSİ BİR GÖRÜŞ OLARAK KABUL EDİYORLAR):
Bediüzzaman
burada “HAKLI OLARAK”
deyimini, Risale-i Nur cemaati’nin
Mehdi kabul edilmesini haklı
bulduğunu vurgulamak için değil, böyle
bir kabulün kolayca düşülebilecek ve mazur
görülmesi gereken bir hata olduğunu vurgulamak
için kullanmıştır. Konunun geliş ve gidişinden,
bu mana kolayca anlaşılmaktadır.
Nitekim Bediüzzaman önceki
satırlarda açıklanan sözlerinde de
bu yanılgının Hz. Mehdi'nin dünya çapında
yerine getireceği iki büyük görevinin gözardı
edilmesinden kaynaklandığını belirterek bunun “HAKLI
BİR GÖRÜŞ OLMADIĞINI” açıklamıştır.
|
103) BİÇARE TERCÜMANINI
ZANNETTİKLERİNDEN O İSMİ (HZ. MEHDİ İSMİNİ) ONA
VERİYORLAR:
Bediüzzaman,
Risaleleri kaleme alan kişi olarak, Risale-i
Nurlar gibi kendisinin de Hz. Mehdi olarak
değerlendirildiğini, ancak bunun “BİR
ZAN” olduğunu ifade etmiştir.
“Zannetme” kelimesi gerçeklik değil,
bir
yanılgı ve aldanışın söz konusu olduğunu ifade
eden bir kelimedir. Bediüzzaman,
talebelerinin sadece Hz. Mehdi'nin
önemli bir vazifesi olan iman
hakikatlerini anlatma konusu yönünde bir
değerlendirme yaptıklarını,
ancak Hz. Mehdi'nin diğer iki vazifesi olan “İslam
birliğinin sağlanması, tüm İslam
dünyasının lideri olması ve İslam
ahlakının dünyaya hakim kılınması”nın
kendisinde görünmediği hususunu
dikkate almadıklarını söylemiştir.
Bundan dolayı da Risale-i Nur’a ve kendisine
yapılan Mehdilik yakıştırmasının yalnızca bir “zan”dan
ibaret olduğunu belirtmiştir.
Bunun yanı sıra Bediüzzaman “zannediyorlar” diyerek
burada bir kez daha kendisini bu
düşüncedeki insanlara dahil
etmediğini, kendisinin onlarla aynı
fikri paylaşmadığını ifade etmektedir.
|
104) BU BİR İLTİBAS (KARIŞTIRMA):
Bediüzzaman,
kendisinin veya Risale-i Nur’un Mehdi olarak kabul
edilmesinin bir “İLTİBAS” olduğunu
ifade etmiştir. “İltibas” kelimesinin
anlamı “BİRBİRİNE BENZEYEN ŞEYLERİ
ŞAŞIRIP BİRBİRİNE KARIŞTIRMAK”tır.
(Yeni Lugat, sf. 267) Dolayısıyla
burada, birbirine karıştırılan ancak
aslında birbirinden farklı olan iki
kavram vardır. Bediüzzaman Risale-i
Nur ya da kendisinin Hz. Mehdi
olabileceğinin “zannedildiğini”;
ancak gerçekte bu “bir
şaşırma ve bir karıştırma” olduğunu
belirtmektedir.
Bediüzzaman
bu karışıklığın, Risale-i Nur’un, Hz. Mehdi’nin üç
temel görevinden biri olan “imanı kurtarmak”
vazifesini üstlenmiş olmasından
kaynaklandığını açıklamıştır.
Bediüzzaman'ın açıkladığı gibi, tarih boyunca
gönderilmiş olan tüm müceddidler Hz. Mehdi'nin
görevlerinden bir tanesi yapmışlardır. Ancak
Bediüzzaman da dahil
olmak üzere “üç görev,
hiçbir müceddid tarafından aynı anda yerine getirilmemiştir”.
Dolayısıyla tarihte Mehdilik konusunda bunun
gibi benzetmeler pekçok kişiye
yapılmıştır.
Ancak Bediüzzaman, “Hz.
Mehdi'nin, hepsini birarada ve dünya çapında
gerçekleştireceği görevlerini” anlatarak,
bu Mehdilik iddialarının hiçbirinin doğru olmadığını
ve Hz. Mehdi'nin ileride gelecek bir şahıs
olduğunu açıklamıştır.
Risale-i
Nur’a ve Bediüzzaman'a yapılan
bu benzetmede de aynı durum söz
konusudur. Bediüzzaman, Hz. Mehdi ile
ilgili Peygamberimiz (sav)'in hadislerindeki
ve İslam alimlerinin açıklamalarındaki izahlar
ve özelliklerine dair verilen bilgiler dikkate
alınmadığı için “bir
şaşırma ve karıştırma” yapıldığını
belirtmektedir.
|
105) BİR SEHİVDİR (HATADIR, YANILMADIR):
Bediüzzaman,
kendisinin veya Risale-i Nur’un Mehdi olarak kabul
edilmesinin aynı zamanda bir “SEHİV”
olduğunu söylemiştir. “SEHİV”in
kelime anlamı “HATA, YANLIŞ,
YANILMA”dır. (Yeni Lugat, sf.
617) Bediüzzaman, kendisine ve Risale-i Nur’a
Hz. Mehdi isminin verilmesinin bir
“karıştırma” olacağını belirtmekle
yetinmemekte, cümlesinin devamında
bunun bir “sehiv” yani “hata”olacağını
da ayrıca vurgulamaktadır. Bu son derece açık
bir ifadedir. Eğer Bediüzzaman kendisine ve
Risale-i Nur’un şahsı manevisine yapılan
Mehdilik iddialarında herhangi bir doğruluk
payı görseydi, kuşkusuz ki bunu bir “hata”
olarak nitelendirmezdi. Açıkça bu
iddiaların yerinde olduğunu ifade
eden sözler kullanırdı. Bunun hata
olduğunu belirtmiş olması, Bediüzzaman'ın
bu konudaki kanaatini çok açık ve hiçbir itiraza
yer bırakmayacak şekilde ortaya koymaktadır.
Bediüzzaman Risale-i Nur’un ya da kendisinin
Hz. Mehdi olabileceği görüşünü kabul
etmemektedir.
|
|
MEKTUBAT KİTABINDAN ALINTILAR |
... HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM,
İSEVÎLİK ŞAHS-I MANEVÎSİNİ TEMSİL EDEREK106
DİNSİZLİĞİN ŞAHS-I MANEVÎSİNİ TEMSİL
EDEN DECCAL'İ107 yok eder...
(Mektubat, s. 6)
|
Bediüzzaman bu sözünde, Hz. İsa'nın
yeryüzüne ikinci kez geleceğini ve Deccal'in
fitnesini fikren etkisiz hale getireceğini
bildirmektedir:
106) HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM,
İSEVİLİK ŞAHSI MANEVİSİNİ TEMSİL EDEREK:
Bediüzzaman
bu sözünde “HZ.
İSA'NIN HIRİSTİYANLIĞIN ŞAHSI MANEVİSİNİ
TEMSİL ETTİĞİNİ” belirtmektedir.
Bediüzzaman, tarih boyunca gönderilmiş tüm
elçiler ve peygamberler gibi, Hz. İsa'nın
da onu destekleyen, ona inanan ve onu takip
eden kimselerden oluşan bir şahsı manevisi
olacağını bildirmektedir. Ancak
Bediüzzaman “İSEVİLİK ŞAHSI
MANEVİSİNİ TEMSİL EDEREK” sözleriyle, Allah’ın
adetullahına (Allah’ın kanununa) uygun
olarak “HZ. İSA'NIN DA BU ŞAHSI
MANEVİNİN BAŞINDA BİZZAT BİR HİDAYET ÖNDERİ
OLARAK BULUNACAĞINI” ifade etmektedir.
Nitekim bir şahsı manevinin bir şahsı maneviyi
temsil etmesi söz konusu değildir.
Bir şahsı manevinin oluşabilmesi
için, onun başında öncelikle “BİR
ŞAHSIN” var olması gerekmektedir.
Bediüzzaman da bu gerçeği
vurgulayarak Hz. İsa'nın bir şahsı manevi
olmadığını, kendi şahsı manevisinin başında
bulunacağını ve onlara bizzat önderlik edeceğini
açıklamaktadır.
Bediüzzaman'ın belirttiği
bu gerçekler bir iki soru sorulduğunda da
kolaylıkla anlaşılmaktadır:
1- İsevilik şahsı manevisini bir kişi temsil ediyor. Bu kimdir?
Hz. İsa.
2- Hz. İsa kimi temsil ediyor?
İsevilik şahsı manevisini.
Bu
soruların cevapları Bediüzzaman’ın Hz. İsa’dan
ve şahsı manevisinden ayrı kavramlar olarak
bahsettiğini açıkça ortaya koymaktadır.
|
107) DİNSİZLİĞİN ŞAHS-I MANEVÎSİNİ
TEMSİL EDEN DECCAL'İ:
Bediüzzaman
aynı Hz. İsa gibi Deccal'in de bir şahsı
manevisi olacağını belirtmektedir. Ancak
Bediüzzaman “DİNSİZLİĞİN ŞAHS-I
MANEVİSİNİ TEMSİL EDEN DECCAL'İ” sözleriyle,
Deccal'in de yine “BİR
ŞAHIS OLARAK BU ŞAHSI MANEVİNİN BİZZAT BAŞINDA
BULUNACAĞINI” ifade etmektedir.
Bediüzzaman
eserlerinde, Peygamberimiz (sav)'in ahir zamanda
geleceğini müjdelediği tüm isimlerin birer
şahıs olduklarını çeşitli delillerle
açıklamıştır. Deccal de bu ahir zaman
şahıslarından biridir. Bediüzzaman
Deccal'in bir şahıs olacağını ne
kadar detaylandırarak açıkladıysa, Hz. İsa
ve Hz. Mehdi'nin birer şahıs olacakları konusunda
da aynı açıklıkta deliller ortaya koymuştur.
Kuşkusuz ki Bediüzzaman'ın bu anlatımlarından
bir kısmını farklı yorumlayıp, Hz.
İsa ve Hz. Mehdi'nin birer şahsı
manevi, ancak Deccal'in bir şahıs
olacağını düşünmek çok yanlış bir
yaklaşım olacaktır. Zira Bediüzzaman Deccal
gibi, “Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin
de BİRER ŞAHIS OLARAK geleceklerini” ısrarla
tekrarlamış ve bunları delilleriyle birlikte
açıklamıştır.
|
... Süfyan ve Mehdi
hakkındaki hadislerin ifade ettikleri mana budur
ki: ahir zamanda dinsizliğin iki
cereyanı
(akımı) kuvvet bulacak:
Birisi: Nifak perdesi altında
(inkarcı olduğu halde Müslüman gibi görünerek)
Risalet-i Ahmediyeyi (A.S.M.) (Peygamberimiz (sav)'in
elçiliğini ve yolunu) inkar edecek
SÜFYAN NAMINDA (adında) MÜDHİŞ BİR ŞAHIS108
ehl-i nifakın (münafık karakterli
kimselerin) başına geçecek, Şeriat-ı
İslamiyenin (İslam dininin) tahribine
(yıkılmasına) çalışacaktır. Ona karşı AL-İ BEYT-İ NEBEVİNİN SİLSİLE-İ NURANİSİNE (Peygamberimiz (sav)'in nurani soyuna) BAĞLANAN109
EHL-İ VELAYET (velilerin) VE EHL-İ KEMALİN (kamil iman sahiplerinin) BAŞINA GEÇECEK110
AL-İ BEYT’TEN (Peygamberimiz (sav)'in soyundan) MUHAMMED MEHDİ İSMİNDE BİR ZAT-I NURANİ (nurlu bir şahıs)111 O SÜFYANIN ŞAHS-I MANEVİSİ OLAN CEREYAN-I MÜNAFİKANEYİ (münafıklık akımını) YOK EDİP DAĞITACAKTIR.112
(Mektubat, s. 53)
|
Bediüzzaman, Peygamberimiz (sav)'in
hadislerinde, ahir zamanda inkarcı felsefelerin
yayılması için çaba harcayacak bir şahıs
olduğu bildirilen Süfyan'dan bahsetmektedir.
Bediüzzaman Süfyan'ın fitnesinin, Hz. Mehdi'nin fikri
mücadelesi ile ortadan kaldırılacağını haber vermektedir:
108) SÜFYAN NAMINDA (ADINDA)
MÜDHİŞ BİR ŞAHIS:
Peygamberimiz
(sav)'in hadislerinde bildirdiği ahir zaman
şahıslarından biri de “Süfyan”dır.
Hadislerde, Süfyan'ın özellikleri ve yürüteceği
olumsuz faaliyetler hakkında çeşitli
bilgiler verilmiştir. Bediüzzaman
da, bu sözünde Süfyan'ın yapacağı bu
faaliyetlerden bahsetmekte, onun
inkara dayalı mücadelesinin Hz. Mehdi vesilesiyle
son bulacağını bildirmektedir. Bediüzzaman,
burada kullandığı “SÜFYAN
NAMINDA MÜTHİŞ BİR ŞAHIS” ifadesiyle
Süfyan'ın manevi bir varlık değil, “BİR
ŞAHIS” olduğunu belirtmiştir.
Peygamberimiz (sav) de hadislerinde Süfyan’ın
fiziksel görünümü, kusurları ve hastalıkları
hakkında bilgi vererek, Süfyan’ın bir
şahıs olduğunu çok açık bir şekilde anlatmıştır.
Aynı
durum Hz. İsa ve Hz. Mehdi için de geçerlidir.
Hem Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde hem
de Bediüzzaman'ın eserlerinde Hz. İsa ve Hz.
Mehdi'nin fiziksel özellikleri,
mücadeleleri, faaliyetleri gibi
konularda çok detaylı bilgiler
verilmiştir. Böyle bir durumda Süfyan'ın bir
şahıs olacağını kabul edip, Hz. İsa veya Hz.
Mehdi'nin birer şahıs olarak ortaya çıkacaklarını
kabul etmemek akla ve mantığa uygun
değildir. Peygamberimiz (sav)'in
hadislerinde bildirilen tüm ahir
zaman şahısları “BİRER FERT” olarak
ortaya çıkacaklardır ve onların
vesilesiyle ahir zamanda insanlık çok
büyük olaylara tanıklık edecektir. Hz. Mehdi,
Süfyan'ın İslam aleminde yaptığı manevi tahribatı
bizzat ortadan kaldıracak, İslam ahlakının ve
Peygamberimiz (sav)'in
sünnetinin yeniden canlanmasını ve dünya çapında
yayılmasını sağlayacaktır. Bediüzzaman
da bu sözünde bu gerçeği dile getirmiş,
“SÜFYAN NAMINDA MÜTHİŞ BİR ŞAHIS”
olarak bahsettiği Süfyan’ın, yine “BİR
ŞAHIS olduğunu bildirdiği Hz. Mehdi
vesilesiyle fikren etkisiz hale
getirileceğini” bildirmiştir.
|
109) AL-İ BEYT-İ
NEBEVİNİN SİLSİLE-İ NURANİSİNE (PEYGAMBERİMİZ
(SAV)'İN NURANİ SOYUNA) BAĞLANAN:
Bediüzzaman “AL-İ
BEYT-İ NEBEVİNİN SİLSİLE-İ NURANİSİNE BAĞLANAN”
sözleriyle “Hz. Mehdi'nin, Peygamber
Efendimiz (sav)'in soyundan olan
mübarek BİR ŞAHIS olduğunu” bildirmektedir.
Bir şahsı manevinin belirli bir soyunun olması
akla ve mantığa hiçbir şekilde uygun değildir.
Ancak bir insanın peygamber soyundan
geleceğinden bahsedilebilir.
Bediüzzaman da bu sözüyle bu
gerçeği bir kez daha vurgulayarak Hz.
Mehdi'nin bir şahsı manevi olmadığını, Peygamberimiz
(sav)'in soyundan olan “BİR
ŞAHIS” olduğunu ifade etmektedir.
|
110) EHL-İ VELAYET (VELİLERİN) VE
EHL-İ KEMALİN (KAMİL İMAN SAHİPLERİNİN) BAŞINA GEÇECEK:
Bediüzzaman, “EHL-İ
VELAYET (VELİLERİN) VE EHL-İ KEMALİN (KAMİL
İMAN SAHİPLERİNİN) BAŞINA GEÇECEK”
sözleriyle, Hz. Mehdi'nin ortaya
çıktığında, alimlerin liderliğini
üstleneceğini haber vermektedir.
Hz. Mehdi, Allah'ın pek çok ilim ve hikmetle
nimetlendirdiği, çok üstün ahlaklı mübarek
bir şahıstır. Hz. Mehdi'nin ahlakının ve
imanının üstünlüğü pek çok hadiste detaylı
olarak tarif edilmektedir. Bu kutlu zat,
ortaya çıktığında hem devrinin
müceddidi (her yüzyıl başında dini
hakikatleri devrin ihtiyacına göre
ders vermek üzere gönderilen büyük
İslam alimi, yenileyici) hem de müçtehidi
(ihtiyaç oluştuğunda ayetlerden hüküm çıkaran büyük İslam alimi ve önderi)
olacak, dini Peygamber Efendimiz
(sav) dönemindeki özüne
döndürecektir. Bu üstün özellikleri
nedeniyle kendisi tüm alimlerin önderi konumunda
olacaktır. Kuşkusuz ki bir şahsı manevinin
alimlerden, velilerden ve kamil iman
sahiplerinden oluşan bir topluluğun
lideri vasfını taşıması söz konusu
değildir. Ancak bir insan, böyle
bir liderlik görevini üstlenebilir. Bediüzzaman
da bu sözleriyle bu gerçeği dile getirmiş,
Hz. Mehdi'nin bizzat mümin topluluğunun lideri
vasfını taşıyacak üstün vasıflı “BİR
ŞAHIS” olduğunu ifade etmiştir.
|
111)
AL-İ BEYT’TEN (PEYGAMBERİMİZ
(SAV)'İN SOYUNDAN) MUHAMMED MEHDİ
İSİMLİ BİR ZAT-I NURANİ (NURLU BİR ŞAHIS):
Bediüzzaman,
bu ifadesiyle Hz. Mehdi hakkında birkaç önemli
bilgi birden vermektedir. Öncelikle
Bediüzzaman “AL-İ BEYT’TEN”
ifadesiyle bir kez daha Hz. Mehdi'nin
“PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN SOYUNDAN
GELEN BİR ŞAHIS OLDUĞUNU” belirtmiştir.
Bunun
yanı sıra “MUHAMMED MEHDİ
İSİMLİ” sözleriyle Hz. Mehdi'nin ismi
hakkında da bilgi vermiştir.
Bediüzzaman Peygamberimiz (sav)'in hadislerine
dayanarak verdiği bu bilgiyle, Hz. Mehdi'nin
bir şahsı
manevi olmadığını, “İSMİ İLE MÜJDELENMİŞ
BİR ŞAHIS OLDUĞUNU” ifade etmiştir.
Bediüzzaman “BİR
ZAT-I NURANİ” ifadesiyle
ise, Hz. Mehdi'nin “NURANİ BİR ZAT” olduğunu
bildirmektedir. Eğer Bediüzzaman Hz. Mehdi’nin
bir şahsı manevi olduğunu vurgulamak isteseydi
burada “bir zat-ı nuraniden” değil, “şahsı
manevi-i nuraniden”
bahsederdi. Ancak Bediüzzaman böyle bir şey söylememiş,
“bir zat-ı nurani” demiştir. Ayrıca
burada kullanılan “BİR” kelimesi
de bu konuyu bir başka açıdan daha açıklamakta,
Hz. Mehdi'nin “TEK
BİR ŞAHIS” olduğunu ifade etmektedir. “ZAT” kelimesi
de yine “birlik” ifade eden bir başka
şahıs ifadesidir. Bediüzzaman burada “iki
zat”, “üç zat” ya da “birileri” ifadesini
kullanmamış, Hz. Mehdi'nin açıkça “tek
bir zat” olduğunu belirtmiştir.
Bu aynı
zamanda da Bediüzzaman'ın kitabın başından
bu yana Hz. Mehdi için “5.
KEZ” kullandığı “ZAT” ifadesidir.
Çok açıktır ki Bediüzzaman, Hz. Mehdi'den bir
şahsı manevi ya da bir topluluk olarak bahsetmemektedir.
İsmini, soyunu ve nurlu bir kimse olduğunu
haber vererek, Hz. Mehdi'nin kutlu “BİR
ZAT”, “BİR KİŞİ” olduğunu
defalarca tekrarlamaktadır.
|
112) O SÜFYANIN
ŞAHS-I MANEVİSİ OLAN CEREYAN-I MÜNAFIKANEYİ
(MÜNAFIKLIK AKIMINI) YOK EDİP
DAĞITACAKTIR:
Bediüzzaman,
bu sözünde “O
SÜFYANIN ŞAHSI MANEVİSİ OLAN CEREYAN-I MÜNAFIKANEYİ
DAĞITACAKTIR” sözleriyle ahir
zaman şahıslarından olan Süfyan'ın bir şahsı
manevisi
olduğunu bildirmiştir. Süfyan'ın şahsı manevisini,
onun inkara dayalı fikir sistemi ve onu
destekleyen münafıkane ruh haline sahip
olan inkarcılar oluşturmaktadır. Ancak şu
çok açıktır ki bu şahsı manevinin
başında bir lider olarak Süfyan bizzat
bulunmaktadır. Nitekim Bediüzzaman Süfyan’ın
ve onun şahsı manevisinin iki ayrı kavram olduğunu,
Süfyan’ın bir şahıs olarak başta bulunacağını
eserlerinde çok açık ifadelerle haber
vermiştir. Bunlardan birinde
Bediüzzaman Süfyan’ın bir şahıs
olduğunu şöyle ifade etmiştir:
Ahir zamanın Süfyan ve Deccal gibi nifak (ikiyüzlülük) ve zındıka (küfür) başına
geçecek EŞHAS-I MÜDHİŞE-İ
MUZIRRALARI (ZARAR VEREN DEHŞETLİ
ŞAHISLARI)... (Hizmet Rehberi, s. 86)
Bediüzzaman'ın
da açıkladığı gibi Süfyan’ın bir şahsı
manevisi olacak, ancak kendisi de bizzat bu
şahsı manevinin liderliğini üstlenecektir.
Bediüzzaman, Süfyan'ın şahsı manevisiyle
birlikte, inkarı yaygınlaştırmak
için yürüteceği faaliyetlerin Hz.
Mehdi tarafından engelleneceğini bildirmiştir.
Hz. Mehdi, Süfyan'ın fitnesini fikren ortadan
kaldırıp, tam anlamıyla yok edecektir.
|
... Dinsizlik cereyanına
karşı ayrı ayrı iken mağlub olan İsevilik ve
İslamiyet; ittihad (birleşmeleri)
neticesinde, dinsizlik cereyanına
(akımına) galebe edip (galip gelip)
dağıtacak istidadında (kabiliyette) iken
ALEM-İ SEMAVATTA (gökler aleminde) CİSM-İ BEŞERİSİYLE (insani cismiyle, bedeniyle) BULUNAN113 ŞAHS-I İSA ALEYHİSSELAM114 O DİN-İ HAK CEREYANININ (hak dinin) BAŞINA GEÇECEĞİNİ115
bir Muhbir-i Sadık (doğru haber
aktaran -Peygamberimiz (sav)'in
sıfatlarından biri-), bir Kadir-i Külli
Şey’in (herşeye muktedir olan Yüce Allah’ın)
vaadine istinad ederek (dayanarak) haber vermiştir.
Madem haber vermiş, haktır; madem KADİR-İ
KÜLLİ ŞEY (herşeye muktedir olan Yüce Allah)
VA’DETMİŞ ELBETTE YAPACAKTIR...116
(Mektubat, s. 53-54)
|
Bediüzzaman, Hıristiyanların
Kuran’a dönerek İslamiyet'e tabi
olmaları ve bu iki İlahi dinin birleşmeleri
sonucunda kuvvetlenip, inkarcı felsefeleri yok
edecek bir güç kazanacaklarını anlatmaktadır. Bu
dönemde, Hz. İsa ikinci kez yeryüzüne gelip, bu kuvvetin
başına geçecektir. Bediüzzaman, Peygamberimiz (sav)’in
bu müjdeyi Allah'ın vaadine dayanarak haber
verdiğini bildirmiş, Allah’ın, vaadini kesin
olarak yerine getireceğini hatırlatmıştır:
113) ALEM-İ SEMAVATTA (GÖKLER
ALEMİNDE) CİSM-İ BEŞERİSİYLE (İNSANİ CİSMİYLE, BEDENİYLE) BULUNAN:
Bediüzzaman
bu sözünde, yakın bir gelecekte Hıristiyanlığın,
dine sonradan sokulan bazı inanç ve
uygulamalardan arınarak özüne
döneceğini ve Kuran’a tabi olacağını
anlatmaktadır. İslamiyet’e tabi olan
Hıristiyanlığın, güçlerini Müslümanlarla birleştireceklerini
ve dinsizliğe karşı ortak bir mücadele
vereceklerini bildirmektedir.
Bediüzzaman “ALEM-İ SEMAVATTA CİSM-İ
BEŞERİSİYLE BULUNAN” sözleriyle,
bedeni ile gökler aleminde bulunan Hz. İsa’nın,
yeryüzüne inerek bu mücadelenin başına geçeceğini
ifade etmektedir. Bediüzzaman bu sözlerinde
bedeni (cism-i beşerisi) ile yeryüzüne
ineceğini bildirerek, Hz. İsa'nın
mübarek zatıyla “BİR ŞAHIS” olarak
yeryüzüne geleceğini belirtmiştir.
Bediüzzaman burada “İNSAN” anlamına
gelen “BEŞER” kelimesini kullanarak
Hz. İsa'nın bir şahsı manevi değil, “madde
olarak varlığı olan bir şahıs” olduğunu
açıkça ifade etmiştir.
|
114) ŞAHS-I İSA ALEYHİSSELAM:
Bediüzzaman’ın burada
kullandığı “ŞAHS-I İSA ALEYHİSSELAM” ifadesi,
“HZ. İSA'NIN ŞAHSI” anlamına
gelmektedir. Dolayısıyla Bediüzzaman
sözleriyle Hz. İsa'nın “bir şahsı
manevi olmadığı” konusuna kesin
olarak açıklık getirmektedir. Hz. İsa ahir
zamanda bir şahıs olarak ikinci kez yeryüzüne
gelecek, Mesih Deccal'in fitnesini ortadan
kaldıracak, Hz. Mehdi ile iş birliği yapacaktır.
Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin vesile
olmasıyla İslam ahlakı bütün dünyaya
hakim olacaktır. Ahir zamanın bu
büyük müjdeleri henüz gerçekleşmemiştir,
İslam alemi tarafından bu kutlu gelişmelerin
gerçekleşmesi beklenmektedir. Bediüzzaman da
bu ifadesiyle, Hz. Mehdi'nin geçmiş dönemde
çıktığı iddiasının yanlışlığını ortaya
koymaktadır. Çünkü henüz, Hz. İsa’nın
gelişi ve Hz. Mehdi ile olan
ittifakı gerçekleşmemiş, Mesih
Deccal'in fitnesi tam anlamıyla ortadan kaldırılmamıştır.
Kuşkusuz ki böylesine geniş çaplı gelişmeler
bütün dünyanın gözleri önünde cereyan
edecektir. Kitle iletişim araçları
vasıtasıyla herkesin anında haberdar
olacağı ve yaşayacağı bu büyük
değişim, ne Bediüzzaman'ın devrinde ne de bir
başka zaman diliminde yaşanmamıştır.
|
115) O DİN-İ HAK CEREYANININ (HAK DİNİN) BAŞINA GEÇECEĞİNİ:
Bediüzzaman, “O DİN-İ
HAK CEREYANININ BAŞINA GEÇECEĞİNİ” sözleriyle
Hz. İsa'nın, yeniden yeryüzüne
geldiğinde gerçek İsevilerin lideri
olacağını bildirmektedir. Hz.
İsa'nın gelişiyle, Hıristiyanlık batıl
inanış ve hükümlerinden arınacak ve Kuran’a
tabi olacaktır. Bediüzzaman’ın Hz.
İsa'yla ilgili olarak haber verdiği tüm bu
gelişmeler, Hz.
Mehdi'nin çıktığı aynı dönemlerde
gerçekleşecektir. Ancak ne Hz. İsa'nın
yeryüzüne ikinci kez gelişi ve tüm
İsevilerin liderliğini üstlenmesi ne de
Hıristiyanların dinlerini batıl inanç ve
uygulamalardan arındırarak İslam’a yönelmeleri
henüz gerçekleşmemiştir. Bu gelişmelerle birlikte
Hz. İsa'nın Hz. Mehdi ile olan birlikteliği
de henüz gerçekleşmiş değildir.
Dolayısıyla Bediüzzaman, verdiği tüm
bu bilgilerle bize Hz. Mehdi'nin
geçmiş dönemlerde gelmemiş olduğunu,
beklenen tüm bu gelişmelerin de Hz. Mehdi'nin
çıkışının en açık alametlerinden olacağını
müjdelemektedir.
|
116) KADİR-İ KÜLLİ ŞEY (HERŞEYE
MUKTEDİR OLAN YÜCE ALLAH) VA’DETMİŞ ELBETTE YAPACAKTIR:
Bediüzzaman,
bu kutlu olayların gerçekleşmesinin Yüce
Allah'ın bir vaadi olduğuna dikkat çekmektedir.
Allah Kuran’da
tüm inananları, İslam ahlakının yeryüzüne hakim
olacağı konusunda müjdelemektedir. Allah’ın
bu vaadi bir ayette şöyle
bildirilmiştir:
Allah, içinizden
iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara
va'detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri
nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa,
onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar
sahibi' kılacak, kendileri için seçip
beğendiği dinlerini kendilerine
yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından
sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca
Bana ibadet ederler ve Bana hiçbir şeyi ortak
koşmazlar. Kim bundan sonra inkar ederse,
işte onlar fasıktır. (Nur Suresi, 55)
Kuran'da Allah'ın vaadini
muhakkak yerine getireceği ise şu şekilde
haber verilmektedir:
(Bu,)
Allah'ın va’didir; Allah,
vadinden geri dönmez. Ancak insanların
çoğu bilmezler. (Rum Suresi, 6)
... Doğrusu Allah, va'dinden cayıp-dönmez. (Al-i İmran Suresi, 9)
... Şüphesiz Allah, verdiği sözden dönmez. (Rad Suresi, 31)
Allah’ın Kuran ayetlerinde
bildirilen bu müjdeli vaadleri inşaAllah
gerçekleşecektir. Bediüzzaman da
sözlerinde Kuran’daki bu bilgilere
dayanarak çok kesin bir ifade kullanmış,
Allah’ın izniyle ahir zamanda bu olayların “KESİN
OLARAK GERÇEKLEŞECEĞİNİ” hatırlatmıştır.
Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde ve Bediüzzaman'ın
sözlerinde ahir zamanla ilgili bildirilen
gelişmeler bugüne kadar
gerçekleşmemiştir. Nitekim Bediüzzaman “YAPACAKTIR” ifadesiyle “olmuş
ya da olmakta olan” bir olayı değil,
“İLERİDE OLACAK” olan
bir olayı anlatmaktadır. Hz. İsa henüz ikinci
kez yeryüzüne gelmemiştir. Bu mübarek şahsın
ikinci kez gelişini tüm İslam ve Hıristiyan
alemi beklemektedir. Hz. Mehdi ile
olan ittifakı da henüz
gerçekleşmemiştir. Bediüzzaman da bu sözlerinde
bu gerçeği hatırlatmış, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin
kendisinden “DAHA İLERİKİ
BİR ZAMANDA GELECEKLERİNİ” müjdelemiştir.
|
Evet HER VAKİT SEMAVATTAN MELAİKELERİ (gökyüzünden melekleri) YERE GÖNDEREN117
ve bazı vakitte insan suretine
vaz'eden (şekline sokan) (Hazret-i
Cibril'in "Dıhye" suretine girmesi
gibi) ve ruhanîleri (cisim olmayıp
gözle görülmeyen varlıkları; cin ve melekleri)
âlem-i ervahtan (ruhlar aleminden) gönderip
beşer suretine (insan şekline) temessül ettiren
(sokan, cisimleyen), hattâ ölmüş evliyaların
çoklarının ervahlarını (ruhlarını)
cesed-i misaliyle (varlığı maddi
olmayan fakat cinsinin cesedine
benzeyen beden) dünyaya gönderen bir
Hakîm-i Zülcelal (herşeye muktedir olan Yüce
Allah), HAZRET-İ İSA
ALEYHİSSELAM’I, İSA DİNİNE AİT EN MÜHİM
BİR HÜSN-Ü HATİMESİ (güzel neticesi) İÇİN118, değil SEMA-İ DÜNYADA (gökler aleminde) CESEDİYLE (insani bedeniyle) BULUNAN VE HAYATTA OLAN HAZRET-İ İSA119,belki ALEM-İ AHİRETİN (ahiret aleminin) EN
UZAK KÖŞESİNE GİTSEYDİ VE HAKİKATEN
ÖLSEYDİ, YİNE ŞÖYLE BİR NETİCE-İ
AZÎME (büyük bir sonuç) İÇİN
ONA YENİDEN CESED GİYDİRİP DÜNYAYA
GÖNDERMEK, O HAKÎM'İN HİKMETİNDEN UZAK
DEĞİL120... belki O’nun
hikmeti öyle iktiza ettiği için
(gerektiği için) VA'DETMİŞ VE VA'DETTİĞİ İÇİN ELBETTE GÖNDERECEK121
(Mektubat, s. 56-57)
|
Bediüzzaman, bir kez daha Hz. İsa'nın
ikinci kez yeryüzüne gelişinin muhakkak
gerçekleşeceğini bildirmekte ve meleklerin
konumunu örnek vererek bu konuyu
açıklamaktadır:
117) HER VAKİT
SEMAVATTAN MELAİKELERİ (GÖKYÜZÜNDEN MELEKLERİ)
YERE GÖNDEREN:
Hz.
İsa'nın ahir zamanda yeniden dünyaya dönecek
olması Rabbimiz'in mucizelerinden biridir.
Bediüzzaman sözleriyle Kuran'da ve hadislerde
haber verilen bu açık gerçeği dile
getirmekte ve Hz. İsa'nın Allah’ın
izniyle yeryüzüne ikinci kez
gelişinin kesin bir gerçek olduğunu
açıklamaktadır. Bediüzzaman,
meleklerin de Allah'ın izniyle gerektiğinde
yeryüzüne geldiklerini söylemekte, Hz. İsa'nın
da, Allah'ın takdir ettiği vakit geldiğinde,
yeryüzüne geri döneceğini ve Rabbimiz'in elçisi
olarak insanları gerçek din ahlakına
davet edeceğini anlatmaktadır.
Melekler, insanların
bildiği zaman ve mekan boyutundan farklı bir
boyutta yaşarlar. Meleklerin yaşadığı
boyutun, bizim bildiğimiz kavramların
dışında olduğuna işaret eden bir ayet
şu şekildedir:
(Bu azap) Yüce makamlar
sahibi olan Allah'tandır. Melekler ve Ruh
(Cebrail), O'na, süresi elli bin yıl
olan bir günde çıkabilmektedir. (Mearic
Suresi, 3-4)
Ayette
bildirilen "elli bin yıl olan
bir gün" ifadesi, meleklerin bizim
sınırlı olduğumuz zaman kavramı ile sınırlı olmadıklarını
göstermektedir. Ayrıca insanın bildiği zaman
kavramının ötesinde bir yaşam daha olduğunun
ve bu yaşamın dünyadakine benzer bir
zaman veya mekan kavramına bağımlı
olmadığının delillerinden biridir. Hz.
İsa'nın da böyle bir boyutta yaşıyor
olması mümkündür. (En doğrusunu Allah bilir.)
Meleklerin, Allah'ın dilediği vakitte takdir
ettiği bir iş için dünyaya geliyor olmaları
ise, diğer boyutlardan bizim boyutumuza
geçişin Rabbimiz'in izin vermesiyle
mümkün olduğunu göstermektedir.
Kuran'da meleklerin, kimi zaman Allah'ın insanlara
vahyini iletmek, kimi zaman da müminlere yardım
etmek ve onlara destek olmak için Allah'ın izniyle
yeryüzüne indikleri bildirilmektedir:
Sen
müminlere: “Rabbiniz'in size
meleklerden indirilmiş üç bin kişiyle yardım
iletmesi size yetmez mi?” diyordun. (Al-i
İmran Suresi, 124)
Kullarından
dilediklerine, melekleri emrinden olan ruh
ile indirir: "Ben’den
başka İlah yoktur, şu halde Ben’den korkup-sakının"
diye uyarın. (Nahl Suresi, 2)
Ayrıca, Kuran'da Hz.
İbrahim'e ve Hz. Lut'a meleklerin elçiler olarak
gelip kavimlerine gelecek azabı haber
verdikleri; Hz. Zekeriya'ya gelip onu
bir çocuk ile müjdeledikleri; Hz.
Meryem'e gelip kendisinin seçkin kılındığını
ve Hz. İsa'nın doğumunu haber verdikleri bildirilmektedir.
Kuran-ı Kerim'in Peygamberimiz Hz. Muhammed
(sav)'e Cebrail aracılığı ile
vahyedilişi ve Efendimiz (sav)'in
Cebrail'i görmesi de anlatılmaktadır.
Bediüzzaman
da meleklerin bu konumunu örnek vererek, Hz.
İsa'nın ahir zamanda insani bedeniyle ikinci
kez yeryüzüne gelişinin Allah’ın
adetullahına uygun olduğunu ve Allah’ın
bu vaadinin gerçekleşeceğini bildirmektedir.
|
118) HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM’I,
İSA DİNİNE AİT EN MÜHİM BİR HÜSN-Ü HATİMESİ (GÜZEL NETİCESİ) İÇİN:
Bediüzzaman “HZ.
İSA DİNİNE AİT MÜHİM BİR HÜSN-Ü HATİMESİ
İÇİN” sözleriyle Rabbimiz'in “ÖNEMLİ
BİR GÜZEL NETİCE” için Hz. İsa'yı
ikinci kez yeryüzüne göndereceğini
müjdelemektedir. Hz. İsa'nın
yeniden yeryüzüne gelmesiyle,
Hıristiyanlık batıl olan bütün inanış ve
uygulamalarından arınacak ve İslam’a
dönecektir. Bu vesileyle, Hıristiyanlık Hz.
İsa'ya vahyedilmiş hak haline dönecek, Müslümanlarla
gerçek İseviler arasında ittifak
gerçekleşecek, bu hak ittifak
yeryüzüne barış ve huzur getirecektir.
|
119) SEMA-İ DÜNYADA
(GÖKLER ALEMİNDE) CESEDİYLE (İNSANİ BEDENİYLE)
BULUNAN VE HAYATTA OLAN HAZRET-İ İSA:
Bediüzzaman, bu sözleriyle
Hz. İsa'nın da tıpkı melekler gibi, Allah
Katında diri olduğunu ve Allah'ın
takdir ettiği vakit geldiğinde
yeryüzüne geleceğini söylemektedir.
Melekler, Allah'ın dilemesiyle çeşitli dönemlerde
yeryüzüne inmekte ve tekrar Allah Katına çıkmaktadırlar.
Ancak onların Allah Katına çıkıyor
olmaları, elbette dünyada bizim
bildiğimiz kavramlara göre yok
olmaları anlamına gelmemektedir. Sadece
başka bir boyuta geçmekte, bizim kavrayışımız
dışında yaşamlarına devam etmektedirler. Benzer
bir şekilde Hz. İsa'nın Allah Katına alınmış
olması da, öldüğü anlamına gelmez.
Nitekim, pek çok ayette Hz. İsa'nın
ölmediği açık olarak bildirilmekte,
hadislerle de bu gerçek bir kez daha
teyit edilmektedir. Hz. İsa da bizim
kavrayamadığımız bir boyutta diridir. Ayrıca,
meleklerin iki boyut arasında, Allah'ın dilemesiyle,
hareket ediyor
olmaları, Rabbimiz dilediği takdirde bunun
çok kolay olduğunu göstermektedir. Hz. İsa
da, Allah'ın takdir ettiği vakit
geldiğinde, yeryüzüne geri dönecek ve
Rabbimiz'in elçisi olarak insanları
gerçek din ahlakına davet edecektir.
Bediüzzaman da bu sözleriyle bu gerçeği
dile getirmektedir. Bediüzzaman “SEMA-İ
DÜNYADA CESEDİYLE BULUNAN VE HAYATTA OLAN HAZRET-İ
İSA” sözleriyle Hz.
İsa'nın ölmediğini, halen hayatta olduğunu
ve insani bedeniyle ikinci kez yeryüzüne geleceğini
bildirmektedir. Bediüzzaman verdiği bu bilgilerle,
Hz. İsa'nın bir şahsı manevi
olmadığını açıkça ortaya koymakta, bu
mübarek peygamberin ahir zamanda
Allah’ın bir mucizesi olarak ikinci
kez “İNSANİ BEDENİYLE BİR ŞAHIS
OLARAK YERYÜZÜNE GELECEĞİNİ” müjdelemektedir.
|
120) ALEM-İ AHİRETİN (AHİRET ALEMİNİN)
EN UZAK KÖŞESİNE GİTSEYDİ VE HAKİKATEN ÖLSEYDİ,
YİNE ŞÖYLE BİR NETİCE-İ AZÎME (BÜYÜK
BİR SONUÇ) İÇİN ONA YENİDEN CESED
GİYDİRİP DÜNYAYA GÖNDERMEK, O
HAKÎM'İN HİKMETİNDEN UZAK DEĞİL:
Bediüzzaman
bu sözleriyle Rabbimiz'in gücünün sonsuz
olduğunu ve her dilediğini yapmaya Kadir
olduğunu hatırlatmakta ve Hz. İsa'nın ikinci
kez yeryüzüne gelişinin Allah’ın
izniyle kesin olarak gerçekleşeceğini
belirtmektedir. Bediüzzaman’ın, Hz.
İsa'nın gelişini Rabbimiz'in sonsuz
gücünü dile getirerek anlatması,
kuşkusuz ki bu konuda ne kadar kesin bir kanaat
taşıdığının en açık göstergelerindendir. Bediüzzaman
ayrıca burada bir örnek vermekte ve
“HAKİKATEN ÖLSEYDİ, yine şöyle bir
netice-i azime (büyük bir sonuç) için
ona YENİDEN CESED GİYDİRİP DÜNYAYA
GÖNDERMEK, O HAKİM’İN HİKMETİNDEN
UZAK DEĞİL” demektedir. Bediüzzaman
bu sözleriyle açıkça “BİR İNSAN”dan
bahsettiğini ve Hz. İsa’nın bir şahsı
manevi olmadığını ortaya koymaktadır. Rabbimiz'in
takdiriyle Hz. İsa'nın ahir zamanda “BİR
ŞAHIS” olarak ikinci kez yeryüzüne
gelişini bir kez daha müjdelemektedir.
|
121) VADETMİŞ VE VADETTİĞİ İÇİN
ELBETTE GÖNDERECEK:
Allah,
Hz. İsa'nın yeniden dünyaya geleceğini bildirmiştir.
Bu vaadini muhakkak yerine getirecektir.
Tüm bu deliller, Allah'ın gücünü ve
kudretini gereği gibi takdir
edemedikleri için Hz. İsa'nın
ölmediği ve yeryüzüne geri döneceği
gerçeğini reddetmeye çalışan kimselerin,
büyük bir yanılgı içinde olduklarının göstergesidir.
Unutmamak gerekir ki, Allah üstün güç ve kudret
sahibi, herşeye kadir olandır.
Dilediğini dilediği şekilde yaratır.
İlmi sonsuzdur. Allah'ın belirlediği
süre geldiğinde, büyük bir mucize gerçekleşecek
ve Hz. İsa dünyaya geri dönecektir. Bu gerçek,
ayetlerle ve hadislerle müjdelenmiştir ve tüm
iman edenlerin üzerinde düşünmesi gereken
bir harikadır. Bediüzzaman da
Allah’ın bu vaadini dile getirmiş,
Kuran’da bildirildiği gibi
Rabbimiz'in kesin olarak vaadinden dönmeyeceğini
hatırlatarak Hz. İsa'nın insani bedeniyle yeryüzüne
ikinci kez gelişinin “KESİN
BİR GERÇEK” olduğunu müjdelemiştir.
|
... HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM GELDİĞİ VAKİT,122 herkes ONUN HAKİKÎ ÎSA,123
olduğunu bilmek lâzım değildir. ONUN MUKARREB VE HAVASSI (derin imanlı yakın talebeleri),124 nur-u iman (imanın ışığı) ile ONU TANIR.125 Yoksa bedahet (birdenbire ve açıkça) derecesinde HERKES ONU TANIMAYACAKTIR...126
(Mektubat, s. 60)
|
Bediüzzaman, yeryüzüne ilk döndüğü
yıllarda Hz. İsa'yı tanıyabilecek insanların
sayısının çok az olacağını bildirmiştir. Buna
göre, ancak yakın çevresi ve derin iman sahibi
talebeleri Hz. İsa'yı imanlarının nuru ile
tanıyabilecek, fakat toplumun geneli onun açıkça
Hz. İsa olduğunu bilmeyecektir:
122) HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM
GELDİĞİ VAKİT:
Bediüzzaman “HZ.
İSA ALEYHİSSELAM GELDİĞİ VAKİT” sözleriyle
birkaç önemli konuya açıklık
kazandırmaktadır. Bediüzzaman
“GELDİĞİ VAKİT” ifadesiyle
öncelikle Hz. İsa'nın “KESİN OLARAK
GELECEĞİNİ” müjdelemektedir.
Buradaki “GELME” fiiliyle ise
Bediüzzaman Hz. İsa'nın “manevi bir
varlık” olmadığını “BİR ŞAHIS”
olduğunu açıklamaktadır. Bir şahsı
manevinin “gelmesi” söz konusu
değildir. Bir şahsı manevi ancak “oluşabilir”. “GELME” eylemi “bir
insanın yapabileceği bir fiil”dir.
Bediüzzaman da bu sözleriyle bu önemli farkı
vurgulamakta ve Hz. İsa'nın bir
şahıs olarak yeryüzüne geleceği
konusuna kesinlik kazandırmaktadır.
|
123) ONUN HAKİKÎ ÎSA:
Bediüzzaman, “ONUN
HAKİKİ İSA” ifadesiyle,
Hz. İsa'nın manevi bir varlık değil “BİR
İNSAN” olacağını bir kez daha
açıklamaktadır. Bediüzzaman “HAKİKİ İSA” diyerek, “BİR
KİŞİ”den
bahsetmekte, Hz. İsa’nın başka şahıslardan
olan farkını ise “HAKİKİ” kelimesiyle
netleştirmektedir. Bediüzzaman ayrıca burada
kullandığı kişilik ifade eden “ONUN” sözüyle
de Hz. İsa'nın “BİR
ŞAHIS” olduğunu bir kez daha dile
getirmektedir. Bediüzzaman, bu sözüyle
birlikte kitabın başından bu yana Hz. İsa için “3.
KEZ” “O” zamirini kullanmıştır. Hiç
şüphesiz ki bu ısrarlı tekrarlar,
Bediüzzaman'ın Hz. İsa'nın bir şahsı manevi
olmadığı konusundaki kesin kanaatini açıkça
ortaya koymaktadır.
Bediüzzaman
ayrıca buradaki “HAKİKİ
İSA” sözleriyle Hz. İsa'nın, yeryüzüne
ikinci kez gelişinde, yine hepsi birer
şahıs olan “sahte Mesihler”den farklı
olacağını vurgulamış ve bu mübarek zatın “GERÇEK
HZ. İSA” olacağını
belirtmiştir. Hz. İsa geldiğinde, Kuran ayetlerinde
ve Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde bildirilen
işaretlere uygun özellikleriyle, bu sahte
mesihlerden ayırt edilecek ve
Bediüzzaman'ın belirttiği gibi “hakiki
Hz. İsa” olacaktır.
|
124) ONUN MUKARREB VE HAVASSI
(DERİN İMANLI YAKIN TALEBELERİ):
Bediüzzaman
bu sözünde “ONUN” ifadesiyle
Hz. İsa için “4. KEZ”
“O” ifadesini kullanmış
ve “BİR ŞAHIS” olduğuna
yeniden dikkat çekmiştir. Aynı ifadeyi tam
4 kez tekrarlamış olması, Hz. İsa'nın bir şahsı
manevi olmadığı konusunda Bediüzzaman'ın görüşlerinin
de ne kadar açık olduğunu ortaya
koymaktadır.
Bunun
yanı sıra Bediüzzaman burada “MUKARREB VE
HAVASSI” diyerek Hz. İsa'nın “DERİN
İMANLI YAKIN TALEBELERİ” olacağından
bahsetmiştir. Bir şahsı manevinin “talebeleri”
ya da “yakın çevresi” olacağından
bahsedebilmek hiçbir şekilde mümkün değildir.
Ancak bir insanın talebeleri olabilir. Kuşkusuz
Bediüzzaman da bu gerçeği çok iyi
bilmektedir. Hz. İsa'nın talebelerinden
bahsederek, onun bir şahsı manevi
olmadığını Müslümanlara açıklamakta,
mübarek şahsıyla talebelerinin başında bizzat
bulunacağını haber vermektedir.
|
125) ONU TANIR:
Bediüzzaman
burada geçen “ONU” kelimesiyle,
Hz. İsa için “5. DEFA” “O” zamirini
kullanmakta ve yine Hz. İsa'nın “BİR
ŞAHIS” olarak geleceğini
ifade etmektedir. Bediüzzaman'ın
kullandığı “TANIR” ifadesi ise, bu
konuyu hiçbir itiraza yer bırakmayacak
şekilde netleştirmektedir. “TANIMA” durumu
ancak “BİR İNSAN”, “BİR ŞAHIS”
için söz konusu olabilir. “Yakın
çevresinin bir şahsı maneviyi tanıması” elbette
ki mümkün değildir. Ancak Bediüzzaman derin
imanlı yakın talebelerinin imanın nuru ile
Hz. İsa'yı tanıyabileceklerini belirtmektedir.
Bediüzzaman bu bilgiyi verirken
elbette ki bu gerçeklerin
farkındadır. Bediüzzaman bu
açıklamaları son derece bilinçli bir şekilde
yapmış ve bu yolla Hz. İsa'nın, iman sahipleri
tarafından tanınabilecek “BİR
ŞAHIS” olduğunu kesin olarak delillendirmiştir.
|
126) HERKES ONU TANIMAYACAKTIR:
Bediüzzaman “HERKES
ONU TANIMAYACAKTIR” sözleriyle
Hz. İsa'yı ilk geldiği yıllarda herkesin bilip
anlayamayacağını, dolayısıyla toplumun
genelinin onu tanıyamayacağını ifade
etmektedir. Bediüzzaman bu sözleriyle
yukarıda anlatılan ve insanlara ait
bir durum olan “TANINMA” özelliğine
bir kez daha dikkat çekmektedir. Eğer
Bediüzzaman Hz. İsa'nın bir şahsı manevi olduğu
kanaatinde olsaydı, böyle bir açıklama
yapmaz. Hz. İsa'nın tanınmasından
bahsetmezdi. Ama Bediüzzaman “ONU”
kelimesiyle Hz. İsa'nın “BİR
ŞAHIS” olduğunu
belirtmiş ve sonra da açıkça onu kimlerin
tanıyamayacağını açıklayarak, bu durumu
bir kez daha vurgulamıştır.
Ayrıca
bu Bediüzzaman'ın Hz. İsa'dan bahsederken “6. DEFA” kullandığı
“O” zamiridir. Bediüzzaman Hz. İsa'dan
bahsettiği hemen her sözünde
tekrarladığı bu vurgularıyla, Hz. İsa'nın
Allah’ın bir mucizesi olarak yeniden yeryüzüne “BİR
ŞAHIS” olarak gelişi konusunda hiçbir
şüphesi olmadığını tüm Müslümanlara müjdelemektedir.
|
Çok
zaman evvel bir ehl-i velayetten (veli şahıstan)
işittim ki; o zat, eski velilerin gaybi
işaretlerinden istihrac etmiş
(manasını ortaya çıkarmış) ve kanaati
gelmiş ki: ‘Şark tarafından bir nur
zuhur edecek (ortaya çıkacak), bidatlar
zulümatını (dine sonradan girmiş hurafeleri)
dağıtacak. BEN BÖYLE BİR NURUN ZUHURUNA (ortaya çıkışını) ÇOK İNTİZAR ETTİM (gözledim) VE EDİYORUM.127
FAKAT ÇİÇEKLER BAHARDA GELİR.128 ÖYLE
İSE O KUDSİ ÇİÇEKLERE ZEMİN HAZIR ETMEK LAZIM
GELİR.129 VE ANLADIK Kİ, BU
HİZMETİMİZLE O NURANİ ZATLARA (nurlu şahıslara) ZEMİN İZHAR EDİYORUZ (hazırlıyoruz).130
(Mektubat, s. 371)
|
Bediüzzaman, Hz.
Mehdi ve yardımcılarını “baharda gelecek
kudsi çiçekler” olarak nitelendirmiş, kendisinin
ise, “yaptığı hizmetlerle bu mübarek şahsa
zemin hazırlayan bir öncü” olduğunu
belirtmiştir:
127) BEN BÖYLE
BİR NURUN ZUHURUNA (ORTAYA ÇIKIŞINI) ÇOK İNTİZAR
ETTİM (GÖZLEDİM) VE EDİYORUM:
Bediüzzaman, “bir
nur” olarak ifade ettiği ahir
zamanda gelecek olan Hz. Mehdi'nin ortaya
çıkışını çok gözlediğini ve hala da gözlemekte
olduğunu ifade etmektedir.
Bediüzzaman bu sözleriyle çok açık
bir şekilde kendisinin Hz. Mehdi
olmadığını ve kendisinin de bu
mübarek şahsın çıkışını büyük bir heyecanla
gözlediğini belirtmektedir. Yalnız Bediüzzaman
değil, sahabeler döneminden itibaren milyonlarca
samimi Müslüman, İslam alimleri,
mezhep imamları, müçtehidler Hz.
Mehdi ve beraberindeki müminlere
karşı derin bir sevgi beslemişlerdir. 1400
yıldır bu mübarek zatı sevgi ve saygıyla
anmışlardır. Ona ve cemaatine dua etmişler,
onlar için Allah’tan yardım dilemişlerdir.
Hz. Mehdi ve cemaati gelmiş geçmiş tüm
Müslümanların ortak dostudur. Tüm
inananlar için şevk ve heyecan
vesilesidir. Bediüzzaman da sözlerinde
bu bakış açısını dile getirmekte, kendisinin
de büyük bir heyecan ve sevgiyle Hz. Mehdi'nin
gelişini beklediğini ifade etmektedir.
Bediüzzaman, burada kullandığı “ÇOK
İNTİZAR ETTİM VE EDİYORUM” yani
“ÇOK GÖZLEDİM VE GÖZLÜYORUM”
sözleriyle bu durumu dile getirmiş,
ancak hayatta olduğu süre
içerisinde bu kutlu şahsın çıkışının
gerçekleşmediğini bildirmiştir.
|
128) FAKAT ÇİÇEKLER BAHARDA GELİR:
Bediüzzaman
ahir zamanda gelecek Hz. Mehdi ve cemaatine
karşı içten ve derin bir sevgi sahibidir.
Hz. Mehdi ve yanındakilerin güzel
ahlakını ve mücadelelerini
“ÇİÇEKLER”e benzetmekte ve onların
baharda, yeryüzünün tüm
güzelliklerinin ortaya çıktığı dönemde
geleceklerini anlatmaktadır. Bediüzzaman, Hz.
Mehdi'nin geleceği dönemi karanlık kara bir
kışın ardından gelen aydınlık, güneşli, güzelliklerle
dolu bir bahara benzetmektedir.
Bediüzzaman'ın çiçek benzetmesi bu
dönemde yaşanacak huzur, barış,
adalet ve güzellikleri anlatmak için
yapılmış çok güzel bir örneklendirmedir. Bediüzzaman
bu bahar döneminin çok yakın olduğunu bildirmektedir.
Bir başka açıklamasında ise kendisinin
"acele edip kışta geldiğini"
belirtmiş; nasıl kışın hemen ardından
bahar geliyorsa, ahir zamanda
gelecek mübarek şahıs ve cemaatinin de, kendisinden
hemen sonra baharı getireceğini müjdelemiştir.
Bediüzzaman bu sözleriyle çok açık bir şekilde
kendisinin Hz. Mehdi olmadığını,
ancak bu mübarek zata ortam
hazırlayan bir öncüsü olduğunu ifade
etmiştir.
|
129) ÖYLE İSE O KUDSİ ÇİÇEKLERE
ZEMİN HAZIR ETMEK LAZIM GELİR:
Bediüzzaman
bir kez daha “KUDSİ ÇİÇEKLER” sözleriyle
bahsettiği Hz. Mehdi ve talebelerine karşı
olan sevgisini dile getirmiş, Hz. Mehdi'nin
gelişini çok gözlediğini ve halen de
gözlemeye devam
ettiğini belirtmiştir. Bu durumda gelecek olan
şahıslara, yani Hz. Mehdi ve cemaatine
zemin hazırlamak gerektiğini söyleyen
Bediüzzaman,kendisinin ve cemaatinin bu
görevi üstlendiğini ifade etmiştir.
Onlardan önce gelip
onlar için ön bir hizmet ve hazırlık yaptığını
söyleyerek, Hz. Mehdi'nin kendisinden
sonra gelecek bir şahıs olduğunu bir
kez daha dile getirmiştir.
|
130) VE ANLADIK Kİ BU HİZMETİMİZLE
O NURANİ ZATLARA (NURLU ŞAHISLARA)
ZEMİN İZHAR EDİYORUZ (HAZIRLIYORUZ):
Bediüzzaman "ANLADIK
Kİ" sözleriyle,
kendisinin Hz. Mehdi olmadığı, ancak yaptığı
hizmetlerle bu mübarek kişiye zemin hazırlamakta
olduğu konusundaki kanaatini dile getirmektedir.
“ANLADIK Kİ” ifadesi, Bediüzzaman'ın
kalbine gelen gerçeği ve
Bediüzzaman'ın bu gerçeğe net ve
samimi olarak inandığını göstermektedir.
Bediüzzaman bu kelimeyle, tevazu gereği böyle
bir söz söylemediğini, delilleriyle açıkça
ortada olan bu konuda kesin kanaatini ifade
ettiğini ortaya koymaktadır.
Bediüzzaman
bu sözünde "HİZMETİMİZLE" diyerek çoğul
bir ifade kullanmıştır. Demek ki Bediüzzaman
bu hizmette tek başına değildir; kendisine yardımcı
olan Nur cemaati de vardır.
Bediüzzaman "hizmetimizle" derken tüm
Nur talebelerini de bu hizmete dahil
etmektedir.
Ayrıca Bediüzzaman burada “O
NURANİ ZATLARA” sözleriyle, Hz.
Mehdi ve talebelerinin “BİRER
ŞAHIS” olduklarını yeniden vurgulamaktadır.
Bu, Bediüzzaman’ın Hz. Mehdi'den bahsederken “10.
KEZ” kullandığı “O” zamiridir. “ZAT” kelimesini
ise Bediüzzaman kitabın başından bu yana Hz.
Mehdi için “6. KEZ” kullanmıştır.
|
Ahir zamanın en büyük fesadı zamanında, elbette EN BÜYÜK BİR MÜÇTEHİD
(ihtiyaç oluştuğunda ayetlerden hüküm
çıkaran büyük İslam alimi)131 hem EN BÜYÜK BİR MÜCEDDİD
(her yüzyıl başında dini hakikatleri
devrin ihtiyacına göre ders vermek
üzere gönderilen büyük İslam alimi,
yenileyen, yenileyici),132 hem HAKİM,133 hem MEHDİ134 hem MÜRŞİD (doğru yolu gösteren kişi)135 hem KUTB-U AZAM
(Müslümanların kendisine bağlandıkları
büyük evliyalardan, zamanın en büyük mürşidi)136 olarak BİR ZAT-I NURANİYİ (nurlu bir zatı) GÖNDERECEK137 ve O ZAT138 da, EHL-İ BEYT-İ NEBEVİDEN (Peygamberimiz (sav)’in soyundan) OLACAKTIR.139
Cenab-ı Hak bir dakika zarfında
beyn-es sema vel-arz alemini (yer ile
gök arasındaki alemi) bulutlarla
doldurup boşalttığı gibi bir saniyede denizin
fırtınalarını teskin eder (dindirir) ve bahar
içinde bir saatte yaz mevsiminin numunesini (örneğini)
ve yazda bir saatte kış fırtınasını icad
eden KADİR-İ ZÜLCELAL (herşeye muktedir olan Yüce Allah) HZ. MEHDİ İLE DE, ALEM-İ İSLAM’IN (İslam aleminin) ZULÜMATINI (zulüm devrini, karanlığını) DAĞITABİLİR. VE VA’DETMİŞTİR VAADİNİ ELBETTE YAPACAKTIR.140
(Mektubat, s. 411-412)
|
Bediüzzaman ahir
zaman alametlerinin şiddetlendiği dönemde Allah’ın
insanların kurtuluşuna vesile olması için Peygamberimiz
(sav)'in soyundan nurani bir şahıs olan Hz. Mehdi'yi
göndereceğini bildirmiş ve bu kutlu zatı
geçmiş dönemlerdeki müceddidlerden ayıran
özellikleri anlatmıştır:
131) EN BÜYÜK BİR MÜÇTEHİD: ve
132) EN BÜYÜK BİR MÜCEDDİD:
Peygamberimiz
(sav) hadislerinde her yüzyıl başında insanlara
din ahlakını ve hükümlerini anlatan, dönemin
ihtiyaçlarına göre açıklamalarda bulunan
bir müceddid gönderileceğini
bildirmiştir. Örneğin İmam-ı Rabbani
1000. Hicri yılın müceddididir. Mevlana
Halid-i Bağdadi Hicri 1193 (Miladi 1779)
yılında doğmuş, Hicri 1242 yılında (Miladi 1827)
vefat etmiştir. Dolayısıyla bu mübarek insan
ittifakla Hicri 12. ve 13. asırlar arasındaki
müceddiddir. Bediüzzaman Said Nursi ise
Mevlana Halid-i Bağdadi’den tam 100
sene sonra, Hicri 1293 (Miladi 1878)
yılında doğmuştur. Vefatı ise Hicri
1379 (Miladi 1960) yılıdır. Bediüzzaman
da Hicri 12. asrın müceddidi Mevlana Halid’den
tam yüz sene sonra yayınlanan Risale-i Nur’un
müellifi (yazarı) olması sebebiyle kendisinin
de 13. ve 14. asırlar arasındaki müceddid
olduğunu belirtmiştir.
Bediüzzaman,
Hz. Mehdi’nin ise
kendisinden sonra geleceğini -tarih vererek-
bildirmiş, Hicri 14. ve 15. yüzyıllar arasındaki "müceddid"in
Hz. Mehdi olacağını müjdelemiştir.
Bediüzzaman bu sözünde de Hz. Mehdi
için "EN BÜYÜK MÜCEDDİD ve EN
BÜYÜK MÜÇTEHİD" sıfatlarını kullanmaktadır.
"MÜCEDDİD" dini hakikatleri devrin
ihtiyaçlarına göre açıklayan, "MÜÇTEHİD" de
ihtiyaç oluştuğunda ayetlerden hüküm çıkaran
büyük İslam alimi ve önderidir. Bu vasıftaki
büyük zatlar, İslam toplumlarına örnek olmuş,
yol göstermiş, zamanın kutbu olmuş önderlerdir.
Bu önderlerden kimi içtihat etme (hükümleri usulüne uygun olarak Kuran ve hadislerden istifade ile ortaya koyma)
ve hüküm verme vasıflarından dolayı
"mezhep önderleri" olmuşlardır;
Müslümanlar da onlara uymuşlardır.
İmam
Hanefi, İmam Şafi, İmam Hanbeli, İmam Maliki
bu önderlerden olup 4 mezhebin kurucularıdır.
Bütün ehl-i sünnet onların verdiği hükümlerle
amel etmektedir. Bediüzzaman bu
"müçtehid ve müceddid"lerin en
büyüklerinin ise Hz. Mehdi olacağını ifade
etmiştir. Bu da Hz. Mehdi'nin içtihat etme
(hükümleri usulüne
uygun olarak Kuran ve hadislerden istifade ile
ortaya koyma) ve hüküm vermeye en yetkili
kişi olarak, kendisinin de “tüm
mezhepleri kaldıracağını” göstermektedir.
Zira en büyük mezhep imamı olduğuna göre zaten
tüm diğer mezhepleri kaldırması gerekir. Zamanında
herkesin ona uyacağının bildirilmiş
olması da bunu doğrulamaktadır.
Bediüzzaman
Hz. Mehdi'nin “en büyük
müceddid ve müçtehid” olduğunu
söyleyerek onun tüm mezheplerin üstünde olacağını
ifade etmiştir. Geçmişten günümüze pek çok
İslam alimi eserlerinde bu konuya değinmişlerdir.
İslam tarihinin en büyük alimlerinden
biri olan Muhyiddin Arabi ise
"Fütühat-ül Mekkiye" isimli eserinde
bu konuda şöyle bilgi vermiştir:
... MEHDİ,
DİNİ PEYGAMBER'İN ZAMANINDA OLDUĞU GİBİ AYNEN
UYGULAYACAK. YERYÜZÜNDE MEZHEPLERİ
KALDIRACAK. HALİS HAKİKİ DİNDEN
BAŞKA HİÇBİR MEZHEP KALMAYACAK. (Muhammed
B. Resul El Hüseyin El Berzenci, Kıyamet
Alametleri, sf. 186-187)
Hüseyin Hilmi Işık ise, Saadet-i Ebediye adlı eserinde Hz. Mehdi'nin bu özelliğini şöyle haber vermiştir:
HAZRET-İ MEHDİ, AHİR ZAMANDA DÜNYAYA GELECEKTİR. Resullulah Efendimizin (sav) soyundan olacaktır. İsa
Aleyhisselam’la buluşacak, MEZHEPLERİ KALDIRACAK, YALNIZ ONUN MEZHEBİ KALACAK. (H. Hilmi Işık, Saadeti Ebediye, s. 35)
Bediüzzaman
Said Nursi bilindiği gibi Şafi mezhebindendir.
Bir mezhep sahibi değildir ve bir başka mezhep
kurucusuna tabi olmuştur; İmam Şafi’yi
imamı olarak kabul etmiştir.
Bediüzzaman bu konuyu eserlerinde
şöyle ifade etmiştir:
“Evvelâ: Ben Şafiî’yim...” (Emirdağ Lahikası, s. 38)
“... hem hususî Şafiîce ibadetime.” (Büyük Tarihçe-i Hayat, s. 202)
“Yalnız bu kadar var. Ben Şafiîyim...” (Büyük Tarihçe-i Hayat, s. 206)
“Hattâ Şafiî mezhebinde olduğu için...” (Emirdağ Lahikası, s. 573)
Oysa ki Hz. Mehdi
tüm mezhepleri kaldıracak ve tüm mezheplerin
üzerinde olacaktır. Bir mezhebe bağlı olan
Bediüzzaman da, bu özelliğin Hz.
Mehdi'ye ait olacağını belirterek
kendisinin Hz. Mehdi olmadığını
açıklamıştır.
Ayrıca
Bediüzzaman bu sözüyle Hz. Mehdi'nin bir şahıs
olduğunu bir kez daha çok açık deliller vererek
ortaya koymuştur. Bediüzzaman Hz.
Mehdi'nin aynı zamanda hem “BİR
MÜCEDDİD” hem
de “BİR MÜÇTEHİD” olacağını
söylemiştir. Hz. Mehdi'nin bu sıfatlarına uygun
olarak “dini devrin ihtiyaçlarına göre
açıklayabilmesi ve ihtiyaç olduğunda ayetlerden
hüküm çıkarabilmesi, bir İslam alimi ve önderi
olabilmesi” için çok açıktır ki “BİR
İNSAN” olması
gerekmektedir. Bir şahsı manevinin “açıklama
yapabilmesi, hüküm çıkarabilmesi ya bir İslam
alimi ve önderi olabilmesi”
mümkün değildir. Bediüzzaman da bu
özelliklerini vurgulayarak “HZ.
MEHDİ'NİN BİR ŞAHIS OLDUĞUNU” ifade
etmiştir.
Tüm elçiler
ve peygamberler gibi, Peygamberimiz (sav)’den sonra gelen
ve İslam tarihinde yer alan hiçbir
müceddid veya müçtehid bir şahsı manevi
olarak gönderilmemiştir. Allah’ın
Kuran’da bildirdiği adetullahına uygun
olarak tüm müceddidler, insanları uyarıp
korkutacak, onları Allah’ın rızası, rahmeti
ve cennetiyle müjdeleyebilecek, onlara doğruyu
yanlıştan ayıran, hidayet rehberi olabilecek “BİRER İNSAN”
olarak gelmişlerdir. Örneğin Mevlana
Halid-i Bağdadi ve Bediüzzaman gibi müceddidler
yaşadıkları yüzyıllarda birer şahıs olarak gelmiş
büyük İslam alimleridir. Bediüzzaman’ın
da dikkat çektiği gibi, 1400 senedir heyecanla
beklenen Hz. Mehdi de Allah’ın izniyle
bu adetullaha uygun olarak müceddid ve
müçtehid sıfatlarını taşıyabilecek “BİR
ŞAHIS” olarak gelecektir.
|
133) HAKİM:
Bediüzzaman’ın
kullandığı “HAKİM”
kelimesinin sözlük anlamı, "Haklı ve
haksızı ayırıp adalet üzere hükmeden,
idare eden"dir. Bediüzzaman
eserlerinde Hz. Mehdi'nin yerine getireceği
görevlerinden bahsetmiş, halihazırda dağınık
halde bulunan tüm İslam dünyasını birleştirip
bu birlikteliğin liderliğini üstlenmenin de
Hz. Mehdi'nin bu görevlerinden biri
olduğunu belirtmiştir. Bediüzzaman
Hz. Mehdi'nin, burada belirttiği
“HAKİM”lik sıfatını kullanarak, tüm
İslam aleminin başında olacağını ve
Müslümanların meselelerine çözüm getireceğini
bildirmiştir. Buna göre, Hz. Mehdi karar mekanizmasının
başında olacak, onun adil hükümleri ve
yönlendirmesiyle İslam dünyası idare
edilecektir. Böyle bir gelişme şu ana
kadar gerçekleşmemiştir. Nitekim
Bediüzzaman da bu gerçeği hatırlatarak Hz.
Mehdi'nin henüz gelmediğini dile getirmiş;
ortaya çıktığında Hz. Mehdi'nin bu “HAKİMLİK
VASFINI TAŞIMASIYLA TANINABİLECEĞİNE”
dikkat çekmiştir.
Bunun
yanı sıra Bediüzzaman bu sözüyle Hz. Mehdi'nin
bir şahsı manevi olmadığı konusuna da kesin
ifadelerle açıklık getirmiştir. Bir şahsı
manevinin “hakimlik” sıfatını
taşıması, Müslümanların liderliğini
üstlenerek adalet konusunda hüküm
verebilmesi, bir topluluğu idare edebilmesi hiç
şüphe yok ki imkansızdır. Tüm bunlar ancak bir
insanın sahip olabileceği özelliklerdir. Yine
bunlar ancak imanla, akıl, muhakeme ve vicdan
kullanarak yerine getirilebilecek
sorumluluklardır. Bir şahsı manevinin
ise bu özelliklerin hiçbirine sahip
olmadığı, dolayısıyla da hakim vasfıyla
Müslümanları yönetemeyeceği son derece açık bir
gerçektir. Bediüzzaman da sözlerinde bu gerçeği
açıkça ifade etmiş, Hz. Mehdi'nin “BİR
ŞAHIS” olduğunu açıklamıştır.
|
134) MEHDİ:
Bediüzzaman
Rabbimiz'in, ahir zamanın en zorlu ortamında,
tüm insanların kurtuluşuna vesile olması için
göndereceği mübarek zatın ayrıca “MEHDİ”
vasfını da taşıyacağını bildirmiştir.
“MEHDİ” kelimesi, “HİDAYETE EREN,
HİDAYETE VESİLE OLAN VE HİDAYETE YÖNELTEN” anlamlarındadır.
Mehdi sıfatı, özel bir lütuf olarak Allah'ın
hidayetine mazhar olan ve Allah’ın
kendisine yol gösterdiği kişiyi
tanımlamaktadır. Ahir zamanda gelecek
olan Hz. Mehdi de ismini bu
özelliğinden almaktadır. Bir şahsı manevinin “Mehdi
vasfını taşıması” ise
hiçbir şekilde söz konusu değildir. Allah’tan
bir lütuf olarak verilen “HİDAYET BULMA” özelliğinin “BİR
İNSANI” tanımladığı çok açıktır. Bir
şahsı manevinin “hidayet bulma” ve
“insanların hidayetlerine vesile
olma” özellikleri olamaz. Bediüzzaman
da burada bu
gerçeği vurgulamış, Hz. Mehdi'nin “MEHDİ”
vasfını belirterek, onun “BİR ŞAHIS” olduğunu
bir kez daha vurgulamıştır.
|
135) MÜRŞİD: ve
136) KUTB-U AZAM:
Bediüzzaman
Hz. Mehdi'nin özelliklerinden bazılarını saydığı
bu sözünde onun aynı zamanda hem “MÜRŞİD” hem
de “KUTB-U AZAM” olacağını
bildirmiştir. “MÜRŞİD” kelimesi “DOĞRU
YOLU GÖSTEREN KİMSE” anlamına
gelmektedir. “KUTB-U AZAM” ifadesi
ise “MÜSLÜMANLARIN
KENDİSİNE BAĞLANDIKLARI BÜYÜK EVLİYALARDAN,
ZAMANIN EN BÜYÜK MÜRŞİDİ” anlamındadır.
Bediüzzaman bu sözünün başındaki “ahir
zamanın en büyük fesadı zamanında” ifadesiyle,
Hz. Mehdi'nin dünyanın belki de en buhranlı
devresi olan ahir zamanda, dünya çapında
yapacağı çalışmalarla, imandan ve
doğru yoldan, din ahlakından
uzaklaşmış insanlığı gafletten uyandırıp
hidayete yönelteceğini bildirmiştir. Hz. Mehdi,
Müslümanların kendisine bağlandığı, zamanın
en büyük yol göstericisi olacaktır.
Bediüzzaman'ın
bu sözünde kullandığı yukarıdaki vasıflar,
anlamlarından da anlaşılacağı gibi “TEK BİR
KİŞİ”ye ait olacak özelliklerdir. Bir
şahsı manevinin “mürşid” ve “kutb-u
azam” olması düşünülemez. Bediüzzaman
açıkça Hz. Mehdi'nin yaşadığı dönemde
“tüm Müslümanların kendisine bağlandığı
en büyük evliyalardan, zamanının doğru
yolu gösteren en büyük mürşidi olan
BİR ŞAHIS” olacağını ifade etmiştir.
|
137) BİR ZAT-I NURANİYİ (NURLU BİR ZATI) GÖNDERECEK:
Bediüzzaman
burada Hz. Mehdi’nin “BİR
ZAT-I NURANİ” olduğundan bahsetmektedir.
Eğer Bediüzzaman Hz. Mehdi’nin bir şahsı
manevi olduğunu vurgulamak isteseydi burada “bir
zat-ı nuraniden” değil, “bir
şahsı manevi-i nuraniden” bahsederdi.
Ancak çok açık olarak Hz. Mehdi için “BİR
ZAT” ifadesini kullanmıştır. Ayrıca
“NURANİ” kelimesiyle de bu mübarek
zatın bir özelliğini de vurgulamış,
onun “NURLU BİR ŞAHIS” olduğunu
belirtmiştir. Bir şahsı manevinin “NURLU”
olmasından söz edebilmek mümkün değildir. Bu
bir insanda görülebilecek bir özelliktir. Bediüzzaman
da tüm bu vurguları ve açıklamalarıyla Hz.
Mehdi'nin bir şahsı manevi olmadığını,
mübarek “BİR İNSAN” olduğunu
açıkça belirtmiştir.
Ayrıca
Bediüzzaman burada “iki zat”
ya da “üç zat” gibi ifadelere yer
vermemiş, kullandığı “BİR ZAT-I NURANİ” ifadesiyle
Hz. Mehdi'nin yalnızca “TEK BİR ŞAHIS” olduğunu
da ifade etmiştir.
Bu sözlerdeki “ZAT” kelimesi
ayrıca Bediüzzaman'ın kitabın başından beri yer
alan sözlerinde “7.
KEZ” kulanılmıştır. Bediüzzaman'ın 7
defa üst üste Hz. Mehdi'den “ZAT” sözüyle
bahsetmesi, Hz. Mehdi'nin manevi bir şahıs olduğu
yönündeki her türlü düşünceyi kesin olarak geçersiz
kılmaktadır.
Bediüzzaman
bunun yanı sıra bu sözündeki “GÖNDERECEK” ifadesiyle
de Hz. Mehdi'nin gelişinin Allah’ın izniyle
kesin olarak gerçekleşeceğini umduğunu
belirtmektedir. Bediüzzaman bu sözüyle
aynı zamanda Hz. Mehdi'nin gelişinin
geçmişte ya da kendi döneminde henüz
gerçekleşmemiş olduğunu da belirtmektedir. Eğer
böyle bir kanaati olsaydı hiç kuşkusuz ki Bediüzzaman “Cenab-ı
Hak... gönderdi” ya da “göndermiş”
gibi, geçmiş zamanı ifade eden bir fiil
kullanırdı. Ancak Bediüzzaman bu
ifadelerin hiçbirine yer vermemiş ve
gelecek zamana işaret ederek Rabbimiz'in
Hz. Mehdi'yi kendisinden “İLERİDEKİ BİR
ZAMANDA GÖNDERECEĞİNİ” bildirmiştir.
|
138) O ZAT:
Bediüzzaman
burada da “O ZAT”
kelimesini kullanarak Hz. Mehdi'nin
“BİR ŞAHIS” olduğunu bir kez daha
itinayla vurgulamıştır. Bediüzzaman
burada Hz. Mehdi için “O” zamirini “11.
KEZ”, “ZAT” kelimesini ise “8.
KEZ” kullanmıştır. Bediüzzaman’ın
ısrarla yer verdiği bu tekrarlar ve
vurgular, bu anlatımların hiçbirinin
bir tevafuk olmadığını, Bediüzzaman'ın bu konudaki
kanaatinin çok kesin olduğunu ortaya koymaktadır.
Bediüzzaman açıkça Hz. Mehdi'nin “BİR
ŞAHIS” olduğunu belirtmekte ve
tüm inananları bu konuda en doğru şekilde
bilgilendirmektedir.
|
139)
EHL-İ BEYT-İ NEBEVİDEN (PEYGAMBERİMİZ (SAV)’İN
SOYUNDAN) OLACAKTIR:
Bediüzzaman
bu sözüyle de Hz. Mehdi'nin “BİR ŞAHIS” olduğunu
bir başka önemli delili hatırlatarak yeniden
açıklamaktadır. Bediüzzaman “HZ.
MEHDİ'NİN PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN
SOYUNDAN GELEN BİR ŞAHIS OLACAĞINI”
belirtmektedir. Bediüzzaman
eserlerinde bu konuyu da çok sık
olarak vurgulamaktadır. Bediüzzaman bir şahsı
manevinin, peygamber soyundan gelemeyeceğini
kuşkusuz ki çok iyi bilmektedir. Bu özelliğini
hatırlatarak Hz. Mehdi'nin mübarek bir soydan
gelen “BİR İNSAN” olacağını
ifade etmektedir. Bunun yanı sıra Bediüzzaman
risalelerde birçok kez kendisinin
Peygamberimiz (sav)'in soyundan
olmadığını belirtmiş ve Hz. Mehdi
geldiğinde, diğer müceddidlerden bu özelliğiyle
ayırt edilebileceğine dikkat çekmiştir.
|
140)
KADİR-İ ZÜLCELAL (HERŞEYE MUKTEDİR OLAN YÜCE
ALLAH) HZ. MEHDİ İLE DE, ALEM-İ İSLAM’IN
(İSLAM ALEMİNİN) ZULÜMATINI (ZULÜM DEVRİNİ,
KARANLIĞINI) DAĞITABİLİR. VE VADETMİŞTİR
VAADİNİ ELBETTE YAPACAKTIR:
Bediüzzaman,
Celal ve Kudret sahibi olan Rabbimiz'in, Hz.
Mehdi ile dinsizlik ve zulüm devrini ortadan
kaldıracağını belirtmiştir. Rabbimiz'in, yer
ile gök arasındaki tüm alemi bulutlarla
bir dakika içinde doldurup boşalttığı,
bir saniyede denizin fırtınalarını
durdurduğu ve bahar mevsiminde bir
saatte yaz mevsiminin örneğini ve yazın da
bir saatte kış fırtınasını yarattığı gibi, bu
olayı da hemen gerçekleştirmeye kadir olduğunu
hatırlatmıştır. Bediüzzaman, Allah’ın bu
vaadinin hak olduğunu ve vaadini mutlaka
gerçekleştireceğini ifade etmiştir.
Hz.
Mehdi Allah’ın izniyle İslam
dünyasının karşı karşıya kaldığı zulüm
ve zorluklara son vermekle görevli kişi
olacak ve çalışmalarıyla tüm dünya çapında etkili
olacaktır. Ancak böylesine tüm dünyanın gözleri
önünde gerçekleşecek bir durum ne Bediüzzaman'ın
yaşadığı dönemde, ne de daha önce
gerçekleşmemiştir. Bediüzzaman'ın
döneminde bu zulüm devam etmekteydi;
komünizm dahi henüz yıkılmamış durumdaydı. Müslümanlara
yapılan zulüm ise tüm dünyanın
gözleri önünde gerçekleşmekteydi. Çok yakın tarihe
kadar Bosna'da, günümüzde hala
Keşmir'de, Moro'da, Filistin'de ve daha
dünyanın birçok
yerinde Müslümanların en temel haklarının bile
elinden alındığı, haksız yere
öldürüldükleri bilinmektedir.
Dolayısıyla Bediüzzaman'ın
yaşadığı dönemde zulüm ve esaretin
ortadan kaldırılması hiçbir şekilde söz
konusu olmamıştır. Hatta Bediüzzaman'ın
bizzat kendisi bu şartlar nedeniyle hayatının
çok büyük
bir bölümünü zulüm ve esaret altında geçirmiştir.
Bediüzzaman, hadislerde bildirildiği
gibi, İslam dünyasının üzerindeki bu
zulmü kaldıracak kişinin ancak Hz.
Mehdi olacağını belirtmiştir. Kendisinin
böyle bir olaya vesile olmadığını ve bu görevi
yerine getirecek olanın Hz. Mehdi olduğunu ifade
etmiştir.
|
Böyle bir cemaat-ı
azime (Peygamber Efendimiz (sav)'in soyundan
gelen büyük seyyidler cemaati) içindeki
mukkades kuvveti tehyic edecek
(harekete geçirecek) ve uyandıracak HADİSAT-I AZİME (büyük olaylar) VÜCUDA GELİYOR (meydana geliyor).141 Elbette
O KUVVET-İ AZİMEDEKİ (büyük kuvvetteki) BİR HAMİYET-İ ALİYE (yüce bir gayret) FEVERAN EDECEK (harekete geçecek)142 ve HAZRETİ MEHDİ BAŞINA GEÇİP, TARİK-I HAK (hak yola) VE HAKİKATE (gerçeğe) SEVK EDECEK.143
(Mektubat, s. 473)
|
Bediüzzaman, ahir zamanda Müslümanların
hamiyet yani koruma duygularını harekete
geçirecek ve gayretlerini artıracak büyük
olaylar yaşanacağına dikkat çekmekte ve Hz.
Mehdi'nin Müslümanların önderliğini üstlenerek,
onları doğruya ileteceğini açıklamaktadır:
141) HADİSAT-I
AZİME (BÜYÜK OLAYLAR) VÜCUDA GELİYOR (MEYDANA
GELİYOR):
Peygamberimiz
(sav)'in hadislerinde ahir zamanda insanları
hayrete düşürecek çok büyük olayların meydana
geleceği haber verilmektedir. Ahir zaman,
olağanüstü doğa olaylarının yaşanacağı,
teknolojik ilerlemeler neticesinde
şaşırtıcı gelişmelerin meydana geleceği
bir dönemdir. Hadislerde bildirildiğine göre,
Hz. Mehdi'nin ortaya çıkışından önce, dünya genelinde
kargaşa, anarşi ve terör artacak, açlık ve yokluk
yaygınlaşacak, Müslümanlar büyük
sıkıntılar yaşayacaklardır. İşte
böyle bir ortamda Allah, Hz. Mehdi'yi
vesile ederek insanları içine düştükleri durumdan
kurtarıp, onları aydınlığa ve kurtuluşa yöneltecektir.
Bediüzzaman da “HADİSAT-I
AZİME” sözleriyle bu gerçeği dile
getirmiş, böyle büyük olayların meydana gelmesinin
Hz. Mehdi'nin gelişinden önce oluşacak
olan ortamın bir alameti olduğunu
ifade etmiştir.
|
142) O KUVVET-İ AZİMEDEKİ
(BÜYÜK KUVVETTEKİ) BİR HAMİYET-İ ALİYE (YÜCE BİR
GAYRET) FEVERAN EDECEK (HAREKETE
GEÇECEK):
Bediüzzaman “HAMİYET-İ
ALİYE FEVERAN EDECEK” sözleriyle,
Hz. Mehdi'nin çıkışından önce Müslümanların
hamiyet
duygularının harekete geçeceği zorlu bir ortam
olacağına dikkat çekmektedir.
Bediüzzaman'a göre bu zorlu ortam, Müslümanların
gayretini artıracak ve böylece
Müslümanlar büyük bir manevi güç elde
edeceklerdir. Bu ortam günümüzde yani
ahir zamanda meydana gelmektedir.
Dünyanın birçok yerinde İslam’a ve Müslümanlara
karşı oluşturulan zorlu ortamlar, Müslümanlar
arasında İslami hamiyet duygusunu artırmakta
ve bu da Müslümanları çözüm yolları aramaya
sevk etmektedir. Bediüzzaman da bu
sözleriyle Hz. Mehdi'nin çıkışından
önce gerçekleşecek olan bu durumu
hatırlatmaktadır. Bediüzzaman burada
kullandığı “FEVERAN EDECEK (HAREKETE
GEÇECEK)” sözleriyle “GELECEK BİR
ZAMANDA” gerçekleşecek bir olaya
işaret ederek “HZ. MEHDİ'NİN
İLERİDEKİ BİR TARİHTE ORTAYA ÇIKACAĞINI” ve
bu görevi üstleneceğini haber vermektedir.
Eğer böyle bir durum Bediüzzaman'ın yaşadığı
dönemde oluşmuş olsaydı, kuşkusuz ki Bediüzzaman
bunu o dönemin zamanını ifade eden bir
kelime ile açıklardı. Ancak
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin çıkışı o
dönemde henüz gerçekleşmemiş olduğu
için bunu gelecek zaman ifade eden “feveran
edecek” sözleriyle dile
getirmiştir.
|
143) HAZRET-İ MEHDİ BAŞINA GEÇİP,
TARİK-I HAK (HAK YOLA) VE HAKİKATE (GERÇEĞE) SEVK EDECEK:
Bediüzzaman
bu sözüyle, Müslümanlarda oluşan İslam’ı koruma gayretinin
artması sonucunda, Hz. Mehdi’nin başa
geçerek insanları “TARİK-I
HAK VE HAKİKATE” yani “HAK
YOLA VE GERÇEĞE” yönelteceğini
bildirmiştir. Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin, hamiyet
duyguları artan Müslüman toplumunun lideri
olacağını söylemektedir. Dikkat edilirse
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'den yine “BİR
ŞAHIS” olarak bahsetmektedir. “HZ.
MEHDİ'NİN MÜSLÜMANLARIN ÖNDERLİĞİNİ ÜSTLENECEĞİNİ”
bildirmektedir.
Bir
şahsı manevinin ya da topluluğun,
“önderlik” veya “liderlik” yapması
söz konusu değildir. Bediüzzaman da ahir zamanda
Hz. Mehdi'nin Müslümanların lideri olacağını
belirterek manevi bir kişi olmadığını “BİR
ŞAHIS” olduğunu ifade etmektedir.
|
|
SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBİ KİTABINDAN ALINTILAR |
Ümmetin beklediği,
AHİR ZAMANDA GELECEK144 ZATIN145
ÜÇ VAZİFESİNDEN146 EN MÜHİMMİ (önemlisi) VE EN BÜYÜĞÜ VE EN KIYMETDARI (değerlisi) OLAN İMAN-I TAHKİKİYİ (gerçek imanı) NEŞR (yazma ve dağıtma yoluyla yaymak) VE EHL-İ İMANI (iman edenleri) DALALETTEN (sapkınlıktan) KURTARMAK...147
(Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9)
|
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin üç büyük
görevinden birincisinin ve en önemlisinin
gerçek imanı yayarak insanların sapkınlıktan
kurtulmasına vesile olması olduğunu belirtmiştir:
144) AHİR ZAMANDA GELECEK:
Bediüzzaman “AHİR
ZAMANDA GELECEK” diyerek
Hz. Mehdi'nin kendisinden sonraki bir dönemde
geleceğini ifade etmiştir. Eğer Bediüzzaman,
kendi yaşadığı dönemde ya da öncesinde Hz.
Mehdi'nin gelip faaliyetlerine başladığı
kanaatinde olsaydı, hiç şüphesiz
“GELECEK” kelimesi yerine “gelmiş” ya
da “geldi” gibi sözler kullanırdı.
Ancak böyle bir durum henüz
gerçekleşmediğinden, Bediüzzaman da Hz.
Mehdi'nin geliş vaktinin “İLERİDE” olacağını
belirten bir kelime kullanmıştır.
Bediüzzaman “GELECEK” kelimesini,
bu kitapta yer alan Hz. Mehdi ile ilgili sözlerinde
pek çok defa kullanmıştır. Bu
sözündeki de Bediüzzaman'ın “8.
KEZ” tekrarladığı “GELECEK” kelimesidir.
Bediüzzaman, aynı ifadeyi 8 defa
tekrarlayarak bu konuya kesinlik
kazandırmış ve Hz. Mehdi'nin
kendisinden sonraki bir zamanda ortaya çıkacağı
konusunda hiçbir şüpheye yer bırakmamıştır.
Bediüzzaman
bu sözlerinde ayrıca Hz. Mehdi'nin “GELECEK BİR ŞAHIS”
olduğunu da ifade etmiştir. Zira bir
şahsı manevinin “GELMESİ”nden değil,
ancak “OLUŞMASI”ndan bahsedilebilir.
Bediüzzaman da bu sebeple “ahir zamanda
oluşacak” dememiş, “ahir zamanda
GELECEK” sözlerini kullanarak, Hz.
Mehdi'nin “BİR ŞAHIS”
olduğunu açıklamıştır.
|
145) ZATIN:
Bediüzzaman
kullandığı “ZAT” ifadesi ile ise,
Hz. Mehdi'nin “manevi bir varlık” değil, “BİR
ŞAHIS” olduğunu
olabilecek en açık şekilde izah etmiştir. Bilindiği
gibi “ZAT” kelimesinin
sözlük anlamı, “KİŞİ, KİMSE,
ŞAHIS”dır. Aynı zamanda da “tekil”
yani “BİR KİŞİ”den bahsedildiğini
açıklayan bir ifadedir. Bilinen bir
kişiyi belirtmek amacıyla kullanılır.
Aynı zamanda da bir saygı ifadesidir.
Onlarca risaleyi birbirinden hikmetli ifadelerle
kaleme alan büyük İslam alimi Bediüzzaman da
hiç şüphesiz ku bu kelimenin anlamını tüm
detaylarıyla çok iyi bilmektedir.
Eğer Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin bir
şahsı manevi olacağını anlatmak isteseydi,
kuşkusuz ki bunu açıkça belirtecek kadar kesin
anlamlar ile “BİR
İNSAN”ı ifade eden “ZAT” kelimesini
kullanmazdı. Bunun yerine “şahsı
manevi” kavramını ifade edecek
birbirinden hikmetli çok çeşitli
kelimeler seçebilirdi. Buna rağmen
açıkça “ZAT” kelimesini tercih etmiş
olması, Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi'nin
bir şahıs olduğu konusundaki kanaatini
çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Ayrıca Bediüzzaman “ZAT” kelimesini, buraya
kadar yer alan sözlerinde toplam “9.
KEZ” kullanmıştır.
Bediüzzaman gibi yüksek ilim sahibi bir şahsın,
bir kelimeyi aynı konuda 9 kez tekrarlaması,
elbette ki belirli bir hikmet üzerinedir.
Hiç şüphe yok ki Bediüzzaman, Hz.
Mehdi'nin bir şahıs olduğu konusunda
çok kesin bir kanaate sahiptir ve bu
kanaati doğrultusunda müminleri de en
doğru şekilde bilgilendirmektedir.
|
146) ÜÇ VAZİFESİNDEN:
Bediüzzaman,
Müslümanların beklediği, ahir zamanda gelecek
mübarek şahsın tek bir görevi olmayacağını
bildirmiştir. Bu şahsın “ÜÇ
BÜYÜK VE KAPSAMLI GÖREVİ” olacağını
ifade etmiştir. Bediüzzaman bu görevlerin;
1) “İnsanların imanını kurtarmak
2) İslam Birliğini kurmak ve tüm dünya Müslümanlarının önderi olmak
3) Kuran ahlakını tüm dünyaya hakim kılmak
ve Hıristiyanlarla ittifak kurmak olduğunu”
açıklamıştır. Peygamberimiz (sav)'den
bu yana gönderilen müceddidler
arasında, 1400 yıldır bu görevlerin
birini yalnızca belirli açılardan yerine getirmiş
İslam büyükleri olmuştur. İslam tarihinde insanların
imanına vesile olan bir çok büyük âlim
vardır. Osmanlı padişahları İslam
birliğini yönetmiş Müslüman
önderlerdir. Fakat hiçbiri, bahsedilen
üç önemli görevi birden ve dünya çapında yerine
getirememişlerdir. Bediüzzaman da burada Hz.
Mehdi'nin bu özelliğini vurgulayarak, bu üstün
vasıflı şahsın geçmiş dönemlerde
geldiğinden bahsedilemeyeceğini, bu
görevlerin yapılmasının, onu
insanlara tanıtan alameti olacağını belirtmiştir.
|
147) EN MÜHİMMİ (ÖNEMLİSİ) VE
EN BÜYÜĞÜ VE EN KIYMETDARI (DEĞERLİSİ) OLAN İMAN-I
TAHKİKİYİ (GERÇEK İMANI) NEŞR (YAZMA
VE DAĞITMA YOLUYLA YAYMAK) VE
EHL-İ İMANI (İMAN EDENLERİ)
DALALETTEN (SAPKINLIKTAN) KURTARMAK:
Bediüzzaman “İMANI
KURTARMA GÖREVİ”nin, ahir zamanda
gelecek olan Hz. Mehdi’nin üç vazifesinden
birincisi olduğunu belirtmiştir. Ve bu
görevi, Hz. Mehdi’nin
“en önemli ve en kıymetli vazifesi”olarak
adlandırmıştır. Ahir zamanda gelecek olan bu
mübarek şahsın kendi döneminde
“çok büyük ve önemli bir iman hizmeti”
gerçekleştireceğini bildirmiştir. Bu hizmetin
çapı daha önce kimseye nasip olmamış
büyüklükte olacaktır. Bediüzzaman
burada kullandığı “NEŞR” kelimesiyle
iman hakikatlerinin her türlü imkan
kullanılarak, çeşitli kitle iletişim araçlarıyla
yapılacağına dikkat çekmiştir. Doğal olarak
bu şekilde imanı yayma çalışması da dünyadaki
tüm insanlar tarafından biilnecektir. Ahir
zamanda Mesih Deccal’in fitnesi tüm insanları
çepeçevre sarmış olacak, bu
büyüklükteki bir fitneyi etkisiz hale
getirip inananların imanını korumak
da Hz. Mehdi’nin en büyük vazifelerinden
biri olacaktır. Bediüzzaman bugüne kadar böyle
büyük çapta bir “imanı kurtarma görevi”nin
hiçbir müceddid tarafından yerine getirilmediğine
ve Hz. Mehdi'nin de bu görevini, böyle
büyük bir etki bırakacak şekilde
gerçekleştirmesiyle tanınacağına
işaret etmiştir.
|
... Bu hakikatdan anlaşılıyor ki;
SONRA GELECEK148 O149
MÜBAREK ZAT150 RİSALE-İ NUR’U BİR PROGRAMI OLARAK NEŞR VE TATBİK EDECEK (yazma ve dağıtma yoluyla yayacak ve uygulayacak).151
(Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9)
|
Bediüzzaman bu sözüyle
bir kez daha Hz. Mehdi'nin gelişini müjdelemiş ve bu
mübarek zatın, faaliyetlerini yerine getirirken
kendisini “Hz. Mehdi'ye zemin hazırlayan bir
öncü” olarak tanımlayan Bediüzzaman'ın
eserlerinden de istifade edeceğini belirtmiştir:
148) SONRA GELECEK:
Bediüzzaman,
Hz. Mehdi'den bahsettiği sözlerinin pek çoğunda
tekrarladığı “GELECEK” ifadesini
burada da “9. KEZ”
kullanmıştır. Bediüzzaman bu sözleriyle Hz.
Mehdi'nin, önceki müceddidlerin ve Bediüzzaman'ın
yaşadığı dönemlerde gelmediğini söylemiş; bu
mübarek zatın bunların hepsinden “SONRA”
geleceğini “9. KEZ” ifade etmiştir.
Ayrıca Bediüzzaman bu durumu, yalnızca
gelecek zaman ifade eden bir fiil
kullanarak değil, bunu bir de “SONRA”
kelimesiyle destekleyerek çok kesin
bir üslupla açıklamıştır.
Bediüzzaman
bu sözleriyle ayrıca Hz. Mehdi'nin “bir şahsı manevi”
olmadığını, “belirli bir zamanda
gelecek BİR ŞAHIS olduğunu” da açıkça
belirtmiştir.
|
149) O:
Bediüzzaman
Hz. Mehdi'den “BİR
KİŞİLİK ZAMİRİ” olan ve “TEK BİR
KİŞİ”yi ifade eden “O” kelimesiyle bahsetmiştir.
Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi'yi tanımlamak için
böyle bir sözcük seçmiş olması ise elbette
ki bir tevafuk değildir. Bediüzzaman
kitabın başından bu yana yer
verilen sözlerinin pek çoğunda, Hz.
Mehdi için yine “O”
zamirini kullanmıştır. Burada da “O” kelimesini
“12. DEFA” kullanmaktadır.
Kuşkusuz ki yüzlerce sayfadan, onlarca kitaptan
oluşan büyük bir külliyat meydana
getiren büyük mütefekkir Bediüzzaman,
eserlerinde kullandığı her hikmetli
kelime gibi, bu sözcüğü de son derece
bilinçli ve kasıtlı bir şekilde bu kadar
çok tekrarlamıştır. Çok açıktır ki Bediüzzaman
Müslümanlara, Hz. Mehdi'nin sadece “maneviyat
ifade eden bir kavram”
olmadığını belirtmekte, ahir zamanda tüm inananların
sorumluluğunu üstlenecek özelliklere sahip “BİR
İNSAN”, “BİR ŞAHIS” olduğunu
müjdelemektedir.
|
150) MÜBAREK ZAT:
Bediüzzaman,
aynı sözü içerisinde tekrar tekrar “ZAT”
kelimesini kullanarak Hz. Mehdi'nin müminlere
önderlik edecek
“BİR ŞAHIS” olduğunu ısrarla
vurgulamaktadır. Burada da Bediüzzaman
bu sözcüğü “10. KEZ” kullanmaktadır.
Bediüzzaman ayrıca burada bu “ZAT”
kelimesini bir de nitelendirmekte ve Hz. Mehdi'nin
“NASIL BİR ZAT” olduğunu da
açıklamaktadır. Bediüzzaman Hz.
Mehdi'nin “MÜBAREK BİR ZAT” olduğunu
belirtmektedir. “MÜBAREK”
kelimesi “İlahi hayrın
bulunduğu” anlamına gelmektedir.
Bediüzzaman da burada kullandığı bu “mübarek”
sıfatıyla Hz. Mehdi'nin imanını, yerine getireceği
vazifeleri övmektedir. Bediüzzaman verdiği
tüm bu detaylı bilgilerle Müslümanlara Hz.
Mehdi'nin ahlakını ve mücadelesini
tanıtmakta, bu üstün ahlaklı şahsın
hangi özellikleriyle tanınabileceğini
anlatmaktadır.
|
151) RİSALE-İ
NUR'U BİR PROGRAMI OLARAK NEŞR VE TATBİK EDECEK
(YAZMA VE DAĞITMA YOLUYLA YAYACAK VE
UYGULAYACAK):
Bediüzzaman eserlerinde,
Hz. Mehdi'den önceki yüzyılın müceddidi olması
sebebiyle kendisini “Hz. Mehdi’nin
bir öncüsü”,
“ona zemin hazırlayan bir askeri” olarak
tanımlamıştır. Yine bir sözünde de, “kendisinin
ektiği tohumların Hz. Mehdi tarafından
geliştirileceğini ve bu mübarek şahıs
vesilesiyle bu tohumların
sümbülleneceğini” anlatarak, Hz. Mehdi'nin
gelişinden önce yaptığı çalışmalarla ona “bir
ön hazırlık” yaptığını anlatmaktadır.
Bediüzzaman bu sözünde de Risale-i Nur Külliyatı’nın
Hz. Mehdi’nin tebliğinde kullanacağı
bir ön hazırlık olduğunu belirtmiştir.
Bediüzzaman, ortaya çıktığında Hz.
Mehdi’nin, Risaleleri hazır yazılmış
olarak bulacağını ve imanı kurtarma
vazifesinde Risaleler'den faydalanacağını belirtmiştir.
Bediüzzaman bu sözleriyle kendisinin Hz. Mehdi
olmadığını, Hz. Mehdi'nin “KENDİSİNDEN
SONRAKİ DÖNEMDE GELECEK BİR ŞAHIS
OLDUĞUNU” bir kez daha açıklığa
kavuşturmuştur.
|
O152 ZATIN153 İKİNCİ VAZİFESİ, ŞERİATI
(Kuran ahlakının esaslarını ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetini) İCRA VE TATBİK ETMEKTİR (uygulamak ve yerine getirmektir).154
(Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9)
|
Bediüzzaman, bu sözünde de Hz. Mehdi'nin
ikinci görevinin Kuran ahlakının esaslarının
tam olarak yaşanmasına vesile olmak olduğunu
açıklamaktadır:
152) O:
Bediüzzaman
burada da “13. KEZ” Hz. Mehdi için, “BİR
ŞAHIS ZAMİRİ” olan “O”
kelimesini kullanmıştır. Bediüzzaman sözlerinde
sık sık tekrarladığı bu kelime ile, ahir zamanda
ortaya çıkacak olan Hz. Mehdi'nin “manevi
bir önder” değil, bizzat müminlerin başına
geçerek, onları hidayete yöneltecek
“BİR ŞAHIS” olduğunu belirtmektedir.
Bediüzzaman ayrıca burada “onlar” gibi
çoğul bir topluluğu ifade eden bir kelime de
kullanmamış, Hz. Mehdi'nin “TEK BİR
KİŞİ” olduğunu ifade eden “O”
sözcüğüne yer vermiştir. Bediüzzaman bu
açıklamalarıyla, Hz. Mehdi'nin bir
şahsı manevi olmadığı konusundaki kesin
kanaatlerini delilleriyle birlikte ortaya
koymuştur.
|
153) ZATIN:
Bediüzzaman
buradaki “ZAT”
kelimesiyle, aynı cümle içerisinde Hz. Mehdi'nin “BİR
ŞAHIS” olduğu konusuna açıklık
getiren ikinci bir vurgulama daha yapmıştır.
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'den bahsettiği hemen
her sözünde tekrarladığı bu kelimeyi, burada
da “11. KEZ” kullanmıştır.
Bediüzzaman bu kadar çok tekrarladığı bu
sözüyle, Hz. Mehdi’nin kesinlikle
“manevi bir varlık” olmadığını
açıklamış ve Müslümanların bu kutlu
“ŞAHIS” hakkında en doğru şekilde
bilgilenmelerini sağlamıştır.
|
154) İKİNCİ VAZİFESİ,
ŞERİATI (KURAN AHLAKININ ESASLARINI VE
PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN SÜNNETİNİ) İCRA
VE TATBİK ETMEKTİR (UYGULAMAK VE YERİNE
GETİRMEKTİR):
“İCRA
VE TATBİK ETMEK”, “uygulamak,
yürürlüğe sokmak, yerine getirmek” demektir.
Bediüzzaman da bu sözüyle Hz. Mehdi’nin,
Kuran ahlakının gerekliliklerini ve esaslarını
ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetini tüm
insanlar arasında uygulamaya
koyacağını ve hayata geçireceğini
belirtmektedir. Bu da, Hz. Mehdi'nin
İslam birliğini oluşturması ve tüm Müslümanların
liderliğini üstlenmesiyle gerçekleştirilecektir.
Bediüzzaman da bu gerçeği hatırlatarak, bu
vazifeyi daha kimsenin yerine
getirmemiş olduğuna ve
gerçekleştiğinde de bunun, Hz.
Mehdi'nin en önemli alametlerinden biri olacağına
dikkat çekmiştir.
|
Birinci vazife, maddi kuvvetle değil,
belki kuvvetli itikad (güçlü ve samimi bir iman)
ve ihlas (yalnızca Allah'ın hoşnutluğunu
gözetme) ve sadakatle (kalpten
bağlılıkla) olduğu halde,
BU İKİNCİ VAZİFE, GAYET BÜYÜK
MADDİ BİR KUVVET VE HAKİMİYET LAZIM Kİ, O İKİNCİ
VAZİFE TATBİK EDİLEBİLSİN
(yerine getirilebilsin).155
(Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9)
|
Bediüzzaman, Hz. Mehdi’nin ikinci
görevinin ancak “büyük bir maddi kuvvet ve
hakimiyetle” gerçekleştirilebileceğini
belirtmiştir:
155) BU İKİNCİ VAZİFE, GAYET BÜYÜK
MADDİ BİR KUVVET VE HAKİMİYET LAZIM Kİ,
O İKİNCİ VAZİFE TATBİK EDİLEBİLSİN
(YERİNE GETİRİLEBİLSİN):
Bediüzzaman,
Hz. Mehdi’nin ikinci
görevini ancak “BÜYÜK BİR MADDİ
KUVVET VE HAKİMİYETLE”
gerçekleştirilebileceğini vurgulamıştır. Bu
güce sahip olacak tek kişi Hz. Mehdi’dir.
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin bu vazifesini dünya
çapında gerçekleştireceğini hatırlatarak, onun
sahip olacağı maddi kuvvet ve hâkimiyetin
de çok büyük boyutlarda olacağına
dikkat çekmiştir. Peygamberimiz
(sav)'in döneminden bu yana böyle bir
güç ve hakimiyet sağlanamamıştır. Bediüzzaman
da yaşadığı süre içerisinde böyle bir güç ve
hakimiyet sahibi olmamıştır. Tüm hayatını Kuran
ahlakının tebliğine adamış, bu uğurda her
türlü fedakarlığı göze almış ve çok
büyük bir hizmet vermiştir. Ancak
onun tebliği maddi bir kuvvet ve
hakimiyet içerisinde değil, gayet zor maddi
şartlarda ve benzersiz sıkıntılar içerisinde
geçmiştir. Hem Bediüzzaman hem de talebeleri
büyük iman hizmetlerini çok kısıtlı imkanlarla
gerçekleştirmişlerdir. Tüm bu zorluklar
içerisinde, Bediüzzaman şerefli
mücadelesini sürdürmüş ve ihlasıyla,
samimiyetiyle Müslümanlara önemli bir
örnek teşkil etmiştir. Ancak bizzat kendisinin
de belirttiği gibi, bu durum, Hz. Mehdi'nin
elde edeceği “gayet büyük maddi kuvvet
ve hakimiyet”in Bediüzzaman'ın hayatında
söz konusu olmadığını açıkça ortaya koymuştur.
Nitekim Bediüzzaman da, kendisine
Mehdilik isnad eden kimselere Hz.
Mehdi olmadığını bu delili de öne
sürerek açıklamıştır.
O156 ZATIN157 üçüncü vazifesi,
HİLAFET-İ İSLAMİYE’Yİ (İslam halifeliğini) İTTİHAD-I İSLAM’A BİNA EDEREK
(İslam birliği üzerine kurarak),158
İSEVİ RUHANİLERİYLE (dindar Hıristiyanlarla ve Hıristiyan alimleriyle) İTTİFAK EDİP (iş birliği ve dayanışma içerisine girerek) DİN-İ İSLAM’A (İslam dinine) HİZMET ETMEKTİR.159 BU VAZİFE, PEK BÜYÜK BİR SALTANAT160 ve KUVVET161 ve MİLYONLAR
FEDAKARLARLA (MİLYONLARIN
FEDAKARANE KATILIMIYLA) TATBİK
EDİLEBİLİR
(yerine getirilebilir).162
(Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9)
|
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin bir başka
görevinin de İslam toplumunu birleştirmek ve
Hıristiyan alemiyle ittifak etmek olduğunu
bildirmiştir:
156) O:
Bediüzzaman,
bu sözünde “14.
KEZ” “O” zamirini kullanmış ve Hz.
Mehdi'nin “BİR ŞAHIS” olduğunu
bir kez daha tekrarlamıştır. Eğer
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin
“manevi bir isim” ya da “birçok
insandan oluşan bir topluluk” olduğunu
düşünseydi, elbette ki tüm bu iddiaları reddedecek
açıklıkta bir kelime kullanmaz, Hz.
Mehdi'den “O ZAT”
sözleriyle bahsetmezdi. Çok açıktır ki Bediüzzaman,
Hz. Mehdi'nin “TEK BİR ŞAHIS” olduğunu
belirtmiş ve aksi yöndeki tüm düşüncelerin
geçersizliğini ortaya koymuştur.
|
157) ZATIN:
Bediüzzaman, “KİŞİ,
KİMSE YA DA ŞAHIS” anlamına
gelen “ZAT” kelimesini
bu sözlerinde de “12. KEZ”
tekrarlamış ve Hz. Mehdi’nin tüm
dünya Müslümanlarının liderliğin
üstlenecek “üstün vasıflı BİR İNSAN”
olduğunu yeniden vurgulamıştır.
|
158) HİLAFET-İ İSLAMİYE'Yİ (İSLAM HALİFELİĞİNİ) İTTİHAD-I
İSLAM'A BİNA EDEREK (İSLAM BİRLİĞİNİN ÜZERİNE KURARAK):
Bediüzzaman
Hz. Mehdi’nin üçüncü
vazifesinin İslam toplumunu birleştirmek
ve Hıristiyan alemiyle ittifak yapmak olduğunu
belirtmiştir.
Hz. Mehdi'nin İslam birliğini kurup Hıristiyan
önderlerle ittifak etmesi ve bu vesileyle
İslam'a hizmet etmesi Bediüzzaman'ın
yaşadığı dönemde ve öncesinde de
gerçekleşmemiş olaylardır. Bediüzzaman
da bu vazifenin Allah’ın izniyle Hz.
Mehdi tarafından yerine getirileceğini
belirterek, kendisinin Hz. Mehdi olmadığını
bir kez daha delillendirmiştir.
|
159)
İSEVİ RUHANİLERİYLE (DİNDAR HIRİSTİYANLARLA
VE HIRİSTİYAN ALİMLERİYLE) İTTİFAK EDİP (İŞ
BİRLİĞİ VE DAYANIŞMA İÇERİSİNE GİREREK) DİN-İ
İSLAM’A (İSLAM DİNİNE) HİZMET
ETMEKTİR:
Bediüzzaman,
Hz. Mehdi'nin İslam toplumunu birleştirip
Hıristiyan önderleriyle, İslam ve
Hıristiyanlığın ortak cephesi olan
"materyalizm ve dinsizliğe"
karşı ittifak edeceğini ve bu yolla İslam
dinine hizmet edeceğini bildirmektedir.
Bir Kuran ayetinde bildirildiği gibi,
“... iman edenlere sevgi bakımından
en yakın olarak da: "Hıristiyanlarız"
diyenleri bulursun. Bu, onlardan
(birtakım) papaz ve rahiplerin olması
ve onların gerçekte büyüklük taslamamaları
nedeniyledir.” (Maide Suresi,
82) samimi Müslümanlar ve samimi
Hıristiyanlar birbirlerinin doğal müttefikidirler.
Dinsizliğe karşı ortak bir fikri mücadele yürütmeleri
ve yardımlaşmaları gerekir. Ahir zamanda bu
dayanışmanın en güzel örneği Hz. İsa ve Hz.
Mehdi vesilesiyle yaşanacaktır. Bediüzzaman
da bu sözleriyle Hz. Mehdi’nin bu önemli
alametine dikkat çekmektedir.
Bediüzzaman, kendisi hayatta iken
henüz gerçekleşmemiş olan bu
gelişmeleri hatırlatarak, Hz. Mehdi'nin
kendisinden sonraki bir tarihte gelecek bir
şahıs olduğunu müjdelemektedir.
|
160) BU VAZİFE PEK BÜYÜK BİR SALTANAT: ve
161) KUVVET:
Bediüzzaman,
İslam birliği ile Müslüman ve Hıristiyan
dünyasının hak din adına ittifak etmesi gibi
büyük bir olayın ancak üç şartın
oluşmasıyla gerçekleşebileceğine
dikkat çekmiştir. Bediüzzaman “PEK
BÜYÜK BİR SALTANAT VE KUVVET” sözleriyle
bu şartlardan ikisini açıklamaktadır. “Saltanat”
kavramı, güç ve yetki ifade eden bir kelimedir. “KUVVET”
kavramı ise “istediği şeyi icra
edebilme gücü yani yetki”yi
tanımlamaktadır. Bediüzzaman Hz.
Mehdi'nin İslam birliğini oluşturup bu
birliğin liderliğini üstleneceğini ve “pek
büyük bir kuvvet ve yetkiye sahip olacağını” bildirmiştir.
Bediüzzaman'ın
“PEK BÜYÜK” sözleri, Hz.
Mehdi'nin sahip olacağı bu kuvvetin ve
saltanatın çapının büyüklüğünü ifade etmektedir.
Böyle büyük bir kuvvetin Bediüzzaman ve ondan
önceki müceddidlerin zamanında gerçekleşmediği
bilinen bir gerçektir. Bediüzzaman da Hz.
Mehdi'nin bu önemli alametini
vurgulayarak, bu mübarek zatın kendi
yaşadığı dönemde henüz gelmediğini,
ortaya çıktığında ise bu özellikleriyle tanınacağını
hatırlatmıştır.
|
162) MİLYONLAR
FEDAKARLARLA (MİLYONLARIN FEDAKARANE KATILIMIYLA)
TATBİK EDİLEBİLİR (YERİNE GETİRİLEBİLİR):
Bediüzzaman “MİLYONLAR
FEDAKARLARLA TATBİK EDİLEBİLİR” sözleriyle,
Hz. Mehdi'nin üçüncü vazifesini
yerine getirebilmesi için gerekli
olan üçüncü şartın “MİLYONLARCA
FEDAKARLAR” olduğunu belirtmiştir.
Bediüzzaman bu sözleriyle Hz.
Mehdi'ye tabi olan, onu destekleyen milyonlarca
kişi olacağını bildirmiştir. Böyle geniş
çaplı bir destek Bediüzzaman'ın iman
hizmetinde söz konusu olmamıştır. Dahası,
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin bu görevini
yerine getirebilmesi için sadece
“milyonları aşan fedakarane bir destek” değil,
aynı zamanda “büyük bir kuvvet, kudret
ve hakimiyet”in de bununla birarada
oluşması gerektiğini belirtmiştir. Bu
gerçeği hatırlatarak da, Hz.
Mehdi'nin kendi yaşadığı devirde gelmemiş
olduğunu ortaya koymuştur.
|
Birinci vazife, o
iki vazifeden üç-dört derece daha ziyade
kıymetdardır (değerlidir), fakat O İKİNCİ, ÜÇÜNCÜ VAZİFELER PEK PARLAK VE ÇOK GENİŞ BİR DAİREDE (alanda) VE ŞA’ŞALI (gösterişli) BİR TARZDA OLDUĞUNDAN163
UMUMUN VE AVAMIN NAZARINDA (genelin ve halkın gözünde) DAHA EHEMMİYETLİ (önemli) GÖRÜNÜYORLAR.164
(Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9)
|
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin ikinci ve
üçüncü görevlerinin, birincisine kıyasla çok
daha geniş bir alanda etki oluşturacak büyük
icraatlar olduğunu açıklamıştır.
163) O İKİNCİ, ÜÇÜNCÜ VAZİFELER
PEK PARLAK VE ÇOK GENİŞ BİR DAİREDE (ALANDA) VE ŞA'ŞALI (GÖSTERİŞLİ)
BİR TARZDA OLDUĞUNDAN:
Bediüzzaman bu sözleriyle
Hz. Mehdi'nin ikinci ve üçüncü görevlerinin
çok geniş kitleleri ve coğrafyaları
kapsayan gösterişli, görkemli ve
geniş yankılar uyandıran icraatlar
olduğunu belirtmektedir. Nitekim,
İslam Birliğini kurmak, tüm Müslümanların liderliğini
üstlenmek, Hıristiyanlarla ittifak ve dayanışma
içine girmek ve sonucunda İslam ahlakını
yeryüzüne hakim kılmak, dünya
tarihinin belki de en büyük ve en
görkemli olaylarından olacaktır.
Bediüzzaman'ın sözünü ettiği bu
vazifeler Bediüzzaman'ın yaşadığı
devirde ve İslam tarihinin hiçbir
döneminde, Hz. Mehdi döneminde olacağı
gibi yaşanmamıştır. Bediüzzaman'ın ihtişamlı
faaliyetlerini bu derece detaylı tarif ettiği
kişi, kendisinden sonra geleceğini ve bu üç vazifeyi
en gösterişli biçimde yerine getireceğini
ifade ettiği Hz. Mehdi'dir.
|
164) UMUMUN VE
AVAMIN NAZARINDA (GENELİN VE HALKIN GÖZÜNDE)
DAHA EHEMMİYETLİ (ÖNEMLİ) GÖRÜNÜYORLAR:
Bediüzzaman bu ifadeleriyle
Hz. Mehdi'nin faaliyetlerinin, toplumun
genelinin gözleri önünde, apaçık bir
şekilde gerçekleşeceğini ve
insanlarda takdir ve hayranlık uyandıracağını
belirtmektedir. Bediüzzaman'ın da bildirdiği
gibi, ahir zamanın son dönemindeki bu olaylar;
Hz. Mehdi'nin iktidar ve hâkimiyeti çok açık
delillerle ve tüm dünyanın şahit
olacağı bir şekilde yaşanacaktır.
Deccal'in fitnesi ortadan kalkacak,
yeryüzünü huzur barış ve adalet dolduracaktır.
Böylesine tüm dünyanın gözleri önünde seyreden
büyük gelişmeler ve değişimler önceki müceddidlerin
zamanında yaşanmamıştır. Bediüzzaman
da bu önemli konuyu vurgulayarak, tüm
bunların yakın bir gelecekte Hz.
Mehdi döneminde gerçekleşeceğini
müjdelemiştir.
|
TA AHİR ZAMANDA165 ,
HAYATIN GENİŞ DAİRESİNDE (dünya çapında)166 ASIL SAHİPLERİ, YANİ MEHDİ VE ŞAKİRTLERİ (talebeleri)167 CENAB-I
HAKK’IN İZNİYLE GELİR168 ,
O DAİREYİ GENİŞLETİR169 ve O
TOHUMLAR SÜMBÜLLENİR.170 BİZLER
DE KABRİMİZDE SEYREDİP ALLAH’A
ŞÜKREDERİZ.171
(Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 138)
|
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin ahir zamanda
ortaya çıkacağını haber vermektedir.
Bediüzzaman, Hz. Mehdi ve talebelerini Risale-i
Nur'un asıl sahipleri olarak nitelendirmekte,
Risale-i Nur'un başlattığı hizmeti bu mübarek
şahsın tamamlayacağını müjdelemektedir:
165) TA AHİR ZAMANDA:
Bediüzzaman
burada kullandığı “TA AHİR
ZAMANDA” sözleriyle Hz. Mehdi'nin
geleceği zamanı belirtmektedir. Bediüzzaman
bu ifadesiyle öncelikle Hz. Mehdi'nin kendisinden “İLERİKİ
BİR TARİHTE” geleceğini dile
getirmektedir. Bediüzzaman'ın burada
kullandığı “TA” kelimesi ise bu
konuya açıklık getiren önemli bir ifadedir. “TA” kelimesi
uzaklık ifade eden bir kelimedir. Bediüzzaman
bu ekle, ahir zamanın kendi yaşadığı
dönemin çok daha ilerisinde, daha
uzakta bir zaman olduğunu ifade
etmektedir. Bediüzzaman Risale-i
Nur'un dar dairede yani sınırlı bir kesim içerisinde
başlattığı hizmetleri daha ileriki bir tarihte
gelecek olan Hz. Mehdi ve talebelerinin devam
ettireceklerini ve bunu dünya çapında
bir hizmete dönüştüreceklerini
bildirmiştir. Bediüzzaman bu
sözleriyle kendisinin Hz. Mehdi olmadığını,
Hz. Mehdi'nin kendisinden sonraki bir dönemde
geleceğini açık bir şekilde ifade etmiştir.
|
166) HAYATIN GENİŞ DAİRESİNDE (DÜNYA ÇAPINDA):
Bediüzzaman,
Hz. Mehdi'nin yerine getireceği üç görevden
bahsettiği kimi sözlerinde
“dar ve geniş daire" (dar ve geniş alemler) kavramlarını
kullanmıştır. Bediüzzaman Risale-i Nur’un
etkisinin ve bu yolla yapılan iman hizmetinin
dar dairede yani sınırlı bir bölgede
yapılan bir faaliyet olduğunu ifade
etmiştir. Hz. Mehdi'nin yapacağı
faaliyetlerin ise “HAYATIN GENİŞ
DAİRESİNDE” yani “DÜNYA ÇAPINDA”
gerçekleştirileceğini belirtmiştir.
Hz. Mehdi, Allah’ın izniyle Kuran
ahlakını tüm dünyaya hakim kılacak, halihazırda
dünyanın pek çok yerinde dağınık halde bulunan
Müslümanlar arasında İslam birliğini sağlayacak
ve tüm Müslümanların liderliğini
üstlenecektir. Tüm bunlar Hz.
Mehdi'nin “HAYATIN GENİŞ DAİRESİNDE”
yerine getireceği görevlerin
delillerini oluşturacak ve Hz.
Mehdi'nin tanınmasını sağlayan alametler
olacaktır. Bediüzzaman da sözlerinin pek çoğunda
bu konuyu göndeme getirerek, bunu, kendisinin
Hz. Mehdi olmadığına dair bir delil olarak
göstermiş, Hz. Mehdi'nin yapacağı faaliyetlerin
etkisinin büyüklüğünü hatırlatmıştır.
|
167) ASIL SAHİPLERİ, YANİ HZ. MEHDİ VE ŞAKİRTLERİ (TALEBELERİ):
Bediüzzaman
Said Nursi burada ahir zamanda gelecek ve
Kuran ahlakını tüm dünyada hakim kılacak
olan Hz. Mehdi’den,
Bediüzzaman’ın attığı tohumların “ASIL
SAHİPLERİ” olarak
bahsetmektedir. Bu açıklamalarına göre,
Bediüzzaman Kuran ahlakının dünya hakimiyetinin
tohumlarını atan bir müceddid, Hz. Mehdi ise
bu hakimiyetin asıl sahibi olacaktır. Hz. İsa
ile birlikte İslam ahlakını dünya çapında hakim
kılacak olan ahir zaman topluluğunun
lideri Allah’ın izniyle Hz. Mehdi
olacaktır. Dolayısıyla Bediüzzaman
Hz. Mehdi ve onun talebeleri için
burada kullandığı “ASIL SAHİPLERİ” ifadesiyle
Hz. Mehdi'nin ve talebelerinin dünya çapında
yerine getireceği görevlerin
asıl sahibinin kendisi olmadığını açıklamış
ve böylece kendisinin Hz. Mehdi olmadığını
da ifade etmiştir.
Bediüzzaman'ın bu sözlerinde vurguladığı bir
başka önemli nokta ise, Hz. Mehdi ve onun
şahsı manevisini oluşturan
talebelerinin iki ayrı kavram
olduğudur. Bediüzzaman “Hz. Mehdi VE
şakirtleri” derken burada kullandığı
“VE” kelimesiyle bu duruma açıklık
getirmektedir. Bu ikisi birbirinden
ayrıdır ve ancak ikisinin biraraya gelmesinden
Hz. Mehdi’nin şahsı manevisi oluşmaktadır.
Ama bu şahsı manevinin oluşabilmesi için başta
mutlaka Hz. Mehdi bir şahıs olarak
bulunacaktır. Bediüzzaman da burada
“HZ. MEHDİ VE ŞAKİRTLERİ” sözleriyle
bu gerçeği dile getirmekte ve Hz.
Mehdi'nin manevi bir şahıs olarak değil, talebelerinin
başında ayrı bir şahsiyet olarak var olacağını
ifade etmektedir.
|
168) CENAB-I HAKK’IN İZNİYLE GELİR:
Bediüzzaman
bu sözünde “Cenab-ı
Hakk’ın izniyle GELİR” diyerek
öncelikle Hz. Mehdi'nin ahir zamanda gelecek
bir şahıs olduğunu bir kez daha hatırlatmıştır.
Çünkü bilindiği gibi “GELME” fiili manevi
bir şahsın gerçekleştirebileceği bir olay
değildir. “GELME”
fiili burada açıkça bir insanın gelişini müjdelemek
için kullanılmış bir fiildir. Eğer
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin bir şahsı
manevi olduğunu belirtmek isteseydi,
kuşkusuz ki böyle bir kelime kullanmaz,
Hz. Mehdi'nin gelişinden bahsetmezdi.
Bunun yanı sıra
Bediüzzaman burada kullandığı “GELİR”
sözüyle, Hz. Mehdi’nin o dönemde henüz
gelmediğini belirtmekte ve ileride geleceğini
ifade etmektedir. Dikkat edilirse Bediüzzaman
"geldi" veya "gelmiş" dememektedir,
“İLERİDE GELECEĞİNİ” ifade etmek için
"Ta ahir zamanda gelir" diyerek, Hz. Mehdi'nin
kendisinden ilerideki bir vakitteki
gelişinin zamanını da belirtmiştir.
|
169) O DAİREYİ GENİŞLETİR:
Bediüzzaman,
kendi döneminde imanı kurtarma yolunda mücadele
vermiş ve ahir zaman cemaatine öncülük
etmiştir. Bediüzzaman “O
DAİREYİ GENİŞLETİR” sözüyle, kendisinin “dar
dairede” yani “sınırlı bir çevrede”
başlattığı iman kurtarma
mücadelesinin Hz. Mehdi zamanında
genişleyeceğini ve “DÜNYA ÇAPINDA” neticeleneceğini
belirtmiştir. Bediüzzaman bu açıklamasıyla
bir kez daha kendisinin Hz. Mehdi olmadığını,
Hz. Mehdi'nin özelliklerini ve yerine
getireceği görevlerin benzersizliğini
hatırlatarak ifade etmiştir.
|
170) O TOHUMLAR SÜMBÜLLENİR:
Bediüzzaman, Hz.
Mehdi’den önce
gelmiş, insanların Allah’ın dininden
uzaklaştığı bir ortamda Kuran ahlakı ve iman
hakikatleri üzerinde durarak çok büyük bir
imani hareket başlatmıştır. “O TOHUMLAR
SÜMBÜLLENİR” sözleriyle
bu büyük fikri mücadelesini tohum ekmeye benzetmektedir.
Sonradan Hz. Mehdi zamanında bu iman
tohumlarının sümbülleneceğini, yani
Hz. Mehdi’nin Bediüzzamanın
başlattığı bu imani çalışmaları
genişleteceğini ve sonuca ulaştıracağını ifade
etmektedir. Bediüzzaman bu örneklendirmesiyle
kendisinin Hz. Mehdi'den önceki bir dönemde
yaşadığını, Hz. Mehdi'nin gelişinin ise
kendisinden sonraki bir dönemde
gerçekleşeceğini açıkça ifade
etmektedir.
|
171) BİZLER DE KABRİMİZDEN SEYREDİP ALLAH’A ŞÜKREDERİZ:
Bediüzzaman, “BİZLER
DE KABRİMİZDEN SEYREDİP”
sözleriyle, ektiği iman tohumlarının sümbülleneceği
yani Hz. Mehdi'nin Kuran ahlakını tüm dünyaya
hakim kılacağı dönemde, kendisinin vefat
etmiş olacağını belirtmiştir.
Bediüzzaman bu sözüyle bir kez daha
kendisinin Hz. Mehdi olmadığını, onun
gelip görevine başladığı dönemde kendisinin
hayatta olmayacağını hatırlatarak ifade etmiştir.
|
Hem bu ÜÇ VEZAİF (görevin)
BİRDEN172 BİR ŞAHISTA
YAHUT CEMAATTE BU ZAMANDA BULUNMASI VE
MÜKEMMEL OLMASI VE BİRBİRİNİ CERHETMEMESİ (birbirine engel olmaması, zarar vermemesi) PEK UZAK, ADETA KABİL (mümkün) GÖRÜLMÜYOR.173 Ahir zamanda,
|
AL-İ BEYT-İ NEBEVİ'NİN (A.S.M.) CEMAAT-İ NURANİYESİNİ (Peygamberimiz (sav)'in soyunun nurani cemaatini) TEMSİL
EDEN174 HAZRET-İ MEHDİ'DE VE
CEMAATİNDEKİ ŞAHS-I MANEVİDE175
ANCAK İÇTİMA EDEBİLİR (biraraya
gelebilir, toplanabilir)176
(Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 156)
|
Bediüzzaman bu sözünde, Hz. Mehdi'nin
üç görevi olduğunu belirtmekte, bu üç görevin
birarada yerine getirilmesinin Hz. Mehdi'nin en
önemli alametlerinden biri olduğuna dikkat
çekmektedir. Bediüzzaman kendi yaşadığı dönemde
bu üç görevin birden yerine getirilemediğini,
bunu ancak Hz. Mehdi'nin gerçekleştirebileceğini söylemektedir:
172) ÜÇ VEZAİF (GÖREVİN) BİRDEN:
Bediüzzaman eserlerinin
pek çok yerinde Hz. Mehdi'nin yerine
getireceği üç görev olduğundan
bahsetmiştir. Bediüzzaman, Hz.
Mehdi'nin en önemli alametlerinden birinin
bu üç görevi birden yerine getirmesi olduğunu
belirtmektedir. Bu görevlerin birincisi materyalist,
Darwinist ve ateist felsefelerle fikri
mücadele yapılması ve bu akımların
fikren tam olarak susturulmasıdır.
İkincisi İslam dünyasının liderliğini
üstlenerek İslam birliğinin sağlanması,
üçüncüsü ise Kuran ahlakının ve Peygamberimiz
(sav)'in sünnetinin yeniden canlandırılmasıyla
tüm yeryüzüne hakim kılınmasıdır. Ahir zamanda
gelecek olan Hz. Mehdi, bu görevlerin
üçünü birden yerine getirecektir. Bu
alamet, onun tanınmasını sağlayacak
ve onun en önemli özelliklerinden
olacaktır.
Bediüzzaman
eserlerinde Hz. Mehdi’nin
aynı anda, “SİYASET MEHDİSİ, SALTANAT
MEHDİSİ VE DİYANET MEHDİSİ” olarak üç
özelliğe birden sahip olacağını ve bu üç alanda
birden Mehdilik yapacağını söylemiştir. Bediüzzaman,
Kuran ahlakını dünya üzerinde hakim kılmak
amacıyla önceki asırlarda da bazı
Müslüman şahısların geldiğini, ancak
bunların hiçbirinin, ahir zamanda Hz.
Mehdi’nin yapacağı üç önemli görevi bu
şekilde birarada yerine getirmediklerini ifade
etmiştir. Bu nedenle de ahir zamanın “BÜYÜK
MEHDİSİ” ünvanını alamadıklarını
belirtmiştir.
Bediüzzaman bu anlamda, Risale-i Nur’un
da Hz. Mehdi'nin üç görevinden birincisi olan
“imanı kurtarmak” görevini yerine
getirdiğini söylemiştir. Ancak bu
hizmetin dar dairede sınırlı kaldığını,
Hz. Mehdi'nin geniş dairedeki görevlerini
ise ancak Büyük Mehdi'nin gerçekleştireceğini
açıklamıştır. Hz. Mehdi ortaya çıktığı zaman,
hadislerde de belirtildiği gibi, Mehdiliğini
iddia etmeyecek ya da bunun propagandasını
yapmayacaktır. Hz. Mehdi'nin burada
sayılan büyük icraatları, bu kutlu
şahsın ortaya çıktığının en büyük ispatı
ve delili olacaktır.
Bediüzzaman
Hz. Mehdi'nin “ÜÇ
VEZAİF (GÖREVİN) BİRDEN” yerine
getireceğini hatırlattığı bu sözüyle bu konunun
önemini bir kez daha hatırlatmaktadır. Kendisi
de dahil olmak üzere, önceki müceddidlerin
hiçbirinin bunların üçünü birarada
gerçekleştirmediğini belirterek Hz.
Mehdi'nin o dönemde henüz gelmemiş
olduğunu ifade etmektedir.
|
173) HEM BU ÜÇ VEZAİF (GÖREVİN)
BİRDEN BİR ŞAHISDA, YAHUT CEMAATTE
BU ZAMANDA BULUNMASI VE MÜKEMMEL OLMASI VE BİRBİRİNİ
CERHETMEMESİ (BİRBİRİNE ENGEL OLMAMASI)
PEK UZAK, ADETA KABİL (MÜMKÜN)
GÖRÜLMÜYOR:
Bediüzzaman “BU
ZAMANDA” sözleriyle
kendi yaşadığı dönemden bahsetmektedir. Ve
kendi zamanında, Hz. Mehdi'nin yerine getireceği
üç görevi birden mükemmel bir biçimde, hakkıyla
ve biri diğerine mani olmadan, zarar
vermeden, eksiksiz ve kusursuz olarak
başarabilecek bir şahıs ya da cemaat
bulunmadığını belirtmektedir.
Bediüzzaman bu kanaatinin ne kadar güçlü olduğunu “PEK
UZAK” ve “ADETA
KABİL (MÜMKÜN) GÖRÜNMÜYOR” sözleriyle
açıkça belirtmiştir. Bu da,
Hz. Mehdi'nin Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde
ortaya çıkmadığını gösteren bir başka
önemli delildir. Bediüzzaman'ın
yaşadığı dönemde, üç görevin birden
yerine getirilmesine imkan olmamıştır.
Bediüzzaman ancak kendisinden bir asır
sonra gelecek Büyük Mehdi'nin bu görevlerin
hepsini yerine getireceğini bildirmektedir.
|
174) AL-İ BEYT-İ
NEBEVİNİN CEMAAT-İ NURANİYESİNİ (PEYGAMBERİMİZ
(SAV)'İN SOYUNUN NURANİ CEMAATİNİ) TEMSİL
EDEN:
Bediüzzaman, eserlerinde
birçok kez Hz. Mehdi'nin hadislerde
bildirildiği üzere “seyyid”
yani “Peygamberimiz
(sav)'in soyundan gelen bir kimse” olacağını, “kendisinin
ise seyyid olmadığını”
belirtmiştir. Bediüzzaman bu sözünde de bu konuya
bir kez daha açıklık getirmekte, “AL-İ BEYT’İ
NEBEVİNİN CEMAAT-İ NURANİYESİNİ TEMSİL EDEN”
sözleriyle Hz. Mehdi'nin Peygamberimiz
(sav)'in mübarek soyundan olacağına
dikkat çekmektedir. Bediüzzaman, Hz.
Mehdi'nin bu önemli alametlerinden birini
hatırlatarak kendisinin Hz. Mehdi olmadığını
ifade etmektedir.
|
175) HZ. MEHDİ VE CEMAATİNDEKİ
ŞAHS-I MANEVİDE:
Bediüzzaman burada
çok önemli bir gerçeği açıklamaktadır. Bu söz,
Hz. Mehdi'nin manevi bir kişi değil, bir
şahıs olacağını göstermektedir. Zira
Bediüzzaman, “Hz. Mehdi VE
cemaatindeki şahsı manevide” söyleriyle
Hz. Mehdi'nin şahsından ve onun şahsı manevisini
oluşturan
cemaatinden ayrı kavramlar olarak bahsetmektedir.
Aradaki
“VE” kelimesi, "Hz. Mehdi'nin
ve cemaatinin iki farklı varlık olduğunu”
ifade etmektedir. Hz. Mehdi'nin kutlu
şahsıyla birlikte, bir de onun şahsı
manevisini oluşturan bir cemaati
olacaktır. Hz. Mehdi'nin şahsı olmadan,
böyle bir şahsı maneviden söz etmek
mümkün değildir. Bediüzzaman da bu gerçeği
ifade etmekte ve Hz. Mehdi'nin bir şahıs olacağını
müjdelemektedir.
|
176) ANCAK İÇTİMA EDEBİLİR
(BİRARAYA GELEBİLİR, TOPLANABİLİR):
Bediüzzaman'ın
açıkladığı üç büyük görev ancak ahir zamanda
gelecek Hz. Mehdi'nin yerine getirebileceği
görevlerdir. Bediüzzaman, burada
kullandığı "ANCAK" kelimesiyle bir
başkasının bu görevleri başarmasının
Allah’ın dilemesiyle “İMKANSIZ” olduğunu
belirtmiştir. Çünkü Allah bu vazifeleri yalnızca
Hz. Mehdi'nin yerine getirebilmesini takdir
etmiştir. Hz. Mehdi de kaderinde böyle takdir
edildiği için bu görevleri Allah'ın
izniyle başarıyla yerine
getirecektir. İslam tarihinde henüz
bunu başaran bir kimse ya da topluluk
görülmediği gibi, Bediüzzaman kendi yaşadığı
devirde de bu durumun gerçekleşmediğini vurgulamaktadır.
|
Çok zaman evvel bir ehl-i velayetten
(veli şahıstan) işittim ki; o zat, eski velilerin
gaybi işaretlerinden istihrac etmiş
(manasını ortaya çıkarmış) ve kanaati
gelmiş ki: ‘Şark tarafından bir nur zuhur
edecek (ortaya çıkacak), bidatlar
zulümatını (dine sonradan girmiş hurafeleri) dağıtacak BEN BÖYLE BİR NURUN ZUHURUNA (ortaya çıkışını) ÇOK İNTİZAR ETTİM (gözledim) VE EDİYORUM.177 FAKAT ÇİÇEKLER BAHARDA GELİR.178 ÖYLE
İSE O KUDSİ ÇİÇEKLERE ZEMİN HAZIR ETMEK
LAZIM GELİR.179 VE ANLADIK Kİ, BU
HİZMETİMİZLE O NURANİ ZATLARA (nurlu şahıslara) ZEMİN İZHAR EDİYORUZ (hazırlıyoruz).180
(Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 189)
|
Bediüzzaman, Hz. Mehdi
ve yardımcılarını “baharda gelecek
kudsi çiçekler” olarak nitelendirmiş, kendisinin
ise, “yaptığı hizmetlerle bu mübarek şahsa
zemin hazırlayan bir öncü” olduğunu
belirtmiştir:
177) BEN BÖYLE
BİR NURUN ZUHURUNA (ORTAYA ÇIKIŞINI) ÇOK İNTİZAR
ETTİM (GÖZLEDİM) VE EDİYORUM:
Bediüzzaman, “BİR
NUR” olarak ifade ettiği ahir
zamanda gelecek olan Hz. Mehdi'nin ortaya
çıkışını çok gözlediğini ve hala da gözlemekte
olduğunu ifade etmektedir.
Bediüzzaman bu sözleriyle çok açık
bir şekilde kendisinin Hz. Mehdi
olmadığını ve kendisinin de bu
mübarek şahsın çıkışını büyük bir heyecanla
gözlediğini belirtmektedir. Yalnız Bediüzzaman
değil, sahabeler döneminden itibaren milyonlarca
samimi Müslüman, İslam alimleri,
mezhep imamları, müçtehidler Hz.
Mehdi ve beraberindeki müminlere
karşı derin bir sevgi beslemişlerdir. 1400
yıldır bu mübarek zatı sevgi ve saygıyla
anmışlardır. Ona ve cemaatine dua etmişler,
onlar için Allah’tan yardım dilemişlerdir.
Hz. Mehdi ve cemaati gelmiş geçmiş tüm
Müslümanların ortak dostudur. Tüm
inananlar için şevk ve heyecan
vesilesidir. Bediüzzaman da sözlerinde
bu bakış açısını dile getirmekte, kendisinin
de büyük bir heyecan ve sevgiyle Hz. Mehdi'nin
gelişini beklediğini ifade etmektedir.
Bediüzzaman, burada kullandığı “ÇOK
İNTİZAR ETTİM VE EDİYORUM” yani
“ÇOK GÖZLEDİM VE GÖZLÜYORUM”
sözleriyle bu durumu dile getirmiş,
ancak hayatta olduğu süre
içerisinde bu kutlu şahsın çıkışının
gerçekleşmediğini bildirmiştir.
|
178) FAKAT ÇİÇEKLER BAHARDA GELİR:
Bediüzzaman ahir zamanda gelecek
Hz. Mehdi ve cemaatine karşı içten ve derin bir
sevgi sahibidir. Hz. Mehdi ve yanındakilerin
güzel ahlakını ve mücadelelerini
“ÇİÇEKLER”e
benzetmekte ve onların baharda, yeryüzünün
tüm güzelliklerinin ortaya çıktığı dönemde
geleceklerini anlatmaktadır. Bediüzzaman, Hz.
Mehdi'nin geleceği dönemi karanlık kara bir
kışın ardından gelen aydınlık, güneşli,
güzelliklerle dolu bir bahara
benzetmektedir. Bediüzzaman'ın çiçek
benzetmesi bu dönemde yaşanacak huzur,
barış adalet ve güzellikleri anlatmak için
yapılmış çok güzel bir örneklendirmedir. Bediüzzaman
bu bahar döneminin çok yakın olduğunu
bildirmektedir. Bir başka
açıklamasında ise kendisinin "acele
edip kışta geldiğini" belirtmiş; nasıl kışın
hemen ardından bahar geliyorsa, ahir zamanda
gelecek mübarek şahıs ve cemaatinin de, kendisinden
hemen sonra baharı getireceğini
müjdelemiştir. Bediüzzaman bu
sözleriyle çok açık bir şekilde
kendisinin Hz. Mehdi olmadığını, ancak bu mübarek
zata ortam hazırlayan bir öncüsü olduğunu ifade
etmiştir. |
179) ÖYLE İSE O KUDSİ ÇİÇEKLERE
ZEMİN HAZIR ETMEK LAZIM GELİR:
Bediüzzaman bir kez daha “KUDSİ
ÇİÇEKLER” sözleriyle bahsettiği
Hz. Mehdi ve talebelerine karşı olan sevgisini
dile getirmiş, Hz. Mehdi'nin gelişini çok
gözlediğini ve halen de gözlemeye
devam ettiğini belirtmiştir. Bu
durumda gelecek olan şahıslara,
yani Hz. Mehdi ve cemaatine zemin hazırlamak
gerektiğini söyleyen Bediüzzaman, kendisinin
ve cemaatinin bu görevi üstlendiğini ifade
etmiştir. Onlardan önce gelip onlar için
ön bir hizmet ve hazırlık yaptığını
söyleyerek, Hz.
Mehdi'nin kendisinden sonra gelecek bir şahıs
olduğunu bir kez daha dile getirmiştir. |
180) VE ANLADIK Kİ BU HİZMETİMİZLE
O NURANİ ZATLARA (NURLU ŞAHISLARA)
ZEMİN İZHAR EDİYORUZ (HAZIRLIYORUZ):
Bediüzzaman "ANLADIK
Kİ" sözleriyle,
kendisinin Hz. Mehdi olmadığı, ancak yaptığı
hizmetlerle bu mübarek kişiye zemin hazırlamakta
olduğu konusundaki kanaatini dile getirmektedir.
“ANLADIK Kİ”
ifadesi, Bediüzzaman'ın kalbine gelen gerçeği
ve Bediüzzaman'ın bu gerçeğe net ve samimi
olarak inandığını göstermektedir. Bediüzzaman
bu kelimeyle, tevazu gereği böyle bir söz
söylemediğini, delilleriyle açıkça
ortada olan bu konuda kesin kanaatini
ifade ettiğini ortaya koymaktadır.
Bediüzzaman
bu sözünde "HİZMETİMİZLE" diyerek çoğul
bir ifade kullanmıştır. Demek ki Bediüzzaman
bu hizmette tek başına değildir; kendisine yardımcı
olan Nur cemaati de vardır.
Bediüzzaman "hizmetimizle" derken tüm
Nur talebelerini de bu hizmete dahil etmektedir.
Ayrıca Bediüzzaman
burada “O NURANİ
ZATLARA” sözleriyle, Hz. Mehdi ve
talebelerinin “BİRER ŞAHIS” olduklarını
yeniden vurgulamaktadır. Bu,
Bediüzzaman’ın Hz. Mehdi'den bahsederken “15.
KEZ” kullandığı “O”
zamiridir. “ZAT”
kelimesini ise Bediüzzaman kitabın başından bu
yana Hz. Mehdi için “13. KEZ”
kullanmıştır. Bediüzzaman'ın her iki kelimeyi
de bu kadar çok tekrarlamış olması, Hz. Mehdi'nin “BİR
ŞAHIS” olduğu konusunda çok kesin
deliller oluşturmakta ve manevi bir kişilik
olmadığını açıkça ortaya koymaktadır.
|
|
SONUÇ |
Yazının başından bu yana açıklanan
tüm deliller, 13. yüzyılın büyük müceddidi
Bediüzzaman Said Nursi’nin, Hz. İsa'nın yeniden
yeryüzüne gelişi ve Hz. Mehdi'nin ortaya
çıkışı konusundaki kesin kanaatlerini ortaya
koymaktadır.
Bediüzzaman'ın Hz. İsa (a.s.) ve Hz.
Mehdi (a.s.) ilgili tüm bu açıklamaları çok açık ve
detaylıdır. Bediüzzaman bu açıklamalarında Hz.
İsa'nın yeryüzüne geldiğinde gerçekleştireceği
faaliyetlerden, Deccal ile olan mücadelesinden
pek çok detay vererek bahsetmiştir. Aynı
şekilde Hz. Mehdi'nin özelliklerini de ayrıntılı
olarak tarif etmiş; kendisi de dahil olmak üzere, daha
önce yaşamış olan hiçbir müceddidin yerine getiremediği
ve ancak Hz. Mehdi'nin gerçekleştireceği birtakım
faaliyetler olduğunu belirtmiştir.
Bediüzzaman'ın açıklamalarında Hz. Mehdi ile
ilgili olarak vermiş olduğu tüm bu bilgiler
Kuran ayetleriyle, hadislerle ve İslam alimlerinin açıklamalarıyla
da mutabıktır.
Bediüzzaman bu izahlarıyla,
kendisine Mehdilik iddiasıyla yaklaşan kimselere “Mehdi
olmadığını ve neden olamayacağını” yaptığı
sayfalar dolusu izahlarla açıklamıştır. “Hz. Mehdi'nin
seyyid olduğunu, tüm dünyaya hakim olacağını,
İslam birliğini sağlayacağını, Hıristiyan
dünyasıyla ittifak yapacağını, Hz. İsa'yla
birlikte namaz kılacaklarını, Deccal'i yenilgiye
uğratacağını ve Kuran ahlakını tüm dünyada yerleşik kılacağını”
ayrıntılı olarak anlatmıştır. Bediüzzaman seyyid
değildir ve kitap boyunca da açıklandığı gibi,
bu konuyu eserlerinde pek çok kez dile
getirmiştir. Hatta Peygamberimiz (sav)'in
hadisleri doğrultusunda, seyyid olan kişinin seyyidliğini
gizlemesinin İslam ahlakına uygun olmayacağını açıklayarak,
bu sözünün doğruluğunu bir kez daha ve delil
göstererek ifade etmiştir. Bunun yanı sıra
Bediüzzaman yaşadığı dönemde “tüm Müslümanları
tek bir çatı altında toplayarak İslam birliğini
oluşturmamış; tüm inananların başkumandanı ve
halifesi (lideri) vasfını taşımamıştır”. “Tüm
dünyaya adalet ve hakkaniyet getirmemiş”,
“İslam ahlakını tüm yeryüzüne hakim
kılmamıştır”. Hakim” vasfına sahip
olmamış”, “tüm İslam alimlerinin,
Peygamberimiz (sav)'in soyundan gelen seyyidlerin
ve tüm Müslümanların desteğini almamıştır.” Hayatını
Kuran ahlakının tebliğine adamış, bu uğurda her türlü
fedakarlığı göze almış ve çok büyük bir iman
hizmeti vermiştir. Yaşadığı yüzyılın
müceddidi olarak üstlendiği görevi en güzel
ve en şerefli bir şekilde yerine
getirmiştir. Ancak onun tebliği kuvvet ve hakimiyet
içerisinde değil, maddi ve manevi açıdan gayet zor
şartlarda ve benzersiz sıkıntılar içerisinde geçmiştir.
Hakim konumunda olmamış; aksine baskı
altına alınmış, ömrünü esaret, maddi
sıkıntılar ve zorluklar altında
geçirmiştir. Sayıldığı gibi geniş bir kesimin desteğini
almamış; aksine çeşitli haksızlıklara uğramış, eziyetlere
tabi tutulmuş, yaşamının büyük bölümünü
hapis ve sürgün gibi şartlar altında
sürdürmüştür. Yukarıda sayılan imkanların
ve yerine getirilecek olan sorumlulukların
ise, kendisinden sonraki yüzyılın müceddidi olarak
Hz. Mehdi’ye nasip olacağını bildirmiştir.
Tüm bunların yanı sıra Bediüzzaman “En
büyük müceddid”, “en büyük müçtehid” de
olmamış, “hüküm vermeye en
yetkili kişi olarak mezhepleri kaldırmamış ve
kendi mezhebinin sahibi olmamıştır”. Bediüzzaman
İmam Şafi’yi mezhep imamı olarak kabul ederek,
bir başka mezhep kurucusuna tabi olmuş ve hayatının sonuna
kadar bu mezhebin gereğini uygulamıştır. Bediüzzaman
eserlerinde bu durumu pek çok kez ifade etmiştir:
“Evvelâ: Ben Şafiî’yim...” (Emirdağ Lahikası, s. 38)
“... hem hususî Şafiîce ibadetime.” (Büyük Tarihçe-i Hayat, s. 202)
“Yalnız bu kadar var. Ben Şafiîyim...” (Büyük Tarihçe-i Hayat, s. 206)
“Hattâ Şafiî mezhebinde olduğu için...” (Emirdağ Lahikası, s. 573)
Oysa ki Bediüzzaman'ın da risalelerde
vurguladığı gibi, Hz. Mehdi tüm mezhepleri
kaldıracak ve tüm mezheplerin üstünde
olacaktır. O, bir başka mezhep imamına
uymayacak; tüm inananlar, hüküm verme yetkisine
sahip “en büyük müceddid” ve “en büyük
müçtehid” olarak ona tabi olacaklardır.
Bediüzzaman tüm bu gerçekleri
eserlerinde detaylı olarak dile getirmiş ve bu şekilde
kendisinin Hz. Mehdi olmadığını delilleriyle
birlikte açıkça ortaya koymuştur. Bediüzzaman
Mehdi olmadığını ve Hz. Mehdi'nin özelliklerini
taşımadığını binlerce harften, yüzlerce
cümleden oluşan ifadeleriyle açıkça ifade
etmişken, bunların doğru olmadığını, aslında tam
tersini söylemek istediğini öne sürmek büyük bir hatadır.
Zira Bediüzzaman, Mehdi olmadığını ispatlamak için bunların
dışında daha ne kadar özellik sayabilirdi?
Mehdi olmadığını yüzlerce sayfa boyunca
açıklaması yeterli değil midir? Tüm Müslümanlar
için bir hidayet önderi olan böylesine değerli
bir İslam alimi, doğru olmayan bir konu için
neden bu kadar cümle, bu kadar kelime ve bu kadar sayfa
yanıltıcı açıklama yazsın? Allah’tan çok korkan,
bu konuda bu kadar hassas olan bir insanın Mehdi olmadığını
söylemek için “180 MADDELİK”
bu kadar kapsamlı bir yalan söylediğini iddia etmek hiçbir
vicdanın kabul etmeyeceği bir yaklaşımdır.
Bediüzzaman'ın sadece “Ben Mehdi değilim”
demesi, bu konunun anlaşılması için yeterli
olmalıydı. Bu açık beyanına rağmen,
Bediüzzaman'a karşı böyle bir yaklaşımda
bulunmak, onun gerçekte doğruları söylemediğini ve insanları
yanılttığını iddia etmektir ki, bu da böylesine değerli
bir İslam büyüğüne yöneltilen büyük bir iftira ve
büyük bir bühtan olur.
Üstelik böyle bir durumda, Bediüzzaman'ın
ahir zaman ile ilgili diğer tüm izahları da
şüpheli bir konuma sokulmaktadır. Çünkü Hz. İsa
ve Hz. Mehdi ile ilgili açıklamalarının batıni
anlamları olduğu iddiası, Bediüzzaman'ın ahir
zamana ilişkin diğer sözlerinin de batıni
manaları olduğu anlamına gelir. Böyle bir durumda
da bir süre sonra Risale-i Nur’un tamamı bu hale
getirilir ve Bediüzzaman'ın tüm eserleri gerçek manasından
ve hikmetinden giderek uzaklaşır. Oysa ki Risale-i Nur
bir Kuran tefsiridir. Tefsirin tefsiri olmaz.
Bediüzzaman'ın herkes tarafından açıkça
anlaşılan sözlerine gerçeğinden farklı, zıt
anlamlar verilerek yapılan bu tür bir tefsir
anlayışı son derece sakıncalıdır.
Risale-i Nur, her insanın okuyup
anlayabileceği kitaplardır. Bediüzzaman, sözlerine gizli
anlamlar yüklememiş; düz bir anlatımla anlatmak
istediklerini açıkça ifade etmiştir. Ancak
buna rağmen “batıni tefsir” adı altında
Bediüzzaman'ın sözlerine farklı anlamlar
yükleyerek, belki de binlerce insanın 30-40
yıldan beri yanlış yönlendirilmesine neden olmak, elbette
ki büyük bir sorumluluktur.
Hz. Mehdi'nin gelişi tüm Müslümanlar
için büyük bir müjdedir. Peygamberimiz (sav) bir
hadis-i şerifinde “Mehdi ile müjdelenin. O
Kureyş’ten ve Ehl-i Beyt’imden bir kişidir. (Kitab-ul Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s.13)
şeklinde buyurmaktadır. Ancak bu konuda
‘batıni tefsir’ mantığıyla yapılan yanlış
yorumlarla, bu büyük müjdenin yolu kapatılmaya
çalışılmıştır. Kuran ayetlerindeki Hz. İsa'nın
gelişiyle ilgili haberler ve Peygamberimiz
(sav)'in hadislerindeki Hz. Mehdi'nin ortaya
çıkışıyla ilgili verdiği müjdeler adeta yok edilmek istenmiştir.
Bediüzzaman Said Nursi, yaşadığı
dönem boyunca İslam dünyası ve Müslümanlar adına eşsiz
hizmetlerde bulunmuş, yazdığı eserlerle tüm
Müslümanlara doğru yolu bulmalarında ışık
tutmuştur. Hiç şüphesiz ki bir asrın müceddidi
olmuş böylesine büyük bir mütefekkirin Hz. İsa
ve Hz. Mehdi'nin gelişini müjdelediği sözleri
de aynı şekilde Müslümanlara yol göstermekte ve doğruyu
bulmalarına vesile olmaktadır.
Bediüzzaman'ın da açıkladığı,
tüm İslam alemi için büyük müjdeler içeren bu olaylar,
Allah’ın izniyle ahir zamanda Hz. Mehdi vesilesiyle
yaşanacaktır. İslam ahlakının bu mutlak
galibiyeti, Rabbimiz'in Kuran’da 1400 sene önce
bildirdiği bir gerçektir. Ayetlerde bu müjde
şöyle haber verilmektedir:
Müşrikler istemese de O
dini (İslam'ı) bütün dinlere üstün kılmak için
elçisini hidayetle ve hak dinle gönderen O'dur.
(Tevbe Suresi, 33)
Ve seveceğiniz bir başka
(nimet) daha var: Allah'tan 'yardım ve zafer
(nusret)' ve yakın bir fetih. Müminleri
müjdele. (Saff Suresi, 13)
Ve onlardan
sonra sizi o arza mutlaka yerleştireceğiz. İşte bu,
makamımdan korkana ve tehdidimden korkana ait (bir
ayrıcalıktır). (Peygamberler) Fetih istediler,
(sonunda) her zorba inatçı bozguna uğrayıp
-yok oldu- gitti. (İbrahim Suresi, 14-15)
Allah'ın yardımı ve fetih
geldiği zaman, Ve insanların Allah'ın dinine dalga
dalga girdiklerini gördüğünde, hemen Rabbini
hamd ile tesbih et ve O'ndan mağfiret dile.
Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir. (Nasr
Suresi, 1-3)
Rabbimiz ayetlerinde “asla vaadinden dönmeyeceğini” ise şöyle bildirmektedir:
(Bu,) Allah'ın va’didir;
Allah, vadinden geri dönmez. Ancak insanların
çoğu bilmezler. (Rum Suresi, 6)
... Allah'tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir?... (Tevbe Suresi, 111)
Allah'ı, sakın elçilerine verdiği sözden dönen sanma... (İbrahim Suresi, 47)
Allah, “İslam ahlakını tüm dünyaya hakim
kılacağını, inanan kullarını güç ve iktidar
sahibi kılacağını”
vadetmiş ve bu vaadinin kesin olduğunu bildirmiştir.
Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde, bütün büyük İslam
alimlerinin ve Bediüzzaman'ın sözlerinde de bu duruma “Hz.
İsa ile Hz. Mehdi'nin vesile olacakları”
belirtilmiştir. Rabbimiz'in bu vaadi doğrultusunda
İslam ahlakı bir gün mutlaka hakim olacak ve
bir kişinin Müslümanların önderliğini
üstlenmesi gerekecektir. Bediüzzaman böyle
dünya çapında bir hakimiyetle karşılaşmamış ve tüm dünya
Müslümanlarının liderliğini üstlenmemiştir. İslam dünyasının
başında, tüm Müslümanları biraraya getirecek
şekilde bir lider uzun süredir yoktur.
Müslümanların bu ilk lideri, 1400 senedir
müjdelendiği gibi Hz. Mehdi olacaktır. Yeryüzünden
zulmü ve karanlığı kaldıracak, İslam ahlakının güzelliğinin
tüm insanlar tarafından yaşanmasına vesile olacaktır.
Bediüzzaman da kitap boyunca yer verilen
sözlerinde bu gerçeği dile getirmiş ve tüm
Müslümanları bu büyük hidayet önderinin
gelişiyle müjdelemiştir.
Peygamber Efendimiz (sav) de
hadislerinde bu önemli değişime vesile olacak olan Hz.
İsa ve Hz. Mehdi'nin gelişlerini şöyle haber
vermiştir:
Nefsim
kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki,
Meryem oğlu İsa'nın adalet sahibi olarak
inmesi yakındır... (Buhari,
Kitabü'l-Büyu': 102, Mezalim: 31, Enbiya 49; Müslim,
İman: 242 (155); Ebu Davud, Melahim: 14 (4324); Tirmizi,
Fiten: 54 (2234))
Nefsim
kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki,
Hz. Mehdi'nin babası Kureyşi’dir. Eğer
istenseydi onu en son ceddine (soyuna) kadar sayardım, çünkü Hz. Mehdi, İslam’ın sonu olacaktır”
(El-Kavlu’l Muhtasar Fi Alamatil
Mehdiyy-il Muntazar, Beklenen Mehdi'nin
Alametleri, s. 25)
Kuran ayetlerinde, Peygamberimiz
(sav)'in hadislerinde, İslam alimlerinin ve
Bediüzzaman'ın sözlerinde verilen tüm bu
müjdeler çok açıktır. Ancak buna rağmen, Hz.
İsa'nın gelişinden ve Hz. Mehdi'nin ortaya
çıkışından şüphe duyup tedirginliğe kapılanlar
(ki bu çok büyük bir yanılgıdır) olabilmektedir. Kuran’da
da, Allah’ın müminlere önderlik edecek bir elçi
göndermesinden şüphe duyan kimseler olabileceği haber
verilmiştir. Bir ayette “Hz. Yusuf’tan sonra
peygamber gelmeyecek” diyen kimselerin örneği
şöyle bildirilmektedir:
"Andolsun, daha önce Yusuf
da size apaçık belgeler getirmişti. O ZAMAN SİZE
GETİRDİKLERİ HAKKINDA KUŞKUYA KAPILIP
DURMUŞTUNUZ. Sonunda o, vefat edince,
demiştiniz ki; "ALLAH, ONDAN SONRA KESİN OLARAK
BİR ELÇİ GÖNDERMEZ." İşte Allah, ölçüyü taşıran, şüpheci
kimseyi böyle saptırır." (Mümin Suresi, 34)
Bediüzzaman ise, bu tür şüphelere
kapılan kimselerin böyle bir yanılgıya düşmelerinin
nedenlerini şöyle açıklamıştır:
Kıyamet
alâmetlerinden ve âhir zaman vukuatından
(olaylarından) ve bâzı a'malin (amellerin)
fazilet ve sevablarından bahseden ehâdîs-i şerife (hadisler)
güzelce anlaşılmadığından, AKILLARINA
GÜVENEN BİR KISIM EHL-İ İLİM (ilim sahibi kişiler), ONLARIN
BİR KISMINA ZAÎF (zayıf) VEYA
MEVZU (uydurma hadis) DEMİŞLER. İMANI ZAYIF VE ENANİYETİ
KAVİ (kendini şiddetli şekilde beğenen) BİR
KISIM DA, İNKÂRA KADAR GİTMİŞLER. (Sözler, s.
355)
Bediüzzaman'ın bu açıklamasına göre;
- hadislere yanlış yorumlar yapılması ve aktarılan bilgilerin doğru anlaşılmaması,
- iman zafiyeti ve
- enaniyet
bazı kimselerin bu gerçekleri
reddetmelerine neden olabilmektedir. Hiç şüphesiz iman
zafiyeti ve enaniyet, her müminin titizlikle
kaçınması gereken eksiklik ve kötülüklerdir.
Ancak her ne sebeple olursa
olsun, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin gelişinin herhangi bir
şekilde tevil edilmesinin ve bu konudaki gerçeklerin
üzerinin örtülmesinin, ileride bir mahcubiyet
konusu olabileceği de göz önünde
bulundurulmalıdır. Hz. İsa ve Hz. Mehdi tüm
inananların şevkle beklediği müjdelenmiş
şahıslardır. Bu şahısların gelişlerini beklemek ve bu
tarihi olayı müjdelemek her Müslümanın görevidir.
Allah kaderde Hz. İsa ve Hz.
Mehdi'nin İslam ahlakını hakim etmelerini takdir etmiştir.
İnşaAllah Rabbimiz bu büyük müjdenin
gerçekleştiğini yakın gelecekte müminlere
gösterecektir.
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder