Risale-i Nur'da Mehdiyet


RİSALE-İ NUR KÜLLİYATI'NDA
HZ. İSA VE HZ. MEHDİ GERÇEĞİ
İslam ahlakının yeryüzüne hakim olacağı, Kuran-ı Kerim'de bildirilmiş olan hak bir vaaddir. Kuran'da İslam ahlakının hakimiyetiyle ilgili bildirilmiş olan ayetler son derece açıktır. Bu ayetlerden bazıları şu şekildedir.
Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara vadetmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, ONLARI DA YERYÜZÜNDE GÜÇ VE İKTİDAR SAHİBİ KILACAK, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir... (Nur Suresi, 55)
Allah, yazmıştır: "Andolsun, BEN GALİP GELECEĞİM VE ELÇİLERİM DE" Gerçekten Allah, en büyük kuvvet sahibidir, güçlü ve üstün olandır. (Mücadele Suresi, 21)
Onlar, Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Oysa Allah, Kendi nurunu tamamlayıcıdır; kafirler hoş görmese bile. Elçilerini hidayet ve hak din üzere gönderen O'dur. ÖYLE Kİ ONU (HAK DİN OLAN İSLAM'I) BÜTÜN DİNLERE KARŞI ÜSTÜN KILACAKTIR; müşrikler hoş görmese bile. (Saf Suresi, 8-9)
Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Oysa kafirler istemese de Allah, Kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor. Müşrikler istemese de O DİNİ (İSLAM'I) BÜTÜN DİNLERE ÜSTÜN KILMAK İÇİN ELÇİSİNİ HİDAYETLE VE HAK DİNLE GÖNDEREN O'DUR. (Tevbe Suresi, 32-33)
Allah, suçlu-günahkarlar istemese de, HAKKI (HAK OLARAK) KENDİ KELİMELERİYLE GERÇEKLEŞTİRECEKTİR. (Yunus Suresi, 82)
Andolsun, sizden önceki nesilleri, resulleri kendilerine apaçık deliller getirdiği halde, zulmettikleri ve iman etmeyecek oldukları için yıkıma uğrattık. İşte Biz, suçlu-günahkar olan bir topluluğu böyle cezalandırırız. Sonra, nasıl yapıp-davranacaksınız diye gözlemek için, ONLARIN ARDINDAN SİZİ YERYÜZÜNDE HALİFELER KILDIK. (Yunus Suresi, 13-14)
Ayetlerde bildirildiği gibi, İslam ahlakının hakimiyeti Allah'ın bir vaadidir. Rabbimiz bu vaadini muhakkak yerine getirecektir. Ayrıca Kuran'da, mümin toplulukların mutlaka başlarında bir lider bulunduğu bildirilmektedir. Her peygamber, nebi veya elçi, gönderildikleri topluma önderlik yapmıştır. Tarih boyunca tüm örneklerinde görüldüğü gibi, hakimiyet döneminde de Müslümanların başlarında onlara yol gösterecek bir liderleri mutlaka olacaktır. Peygamberimiz (sav)'in mütevatir hadislerinde (içinde yalan ihtimali olmayan ve yalan üzerine birleşmeleri düşünülemeyecek kadar kalabalık olan bir cemaate ve kuvvetli haberlere dayanan hadislerle), bu dönemde müminlerin liderinin “Hz. Mehdi” olacağı haber verilmiştir.
Peygamberimiz (sav)'den bu yana yaşamış olan pek çok İslam alimi de, Hz. İsa'nın yeryüzüne dönüşü, Hz. Mehdi'nin ortaya çıkışı ve İslam ahlakının hakimiyeti hakkında çeşitli yorumlarda bulunmuş, konuya açıklık getiren izahlar yapmışlardır. Hicri 13. asrın büyük müceddidi Bediüzzaman Said Nursi de eserlerinde konuyla ilgili ayetlere ve Peygamberimiz (sav)'in bu konulardaki hadislerine geniş yer vermiş, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin gelişi hakkında tüm Müslümanlara yol gösterecek önemli açıklamalarda bulunmuştur.
Bediüzzaman'ın yapmış olduğu bu açıklamalar son derece anlaşılırdır. Ancak çeşitli sebeplerle, Bediüzzaman'ın bu sözlerindeki açık anlam görmezden gelinmekte, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin gelişi çeşitli şekillerde tevil edilmeye çalışılmaktadır. “Bizzat gelecekleri” Peygamberimiz (sav) tarafından kesin ve açık biçimde bildirilmiş olmasına rağmen, bu mübarek şahısların “fert olarak gelmeyecekleri” iddia edilmekte, hadisler ve İslam alimlerinin izahları bu düşünce doğrultusunda yanlış bir bakış açısıyla yorumlanmaktadır. Bu amaçla büyük İslam alimi Bediüzzaman Said Nursi tarafından kullanılan “şahsı manevi” kavramı da çarpıtılmakta, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin “manevi birer şahıs” olarak gelecekleri şeklinde bir yanılgıya düşülmektedir.
“Şahsı manevi” olarak nitelendirilmelerinin yanında, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin gelişi hakkında, Peygamberimiz (sav)'in hadisleri ve İslam alimlerinin açıklamalarıyla çelişen daha pek çok fikir öne sürülmektedir. Bunlar arasında Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin geçmişte gelip görevlerini tamamladıkları, birer ruh ve mana olarak gelecekleri, Hz. Mehdi'nin üç ayrı müceddidden oluşacağı gibi yanlış düşünceler söz konusudur.
Oysa Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin birer şahıs olarak gelecekleri çok açıktır. Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde yer alan detaylı bilgiler ve İslam tarihinde yer alan bütün büyük alimlerin izahları bu gerçeği göstermektedir. Hadislerde isimleri zikredilen tüm ahir zaman şahısları gibi, bu değerli insanlar da, “BİRER ŞAHIS” olarak gelecekler ve kendileri ve cemaatlerinden oluşan şahsı manevileriyle birlikte, kaderlerinde belirlenmiş görevlerini Allah’ın izniyle tam olarak yerine getireceklerdir.
Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde Hz. İsa'nın özellikleri ve mücadelesi hakkında detaylı bilgiler verilmiş, Allah’ın izniyle ahir zamanda yeniden yeryüzüne geleceği çok açık bir şekilde müjdelenmiştir. Hz. Mehdi de, Allah'ın Peygamber Efendimiz (sav)'e 1400 yıl önce ahlakını, fiziksel özelliklerini, faaliyetlerini, hizmetlerini ve dünyada bırakacağı etkiyi bildirdiği ve kaderde takdir ettiği mübarek bir şahıs olacaktır. Bu özelliklerin taklit edilmesi, çaba harcanarak kazanılması kesinlikle mümkün olmadığı gibi, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin çalışmalarının durdurulması ya da çeşitli tevillerle reddedilmesi de Allah’ın izni ile imkansızdır. Hz. İsa ve Hz. Mehdi, Peygamberimiz (sav)'in de haber verdiği gibi tüm hizmetlerini yerine getirecek ve Allah'ın izniyle Kuran ahlakını tüm dünyaya hakim kılacaklardır. Bu, Allah'ın belirlediği bir kaderdir.
SÖZLER KİTABINDAN ALINTILAR
İSTİKBAL-İ DÜNYEVİYEDE (dünyanın
geleceğinde) 1400 SENE SONRA1 GELECEK2 bir HAKİKATİ3 asırlarında KARİB (yakın) ZANNETMİŞLER.4
(Sözler, s. 318)
Bediüzzaman bu sözüyle, bazı şahısların Hz. Mehdi'nin geçmişte geldiğini düşünerek yanıldıklarını belirtmiş ve Hz. Mehdi'nin geliş zamanı hakkında bilgi vermiştir:
1) İSTİKBAL-İ DÜNYEVİDE
(DÜNYANIN GELECEĞİNDE) 1400 SENE SONRA:
Bediüzzaman bu sözleriyle İslam tarihinde pek çok kişinin Hz. Mehdi'nin kendi dönemlerinde geleceğini düşünerek yanıldıklarını belirtmiş ve Hz. Mehdi'nin, Peygamberimiz (sav)'den “1400 SENE SONRA” geleceğini hatırlatmıştır. Bu çok önemli bir bilgidir. Bediüzzaman burada ne 1373, ne 1378 ne 1398 ne de başka bir tarih vermemiş tam olarak 1400 yıl sonrasından bahsetmiştir. Bu tarih Miladi 1980 yılına denk gelmektedir. Hicri 13. yüzyılın müceddidi olarak Hicri 14. yüzyıla kadar müceddidlik görevini yerine getiren Bediüzzaman, Hicri 1379 yani Miladi olarak 1960 yılında vefat etmiştir. Dolayısıyla Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin gelişi için kendi yaşadığı dönemden çok ileriki bir tarihi belirtmektedir. Bediüzzaman bu açıklamasıyla, açık ve kesin bir tarih vererek kendisinin Hz. Mehdi olmadığını ifade etmekte, Hz. Mehdi'nin kendi vefatından yaklaşık 20 sene kadar sonra geleceğini müjdelemektedir.
Bediüzzaman ayrıca risalelerinde Peygamberimiz (sav)'in hadislerine dayanarak “her yüz yıl başında bir müceddid gönderileceğini” hatırlatmıştır. Bediüzzaman “1400 YIL SONRA” tarihini vererek aynı zamanda “14. ve 15. yüzyıllar arasında görev yapacak olan müceddidin de Hz. Mehdi olduğunu” haber vermektedir.

2) GELECEK:
Bediüzzaman Hz. Mehdi için “1400 sene sonra GELECEK” ifadesini kullanarak, Hz. Mehdi'nin kesin olarak “geleceğini” müjdelemektedir. Bediüzzaman bu sözleriyle Hz. Mehdi'nin manevi bir kişi olmadığını, “belirtilen tarihte gelecek bir şahıs olduğunu” açıklamaktadır.
Bediüzzaman verdiği bu bilgiyle ayrıca Hz. Mehdi'nin geçmişte ve Bediüzzaman'ın kendi yaşadığı dönemde henüz gelmemiş olduğu konusuna da açıklık kazandırmaktadır. Çünkü dikkat edilirse Bediüzzaman “Hz. Mehdi geldi ya da gelmiş” dememekte, “gelecek zaman” belirten bir kelime kullanmakta ve “GELECEK” demektedir.

3) HAKİKATİ:
Bediüzzaman Hz. Mehdi için “HAKİKAT” kelimesini kullanmıştır. Bediüzzaman bu ifadesiyle, Hz. Mehdi'nin gelişinin bir hakikat yani hiçbir şüpheye yer bırakmayacak kadar “kesin bir GERÇEK” olduğunu belirtmiştir.
Bediüzzaman bu sözüyle ayrıca, Hz. Mehdi'nin gelişinden önce Mehdi olduğu sanılan şahısların aksine, “1400 sene sonra gelecek olan Mehdi'nin bir hakikat” olacağını belirtmiştir. Yani bu kutlu zatın, Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde müjdelediği tüm özelliklere sahip olan “GERÇEK MEHDİ" olacağını ve bu özellikleriyle Mehdi sanılan kişilerden ayırt edilip tanınacağını hatırlatmıştır.

4) KARİB (YAKIN) ZANNETMİŞLER:
Bediüzzaman daha önce de birçok kişinin, Hz. Mehdi’nin geliş tarihi ile ilgili çeşitli kanaatlere kapıldıklarını ve bu mübarek zatın “kendi yaşadıkları yüzyıla yakın” bir tarihte geleceğini sandıklarını belirtmiştir. Ancak Bediüzzaman “KARİB (YAKIN) ZANNETMİŞLER” diyerek söz konusu kişilerin Hz. Mehdi'nin önceki tarihlerde çıkmış olabileceğini düşünmekle yalnızca bir “zanda bulunduklarını” ancak yanıldıklarını hatırlatmıştır. Gerçekte ise Hz. Mehdi’nin “Hicri 1400 yılında” geleceğini ve bu tarihten sonra faaliyetlerine başlayacağını bildirmiştir. Nitekim Bediüzzaman'ın verdiği bu tarih Peygamber Efendimiz (sav)'in hadislerinde verilen bilgilerle tam bir uyum halindedir.

Şimdi, HZ. MEHDİ GİBİ EŞHASIN (şahısların)5 hakkındaki rivayatın (rivayetlerin) ihtilafatı (farklılıkları) ve sırrı şudur ki: Ehadisi tefsir edenler (hadisleri açıklayanlar), metn-i ehadisi tefsirlerine (hadis metinlerindeki açıklamalarına) ve istinbatlarına (gizli manaları meydana çıkarmalarına) tatbik etmişler (uygulamışlar). Mesela: MERKEZ-İ SALTANAT6 o vakit Şam’da veya Medine’de olduğundan, vukuat-ı Hz. Mehdiyye veya Süfyaniyye’yi (Hz. Mehdi ve Süfyan ile ilgili olayları) MERKEZ-İ SALTANAT6 civarında olan Basra, Kufe,
Şam gibi yerlerde tasavvur (düşünerek) ederek
öyle tefsir etmişler (açıklamışlar).
(Sözler, s. 359)
Bediüzzaman, son saltanat ve Halifeliğin merkezi İstanbul’da olduğu için Hz. Mehdi ile ilgili olayların da bu şehirde gerçekleşeceğini bildirmiştir:
5) HZ. MEHDİ GİBİ EŞHASIN (ŞAHISLARIN):
Peygamberimiz (sav) hadislerinde, kendisinden sonra gelecek birçok şahıs olacağını bildirmiştir. Bu kişilerin bazıları gelmiş, vazifelerini yapıp vefat etmişlerdir. Her yüzyıl başında gönderilen müceddidler bunlardan bazılarıdır. Peygamberimiz (sav)’in geleceğini haber verdiği şahısların bazıları da halen beklenmektedir. Bediüzzaman da eserlerinde halen beklenmekte olan bu ahir zaman şahısları hakkında hadisler doğrultusunda detaylı bilgiler vermiştir. Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin yanı sıra, Deccal ve Süfyan (hadislerde ahir zamanda İslam dünyası içerisinde ortaya çıkacağı ve Hz. Mehdi'ye karşı mücadele edeceği bildirilen ve Süfyan-ı Deccal olarak anılan şahıs) gibi inkara dayalı bir mücadele verecek ahir zaman şahısları da Bediüzzaman'ın bilgi verdiği bu kişiler arasındadır.
Bediüzzaman buradaki “HZ. MEHDİ GİBİ EŞHASIN (ŞAHISLARIN)” sözleriyle öncelikle çok açık bir şekilde Hz. Mehdi'nin manevi bir varlık olmadığını, “BİR ŞAHIS OLDUĞUNU” belirtmiştir. Bediüzzaman bu ifadesiyle ayrıca Hz. Mehdi gibi, diğer ahir zaman şahıslarının da manevi kişilikler olmadıklarını, aynı şekilde “BİRER ŞAHIS” olduklarını açıklamıştır. Kuşkusuz ki Bediüzzaman'ın bu sözleri, ahir zaman şahıslarından bir kısmının birer “şahıs”, bir kısmının ise birer “şahsı manevi” olarak gelecekleri iddialarını geçersiz kılmaktadır. Çünkü Bediüzzaman “Hz. Mehdi gibi şahıslar” sözleriyle bunların tümünü kapsayan ve hepsi için “ŞAHIS” tanımlamasını yapan bir ifade kullanmaktadır. Nitekim Bediüzzaman eserlerinde Deccal ve Süfyan’ın birer şahıs olduklarını ne kadar net bir şekilde açıklamışsa, Hz. İsa ve Hz.
Mehdi konusunda da bu gerçeği o kadar açık ve anlaşılır ifadelerle dile getirmiştir. Deccal'in de fiziksel özelliklerini anlatmış, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin de fiziksel özelliklerini tarif etmiştir. Dolayısıyla Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin birer şahsı manevi olacakları düşüncesi, Bediüzzaman'ın bu açıklamalarına tamamıyla ters düşmektedir. Bediüzzaman bu sözünde Hz. Mehdi'den açıkça bir şahıs kelimesini kullanarak bahsetmekte ve aksi yöndeki düşüncelerin geçersizliğini ortaya koymaktadır.

6) MERKEZ-İ SALTANAT:
Peygamberimiz (sav)'in hadislerini açıklayanlar, o dönemlerde saltanatın merkezi Basra, Şam, Kufe gibi yerlerde olduğu için Hz. Mehdi ile ilgili olayların bu civarlarda gerçekleşeceğini düşünmüşlerdir. Ancak Bediüzzaman, son saltanat ve Halifeliğin merkezi İstanbul’da olduğu için Hz. Mehdi ile ilgili olayların da bu şehirde gerçekleşeceğini bildirmiştir. Bu ifadelerle Bediüzzaman ahir zaman ile ilgili rivayet ve açıklamaların daha iyi anlaşılmasını sağlamaktadır.

Hem şu sırdandır ki; MEHDİ, SÜFYAN GİBİ AHİR ZAMANDA GELECEK EŞHASLARI7 çok zaman evvel hatta tabiin (Peygamberimiz (sav)'i sağ iken görmüş olan müminlerle, yani Ashab’la görüşmüş ve onlardan ders almış olan salih Müslümanlar) zamanında onları beklemişler yetişmek emelinde bulunmuşlar.”
(Sözler, s. 358)
Bediüzzaman, geçmişte yaşamış Müslümanların da, Hz. Mehdi ve Süfyan gibi ahir zaman şahıslarının çıkışlarını, kendi dönemlerinde beklediklerini belirtmiştir:
7) MEHDİ, SÜFYAN GİBİ
AHİR ZAMANDA GELECEK EŞHASLARI:
Bediüzzaman buradaki ifadesinde de “MEHDİ, SÜFYAN GİBİ AHİR ZAMANDA GELECEK EŞHASLARI (ŞAHISLAR)” diyerek, ahir zamanda gelecek olan Hz. Mehdi'nin ve ona karşı mücadele vereceği bildirilen Süfyan’ın “BİRER ŞAHIS OLDUKLARINI” Sözler adlı eserinde “2. BİR KEZ” daha belirtmiştir. Bediüzzaman Risale-i Nur’da yer alan, Hz. Mehdi ve ahir zaman şahıslarından bahsettiği tüm sözlerinde hep aynı ifadeleri kullanmış, bu kişilerden “şahıs”, “zat” gibi kelimelerle bahsetmiştir. Bediüzzaman bu sözünde de bu gerçeği bir kez daha ifade etmektedir.
Ayrıca Bediüzzaman, bu kitabında Hz. Mehdi için “2. DEFA” kullandığı “GELECEK” kelimesiyle, Hz. Mehdi'nin “ilerideki bir tarihte gelecek bir şahıs olduğunu” ikinci bir kez daha vurgulamıştır. Bediüzzaman bu yolla, yaşadığı dönemde Hz. Mehdi'nin henüz gelmemiş olduğunu açık bir şekilde ifade etmektedir.
ŞUALAR KİTABINDAN ALINTILAR
Bir vechi (sebebi) şudur ki:
SİHİR VE MANYETİZMA VE İSPİRTİZMA GİBİ İSTİDRACI HARİKALARIYLA (hipnoz ve ruhlarla bağlantı tarzındaki istidracıyla) KENDİNİ MUHAFAZA EDEN VE HERKESİ TESHİR EDEN (büyüleyen, aldatan) O DEHŞETLİ DECCAL’İ8 yok edebilecek, mesleğini değiştirecek; ANCAK HARİKA VE MU'CİZATLI VE UMUMUN MAKBULÜ (mucizeleri olan ve herkesin kabul ettiği) BİR ZAT OLABİLİR Kİ9 O ZAT10 en ziyade alakadar ve ekser insanların (insanların çoğunluğunun) Peygamberi olan HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM'DIR.10
(Şualar, s. 493)
Bediüzzaman, Mesih Deccal'in birtakım olağanüstü güçlerle insanları aldatmaya çalışacağını ancak onun bu fitnesinin, Hz. İsa'nın ikinci kez yeryüzüne gelmesiyle tamamen ortadan kalkacağını anlatmaktadır:
8) SİHİR VE MANYETİZMA VE İSPİRTİZMA GİBİ İSTİDRACI HARİKALARIYLA (HİPNOZ VE RUHLARLA BAĞLANTI TARZINDAKİ SAHTE MUCİZELERİYLE)... HERKESİ TESHİR EDEN (BÜYÜLEYEN, ALDATAN) O DEHŞETLİ DECCAL’İ:
Bediüzzaman, Peygamberimiz (sav)'in hadisleri doğrultusunda Deccal'in birtakım olağanüstü güçlere sahip olacağına dikkat çekmektedir. Deccal'in sahte mucizeler göstereceğini bildiren hadislerden bazıları şu şekildedir:
Fitnesinden birisi de şudur: O, bir bedeviye: “Söyle bakayım! Eğer ben SENİN İÇİN ANANI VE BABANI DİRİLTİRSEM benim senin Rabbin olduğuma şehadet eder misin?” diyecek. Bedevi de: “Evet,” diyecek. Bunun üzerine İKİ ŞEYTAN ONUN BABASI VE ANASI SURETLERİNDE ONA GÖRÜNECEKLER... (Sünen-i İbni Mace, 4077)

Onun bir fitnesi de şudur: O, tek bir kişiye musallat kılınarak O KİŞİYİ ÖLDÜRÜP TESTEREYLE BİÇECEK. Hatta o kişinin cesedi iki parçaya bölünmüş olarak (ayrı ayrı yerlere) atılacaktır. Sonra Deccal (orada bulunanlara): “Şu (öldürdüğüm) kuluma bakınız. ŞİMDİ BEN ONU DİRİLTECEĞİM..” diyecektir. (Sünen-i İbni Mace, 4077)
Hadislerde, Deccal'in yalancı mucizelerini, fitnelerini insanlara kabul ettirebilmek için kullanacağı bildirilmektedir. (Allahu Alem) Zayıf akıllı insanlar bunları adeta birer “mucize” zannedebilirler. Oysa
mucize Allah'ın veli kullarına lütfettiği bir nimettir. Deccal'in gösterdiği olağanüstü olaylar ise birer istidrac yani Allah'ın insanları denemek için yarattığı ve inkarcılarda görülen yalancı mucizelerdir.
Bediüzzaman, Deccal'in bu aldatıcı yöntemleri kullanarak insanların çoğunu etkisi altına alacağını belirtmektedir. Hadislerde de Deccal'in, hipnotizma ve büyü gösterileri gibi aldatmacalarla yeterince bilgi sahibi olmayan veya imanen zayıf olan bazı insanları etkisi altına alabileceği haber verilmektedir. Özellikle de bütün Hıristiyan dünyasının Hz. İsa'yı ve Yahudilerin de Mesihi bekledikleri bir dönemde, Deccal'in gösterdiği bu yalancı mucizeler ve hileler, pek çok kişinin Deccal'e aldanmasına neden olabilecektir. Bediüzzaman buradaki sözüyle, Deccal'in bu özelliğini vurgulayarak, aynı zamanda onun bir şahsı manevi olmadığını da ifade etmektedir. Bediüzzaman, Deccal’in insanları kandırabilecek özellikte, hipnoz ve büyü gibi aldatıcı yöntemler kullanabilme yeteneğine sahip olduğundan bahsederek bu durumu açıklığa kavuşturmuştur. Kuşkusuz Bediüzzaman'ın Deccal konusundaki bu anlatımları doğrultusunda Deccal'in bir şahıs olduğunu kabul edip, Hz. İsa ve Hz. Mehdi konusunda verdiği onlarca delil ve detaya rağmen onların birer şahsı manevi olabilecekleri ihtimalini öne sürmek çok yanlış bir yaklaşım olur. Yüksek ilim sahibi bir şahıs olan Bediüzzaman kuşkusuz ki tüm sözlerini, Müslümanları en doğru bilgilendirecek şekilde açıklamış, bu konuda da hiçbir şüpheye yer bırakmayacak bir üslupla “Deccal gibi Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin de BİRER ŞAHIS olduklarını” ifade etmiştir.

9) ANCAK HARİKA VE MU'CİZATLI VE UMUMUN MAKBULÜ (MUCİZELERİ OLAN VE HERKESİN KABUL ETTİĞİ) BİR ZAT OLABİLİR Kİ:

Bediüzzaman, Mesih Deccal'in fitnesini ortadan kaldırabilecek kişinin ise, Allah'ın rahmetiyle, mucizeleri olan ve insanların çoğunun kendisine tabi olduğu mübarek “BİR ZAT” olacağını söylemektedir. Sözünün devamında da bu kutlu kişinin Hz. İsa olduğunu bildirmektedir. Bu son derece açık ve farklı başka hiçbir düşünceye yer vermeyecek netlikte bir sözdür: Bediüzzaman açıkça “Hz. İsa'nın BİR ŞAHIS olduğunu” ifade etmekte, bu kesin ifadesiyle onun bir şahsı manevi olabileceği yönündeki tüm düşünceleri kökten reddetmektedir.
Bunun yanı sıra Bediüzzaman burada kullandığı “HARİKA VE MUCİZATLI VE UMUMUN MAKBULU BİR ZAT” sözleriyle, Hz. İsa'nın yine bir şahıs olduğunu ortaya koyan önemli bazı özelliklerini vurgulamaktadır. Bediüzzaman “Hz. İsa'nın harikalar ve mucizeler gösterebilen BİR ZAT olduğunu” belirtmiştir. Ayrıca “Hz. İsa'nın insanların büyük bir kısmı tarafından kabul gören BİR ZAT olduğunu” hatırlatmaktadır. Kuşkusuz ki üstün bir ilme sahip olan Bediüzzaman bir şahsı manevinin mucize göstermesinin mümkün olmayacağını çok iyi bilmektedir. Aynı şekilde bir şahsı manevinin “umumun makbulü bir zat” olamayacağını da bilmekte, Hz. İsa'yı tanıtan tüm bu özellikleri çok bilinçli bir şekilde kullanarak onun “BİR ŞAHIS” olarak yeryüzüne ikinci defa geleceğini tüm Müslümanlara müjdelemektedir.

10) O ZAT... HZ. İSA ALEYHİSSELAM'DIR:
Bediüzzaman, Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde haber verdiği gibi Deccal'in fitnesini Hz. İsa'nın ortadan kaldıracağını bildirmektedir:
Allah'ın düşmanı olan MESİH-İ DECCAL, İSA ALEYHİSSELAM’I GÖRÜNCE, TUZUN SUDA ERİDİĞİ GİBİ ERİR. Hz. İsa onu terk edip bıraksa bile helak oluncaya kadar eriyip gidecektir. Lakin ALLAH ONU BİZZAT İSA ALEYHİSSELAM’IN ELİYLE YOK EDECEKTİR. (Müslim, Kitabü’l Fiten: 34)
... DECCAL ORTALIĞA FİTNE SAÇARKEN CENAB-I HAK, MESİH MERYEM OĞLU İSA'YI GÖNDERİR... Nefesini idrak eden her kafir mutlaka yok olur. İsa (a.s) Deccal ile Lüdd kapısında (Beytül Makdis'e yakın bir belde) karşılaşır VE ONU YOK EDER. (Sahih-i Müslim; Büyük Fitne Mesih-i Deccal, Saim Güngör, s. 104)
... Müteakiben HZ. İSA, DECCAL'İ ARAR ve nihayet Beytü’l Makdis’e yakın bir yer olan Bab-ü Lüdd (Lüdd Kapısı) denilen mevkide yetişerek, ONU YOK EDER. (Sahih-i Müslim, c. 4/2251-2255; İmam Şarani, Ölüm, Kıyamet, Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, Bedir Yayınevi, s. 491)
Bediüzzaman Şualar adlı eserinde Hz. İsa için “2. KEZ” kullandığı “O ZAT” ifadesiyle, Hz. İsa’nın “BİR ŞAHIS” olduğunu açıkça belirtmiştir. Bediüzzaman burada “İki veya üç zat” dememiştir. Aksine Hz. İsa'dan bahsederken kullandığı tüm sözler hep “TEKİL” ifadelerdir; ve tümünde de “TEK BİR ŞAHISTAN” bahsetmektedir. Bediüzzaman bu açıklamalarıyla bir kez daha Hz. İsa'nın bir şahsı manevi olmadığını, “MÜBAREK BİR İNSAN” olduğunu çok açık ifadelerle ortaya koymuştur.

Hatta HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM'IN
NÜZULÜ
(yeryüzüne inişi)11 dahi ve KENDİSİ İSA ALEYHİSSELAM OLDUĞU,12 NUR-U İMANIN DİKKATİYLE (imanın ışığıyla) BİLİNİR; HERKES BİLEMEZ13 Hatta DECCAL VE SÜFYAN GİBİ EŞHAS-I MÜDHİŞE (ürkütücü şahıslar) KENDİLERİ DAHİ KENDİLERİNİ BİLMİYORLAR...14
(Şualar, s. 487)
Bediüzzaman, Hz. İsa'nın ahir zamanda yeryüzüne ikinci kez geleceğini bildirmekte, ancak bu mübarek zat geldiğinde herkesin kendisini tanımayacağına dikkat çekmektedir:
11) HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM'IN NÜZULÜ (YERYÜZÜNE İNİŞİ):
Bediüzzaman “HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM’IN NÜZULÜ” sözleriyle Hz. İsa'nın, Allah’ın bir mucizesi olarak ahir zamanda insani bedeniyle gökyüzünden yeryüzüne ineceğini anlatmaktadır. Bediüzzaman verdiği bu bilgilerle Hz. İsa'nın ahir zamanda Hıristiyan toplumunun başında bir mana ya da manevi bir lider olarak değil, bizzat hidayet önderi “BİR ŞAHIS” olarak bulunacağını kesin ifadelerle açıklamaktadır.

12) KENDİSİ İSA ALEYHİSSELAM OLDUĞU:
Bediüzzaman bu sözleriyle Hz. İsa’nın yeryüzüne ilk indiği zaman, kendisinin de Hz. İsa olduğunu önceleri bilmeyeceğini, ancak daha sonra farkına varacağını bildirmiştir. “Böyle bir şuur ve bilincin bir şahsı manevi için söz konusu olamayacağı” çok açıktır. “BİLME” ve “ANLAMA” kavramları ancak “BİR İNSAN” için geçerli olabilir. Ancak “bir insan kendisinin kim olduğunu anlayabilir”, içerisinde bulunduğu durumu fark edebilir. Bediüzzaman da bu durumu çok iyi bilen bir kimse olarak bu sözleri kullanmış ve Hz. İsa'nın bir şahsı manevi olmadığını açıkça ifade etmiştir.
Bediüzzaman'ın bu gerçeği vurguladığı ifadelerinden biri de “KENDİSİ” kelimesidir. Bu kelime de yine “ŞAHIS” ifade eden bir kavramdır ve Bediüzzaman bu yolla “Hz. İsa'nın maddi varlığı olan mübarek BİR ŞAHIS olarak geleceğini” tekrar dile getirmektedir.

13) NUR-U İMANIN DİKKATİYLE
(İMANIN IŞIĞIYLA) BİLİNİR; HERKES BİLEMEZ:
Hz. İsa'nın ikinci kez yeryüzüne geleceği Kuran'da bildirilmiş ve Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde haber verilmiş bir gerçektir. Bediüzzaman, çevresindeki insanların, Hz. İsa’nın ahir zamanda beklenen peygamber olduğunu ancak “İMANLARIYLA FARK EDEBİLECEKLERİNİ” söylemiştir. Bu da yine Bediüzzaman’ın Hz. İsa’dan bir şahsı manevi olarak söz etmediğini açıkça ortaya koymaktadır. Bediüzzaman burada açıkça insanların bir şahsı maneviyi değil, “BEKLEDİKLERİ BİR ŞAHSI” tanımalarından bahsetmektedir. Bediüzzaman ayrıca “HERKES BİLEMEZ” diyerek Hz. İsa’yı herkesin tanıyamayacağını bir kez daha belirtmiş, bahsedilenin bir şahsı manevi değil, maddi varlığıyla ortaya çıkacak “BİR İNSAN” olduğunu tekrar vurgulamıştır. Bediüzzaman’ın da belirttiği gibi Hz. İsa ikinci kez yeryüzüne geldiğinde de samimi olarak iman edenler imanlarının vesilesiyle, Allah’ın izniyle bu mübarek zatı hemen tanıyacak, onun yardımcısı ve destekçisi olacaklardır.

14) DECCAL VE SÜFYAN GİBİ EŞHAS-I
MÜDHİŞE (ÜRKÜTÜCÜ ŞAHISLAR) KENDİLERİ DAHİ KENDİLERİNİ BİLMİYORLAR:
Bediüzzaman, bu sözleriyle Mesih Deccal ve Süfyan Deccal gibi, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'ye karşı inkara dayalı bir mücadele verecek olan ahir zaman şahıslarının da herkes tarafından teşhis edilemeyeceğine dikkat
çekmektedir. Bediüzzaman burada kullandığı “EŞHAS-I MÜDHİŞE” sözlerinde geçen “EŞHAS-I” kelimesiyle, Süfyan ve Deccal'in “BİRER ŞAHIS” olduğunu belirtmektedir. Bediüzzaman eserlerinde şahıs anlamına gelen benzer kelimeleri Hz. İsa ve Hz. Mehdi için de kullanmaktadır. Süfyan ve Deccal'in şahıs olarak ortaya çıkacağını kabul edip, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin ise sadece şahsı manevilerinin olacağını düşünmek son derece çelişkilidir. Bediüzzaman'ın da bildirdiği gibi, Süfyan Deccal ve Mesih Deccal nasıl birer şahıs olarak ortaya çıkıyorlarsa, bunların fitnelerini ortadan kaldıracak olan Hz. İsa ve Hz. Mehdi de Allah’ın izniyle ahir zamanda mübarek zatlarıyla ortaya çıkacaklardır.

İSA ALEYHİSSELAM'I
NUR-U İMAN İLE (imanın ışığıyla) TANIYAN15 ve
TABİ OLAN16 CEMAAT-İ RUHANİYE-İ MÜCAHİDİNİN (mücadele eden ruhani cemaatinin)17 KEMMİYETİ (sayısı),18 Deccal'in mektepçe ve askerce ilmi ve maddi ordularına nispeten çok AZ VE KÜÇÜK18 olmasına işaret ve kinayedir (maksadındadır).
(Şualar, s. 495)
Bediüzzaman bu sözünde, ikinci kez yeryüzüne geldiğinde, Hz. İsa’yı tanıyacak ve destekçisi olacak olan topluluğun özelliklerinden bahsetmektedir:
15) İSA ALEYHİSSELAM'I NUR-U İMAN İLE (İMANIN IŞIĞIYLA) TANIYAN:
Bediüzzaman bu sözünde bir kez daha Hz. İsa’nın onu destekleyen cemaati tarafından “İMANIN NURU İLE TANINACAĞI”ndan bahsetmiş, açıkça Hz. İsa'nın “BİR ŞAHIS” olduğunu ifade etmiştir. “TANINMA” fiili, burada “tanınacak bir kimse olduğunu” ifade etmekte ve Bediüzzaman'ın manevi bir varlığı değil, bizzat Hz. İsa’yı kastettiğini ortaya koymaktadır.
Bunun yanı sıra Bediüzzaman bu sözleriyle Hz. İsa’nın ve onun şahsı manevisinin birbirinden ayrı kavramlar olduğunu belirtmektedir. Zira Bediüzzaman “Hz. İsa'yı tanıyan bir topluluk”tan bahsetmekte, ayrıca “Hz. İsa'nın da bu topluluk tarafından tanınacağını” bildirmektedir. Bir şahsı manevinin bir şahsı maneviyi tanıması ya da bir şahsı manevi tarafından tanınması hiçbir açıdan söz konusu değildir.
Bediüzzaman'ın üzerinde durduğu bu gerçek, şu iki sorunun cevaplarıyla bir kez daha ortaya çıkmaktadır:

1- Bediüzzaman kimin imanın ışığıyla tanınacağından bahsetmiştir?
Hz. İsa'nın.
2- Bediüzzaman Hz. İsa'yı kimlerin tanıyacağından bahsetmiştir?
Onu imanlarının nuruyla tanıyan cemaatinin.

16) VE TABİ OLAN:
Bediüzzaman burada Hz. İsa'ya “TABİ OLAN” bir cemaatin varlığından söz etmektedir. Bir şahsı manevinin bir şahsı maneviye tabi olması elbette ki söz konusu değildir. Zira, bir şahsı maneviye değil, ancak bir şahsa tabi olunabilir. Bediüzzaman da bu ifadesiyle bu gerçeği dile getirmiş; Hz. İsa'nın, kendisine uyan, tabi olan ve onun gösterdiği yolu izleyen cemaatinin, yani şahsı manevisinin başında “BİR ŞAHIS” olarak bulunacağını hatırlatmıştır. Hz. İsa ile aynı dönemde yaşamak, ona tabi olmak, havarileri gibi Allah yolunda bu mübarek zatın yardımcıları olmak, bütün Müslümanların talip oldukları büyük bir şereftir. Hadislerde ve Bediüzzaman'ın sözlerinde belirtildiği gibi Allah, Hz. Mehdi ve yanındakilere, Hz. İsa ve ona tabi olan az sayıdaki inananla aynı safta fikri mücadele yürütmeyi nasip edecektir. Bediüzzaman eserlerinde bu hak fikri mücadelenin kendisinden hemen sonraki bir dönemde gerçekleşeceğini belirterek Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin çıkışının onun yaşadığı yıllarda henüz gerçekleşmemiş olduğunu ifade etmiştir.

17) CEMAAT-İ RUHANİYE-İ MÜCAHİDİNİN (MÜCADELE EDEN RUHANİ CEMAATİNİN):
Bediüzzaman bu sözlerinde Hz. İsa'nın, kendisini destekleyen, ona inanan ve gösterdiği yolu izleyen kimselerden oluşan bir cemaati olacağından bahsetmektedir. Bu cemaat Hz. İsa'nın şahsı manevisini oluşturmaktadır. Ancak başında da bir lider ve bu şahsı maneviyi temsil eden şahıs olarak Hz. İsa bizzat bulunacaktır. Bediüzzaman da bu sözleriyle Hz. İsa'nın şahsı ile onun şahsı manevisinin birbirinden iki ayrı kavram olduğunu vurgulamaktadır.
Hz. İsa’nın yüksek maneviyatını anlamak, ancak bu kutlu zatı algılayabilecek kapasitede maneviyata sahip insanlara nasip olacaktır. Bu topluluk Bediüzzaman tarafından "cemaat-i ruhaniye-i mücahidin" sözleriyle ifade edilmiştir. Bediüzzaman'ın da belirttiği gibi bu topluluk, ruhaniyeti, manevi derecesi yüksek ve Allah yolunda fikri mücadele eden, sürekli gayret içinde olan bir topluluktur.

18) KEMMİYETİ (SAYISI)... AZ VE KÜÇÜK:
Bediüzzaman Hz. İsa'nın bir lider olarak başında bulunduğu topluluğun sayısının, Allah’ı inkar eden topluluğa kıyasla daha az ve küçük olduğunu bildirmektedir. Yüce Allah’ın Kuran’da bildirdiği gibi, “... Nice küçük topluluk, daha çok olan bir topluluğa Allah'ın izniyle galib gelmiştir.” (Bakara Suresi, 249) Ahir zamanda da Hz. İsa ve Hz. Mehdi’ye bağlı sayıları az ama Allah’a gönülden iman eden, salih müminler –Allah'ın izniyle- üstün gelecekler, Mesih Deccal'in fitnesini tam anlamıyla ortadan kaldıracaklardır.
Bediüzzaman bu sözleriyle bir kez daha Hz. İsa'nın bizzat temsil ettiği cemaatinden bahsetmekte, bu topluluğun niteliklerini anlatmaktadır. Ancak yukarıda da açıklandığı gibi, bu mümin topluluğunun başındaki lider de Hz. İsa’nın şahsıdır. Bediüzzaman bu yolla Hz. İsa’nın manevi bir kişilik değil, temsil ettiği şahsı manevinin başında bulunan “BİR ŞAHIS” olduğunu belirtmektedir.

Hattâ, "HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM GELİR,
HZ. MEHDİ’YE NAMAZDA İKTİDA EDER
(uyar), TABİ OLUR."19 diye rivayeti
BU İTTİFAKA (birleşmeye) VE HAKİKAT-I
KUR’ANİYE’NİN METBUİYETİNE VE
HAKİMİYETİNE (Kuran hakikatlerine uyulmasına ve
tabi olunmasına) İŞARET EDER.20
(Şualar, s. 493)
Peygamber Efendimiz (sav) bir hadis-i şerifinde Hz. İsa'nın, Hz. Mehdi'nin arkasında namaz kılacağını bildirmiştir:
İmamları salih bir insan olan Mehdi olduğu halde, Beytü’l Makdis’e sığınırlar. Orada imamları kendilerine sabah namazını kıldırmak için öne geçtiği bir sırada, bir de bakarlar ki, Meryem oğlu İsa sabah vaktinde inmiştir. Mehdi, Hz. İsa'yı öne geçirmek için arkaya çekilir. Hz. İsa onun omuzlarına elini koyar ve ona der ki, "Geç öne namazı kıldır. Zira kamet (farz namazı kılmak için okunan ezan; namaza başlama işareti) senin için getirilmiştir."... (Ebu Rafi'den rivayet edilmiştir; İmam Şarani, Ölüm, Kıyamet, Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, Bedir Yayınevi, s. 495-496)
Bediüzzaman, Peygamberimiz (sav)'in bu hadisine dikkat çekmekte, bu olayın Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin çıkışlarının önemli alametlerinden biri olduğunu hatırlatmaktadır. Bediüzzaman sözlerinde ayrıca Hz. İsa ve Hz. Mehdi döneminde Allah'ın izniyle, İslam ahlakının tüm dünyaya hakim olacağını ifade etmektedir. Bu hakimiyete, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin ittifakıyla yürütülecek büyük fikri mücadelenin vesile olacağını belirtmektedir.
19) HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM GELİR,
HZ. MEHDİ’YE NAMAZDA İKTİDA EDER (UYAR), TÂBİ OLUR:
Bediüzzaman bu sözünde Peygamberimiz (sav)'in sahih hadisleri doğrultusunda “HZ. İSA’NIN, HZ. MEHDİ İLE BİRLİKTE NAMAZ KILACAĞINI” belirtmiştir. Namaz, Rabbimiz'in insanlar için farz kıldığı bir ibadettir. Şahsı manevilerin birlikte namaz kılması, namazda imamlık yapmaları mümkün değildir. Bediüzzaman da bu gerçeğin kuşkusuz ki çok iyi bilincindedir ve bu sözleriyle, Hz. İsa’nın
ve Hz. Mehdi'nin “BİRER ŞAHIS” olarak ortaya çıkacaklarını haber vermektedir. Hz. İsa, yeryüzüne önceki gelişinde namaz ibadetini yerine getirdiği gibi ikinci kez gelişinde de Allah’ın izniyle bu ibadetine devam edecektir. Kuran’da bu konu şöyle bildirilmektedir:
(İsa) Dedi ki: “Şüphesiz ben Allah’ın kuluyum. (Allah) Bana Kitabı verdi ve beni peygamber kıldı. Nerede olursam (olayım,) beni kutlu kıldı ve HAYAT SÜRDÜĞÜM MÜDDETÇE, BANA NAMAZI VE ZEKATI VASİYET (EMR) ETTİ.” (Meryem Suresi, 30-31)
Ahir zamanda Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin mübarek şahısları ortaya çıkacak, Hz. İsa, Hz. Mehdi'nin imamlığında namaz kılacak, bu iki mübarek zatın yapacakları büyük fikri mücadele neticesinde İslam ahlakı yeryüzüne hakim olacaktır. Bediüzzaman pek çok sahih hadiste yer alan bu konuyu hatırlatarak, Hz. İsa ile Hz. Mehdi’nin geldiklerinde karşılıklı diyalog içerisinde olacaklarını bildirmektedir. Bunun için her iki kutlu şahsın da aynı dönemde ortaya çıkmaları ve biraraya gelmeleri gerekmektedir. Ancak Bediüzzaman hayattayken böyle bir olay gerçekleşmiş değildir. Hz. İsa’nın gelişi ve Hz. Mehdi'yle birlikte namaz kılmaları tüm dünya Müslümanları tarafından beklenmektedir.

20) BU İTTİFAKA (BİRLEŞMEYE) VE
HAKİKAT-I KUR'ANİYENİN METBUİYETİNE VE HÂKİMİYETİNE (KURAN HAKİKATLERİNE UYULMASINA VE TABİ OLUNMASINA)
İŞARET EDER:
Bediüzzaman, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin Kuran ahlakının tüm yeryüzüne hakim olması için ittifak edeceklerini bildirmiştir. İki dinin birleşmesinin İslamiyet üzerine olacağını hadislerle açıklayan Bediüzzaman, Kuran’ın tabi olunan kitap olacağını, onun hükümlerinin geçerli ve hakim olacağını bildirmiştir. Bu ittifak ve bu büyük gelişmeler henüz gerçekleşmemiştir ve bu tarihi olay da tüm dünya Müslümanları tarafından büyük bir heyecanla beklenmektedir. Bediüzzaman, kendisi hayatta iken gerçekleşmemiş olan bu olayların, Hz. Mehdi'nin önemli özelliklerinden olduğunu belirterek, Hz. Mehdi'nin kendisinden sonraki bir zamanda geleceğini ifade etmiştir.

“BÜYÜK MEHDİ”NİN DÖRT EHEMMİYETLİ VAZİFESİNİN VE DAHA EVVEL GELİP GEÇEN KÜÇÜK MEHDİLER “BÜYÜK MEHDİ”NİN BİR KISIM VAZİFELERİNİ BİR CİHETTE (bir açıdan) İCRA ETTİKLERİNİ (yerine getirdiklerini)21 ve ŞERİAT-I MUHAMMEDİYE’Yİ (A.S.M.) (Peygamberimiz (sav)'in yolunu, Kuran ahlakını) VE HAKİKAT-İ FURKANİYEYİ (Kuran ahlakının esaslarını, hakikatlerini) VE SÜNNETİ AHMEDİYEYİ (A.S.M.) (Peygamberimiz (sav)'in sünnetini)22 İHYA İLE (yeniden canlandırma ile), İLAN VE İCRA İLE (herkese duyurarak ve uygulayarak),23 BAŞKUMANDANLARI OLAN “BÜYÜK MEHDİ”NİN KEMAL-İ ADALETİNİ (yüce adaletini) VE HAKKANİYETİNİ (haktan ve doğruluktan ayrılmayışını, doğruluğunu) DÜNYAYA GÖSTERMELERİ24 gayet makul olmakla beraber, gayet lazım ve zaruri ve hayat-i içtimaiye-i insaniyedeki düsturların (cemiyet hayatına ait kuralların) muktezasıdır (gereğidir).
(Şualar, s. 456)
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin İslam ahlakını yeniden yaşanır hale getireceğini, Peygamberimiz (sav)'in sünnetiyle hareket edeceğini, üstün bir adalet anlayışı olacağını anlatmaktadır:
21) “BÜYÜK MEHDİ”NİN DÖRT EHEMMİYETLİ VAZİFESİNİN VE DAHA EVVEL GELİP GEÇEN KÜÇÜK MEHDİLER “BÜYÜK MEHDİ”NİN BİR KISIM VAZİFELERİNİ BİR CİHETTE (BİR AÇIDAN) İCRA ETTİKLERİNİ (YERİNE GETİRDİKLERİNİ):
Bediüzzaman yukarıda yer alan sözlerinde, iki ayrı tür Mehdi olduğunu belirtmiştir. Bunlardan birini “küçük Mehdiler” olarak adlandırmış, diğerinin ise ahir zamanda gelecek olan “BÜYÜK MEHDİ” olduğunu belirtmiştir. Bediüzzaman “BÜYÜK MEHDİ”nin çok açıkça görülen ve taklit edilmesi mümkün olmayan bazı alametleri olduğunu belirtmiştir. Peygamberimiz (sav)'in sünnetinin yeniden canlandırılması ve İslam ahlakının tüm dünyada hakim olması, tüm Müslümanlar arasında İslam birliğinin oluşturulması, Hıristiyanlarla Müslümanların ittifakının sağlanması, Hz. Mehdi'nin reddedilmesi mümkün olmayan alametleridir. Bediüzzaman, “küçük Mehdi” olarak bahsettiği, önceki asırlarda gelen Müslüman şahısların Hz. Mehdi'nin yapacağı hizmetlerden bazılarını bir açıdan yerine getirdiklerini, ancak hiçbirinin bu görevlerin hepsini birarada yerine getiremediklerini ifade etmiştir. Bediüzzaman bu sözleriyle, ahir zamanda gelmesi beklenen “Büyük Mehdi”nin, geçmişte gönderilen Müslüman şahıslarla karıştırılmaması gerektiğini; “Büyük Mehdi”nin ancak sayılan tüm görevlerini birarada gerçekleştirmesiyle tanınacağını” hatırlatmıştır. Peygamberimiz (sav)'in sünnetinin yeniden canlandırılarak İslam ahlakının tüm dünyaya hakim kılınması, İslam birliğinin oluşturulması, Hıristiyan ve Müslüman ittifakının sağlanması ne Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde ne de ondan önceki devirlerde gerçekleştirilmemiş olaylardır. Bediüzzaman da bu gerçeğe dikkat çekerek Hz. Mehdi'nin kendisinden ilerideki bir tarihte geleceğini ve bu mübarek insanın, geçmişte İslam’a hizmet eden diğer Müslüman şahıslardan bu alametleriyle ayırt edilebileceğini belirtmiştir.
Bunun yanında Bediüzzaman bu açıklamalarıyla “Hz. Mehdi'nin BİR ŞAHIS olduğunu” da bir kez daha vurgulamıştır. Ahir zamanın “Büyük Mehdi”sinden önce gelen tüm İslam büyükleri, müceddidler ve Bediüzzaman'ın “küçük Mehdi” olarak adlandırdığı kimseler hep birer şahıs olmuşlardır. Bediüzzaman, Allah’ın bu adetullahının ahir zamanda da değişmeyeceğine ve “BÜYÜK MEHDİ”nin de yine “BİR ŞAHIS” olacağına dikkat çekmektedir.

22) ŞERİAT-I MUHAMMEDİYE’Yİ (A.S.M.) (PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN YOLUNU, KURAN AHLAKINI) VE HAKİKAT-İ FURKANİYEYİ (KURAN AHLAKININ ESASLARINI, HAKİKATLERİNİ) VE SÜNNETİ AHMEDİYEYİ (A.S.M.) (PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN SÜNNETİNİ):
Bediüzzaman “ŞERİAT-I MUHAMMEDİYE’Yİ VE HAKİKAT-İ FURKANİYEYİ VE SÜNNETİ AHMEDİYEYİ (A.S.M.)” sözleriyle, pek çok hadiste de bildirildiği gibi, Hz. Mehdi'nin ahir zamanda Peygamber Efendimiz (sav)'in sünneti ile amel edeceğini ve dini, bidatlardan arındıracağını ve İslam dinini özüne döndüreceğini belirtmektedir. Peygamberimiz (sav)'in bu konuyu bildiren hadislerinden bazıları şöyledir:
Hz. Mehdi hiçbir bidatı bırakmayacak. (El-Kavlu’l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 43)
Mehdi kaldırmadık bidat bırakmayacaktır. Ahir zamanda aynı Peygamber (sav) gibi dinin icablarını yerine getirecektir. (Kıyamet Alametleri, s. 163)
Hz. Mehdi İslam dinini, Asr-ı Saadet olarak adlandırılan Peygamberimiz (sav)'in döneminde yaşanan ve Kuran’da bildirilen şekline döndürecektir. Bu görev İslam tarihinde diğer İslam alimlerine nasip olmamış, bugüne kadar böyle bir durum gerçekleşmemiştir. Bediüzzaman da bu açıklamasıyla, İslam dinini aslına döndürme görevinin ancak Hz. Mehdi’ye nasip olacağını ve bunun Hz. Mehdi'nin tanınmasını sağlayacak en önemli alametlerden olduğunu hatırlatmaktadır.

23) İHYA İLE (YENİDEN CANLANDIRMA İLE), İLAN VE İCRA İLE (HERKESE DUYURARAK VE UYGULAYARAK):
Bediüzzaman bu sözlerinde Hz. Mehdi’nin izleyeceği yolu anlatmakta, insanları hak dine davet ederken kullanacağı yöntemleri açıklamaktadır:
Bediüzzaman’ın burada kullandığı “İHYA” kelimesinin anlamı, “YENİDEN CANLANDIRMA”dır. Bediüzzaman'ın da belirttiği gibi, Hz. Mehdi ahir zamanda Kuran’dan uzaklaşmış olan insanların yeniden Kuran ahlakına göre yaşamalarına vesile olacaktır.
“İLAN” kelimesinin anlamı ise, “HERKESE DUYURMA”dır. Bediüzzaman'ın açıklamalarına göre Hz. Mehdi, Kuran’ın hakikatlerini ve Kuran ahlakını herkesin görebileceği, ulaşabileceği şekilde duyuracaktır. Kitle iletişim araçlarını ve teknolojiyi çok iyi kullanacağı anlaşılan Hz. Mehdi, İslam gerçeklerini çok çeşitli ve hikmetli yöntemler kullanarak tüm dünyaya açıkça gösterecek ve ilan edecektir.

“İCRA” kelimesinin anlamı da, “UYGULAMA”dır. Bediüzzaman bu sözleriyle de Hz. Mehdi'nin, Kuran ahlakını tüm dünyada hakim edeceğini ve tüm toplumlarda yaşanır hale getireceğini belirtmektedir.
Bediüzzaman'ın burada Hz. Mehdi'nin faaliyetleri hakkında üzerinde durduğu büyük çaplı hizmetler, tüm dünyanın gözleri önünde gerçekleşecek olaylardır. Bediüzzaman bunların hiçbirinin kendisi hayatta iken gerçekleşmemiş olduğuna dikkat çekmekte, ancak bu alemetlerin gerçekleşmesine vesile olan kişinin Hz. Mehdi olabileceğini belirtmektedir.
Bediüzzaman, dikkat çektiği bu önemli konuyla birlikte Hz. Mehdi'nin bir şahsı manevi olmadığını da vurgulamaktadır. Bediüzzaman, İslam dininin esaslarını, Peygamberimiz (sav)'in sünnetini “İHYA, İLAN VE İCRA EDECEK BİR ŞAHSIN” varlığından söz etmektedir. Tüm bu icraatler “iman, akıl ve vicdan sahibi kutlu BİR ZATIN yerine getirebileceği” görevlerdir. Dolayısıyla Bediüzzaman bu açıklamalarıyla “HZ. MEHDİ'NİN BİR ŞAHSI MANEVİ OLAMAYACAĞI” konusunda da kesin bir delil daha ortaya koymaktadır.

24) BAŞKUMANDANLARI OLAN “BÜYÜK MEHDİ”NİN KEMAL-İ ADALETİNİ (YÜCE ADALETİNİ) VE HAKKANİYETİNİ (HAKTAN VE DOĞRULUKTAN AYRILMAYIŞINI, DOĞRULUĞUNU) DÜNYAYA GÖSTERMELERİ):
Peygamber Efendimiz (sav)'den rivayet edilen birçok hadiste Hz. Mehdi döneminde yeryüzünün adaletle dolacağı haber verilmektedir:
Kıyametin kopması için zamanda sadece bir günden başka vakit kalmamış da olsa Allah, benim Ehli Beytimden (soyumdan) bir zatı gönderecek, yeryüzü zulümle dolduğu gibi, o yeryüzünü adaletle dolduracak. (Sünen-i Ebu Davud, 5/92)
Mehdi bendendir, yeryüzü zulüm ve işkence ile dolduğu gibi onu doğruluk ve adaletle doldurur. (Sünen-i Ebu Davud, 5/93)
Bu (Emir) de (Hz. Mehdi) insanlar yeryüzünü daha önce zulüm ile doldurdukları gibi, yeryüzünü adaletle dolduracaktır. (Sünen-i İbn-i Mace, 10/348)
Hadislerde belirtilen, bu adalet ve huzur ortamı çok geniş çapta ve çok benzersiz olacaktır. Bediüzzaman da “KEMAL-İ ADALETİ” ve “HAKKANİYETİ” sözleriyle, Hz. Mehdi’nin adaletinin en mükemmel şekilde olacağını bildirmektedir. Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin bu vasıflarını dile getirerek öncelikle onun bir şahsı manevi olmadığını, “ADALET YAPABİLECEK, HAK VE DOĞRU YOLU İZLEYEBİLECEK BİR ŞAHIS” olduğunu ifade etmektedir. Bir şahsı manevinin “adaletli olması ya da hak yoldan ayrılmama vasfını taşıması” söz konusu değildir. Bediüzzaman da Hz. Mehdi'nin ahlakındaki bu “MÜMİN VASIFLARI”na dikkat çekerek, bu konuya açıklık kazandırmış ve onun mübarek “BİR İNSAN” olduğunu hatırlatmıştır.
Bediüzzaman bu sözlerinin başında ise “Büyük Mehdi”nin “BAŞKUMANDANLIK” sıfatına dikkat çekmiştir. Bu, ancak “BİR İNSAN”ın sahip olabileceği bir özellik ve bir insanın üstlenebileceği bir görevdir. Çok açıktır ki Bediüzzaman burada bir şahsı manevinin müminlerin başkumandanı olacağından bahsetmemekte; “BU GÖREVİ YERİNE GETİREBİLECEK ÖZELLİKLERE SAHİP BİR ŞAHSI” ifade etmektedir.
Bediüzzaman “Başkumandanları olan “Büyük Mehdi”nin kemal-i adaletini ve hakkaniyetini DÜNYAYA GÖSTERMELERİ” sözleriyle burada ayrıca Hz. Mehdi'nin yüce adaletinin, haktan ve doğruluktan ayrılmayışının mükemmelliğine “BÜTÜN DÜNYANIN ŞAHİT OLACAĞINI” ifade etmektedir. Tüm insanlar, bu mübarek zatı görüp tanıyacaklar, Allah’ın adil sıfatının yeryüzündeki tecellilerini Hz. Mehdi’de göreceklerdir. Hz. Mehdi'nin büyük fikri mücadelesi neticesinde, belki de tüm dünyada ilk kez zulüm ve kargaşa tamamen bitecek, dünya çapında barış, huzur ve adalet olacaktır. Bediüzzaman bu açıklamalarıyla, Hz. Mehdi'nin geçmiş dönemlerde gelmediğini, geldiğinde ise Allah’ın bu gelişmelerle onu insanlara tanıtacağını bildirmektedir.

Ayrıca hem iki Deccal’in sıfatları ve halleri ayrı ayrı olduğu halde, mutlak gelen RİVAYETLERDE İLTİBAS OLUYOR (karıştırılıyor), BİRİ ÖTEKİ ZANNEDİLİR.25 HEM “BÜYÜK MEHDİ”NİN HALLERİ SABIK MEHDİLERE (önceki Mehdilere) İŞARET EDEN RİVAYETLERE MUTABIK (uygun)
ÇIKMIYOR,26 hadis-i müteşabih (birçok anlama gelebilecek hadis) hükmüne geçer.
(Şualar, s. 582)
Bediüzzaman, Peygamberimiz (sav)'in ahir zamanla ilgili hadislerinde bahsi geçen Deccallerin özelliklerinin ve faaliyetlerinin birbirine benzediğini; bu sebeple birinin diğeri zannedilebildiğini söylemektedir. Ancak bu hadislerde “Büyük Mehdi”ye dair bildirilen özelliklerin, “sabık Mehdiler” olarak bahsettiği, önceki dönemlerde gelmiş olan müceddidlerden çok farklı olduğunu belirtmiştir:
25) RİVAYETLERDE İLTİBAS OLUYOR (KARIŞTIRILIYOR) BİRİ ÖTEKİ ZANNEDİLİR):
Bediüzzaman “İLTİBAS OLUYOR (KARIŞTIRILIYOR) BİRİ ÖTEKİ ZANNEDİLİR” sözleriyle, hadislerde bahsi geçen Deccallerin karıştırılabildiğini hatırlatmıştır. Bediüzzaman ahir zamanda gelecek “Büyük Mehdi” ile “sabık Mehdiler” arasında ise böyle bir karıştırmanın söz konusu olamayacağını belirtmiştir. Bunun sebebinin de “Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde sabık Mehdiler ile ilgili olarak verilen bilgilerin Büyük Mehdi'nin özellikleri ile uyuşmaması” olduğunu ifade etmiştir.
Bediüzzaman bu sözleriyle “BÜYÜK MEHDİ”nin “geçmiş zamanlarda gelmemiş olduğunu”, bu mübarek şahsın, “Peygamberimiz (sav)'in bildirdiği tüm özelliklere birden sahip olmasıyla tanınacağını” dile getirmiştir. Zira bir kişinin Mehdi olabilmesi için Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde bildirilen özelliklerin tamamını birden üzerinde göstermesi gerekmektedir. Yoksa bazı alametlerin var zannedilmesiyle, o kişinin Mehdi olduğunun düşünülmesi doğru değildir. Hz. Mehdi, Allah'ın izniyle ortaya çıktığı zaman, Peygamberimiz (sav)'in bildirdiği tüm bu alametleri üzerinde taşıyacaktır. Peygamberimiz (sav)'in bildirdiği gibi “seyyid”, yani Peygamberimiz (sav)'in soyundan olacak, İslam ahlakını tüm dünyaya hakim kılacak, yeryüzüne benzersiz bir adalet, huzur, bolluk ve bereket getirecektir. Bediüzzaman da buradaki sözleriyle bu alametlerin farklılığına dikkat çekmiş, bu özelliklerle uyuşmayan şahısların Hz. Mehdi olamayacağını hatırlatmıştır.
Bediüzzaman bu konuyu anlatığı sözlerinde bir başka konuyu daha vurgulamış, hadislerde bildirilen Deccallerin, sabık Mehdilerin ve Hz. Mehdi'nin “manevi kişilikler” değil, “BİRER ŞAHIS” olduklarını belirten açıklamalar da yapmıştır. Zira “BİRİ” ve “ÖTEKİ” sözleri burada “KİŞİ” ifade eden zamirler olarak kullanılmıştır. Bediüzzaman bu sözleriyle hem “SABIK MEHDİLERİN” hem de “BÜYÜK MEHDİ”nin “BİRER ŞAHIS” olduklarını ifade etmektedir.

26) HEM “BÜYÜK MEHDİ”NİN HALLERİ SABIK MEHDİLERE (ÖNCEKİ MEHDİLERE) İŞARET EDEN RİVAYETLERE MUTABIK (UYGUN) ÇIKMIYOR:
Bediüzzaman eserlerinde sabık Mehdilerin, ahir zaman Mehdisi’nin üç büyük görevini yerine getiremedikleri için Büyük Mehdi olamayacaklarını anlatmıştır. Bunun bir diğer sebebinin ise yukarıda da açıklandığı gibi, Büyük Mehdi'nin özelliklerinin Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde sabık Mehdilere dair bildirdiği özelliklere uymaması olduğunu belirtmiştir. Bediüzzaman bu açıklamalarıyla Hz. Mehdi'nin, ortaya çıktığında bu özelliklere sahip olmasıyla tanınıp teşhis edilebileceğini hatırlatmıştır. Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde bildirdiği, Hz. Mehdi'nin ahlakına, fiziksel özelliklerine, soyuna, mücadelesine, yerine getireceği faaliyetlere ait alametler görülmediği takdirde ise, bir kişinin Hz. Mehdi olabileceğinden bahsedilemeyeceğini belirtmiştir. Dolayısıyla da verdiği bu bilgilerle, hadislerde bildirilen müjdelerin henüz gerçekleşmediğine ve Hz. Mehdi'nin geçmiş dönemlerde gelmiş bir şahıs olmadığına dikkat çekmiştir.
Bediüzzaman bu sözleriyle aynı zamanda Hz. Mehdi'nin manevi bir varlık olmadığını, “BİR ŞAHIS” olarak müminlerin başında bulunup, onlara önderlik edeceğini de açıklamıştır. Şöyle ki:
1- Bediüzzaman, daha önce gelen Mehdilerin birer şahıs olduklarını anlatıp ardından da Büyük Mehdi ile aralarındaki farkı açıklamıştır. Demek ki Büyük Mehdi de “BİR ŞAHIS”tır.
2- Önceki Mehdiler belirtilen görevleri yerine getirememişlerdir. Ama bu görevleri Büyük Mehdi yerine getirecektir. Bu görevlerin yapılabilmesi ise, bir şahsın var olmasını gerektirmektedir. Demek ki Büyük Mehdi de “BİR ŞAHIS” olacaktır.
3- Büyük Mehdi, Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde tarif ettiği sabık Mehdi'lere dair özelliklere uymamaktadır. Büyük Mehdi, Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde müjdelediği ahir zaman Mehdisi’nin özelliklerini taşıyacaktır. Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde, Hz. Mehdi'nin bir şahsı manevi olmadığı fiziksel özellikleriyle, ahlakıyla tarif edilen bir şahıs olduğu yüzyıllardır tüm İslam alimleri tarafından bilinen bir gerçektir. Bediüzzaman da burada Büyük Mehdi'nin, hadislerde anlatılan sabık Mehdilerden bu farkına dikkat çekerek, yine “BİR ŞAHIS”tan bahsettiğini ifade etmiştir.
Bu açıklamalarda bahsi geçen “sabık Mehdilerin” birer şahıs oldukları kabullenilirken, Bediüzzaman'ın aynı açıklamalarında yine bir şahıs olacağını belirttiği “Büyük Mehdi”nin “bir şahsı manevi” olacağı düşüncesini öne sürmek elbette ki çelişkilidir. Böyle bir durumda, rivayetlerde belirtilen ahir zaman Mehdisi’nden önce gelen tüm Mehdilerin de birer şahsı manevi olması gerekirdi ki, böyle bir durum olmamıştır. Dolayısıyla da böyle bir yaklaşım son derece yanlış ve mantıksızdır. Bediüzzaman'ın da müjdelediği gibi, Peygamberimiz (sav)'in rivayetlerindeki özelliklere sahip olmasıyla tanınacak olan Büyük Mehdi, ahir zamanda “BİR ŞAHIS” olarak ortaya çıkacak ve Allah’ın izniyle Bediüzzaman'ın belirttiği üç görevi birden bizzat yerine getirecektir.

BÜYÜK MEHDİ'NİN ÇOK VAZİFELERİ
VAR27 VE SİYASET ALEMİNDE, DİYANET ALEMİNDE, SALTANAT ALEMİNDE, MÜCADELE ALEMİNDE ÇOK DAİRELERDE İCRAATLARI

(işleri) OLDUĞU GİBİ...28
(Şualar, s. 590)
Bediüzzaman, ahir zamanda gelecek olan Hz. Mehdi'nin;
- Siyaset,
- Diyanet,
- Saltanat
alanlarında büyük görevleri olacağını bildirmekte, ancak bu görevlerin hepsini birden tam olarak yerine getiren kişinin Hz. Mehdi olabileceğini ifade etmektedir:
27) BÜYÜK MEHDİ'NİN ÇOK VAZİFELERİ VAR:
Bediüzzaman “Büyük Mehdi”nin, sabık Mehdiler olarak adlandırdığı kişilerden en önemli farklarından birinin, onun yerine getireceği “büyük görevler” olduğunu bildirmiştir. Bediüzzaman “ÇOK VAZİFELERİ VAR” diyerek, yerine getireceği bu görevlerin Hz. Mehdi'yi insanlara tanıtacak önemli bir alamet olduğunu vurgulamaktadır. Bediüzzaman, bu görevlerin tamamı birden yerine getirilmediği takdirde ise, bir kimsenin Hz. Mehdi olmasının söz konusu olamayacağını hatırlatmaktadır.

28) VE SİYASET ALEMİNDE, DİYANET ALEMİNDE, SALTANAT ALEMİNDE, MÜCADELE ALEMİNDE ÇOK DAİRELERDE İCRAATLARI (İŞLERİ) OLDUĞU GİBİ:
Bediüzzaman bu sözlerinde “ÇOK VAZİFELERİ VAR” dediği Hz. Mehdi'nin bu görevlerinin neler olduğunu açıklamaktadır. Hz. Mehdi’nin, “SİYASET MEHDİSİ, SALTANAT MEHDİSİ ve DİYANET MEHDİSİ olarak bu üç özelliğe birden sahip olacağını ve bu üç alanda birden Mehdilik yapacağını” söylemektedir. Dikkat edilirse Bediüzzaman bu görevleri “üç ayrı kişi”nin yerine getireceğinden bahsetmemiştir. Tam tersine Hz. Mehdi'nin bu “ÜÇ KONUDA BİRDEN” müminlerin önderliğini üstleneceğini belirtmiştir. Bu sözleriyle ayrıca, “Mehdiliği üçe bölmenin, tek bir tanesinin Mehdilik için yeterli olacağını söylemenin” yanlışlığını ortaya koymaktadır.
Bediüzzaman verdiği bu bilgilerle, Hz. Mehdi'nin imkanlarının çok geniş olacağını ve bu görevlerin tam yapılmasının bu üç alanda birden güç sahibi olunmasıyla gerçekleştirileceğini açıklamaktadır. “ÇOK DAİRELERDE İCRAATLARI OLDUĞU GİBİ” sözleriyle ise, Hz. Mehdi'nin bu “faaliyetlerinin ve etki alanının çapının genişliğini” belirtmektedir. Bediüzzaman yaşadığı süre içerisinde çok büyük bir iman hizmeti yürütmüş ancak bu üç alanda birden imkan ve yetkilere sahip olmamıştır. Aksine kendisi ömrünü esaret, maddi sıkıntılar ve zorluklar altında geçirmiştir. Çeşitli haksızlıklara uğramış, eziyetlere tabi tutulmuş, yaşamının büyük bölümünü hapis ve sürgün gibi şartlar altında sürdürmüştür. Kuşkusuz ki eğer Bediüzzaman Mehdi olsa ve diyanet, saltanat ve siyaset alanlarındaki üç görevi yerine getirmiş olsaydı, böyle bir durum söz konusu olmazdı. Dolayısıyla Bediüzzaman, Hz. Mehdi hakkında verdiği bu bilgi ile, kendisinin Hz. Mehdi olamayacağını bizzat kendi sözleriyle bir kez daha delillendirmiştir.
Bediüzzaman bu sözleriyle ayrıca Hz. Mehdi'nin “lider vasıflarını taşıyan üstün BİR ŞAHIS” olduğuna bir kez daha dikkat çekmiştir. Bediüzzaman'ın saydığı görevlerin her biri ancak “BİR İNSAN”ın üstlenebileceği sorumluluklardır. “MEHDİ” kelimesi, “HİDAYET BULAN VE HİDAYETE YÖNELTEN” anlamındadır. Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin “DİYANET”, “SİYASET” ve “SALTANAT” aleminde bu “MEHDİLİK VASFINI” taşıyarak büyük sorumluluklar üstleneceğini belirtmektedir. Bir şahsı manevinin diyanet, siyaset ve saltanat konularında yetki sahibi olması; bu alanlarda insanların sorumluluklarını üstlenerek adalet sağlaması hiçbir şekilde söz konusu
değildir. Tüm bu sorumlulukların yerine getirilmesi Bediüzzaman'ın da belirttiği gibi, “HİDAYET BULMUŞ BİR İNSANIN”, “iman, akıl ve vicdan kullanarak yerine getirebileceği görevler”dir. Bediüzzaman da sözleriyle bu gerçeği vurgulamış, Hz. Mehdi'nin bir şahsı manevi olamayacağını ifade etmiştir.

“O kadar kuvvetlidir ve devam eder; YALNIZ
HAZRET-İ İSA (A.S.) ONU YOK EDEBİLİR,
BAŞKA ÇARE OLAMAZ29
rivayet edilmiş. Yani,
ONUN MESLEĞİNİ VE YIRTICI REJİMİNİ BOZACAK, YOK EDECEK;30 ancak SEMAVÎ VE ULVÎ, HALİS (vahye dayalı ve yüce, katıksız) BİR DİN İSEVÎLERDE ZUHUR EDECEK (ortaya çıkacak) VE HAKİKAT-İ KUR’ANİYEYE (Kuran’ın hakikatlerine) İKTİDA (tabi olan) VE İTTİHAD EDEN (İslamiyet ile birleşen) BU İSEVİ DİNİDİR Kİ,31 HAZRET-İ İSA (AS)'IN NÜZULÜ İLE (yeryüzüne inişiyle) O DİNSİZ MESLEK MAHVOLUR, YOK OLUR...32
(Şualar, s. 581)
Bediüzzaman bu sözünde Deccal'in fitnesini ancak Hz. İsa'nın etkisiz hale getirebileceğine işaret eden bir hadise dikkat çekmiştir. Deccal'in inkara dayalı düzenini, saldırgan rejimini ortadan kaldıracak, “dinsizliği insanlar arasında yaymak ve mukaddesatı bozmak” olarak tarif edilen mesleğini bozacak olan kimselerin, Hz. İsa ve ona tabi olan samimi İseviler olduğunu belirtmiştir. Hz. İsa'nın yeryüzüne ikinci kez gelişiyle Mesih Deccal'in dinsiz mesleği yok olup etkisiz hale gelecektir:
29) YALNIZ HAZRET-İ İSA (A.S.)
ONU YOK EDEBİLİR, BAŞKA ÇARE OLMAZ:
Bediüzzaman bu sözleriyle, Peygamberimiz (sav)'in hadisleri doğrultusunda Deccal'i fikren etkisiz hale getirip, onun fitnesini dünya üzerinden kaldırabilecek kişinin yalnızca Hz. İsa olduğunu belirtmektedir. Bediüzzaman burada kullandığı “ONU” kelimesiyle, Deccal'in “BİR ŞAHIS” olduğunu dile getirmiştir. Bediüzzaman'a göre, bu şahsın inkara dayalı çabasını durduracak olan kişi ise yine “BİR ŞAHIS OLAN HZ. İSA”dır. Bediüzzaman'ın bu sözleri son derece açıktır. Buna rağmen Deccal'in bir şahıs, ama Hz. İsa'nın manevi bir varlık olacağı düşüncesini benimsemek, hiç şüphesiz ki Bediüzzaman'ın verdiği bu bilgilerle açıkça çelişmektedir. Bediüzzaman, Deccal'i etkisiz hale getirebilecek tek şahsın Hz. İsa olduğunu açıkça belirtmiş ve tüm inananları bu değerli zatın yeryüzüne ikinci kez gelişiyle müjdelemiştir.

30) ONUN MESLEĞİNİ VE
YIRTICI REJİMİNİ BOZACAK, YOK EDECEK:
Bediüzzaman, Mesih Deccal'in fitnesinin tüm yeryüzünde büyük bir bozgunculuğa neden olacağına dikkat çekmektedir. Bu fitnenin tam anlamıyla ortadan kaldırılmasının ise Hz. İsa vesilesiyle olacağını bildirmektedir. Bediüzzaman, Mesih Deccal'in mesleğinin dinsizliği tüm yeryüzüne yaymak ve dinsizlikten dayanak bulan felaketler oluşturmak olduğunu belirtmektedir. Yeniden yeryüzüne döndüğünde Hz. İsa’nın, Deccal'in neden olduğu felaket ve kötülükleri engelleyeceğini, onun mesleğini etkisiz hale getireceğini ve İslam ahlakını tüm dünyaya hakim kılacağını müjdelemektedir.
Bediüzzaman bu sözlerinde, Hz. İsa'nın yeryüzüne maddi varlığı olan “BİR İNSAN” olarak geleceğini tekrar hatırlatmaktadır. “ONUN” kelimesiyle ise Deccal'in de bir şahıs olduğunu bir kez daha vurgulamış, bu şahsın yine “BİR ŞAHIS” olan Hz. İsa tarafından etkisiz hale getirileceğini ifade etmiştir.

31) SEMAVİ VE ULVİ, HALİS (VAHYE DAYALI VE YÜCE, KATIKSIZ) BİR DİN İSEVİLERDE ZUHUR EDECEK (ORTAYA ÇIKACAK) VE HAKİKAT-İ KUR’ANİYEYE (KURAN’IN HAKİKATLERİNE) İKTİDA (TABİ OLAN) VE İTTİHAD EDEN (İSLAMİYET İLE BİRLEŞEN) BU İSEVİ DİNİDİR Kİ:
Hz. İsa Allah'ın mübarek bir elçisidir. Tüm peygamberler gibi, o da insanları bir ve tek olarak Allah'a iman etmeye, Allah'ın emrettiği din ahlakını
yaşamaya davet etmiştir. Ancak Hz. İsa'nın Allah Katına yükseltilmesinin ardından, Hıristiyanlık inancında dejenerasyon oluşmuş, Hıristiyanlar Hz. İsa'nın kendilerine tebliğ ettiği hak dinden uzaklaşmışlardır. Hz. İsa ikinci kez yeryüzüne geldiğinde, Hıristiyanlığı tahrif olmuş yönlerinden arındıracak, yeniden hak haline döndürecektir. Bediüzzaman da “HALİS BİR DİN İSEVİLERDE ORTAYA ÇIKACAK” sözleriyle bu gerçeğe dikkat çekmektedir. Bediüzzaman Hıristiyanlığın Kuran’a tabi olarak İslamiyet ile birleşeceğini bildirmiş ve tüm bu gelişmelerin Hz. İsa'nın yeryüzüne ikinci kez gelişinin alametlerinden olacağını hatırlatmıştır. Bediüzzaman'ın müjdelediği bu gelişmeler henüz gerçekleşmemiştir. Bediüzzaman da yaşadığı dönemde bu konuya dikkat çekerek, hem Hz. İsa'nın ileri bir tarihteki gelişini müjdelemiş, hem de Hz. İsa ile aynı dönemde yaşayacak olan Hz. Mehdi'nin çıkışının da kendisinin döneminde henüz gerçekleşmemiş olduğunu vurgulamıştır.

32) HAZRET-İ İSA (AS)'IN NÜZULÜ İLE (YERYÜZÜNE İNİŞİYLE) O DİNSİZ MESLEK MAHVOLUR:
Bediüzzaman, Kuran ayetlerinde yer alan işaretlere ve hadislerde verilen bilgilere dayanarak, Hz. İsa'nın yeryüzüne yeniden geleceğini söylemektedir. Bediüzzaman burada kullandığı “NÜZUL” kelimesiyle, Hz. İsa'nın “bir mana, bir ruh ya da temsili bir şahıs” değil, Allah’ın bir mucizesi olarak insani bedeniyle ikinci kez yeryüzüne gelecek “BİR ŞAHIS” olduğunu açıklamaktadır. Bediüzzaman, Deccal'in inkara dayalı çabalarının da, Hz. İsa'nın “NÜZULÜ” yani “BİR ŞAHIS OLARAK YERYÜZÜNE GELİŞİ”nin ardından son bulacağını ifade etmektedir.
KASTAMONU LAHİKASI KİTABINDAN ALINTILAR
Evet, hadis-i şerifin ifadesiyle
HAZRET-İ İSA'NIN SEMAVİ NÜZULÜ (gökyüzünden inişi) KAT'İ (kesin) OLMAKLA BERABER33 ; mana-yi işarisiyle (işaret ettiği manayla) başka hakikatleri (gerçekleri) ifade ettiği gibi bu hakikata da mucizane (mucizevi bir şekilde) işaret ediyor.
(Kastamonu Lahikası, s. 50)
Bediüzzaman, Hz. İsa'nın ahir zamanda yeniden yeryüzüne gelişinin kesin olduğunu ifade etmektedir:
33) HAZRET-İ İSA'NIN SEMAVİ NÜZULÜ (GÖKYÜZÜNDEN İNİŞİ) KAT’İ (KESİN) OLMAKLA BERABER:
Hz. İsa'nın ahir zamanda yeniden yeryüzüne gelecek olması Kuran-ı Kerim'de ve hadislerde bildirilen bir gerçektir. Bediüzzaman da bu gerçeği dile getirmekte, hadislerde Hz. İsa'nın yeniden dünyaya geleceğinin açıkça bildirildiğini söylemektedir. Bu, samimi olarak iman edenler için çok kıymetli bir müjdedir. Allah'ın izniyle, ahir zamanda yaşayan müminler bu mucizeye tanıklık edecek, aradan geçen 2000 yılın ardından Hz. İsa'nın tekrar yeryüzüne gelişine şahit olacaklardır.
Bediüzzaman bu sözünde kullandığı “KAT'İ” kelimesiyle, Hz. İsa'nın yeniden dünyaya dönüşünün “KESİN” bir gerçek olduğunu belirtmektedir. Bediüzzaman'ın Peygamberimiz (sav)'in hadislerine dayandırarak verdiği bu haber, aksi yöndeki tüm iddiaları geçersiz kılmaktadır.

Bunun yanı sıra Bediüzzaman'ın burada ortaya koyduğu bir başka gerçek ise, Hz. İsa'nın manevi bir şahıs değil, insani bedeniyle mucizevi bir şekilde yeryüzüne ikinci kez gelecek olan “BİR ŞAHIS” olduğudur.

TA AHİR ZAMANDA,34
HAYATIN GENİŞ DAİRESİNDE (dünya çapında)35
ASIL SAHİPLERİ, YANİ MEHDİ VE ŞAKİRTLERİ (talebeleri)36, CENAB-I HAKK’IN İZNİYLE GELİR,37 O DAİREYİ GENİŞLETİR38 ve
O TOHUMLAR SÜMBÜLLENİR.39 BİZLER DE KABRİMİZDE SEYREDİP ALLAH’A ŞÜKREDERİZ.40
(Kastamonu Lahikası, s. 99)

Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin ahir zamanda ortaya çıkacağını haber vermektedir. Bediüzzaman, Hz. Mehdi ve talebelerini Risale-i Nur'un asıl sahipleri olarak nitelendirmekte, Risale-i Nur'un başlattığı hizmeti bu mübarek şahsın tamamlayacağını müjdelemektedir:
34) TA AHİR ZAMANDA:
Bediüzzaman burada kullandığı “TA AHİR ZAMANDA” sözleriyle Hz. Mehdi'nin geleceği zamanı belirtmektedir. Bediüzzaman bu ifadesiyle öncelikle Hz. Mehdi'nin kendisinden “İLERİKİ BİR TARİHTE” geleceğini dile getirmektedir. Bediüzzaman'ın burada kullandığı “TA” kelimesi ise bu konuya açıklık getiren önemli bir ifadedir. “TA” kelimesi uzaklık ifade eden bir kelimedir. Bediüzzaman bu ekle, ahir zamanın kendi yaşadığı dönemin çok daha ilerisinde, daha uzakta bir zaman olduğunu ifade etmektedir. Bediüzzaman Risale-i Nur'un dar dairede yani sınırlı bir kesim içerisinde başlattığı hizmetleri daha ileriki bir tarihte gelecek olan Hz. Mehdi ve talebelerinin devam ettireceklerini ve bunu dünya çapında bir hizmete dönüştüreceklerini bildirmiştir. Bediüzzaman bu sözleriyle kendisinin Hz. Mehdi olmadığını, bu mübarek zatın ise kendisinden sonraki bir dönemde geleceğini açık bir şekilde ifade etmiştir.

35) HAYATIN GENİŞ DAİRESİNDE
(DÜNYA ÇAPINDA):
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin yerine getireceği üç görevden bahsettiği kimi sözlerinde “dar ve geniş daire” (dar ve geniş alemler) kavramlarını kullanmıştır. Bediüzzaman Risale-i Nur’un etkisinin ve bu
yolla yapılan iman hizmetinin dar dairede yani sınırlı bir bölgede yapılan bir faaliyet olduğunu ifade etmiştir. Hz. Mehdi'nin yapacağı faaliyetlerin ise “HAYATIN GENİŞ DAİRESİNDE” yani “DÜNYA ÇAPINDA” gerçekleştirileceğini belirtmiştir. Hz. Mehdi, Allah’ın izniyle Kuran ahlakını tüm dünyaya hakim kılacak, halihazırda dünyanın pek çok yerinde dağınık halde bulunan Müslümanlar arasında İslam birliğini sağlayacak ve tüm Müslümanların liderliğini üstlenecektir. Tüm bunlar Hz. Mehdi'nin “HAYATIN GENİŞ DAİRESİNDE” yerine getireceği görevlerin delillerini oluşturacak ve Hz. Mehdi'nin tanınmasını sağlayan alametler olacaktır. Bediüzzaman da sözlerinin pek çoğunda bu konuyu gündeme getirerek, bunu, kendisinin Hz. Mehdi olmadığına dair bir delil olarak göstermiş, Hz. Mehdi'nin yapacağı faaliyetlerin etkisinin büyüklüğünü hatırlatmıştır.

36) ASIL SAHİPLERİ, YANİ
HZ. MEHDİ VE ŞAKİRTLERİ (TALEBELERİ):
Bediüzzaman burada ahir zamanda gelecek ve Kuran ahlakını tüm dünyada hakim kılacak olan Hz. Mehdi’den, Bediüzzaman’ın attığı tohumların “ASIL SAHİPLERİ” olarak bahsetmektedir. Bu açıklamalarına göre, Bediüzzaman Kuran ahlakının dünya hakimiyetinin tohumlarını atan bir müceddid, Hz. Mehdi ise bu hakimiyetin asıl sahibi olacaktır. Hz. İsa ile birlikte İslam ahlakını dünya çapında hakim kılacak olan ahir zaman topluluğunun lideri Allah’ın izniyle Hz. Mehdi olacaktır. Dolayısıyla Bediüzzaman, Hz. Mehdi ve onun talebeleri için burada kullandığı “ASIL SAHİPLERİ” ifadesiyle, Hz. Mehdi'nin ve talebelerinin dünya çapında yerine getireceği görevlerin asıl sahibinin kendisi olmadığını açıklamış ve böylece kendisinin Hz. Mehdi olmadığını da ifade etmiştir.
Bediüzzaman'ın bu sözlerinde vurguladığı bir başka önemli nokta ise,
Hz. Mehdi ve onun şahsı manevisini oluşturan talebelerinin iki ayrı kavram olduğudur. Bediüzzaman “Hz. Mehdi VE şakirtleri” derken burada kullandığı “VE” kelimesiyle bu duruma açıklık getirmektedir. Bu ikisi birbirinden ayrıdır ve ancak ikisinin biraraya gelmesinden Hz. Mehdi’nin şahsı manevisi oluşmaktadır. Ama bu şahsı manevinin oluşabilmesi için başta mutlaka Hz. Mehdi bir şahıs olarak bulunacaktır. Bediüzzaman da burada “HZ. MEHDİ VE ŞAKİRTLERİ” sözleriyle bu gerçeği dile getirmekte ve Hz. Mehdi'nin manevi bir şahıs olarak değil, talebelerinin başında ayrı bir şahsiyet olarak var olacağını ifade etmektedir.

37) CENAB-I HAKK’IN İZNİYLE GELİR:
Bediüzzaman bu sözünde “Cenab-ı Hakk’ın izniyle GELİR” diyerek öncelikle Hz. Mehdi'nin ahir zamanda gelecek bir şahıs olduğunu bir kez daha hatırlatmıştır. Çünkü bilindiği gibi “GELME” fiili manevi bir şahsın gerçekleştirebileceği bir olay değildir. “GELME” fiili burada açıkça bir insanın gelişini müjdelemek için kullanılmış bir fiildir. Eğer Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin bir şahsı manevi olduğunu belirtmek isteseydi, kuşkusuz ki böyle bir kelime kullanmaz, Hz. Mehdi'nin gelişinden bahsetmezdi.
Bunun yanı sıra Bediüzzaman burada kullandığı “GELİR” sözüyle, Hz. Mehdi’nin o dönemde henüz gelmediğini belirtmekte ve ileride geleceğini ifade etmektedir. Dikkat edilirse Bediüzzaman “geldi” veya “gelmiş” dememektedir, “İLERİDE GELECEĞİNİ” ifade etmek için “TA AHİR ZAMANDA gelir” diyerek, Hz. Mehdi'nin kendisinden ilerideki bir vakitteki gelişinin zamanını da belirtmiştir.

38) O DAİREYİ GENİŞLETİR:
Bediüzzaman, kendi döneminde imanı kurtarma yolunda mücadele vermiş ve ahir zaman cemaatine öncülük etmiştir. Bediüzzaman “O DAİREYİ GENİŞLETİR” sözüyle, kendisinin “dar dairede” yani “sınırlı bir çevrede” başlattığı iman kurtarma mücadelesinin Hz. Mehdi zamanında genişleyeceğini ve “DÜNYA ÇAPINDA” neticeleneceğini belirtmiştir. Bediüzzaman bu açıklamasıyla, Hz. Mehdi'nin özelliklerini ve yerine getireceği görevlerin benzersizliğini hatırlatarak bir kez daha kendisinin Hz. Mehdi olmadığını ifade etmiştir.

39) O TOHUMLAR SÜMBÜLLENİR:
Bediüzzaman, Hz. Mehdi’den önce gelmiş, insanların Allah’ın dininden uzaklaştığı bir ortamda Kuran ahlakı ve iman hakikatleri üzerinde durarak çok büyük bir imani hareket başlatmıştır. “O TOHUMLAR SÜMBÜLLENİR” sözleriyle bu büyük fikri mücadelesini tohum ekmeye benzetmektedir. Sonradan Hz. Mehdi zamanında bu iman tohumlarının sümbülleneceğini, yani Hz. Mehdi’nin Bediüzzaman'ın başlattığı bu imani çalışmaları genişleteceğini ve sonuca ulaştıracağını belirtmektedir. Bediüzzaman bu örneklendirmesiyle, kendisinin Hz. Mehdi'den önceki bir dönemde yaşadığını, Hz. Mehdi'nin gelişinin ise kendisinden sonraki bir dönemde gerçekleşeceğini açıkça ifade etmektedir.

40) BİZLER DE KABRİMİZDEN SEYREDİP
ALLAH’A ŞÜKREDERİZ:
Bediüzzaman, “BİZLER DE KABRİMİZDEN SEYREDİP” sözleriyle, ektiği iman tohumlarının sümbülleneceği yani Hz. Mehdi'nin Kuran ahlakını tüm dünyaya hakim kılacağı dönemde, kendisinin vefat etmiş olacağını belirtmiştir. Bediüzzaman bu sözüyle bir kez daha kendisinin Hz. Mehdi olmadığını, bu kutlu şahsın gelip görevine başladığı dönemde kendisinin hayatta olmayacağını hatırlatarak ifade etmiştir.

HAKİKİ BEKLENİLEN41 ve
BİR ASIR SONRA GELECEK42 O ZAT43

dahi bu zamanda gelse...
(Kastamonu Lahikası, s. 57)
Bediüzzaman Said Nursi, Hz. Mehdi'nin henüz gelmediğini, Müslümanlar tarafından beklendiğini ve kendi yaşadığı devirden bir asır sonra geleceğini bildirmektedir:
41) HAKİKİ BEKLENİLEN:
Bediüzzaman “HAKİKİ BEKLENİLEN” sözleriyle Hz. Mehdi'nin “HENÜZ BEKLENDİĞİNİ” ifade etmekte ve bu mübarek zatın kendi döneminde “HENÜZ GELMEDİĞİNİ” belirtmektedir. Eğer Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin kendi yaşadığı dönemde gelmiş olduğunu düşünüyor olsaydı, kuşkusuz ki bu ifadeyi kullanmazdı. “Hakiki beklenilen” yerine “gelmiş olan” veya “gelen” derdi. Dolayısıyla Bediüzzaman, bu sözleriyle Hz. Mehdi'nin henüz gelmediğini ve gelmesinin tüm İslam alemi tarafından beklendiğini vurgulamaktadır.
Bunun yanı sıra Bediüzzaman burada kullandığı “HAKİKİ” kelimesiyle de Hz. Mehdi'nin gelişinin ne kadar kesin bir gerçek olduğunu belirtmektedir.

42) BİR ASIR SONRA GELECEK:
Bediüzzaman burada Hz. Mehdi için bir kez daha “GELECEK” kelimesini kullanmış ve onun kendi yaşadığı dönemde henüz gelmediğini ve “İLERİDE GELECEĞİNİ” tekrar belirtmiştir. Bu sözüyle aynı zamanda Hz. Mehdi'nin “manevi bir kişilik” değil, “GELMESİ BEKLENEN BİR İNSAN” olduğunu da bir kez daha vurgulamıştır.
Ayrıca Bediüzzaman kitabın başından itibaren yer alan sözleri boyunca, “GELECEK” ifadesini, Hz. Mehdi için “3. KEZ” kullanmaktadır.
Kuşkusuz ki bu bir tevafuk değildir. Açıktır ki Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin kendisinden sonraki bir dönemde ve kesin olarak geleceği konusunda kesin bir kanaat taşımakta ve bunu ısrarla dile getirmektedir.
Bunun yanı sıra Bediüzzaman bu sözünde, gelmesi beklenilen bu mübarek zatın geliş zamanını da müjdelemektedir. Hz. Mehdi'nin “KENDİSİNDEN BİR ASIR SONRA, YANİ HİCRİ 1400'LÜ YILLARDA” ortaya çıkacağını haber vermektedir. Kuşkusuz ki eğer Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin kendi döneminde yaşadığını düşünseydi, böyle uzak bir tarih vermez, aksini açıkça ifade ederdi. Demek ki Bediüzzaman’ın bu konudaki kanaati hiçbir itiraza yer bırakmayacak kadar kesindir.

42) BİR ASIR SONRA GELECEK:
Bediüzzaman burada Hz. Mehdi için bir kez daha “GELECEK” kelimesini kullanmış ve onun kendi yaşadığı dönemde henüz gelmediğini ve “İLERİDE GELECEĞİNİ” tekrar belirtmiştir. Bu sözüyle aynı zamanda Hz. Mehdi'nin “manevi bir kişilik” değil, “GELMESİ BEKLENEN BİR İNSAN” olduğunu da bir kez daha vurgulamıştır.
Ayrıca Bediüzzaman kitabın başından itibaren yer alan sözleri boyunca, “GELECEK” ifadesini, Hz. Mehdi için “3. KEZ” kullanmaktadır.
Kuşkusuz ki bu bir tevafuk değildir. Açıktır ki Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin kendisinden sonraki bir dönemde ve kesin olarak geleceği konusunda kesin bir kanaat taşımakta ve bunu ısrarla dile getirmektedir.
Bunun yanı sıra Bediüzzaman bu sözünde, gelmesi beklenilen bu mübarek zatın geliş zamanını da müjdelemektedir. Hz. Mehdi'nin “KENDİSİNDEN BİR ASIR SONRA, YANİ HİCRİ 1400'LÜ YILLARDA” ortaya çıkacağını haber vermektedir. Kuşkusuz ki eğer Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin kendi döneminde yaşadığını düşünseydi, böyle uzak bir tarih vermez, aksini açıkça ifade ederdi. Demek ki Bediüzzaman’ın bu konudaki kanaati hiçbir itiraza yer bırakmayacak kadar kesindir.

43) O ZAT:
Bediüzzaman, burada Hz. Mehdi'den “O ZAT” diyerek bahsetmekte ve Hz. Mehdi'nin mübarek şahsının geleceğini haber vermektedir. Bediüzzaman bir şahsı maneviden ya da topluluktan söz etmemektedir. Üçüncü tekil şahsı ifade eden “O” zamirini ve “tek bir kişi”yi ifade eden “ZAT” sözcüğünü kullanmaktadır. Bediüzzaman böylece Hz. Mehdi'nin yalnızca “TEK BİR KİŞİ” olacağını da açıklamaktadır.

Hem bu ÜÇ VEZAİFİ (görevi) BİRDEN44
BİR ŞAHISTA YAHUT CEMAATTE BU ZAMANDA BULUNMASI VE MÜKEMMEL OLMASI VE BİRBİRİNİ CERHETMEMESİ (birbirine engel olmaması, zarar vermemesi) PEK UZAK, ADETA
KABİL
(mümkün) GÖRÜLMÜYOR.45
Ahir zamanda, AL-İ BEYT-İ NEBEVİ'NİN (A.S.M.) (Peygamberimiz (sav)'in soyunun) CEMAAT-İ NURANİYESİNİ (nurani cemaatini) TEMSİL EDEN46 HAZRET-İ MEHDİ'DE VE CEMAATİNDEKİ ŞAHS-I MANEVİDE47 ANCAK İÇTİMA EDEBİLİR
(biraraya gelebilir, toplanabilir).48
(Kastamonu Lahikası, s. 139)
Bediüzzaman bu sözünde, Hz. Mehdi'nin üç görevi olduğunu belirtmekte, bu üç görevin birarada yerine getirilmesinin Hz. Mehdi'nin en önemli alametlerinden biri olduğuna dikkat çekmektedir. Bediüzzaman kendi yaşadığı dönemde bu üç görevin birden yerine getirilemediğini, bunu ancak Hz. Mehdi'nin gerçekleştirebileceğini söylemektedir:
44) ÜÇ VEZAİFİ (GÖREVİ) BİRDEN:
Bediüzzaman eserlerinin pek çok yerinde Hz. Mehdi'nin yerine getireceği üç görev olduğundan bahsetmiştir. Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin en önemli alametlerinden birinin bu üç görevi birden yerine getirmesi olduğunu belirtmektedir. Bu görevlerin birincisi materyalist, Darwinist ve ateist felsefelerle fikri mücadele yapılması ve bu akımların fikren tam olarak susturulmasıdır. İkincisi İslam dünyasının liderliğini üstlenerek İslam birliğinin sağlanması, üçüncüsü ise Kuran ahlakının ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetinin yeniden canlandırılmasıyla tüm yeryüzüne hakim kılınmasıdır. Ahir zamanda gelecek olan Hz. Mehdi, bu görevlerin üçünü birden yerine getirecektir. Bu alamet, onun tanınmasını sağlayacak ve onun en önemli özelliklerinden olacaktır.
Bediüzzaman eserlerinde Hz. Mehdi’nin aynı anda, “SİYASET MEHDİSİ, SALTANAT MEHDİSİ VE DİYANET MEHDİSİ” olarak üç özelliğe birden sahip olacağını ve bu üç alanda birden Mehdilik yapacağını söylemiştir. Bediüzzaman, Kuran ahlakını dünya üzerinde hakim kılmak amacıyla önceki asırlarda da bazı Müslüman şahısların geldiğini, ancak bunların hiçbirinin, ahir zamanda Hz. Mehdi’nin yapacağı üç önemli görevi bu şekilde birarada yerine getirmediklerini ifade etmiştir. Bu nedenle de ahir zamanın “BÜYÜK MEHDİ”si ünvanını alamadıklarını belirtmiştir.
Bediüzzaman bu anlamda, Risale-i Nur’un da Hz. Mehdi'nin üç görevinden birincisi olan “imanı kurtarmak” görevini yerine getirdiğini söylemiştir. Ancak bu hizmetin dar dairede sınırlı kaldığını, Hz. Mehdi'nin geniş dairedeki görevlerini ise ancak Büyük Mehdi'nin gerçekleştireceğini açıklamıştır. Hz. Mehdi ortaya çıktığı zaman, hadislerde de belirtildiği gibi, Mehdiliğini iddia etmeyecek ya da bunun propagandasını yapmayacaktır. Hz. Mehdi'nin burada sayılan büyük icraatları, bu kutlu şahsın ortaya çıktığının en büyük ispatı ve delili olacaktır.
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin “ÜÇ VEZAİFİ (GÖREVİ) BİRDEN” yerine getireceğini belirttiği bu sözüyle konunun önemini bir kez daha hatırlatmaktadır. Kendisi de dahil olmak üzere, önceki müceddidlerin hiçbirinin bunların üçünü birarada gerçekleştirmediğine dikkat çekerek, Hz. Mehdi'nin o dönemde henüz gelmemiş olduğunu ifade etmektedir.

45) BU ÜÇ VEZAİFİN (GÖREVİN) BİR ŞAHISTA YAHUT CEMAATTE BU ZAMANDA BULUNMASI VE MÜKEMMEL OLMASI VE BİRBİRİNİ CERHETMEMESİ (BİRBİRİNE ENGEL OLMAMASI, ZARAR VERMEMESİ) PEK UZAK, ADETA KABİL (MÜMKÜN) GÖRÜLMÜYOR:

Bediüzzaman “BU ZAMANDA” sözleriyle kendi yaşadığı dönemden bahsetmektedir. Ve kendi zamanında, Hz. Mehdi'nin yerine getireceği üç görevi tek bir şahsın aynı anda yerine getirmesinin ve bu üç vazifenin birbirini engellememesinin mümkün olmadığını söylemektedir. Bediüzzaman bu kanaatinin ne kadar güçlü olduğunu “PEK UZAK” ve
“ADETA KABİL (MÜMKÜN) GÖRÜNMÜYOR” sözleriyle açıkça belirtmiştir. Bu da, Hz. Mehdi'nin Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde
ortaya çıkmadığını gösteren bir başka önemli delildir. Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde, üç görevin birden yerine getirilmesine imkan olmamıştır. Bediüzzaman ancak kendisinden bir asır sonra gelecek Büyük Mehdi'nin bu görevlerin hepsini yerine getireceğini bildirmektedir.

46) AL-İ BEYT-İ NEBEVİNİN
(PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN SOYUNUN) CEMAAT-İ NURANİYESİNİ (NURANİ CEMAATİNİ)
TEMSİL EDEN:
Bediüzzaman, eserlerinde birçok kez Hz. Mehdi'nin hadislerde bildirildiği üzere “seyyid” yani “Peygamberimiz (sav)'in soyundan gelen bir kimse” olacağını, “kendisinin ise seyyid olmadığını” belirtmiştir. Bediüzzaman bu sözünde de bu konuya bir kez daha açıklık getirmekte, “AL-İ BEYT’İ NEBEVİNİN CEMAAT-İ NURANİYESİNİ TEMSİL EDEN” sözleriyle Hz. Mehdi'nin “Peygamberimiz (sav)'in mübarek soyundan” olacağına dikkat çekmektedir. Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin bu önemli alametlerinden birini hatırlatarak kendisinin Hz. Mehdi olmadığını ifade etmektedir.

47) HZ. MEHDİ VE CEMAATİNDEKİ
ŞAHS-I MANEVİDE:
Bediüzzaman burada çok önemli bir gerçeği açıklamaktadır. Bu söz, Hz. Mehdi'nin manevi bir kişi değil, bir şahıs olacağını göstermektedir.
Zira Bediüzzaman, “Hz. Mehdi VE cemaatindeki şahsı manevide” sözleriyle Hz. Mehdi'nin şahsından ve onun şahsı manevisini oluşturan
cemaatinden ayrı kavramlar olarak bahsetmektedir. Aradaki “VE” kelimesi, “Hz. Mehdi'nin ve cemaatinin iki farklı varlık olduğunu” ifade etmektedir. Hz. Mehdi'nin kutlu şahsıyla birlikte, bir de onun şahsı manevisini oluşturan bir cemaati olacaktır. Hz. Mehdi'nin şahsı olmadan, böyle bir şahsı maneviden söz etmek mümkün değildir. Bediüzzaman da bu gerçeği ifade etmekte ve Hz. Mehdi'nin bir şahıs olacağını müjdelemektedir.

48) ANCAK İÇTİMA EDİLEBİLİR
(BİRARAYA GELEBİLİR, TOPLANABİLİR:
Bediüzzaman'ın açıkladığı üç büyük görev ancak ahir zamanda gelecek Hz. Mehdi'nin yerine getirebileceği görevlerdir. Bediüzzaman, burada kullandığı “ANCAK” kelimesiyle bir başkasının bu görevleri başarmasının Allah’ın dilemesiyle “İMKANSIZ” olduğunu belirtmiştir. Çünkü Allah bu vazifeleri yalnızca Hz. Mehdi'nin yerine getirebilmesini takdir etmiştir. Hz. Mehdi de kaderinde böyle takdir edildiği için bu görevleri Allah'ın izniyle başarıyla yerine getirecektir. İslam tarihinde henüz bunu başaran bir kimse ya da topluluk görülmediği gibi, Bediüzzaman kendi yaşadığı devirde de bu durumun gerçekleşmediğini vurgulamaktadır.
EMİRDAĞ LAHİKASI KİTABINDAN ALINTILAR
Çok defa mektuplarımda işaret ettiğim gibi,
HZ. MEHDİ AL-İ RESUL’ÜN (Peygamberimiz (sav)'in soyundan gelen Hz. Mehdi'nin)
TEMSİL ETTİĞİ
KUDSİ (mukaddes, kutsal) CEMAATİNİN
ŞAHSI MANEVİSİNİN49 ÜÇ VAZİFESİ51 var.
Eğer çabuk kıyamet kopmazsa ve beşer (insanlar) bütün bütün yoldan çıkmazsa, o vazifeleri onun cemiyeti ve seyyidler cemaati (Peygamberimiz (sav)'in soyundan gelenlerin) yapacağını rahmet-i İlahiyeden
(Allah’ın rahmetinden) bekliyoruz. Ve
ONUN50
ÜÇ BÜYÜK VAZİFESİ OLACAK.51
(Emirdağ Lahikası, s. 259)
Bediüzzaman, bu sözünde Hz. Mehdi'nin ahir zamanda muhakkak geleceğini ve Hz. Mehdi ile mukaddes cemaatinin birlikte yerine getirecekleri üç büyük vazife olacağını açıklamaktadır:
49) HZ. MEHDİ AL-İ RESUL’ÜN (PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN SOYUNDAN GELEN HZ. MEHDİ'NİN) TEMSİL ETTİĞİ KUDSİ (MUKADDES, KUTSAL) CEMAATİNİN ŞAHSI MANEVİSİNİN:
Bediüzzaman bu sözünde Hz. Mehdi ile ilgili önemli birkaç konuyu birden açıklamıştır. Bediüzzaman öncelikle “HZ. MEHDİ AL-İ RESUL’ÜN TEMSİL ETTİĞİ” sözleriyle, Hz. Mehdi'nin Peygamberimiz (sav)'in soyundan gelecek bir şahıs olduğunu hatırlatmıştır. Bir şahsı manevinin herhangi bir soydan gelmesi kuşkusuz ki mümkün değildir. Ancak bir insanın bir başkasının soyundan gelebilmesi söz konusu olabilir. Bediüzzaman da burada bu gerçeği vurgulamış, Hz. Mehdi'nin manevi bir kişilik olmadığını, “BİR ŞAHIS” olduğunu açıkça ifade etmiştir.

Bediüzzaman bu sözünde ayrıca Hz. Mehdi’nin ve cemaatinin iki ayrı kavram olduğunu hatırlatarak, Hz. Mehdi'nin bir “şahsı manevi” olduğu iddiasının geçersizliğini bir kez daha ortaya koymuştur. Bediüzzaman “HZ. MEHDİ AL-İ RESUL’ÜN TEMSİL ETTİĞİ kudsi cemaatin şahsı manevisi” sözleriyle “Hz. Mehdi'nin bir cemaati” olacağını ve “bu cemaatin başında da onu temsil eden Hz. Mehdi'nin bizzat bulunacağını” ifade etmiştir. Hz. Mehdi'nin bir cemaatinin olabilmesi için, öncelikle Hz. Mehdi'nin bir şahıs olarak var olması gerekmektedir. Çünkü bir şahsı manevinin kendine ait bir cemaatinin olabilmesi elbette ki söz konusu değildir. Bediüzzaman da bu sözünde bu gerçeği dile getirmiştir. Bediüzzaman'ın belirttiği bu durumu birkaç soru sorarak da anlayabiliriz:
1- Bediüzzaman Hz. Mehdi Al-i Resul’ün neyi temsil ettiğini bildirmiştir?
Kudsi cemaatinin şahsı manevisini.
2- Bediüzzaman kudsi cemaatin şahsı manevisini kimin temsil ettiğini bildirmiştir?
Hz. Mehdi'nin. Bu soruların cevapları Hz. Mehdi ve onun mukaddes cemaatinin birbirinden ayrı kavramlar olduğunu bir kez daha ortaya koymaktadır.
Bediüzzaman ahir zamanda Hz. Mehdi’nin yanında bulunan mümin topluluğunun mukaddes bir cemaat olduğunu, bu cemaatin önderliğini yapan Hz. Mehdi’nin de Hz. Peygamber (sav) soyundan gelen mukaddes biri olacağını belirtmiştir. Nitekim Bediüzzaman bu sözünün son cümlesinde “ONUN ÜÇ GÖREVİ OLACAK” cümlesiyle bu konuya açıklık getirmekte, bu üç görevi, yanındaki kutsal toplulukla birlikte, Hz. Mehdi'nin de bizzat başlarında bulunarak yerine getireceğini ifade etmektedir.
Nitekim Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin manevi birer şahıs, ruh ya da mana gibi görünmez birer güç olarak tanımlanması, Kuran ayetlerinde bildirilen Allah’ın adetullahı (Allah’ın kanunu) ile tamamen çelişmektedir. Tarih boyunca hiçbir elçi veya peygamber, bir şahsı manevi olarak gelmemiştir. Kuran’da çeşitli toplumlara gönderilen elçiler, nebiler ve resullerin hayatları, mücadeleleri ve tebliğleri hakkında pek çok bilgi verilmiştir. Yaşamlarının sonuna kadar gönderildikleri kavimleri hak dine davet etmiş, onları Allah’ın azabına karşı uyarıp korkutmuş ve iman edenleri cennetle müjdelemişlerdir. Yaşadıkları toplumlardaki inkarcıların baskılarına, kurdukları tuzaklara ve hak dine yönelik mücadelelerine sabır ve tevekkülle karşı koymuş, onları Allah’ın razı olacağı ahlakı yaşamaya çağırmışlardır. Tüm bu bilgiler bize, tarih boyunca hiçbir elçi, nebi veya resulün manevi bir şahıs olarak gönderilmediğini, tüm elçilerin birer fert olarak geldiklerini göstermektedir.
Yüzyıllardır süregelen bu adetullah (Allah'ın kanunu), tüm İslam tarihinde olduğu gibi ahir zamanda gelecek olan Hz. İsa ve Hz. Mehdi için de söz konusudur. Ancak elbette ki tüm peygamber ve elçilerin olduğu gibi Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin de kendilerinden ayrı olarak şahsı manevileri de olacaktır. Kuran’da, gönderilmiş olan tüm peygamber ve elçilerin çevresinde, onlara inanan ve gösterdikleri hak yolu izleyen birer topluluk olduğu haber verilmiştir. Elçilere iman eden bu kimseler ve onların elçileriyle birlikte yapmış oldukları faaliyetlerin tümü, bu elçilerin şahsı manevilerini oluşturur. Kuran’da peygamberlerin hayatlarını anlatan kıssalarda bu durum açıkça görülmektedir. Örneğin Peygamberimiz (sav)'in ashabı onun şahsı manevisini oluşturmuştur. Fakat bu, Peygamber Efendimiz (sav)'in varlığı şartı ile oluşmuştur. Bu durum ahir zamanda da değişmeyecek, Bediüzzaman’ın da dile getirdiği gibi, Hz. İsa ve Hz. Mehdi beraberlerindeki mümin topluluklarının başında bizzat birer hidayet önderi olarak bulunacaklardır.

50) ONUN:
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'den bahsederken, “ONUN” zamirini kullanarak, bir kez daha Hz. Mehdi'nin “BİR ŞAHIS” olduğunu belirtmektedir. Bu aynı zamanda da Bediüzzaman'ın kitabın başından bu yana yer verilen Hz. Mehdi ile ilgili sözlerinde “2. KEZ” kullandığı “O” kelimesidir. Bediüzzaman'ın bu tekrarları, Hz. Mehdi'nin “BİR ŞAHIS” olduğu konusundaki kesin kanaatini açıkça ortaya koymaktadır.

Bediüzzaman'ın da ifade ettiği gibi, Hz. Mehdi'nin üç büyük görevi olacaktır. Hz. Mehdi bu görevlerini yerine getirirken, etrafında bir de kendisine destek olan mübarek bir topluluk bulunacaktır. Bu büyük görevler “Hz. Mehdi ve onun kutsal cemaatinin" birarada gerçekleştireceği görevlerdir. Ancak Bediüzzaman'ın “ONUN üç görevi
olacak” sözleriyle açıkça vurguladığı gibi, Hz. Mehdi bu topluluğun başında bizzat bulunarak bu görevleri yerine getirecektir.

51) ÜÇ BÜYÜK VAZİFESİ OLACAK:
Bediüzzaman, Hz. Mehdi’nin “bir veya iki görevi değil, tam olarak ÜÇ BÜYÜK VAZİFESİ OLACAĞINI” bildirmektedir. Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin temsil ettiği cemaatiyle birlikte bu üç görevin üçünü birden yerine getireceğinden bahsetmiştir. Bediüzzaman bunun, Hz. Mehdi'yi kendisinden önce gelen müceddidlerden ayıran ve tanıtan en önemli alametlerinden olduğunu bildirmiştir.
Bu üç büyük sorumluluk diğer İslam alimlerinin dönemlerinde tam olarak yerine getirilmiş değildir. Bediüzzaman eserlerinde Hz. Mehdi'den önce gelen müceddidlerin, onun üç vazifesinden yalnızca birisini yerine getirdiklerini söylemiştir. Ancak ahir zamanda gelecek Hz. Mehdi'nin her üç görevi de birarada yapacağını ve bu özelliği nedeniyle de ahir zamanın “Büyük Mehdi”si ünvanını alacağını belirtmiştir.

Birincisi: FEN VE FELSEFENİN tasallutiyle
(etkisiyle) ve MADDİYYUN VE TABİİYYUN TAUNU, (materyalizm, Darwinizm ve ateizm hastalığı) beşer içine intişar etmesiyle (insanlar arasında yayılmasıyla),
herşeyden evvel FELSEFEYİ VE MADDİYYUN FİKRİNİ (materyalizm, Darwinizm ve ateizm gibi Allah’ı inkar eden dinsiz akımları) TAM SUSTURACAK TARZDA52 imanı kurtarmaktır. Ehl-i imanı dalâletten muhafaza etmek (iman edenleri sapkınlıktan korumak)...
(Emirdağ Lahikası, s. 259)
Bediüzzaman bu sözünde, Hz. Mehdi'nin üç büyük görevinden birincisini açıklamaktadır. Buna göre Hz. Mehdi'nin birinci görevi, “materyalist ve ateist felsefeleri tamamen susturacak bir şekilde insanların imanlarını kazanmasına vesile olmak”tır:
52) FELSEFEYİ VE MADDİYYUN FİKRİNİ (MATERYALİZM, DARWİNİZM VE ATEİZM GİBİ ALLAH’I İNKAR EDEN AKIMLARI) TAM SUSTURACAK TARZDA:
1-FEN VE FELSEFE:

Bediüzzaman bu sözlerinde fen ve felsefenin etkisiyle materyalizm, Darwinizm ve ateizm gibi Allah’ı inkar eden dinsiz akımların insanlar arasında yayıldığına dikkat çekmiştir. Bediüzzaman bu akımların etkisiz hale getirilerek tam olarak susturulmasının ve insanların imanının kurtarılmasının Hz. Mehdi'nin birinci görevi olduğunu belirtmiştir.
Bediüzzaman burada Hz. Mehdi'nin birinci göreviyle ilgili olarak “fen ve felsefe”nin etkisine özellikle dikkat çekmektedir. Bilim ve felsefe, iman şuuruyla yaklaşan insanların bakış açısıyla ilerlediğinde, büyük atılımlara, Allah’ın varlığının ve sıfatlarının daha iyi anlaşılmasına vesile olur. Bilimin, materyalizm savunucuları tarafından insanlar üzerinde oluşturulan yanlış yönlendirmelerini, Bediüzzaman'ın da belirttiği gibi Hz. Mehdi ortadan kaldıracaktır. Ahir zamanda teknolojinin hızla ilerlemesiyle birçok bilim dalında gelişmeler olacaktır. Allah’ın varlığının delilleri, yeryüzündeki iman hakikatleri bilimsel delilleriyle açıkça ortaya çıkacaktır. Hz. Mehdi bu gerçekleri insanlara en etkili yöntemlerle ulaştıracak ve bu konuda dünya çapında bir sonuç elde edecektir. Mesih Deccal’in ahir zaman fitnesi, ancak böyle güçlü yöntemlerle kırılacaktır.
2-MADDİYYUN VE TABİİYYUN TAUNU (MATERYALİZM, DARWİNİZM VE ATEİZM HASTALIĞI):
Materyalizm ve ateizm, insanlığa büyük felaketler getiren sapkın akımlardır. Darwinizm, materyalizm ve ateizme fikri dayanak oluşturur. Darwinizm'in iddiası, kainatın ve canlılığın kör tesadüfler sonucunda kendi kendine yaşamı var ettiğidir. Son 150 yılın en büyük aldatmacası olan bu akımın fikren tam anlamıyla susturulması günümüze kadar mümkün olmamıştır. Darwinizm, modern bilimin son bulguları ve ilerleyen teknoloji vesilesiyle Hz. Mehdi döneminde tamamen ortadan kalkacaktır. İnsanlık tarihinin gördüğü bu en şiddetli fitnenin fikren susturulması Hz. Mehdi zamanında gerçekleştirilecektir.
Bediüzzaman bu sözlerinde Hz. Mehdi'nin, “FELSEFEYİ VE MADDİYYUN FİKRİNİ TAM SUSTURACAK TARZDA” bir çalışma yürüterek insanların imanlarının kurtulmasına vesile olacağını belirtmiştir. Bediüzzaman, ahir zamanda ateist felsefelerin bir tehlike oluşturacağını bildirmiş, özellikle Darwinist, materyalist felsefelerin ateizmle güç bulacaklarını ve Allah’ın varlığını inkar edecek tehlikeli bir çizgiye geleceklerini ifade etmiştir. Bu nedenle Hz. Mehdi'nin birinci vazifesinin, maddecilik fikri, yani Allah’ı inkar üzerine kurulmuş materyalist, Darwinist ve ateist felsefelerle mücadele etmek ve bu felsefelerin insanlar üzerindeki etkisini tam anlamıyla kaldırmak olacağını belirtmiştir. Bediüzzaman'ın burada kullandığı “TAM SUSTURACAK TARZDA” ifadesi son derece önemlidir. Bilindiği gibi materyalizmin hem Türkiye’de hem de dünyada kuvvet bulması Bediüzzaman zamanında devam ettiği gibi, vefatından yani 1960 yıllarından sonra da günümüze kadar devam etmiştir. Televizyon ve radyo kanallarının gelişmesiyle, yazılı basının da desteğiyle etkileri giderek artmıştır. Yani Bediüzzaman’ın vefatından sonra da materyalizm propagandası artarak 21. yy’a kadar gelmiştir.
Dolayısıyla kendisinin de ifade ettiği gibi, Bediüzzaman’ın döneminde bu konuda tam bir sonuç elde edilememiştir. Bediüzzaman bu sözünde kullandığı “TAM SUSTURACAK TARZDA” ifadesiyle bu gerçeğe dikkat çekmiştir. Materyalizm, ateizm ve Darwinizm’in çöküşüyle birlikte insanların imanını kurtarma görevi dünya çapında Hz. Mehdi'ye verilmiştir. Bediüzzaman’ın bizzat başladığı, ancak bütünüyle sona ermeyen bu akımla fikri mücadele, Hz. Mehdi ile devam edecek ve sonuca ulaştırılacaktır.
Bediüzzaman da "TAM SUSTURACAK" ifadesiyle, ancak Hz. Mehdi’nin bu mücadelede “tam bir üstünlük sağlayacağına” işaret etmektedir.

İkinci vazifesi:
HİLAFET-İ MUHAMMEDİYE (A.S.M.)
ÜNVANI İLE (Peygamberimiz (sav)'in halifesi ünvanı ile)53 ŞEAİR-İ İSLAMİYEYİ (İslam ahlakının esaslarını) İHYA ETMEKTİR (yeniden canlandırmaktır)54 ALEM-İ İSLAM’IN VAHDETİNİ (İslam aleminin birliğini) NOKTA-İ İSTİNAD EDİP (dayanak noktası yapıp)55 beşeriyeti (insanlığı) maddi ve mânevi tehlikelerden ve gadab-ı İlâhi’den (Allah'ın azabından) kurtarmaktır. Bu vazifenin, nokta-i istinadı (dayanak noktası) ve hadimleri (hizmetkarları), MİLYONLARLA EFRADI (fertleri) BULUNAN ORDULAR56 lazımdır.
(Emirdağ Lahikası, s. 259)
Bediüzzaman'ın açıklamalarına göre Hz. Mehdi, halihazırda çeşitli gruplar halinde dağınık olarak bulunan Müslümanları birleştirecek, İslam ahlak ve faziletini, Peygamberimiz (sav)'in gerçek sünnetlerini canlandıracaktır. İslam aleminin birliğini oluşturacak, bu vesileyle insanlığı maddi ve manevi tehlikelerden kurtaracak ve insanların Allah’ın gazabından sakınmalarına vesile olacaktır:
53) HİLAFET-İ MUHAMMEDİYE (A.S.M.) ÜNVANI İLE (PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN HALİFESİ ÜNVANI İLE):
Bediüzzaman, “HİLAFET-İ MUHAMMEDİYE ÜNVANI İLE” sözleriyle Hz. Mehdi’nin İslam dünyasının önderi olacağını belirtmektedir. Hz. Mehdi'nin, “İSLAM TOPLUMUNUN LİDERİ VASFIYLA İslamiyet’i yeniden canlandırması, milyonları bulan bir topluluğun maddi ve manevi gücüyle hareket ederek tüm yeryüzünde İslam birliğini sağlaması” özellikleri, ne Bediüzzaman ne de ondan önceki müceddidlerin döneminde gerçekleşmemiş olaylardır. Bediüzzaman Said Nursi, yaşadığı dönem boyunca İslam dünyası ve Müslümanlar adına eşsiz hizmetlerde bulunmuş, pek çok insanın doğru yolu bulmasına, Allah’a yakınlaşmasına ve imanda derinleşmesine vesile olmuştur. Ardında halen Müslümanlar için önemli bir hidayet rehberi olan hikmet dolu eserler bırakmış, üstün ilim ve ferasetiyle tüm Müslümanlara ışık tutmuştur. Büyük mütefekkir Bediüzzaman, şüphesiz 13. asrın müceddididir. Ancak kendisinin de Peygamberimiz (sav)'in hadisleri doğrultusunda açıkladığı gibi, “TÜM MÜSLÜMANLARIN LİDERİ” vasfını taşıması söz konusu olmamıştır. Allah’ın izniyle tüm İslam alemi için büyük müjdeler içeren bu olaylar, ahir zamanda Hz. Mehdi vesilesiyle yaşanacak ve bu ünvanı da Hz. Mehdi taşıyacaktır. Bediüzzaman, bu konuyu tüm bu delilleriyle birlikte anlatarak, kendisinin ahir zaman Mehdisi olmadığını açık bir şekilde ifade etmiştir.
Bugün dünyada 1 milyarın üzerinde Müslüman yaşamaktadır. Dünya tarihinde ilk defa Müslümanlar sayıca bu kadar çokturlar. Bu büyüklükte bir kitleye önderlik tarihte kimseye nasip olmamıştır. Bediüzzaman'ın da müjdelediği gibi, bu şerefli vasfı Allah’ın izniyle ahir zamanın “Büyük Mehdisi” taşıyacaktır.

54) ŞEAİR-İ İSLAMİYEYİ (İSLAM AHLAKININ ESASLARINI) İHYA ETMEKTİR (YENİDEN CANLANDIRMAKTIR):
Bediüzzaman “ŞEAİR-İ İSLAMİYEYİ İHYA ETMEKTİR” sözleriyle, Hz. Mehdi'nin ikinci vazifesinin İslam ahlakının esaslarını yeniden canlandırmak olduğunu belirtmiştir. Bediüzzaman'ın burada kullandığı “İHYA ETMEK” kelimesi son derece önemlidir. Bu kelime “yeniden hayata kavuşturmak” anlamındadır. Hz. Mehdi İslam ahlakının dünya çapında yaşanmasına vesile olacaktır. Bediüzzaman bu konunun tohumlarını atmıştır, ancak belirttiği gibi “yeniden hayata kavuşturma şeklinde bir canlanma”, tam anlamıyla Hz. Mehdi vesilesiyle yerine getirilecektir.

55) ALEM-İ İSLAM’IN VAHDETİNİ
(İSLAM ALEMİNİN BİRLİĞİNİ) NOKTA-İ İSTİNAD EDİP (DAYANAK NOKTASI YAPIP):
Bediüzzaman bu sözleriyle Hz. Mehdi'nin, daha önce hiçbir müceddid tarafından yerine getirilmemiş olan görevlerinden birinin “İSLAM BİRLİĞİNİN SAĞLANMASI” olduğunu bildirmektedir. Bilindiği gibi bu birliktelik, dünya Müslümanlarının bir çatı altında yaşadıkları son devlet olan Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasının ardından ortadan kalkmıştı. Hz. Mehdi bu birliğin tekrar kurulmasına vesile olacak, milyonlarca Müslümanı biraraya getirecektir. Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin, bu birliği dayanak noktası edinerek insanlığı maddi ve manevi tehlikelerden koruyacağını ve Allah’ın gazabından sakınmalarına vesile olacağını bildirmiştir. Bediüzzaman'ın da vurguladığı gibi, İslam birliğinin sağlanması ve bu birliğin liderliği ünvanının taşınması Bediüzzaman'ın döneminde, ondan önceki müceddidlerin tarihinde ve günümüzde de henüz gerçekleşmiş olaylar değildir. Bediüzzaman da bu gerçeği vurgulamış, bu olayların Hz. Mehdi'nin tanınmasında en önemli alametlerden biri olacağını hatırlatmıştır. Hz. Mehdi geldiğinde Bediüzzaman'ın da belirttiği gibi, vesile olacağı bu olaylarla Allah onu tüm insanlara tanıtacaktır.

56) MİLYONLARLA EFRADI (FERTLERİ)
BULUNAN ORDULAR:
Bediüzzaman “MİLYONLARLA EFRADI (FERTLERİ) BULUNAN ORDULAR” sözleriyle, Hz. Mehdi’nin bu birlikteliği sağlamasında, ona yardım edecek çok geniş bir kitlenin var olacağından söz etmektedir. Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin hizmetinde, Allah’ın varlığı ve birliği konusunu, iman hakikatlerini tüm insanlığa anlatacak, geniş kapsamlı bir iman hizmeti yürütecek olan ilim ve iman toplulukları olacağını bildirmiştir.
Bediüzzaman, eserlerinde yer verdiği diğer sözlerinde kendisinin de bu ilim ordusunun, onlara önceden hazırlık yapan bir neferi yani askeri olduğunu anlatmaktadır. Yaşadığı dönemde, Bediüzzaman'ın hizmetinde
böyle geniş bir kitlenin desteği ve yardımı söz konusu olmamıştır. Bediüzzaman'ın da sözlerinde pek çok kez ifade ettiği gibi, sınırlı bir topluluk olan Nur talebeleri çok kısıtlı imkanlar içerisinde ve çok büyük fedakarlıklarla büyük bir iman hizmeti vermişlerdir. Bediüzzaman böyle büyük bir kitlenin desteğinin, ancak ahir zamanda söz konusu olacağını ve bunun da Hz. Mehdi'nin yerine getireceği bu büyük göreve nasip olacağını bildirmektedir.

Üçüncü vazifesi:
... O ZAT57 BÜTÜN EHL-İ İMANIN
(iman edenlerin) MANEVİ YARDIMLARIYLA58 ve İTTİHAD-I İSLAM’IN MUAVENETİYLE (İslam birliğinin yardımlaşmasıyla)59 ve BÜTÜN ULEMA VE EVLİYANIN (alimlerin ve velilerin)60 ve bilhassa AL-İ BEYT’İN NESLİNDEN (Peygamberimiz (sav)'in soyundan) HER ASIRDA KUVVETLİ VE KESRETLİ (çok sayıda) BULUNAN MİLYONLAR FEDAKAR SEYYİDLERİN İLTİHAKLARIYLA (Peygamber soyundan gelen fedakar kimselerin katılımlarıyla)61
O VAZİFE-İ UZMAYI (büyük görevi)
YAPMAYA ÇALIŞIR.62
(Emirdağ Lahikası, s. 260)
Bediüzzaman bu sözünde, Hz. Mehdi'nin üçüncü görevini açıklamıştır. Buna göre, Hz. Mehdi Kuran ahlakının göz ardı edildiği bir dönemde, insanların yeniden din ahlakına yönelmesine vesile olacak, İslam birliğini kuracak ve bu büyük görevlerinde kendisine destekçi olan pek çok salih insan bulunacaktır.
57) O ZAT:
Bediüzzaman, Hz. Mehdi için Risale-i Nur’un birçok yerinde olduğu gibi, bu sözlerinde de Hz. Mehdi için “O ZAT” ifadesini kullanmıştır. Bediüzzaman, hem “O” kelimesiyle hem de “ZAT” ifadesiyle Hz. Mehdi'nin bir topluluk veya manevi bir kişi değil, bir “ŞAHIS” olduğunu açıkça belirtmiştir.
Bu aynı zamanda da, Bediüzzaman'ın kitabın başından bu yana yer verilen Hz. Mehdi ile ilgili sözlerinde “3. KEZ” kullandığı “O” kelimesidir. Aynı şekilde buradaki “ZAT” kelimesi de Bediüzzaman’ın bu sözlerinde “2. KEZ” kullanılmaktadır. Yüksek ilim ve hikmet sahibi Bediüzzaman hiç kuşkusuz ki bu vurguları da belirli bir hikmetle yapmakta ve tüm Müslümanları Hz. Mehdi'nin “BİR ŞAHIS” olduğu konusunda en doğru şekilde bilgilendirmektedir.

58) BÜTÜN EHL-İ İMANIN (İMAN EDENLERİN) MANEVİ YARDIMLARIYLA:
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin üçüncü görevini çok önemli ve geniş kitlelerin desteğiyle gerçekleştireceğini bildirmiştir. Bediüzzaman “BÜTÜN EHL-İ İMANIN MANEVİ YARDIMLARIYLA” sözleriyle, “TÜM MÜSLÜMANLARIN” ittifak halinde oluşturacakları birliğin Hz. Mehdi'nin bu görevdeki yardımcıları olacağını bildirmiştir.
Hz. Mehdi ve yardımcıları güçlerini Allah sevgisinden, iman coşkusundan alan cesur insanlar olacaktır. İmanlarının nuru tüm dünyanın aydınlanmasına vesile olacaktır. Tüm Müslümanların dahil olacağı böyle geniş çapta bir ittifakın desteği, Bediüzzaman'ın döneminde gerçekleşmiş değildir. Bediüzzaman'ın da müjdelediği gibi, bu geniş kitlenin manevi yardımları, ancak ahir zamanda Hz. Mehdi ile birlikte oluşacak ve onun üçüncü görevinin gerçekleştirilmesinde büyük bir rol oynayacaktır.

59) İTTİHAD-I İSLAM’IN MUAVENETİYLE
(İSLAM BİRLİĞİNİN YARDIMLAŞMASIYLA):
Bediüzzaman “İTTİHAD-I İSLAM’IN MUAVENETİYLE” sözleriyle, Hz. Mehdi'nin üçüncü görevini aynı zamanda “İSLAM BİRLİĞİNİN YARDIMLAŞMASIYLA” yerine getireceğini de bildirmiştir. Böyle bir birlik Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde henüz oluşmamış, dolayısıyla da böyle büyük bir ittifakın yardımı da söz konusu olmamıştır. Bediüzzaman İslam birliğinin bu yardımlaşmasının Hz. Mehdi döneminde gerçekleşeceğini ve onun üçüncü görevinde büyük bir destek sağlayacağını belirtmiştir.

60) BÜTÜN ULEMA VE EVLİYANIN (ALİMLERİN VE VELİLERİN)... İLTİHAKLARIYLA (KATILIMLARIYLA):
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin bu üçüncü görevindeki diğer bir desteğin de “BÜTÜN ULEMA VE EVLİYANIN KATILIMLARIYLA” gerçekleşeceğini bildirmiştir. Hz. Mehdi'nin gelişi 1400 senedir tüm İslam alimleri ve iman sahipleri tarafından büyük bir heyecanla beklenmektedir. Kuşkusuz ki bütün alimlerin ve velilerin katılımının sağlanacağı böyle büyük bir destek, Hz. Mehdi'nin mücadelesinde ve bu görevini yerine getirmesinde son derece önemli bir rol oynayacak ve büyük bir kolaylık sağlayacaktır. Dikkat edilirse Bediüzzaman burada “BÜTÜN” kelimesini özellikle belirtmiş ve Hz. Mehdi'yi “alimlerin tümünün birden” destekleyeceğini bildirmiştir. İslam alimlerinin böyle büyük bir ittifakla destek vermeleri Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde gerçekleşmemiştir. Bediüzzaman bu katılımın ancak Hz. Mehdi'nin yerine getireceği bu görev ile birlikte gerçekleşeceğini hatırlatmıştır.

61) A-Lİ BEYTİN NESLİNDEN (PEYGAMBERİMİZ (SAV)’İN SOYUNDAN) HER ASIRDA KUVVETLİ VE KESRETLİ (ÇOK SAYIDA) BULUNAN MİLYONLAR FEDAKAR SEYYİDLERİN İLTİHAKLARIYLA (PEYGAMBER SOYUNDAN GELEN FEDAKAR KİMSELERİN KATILIMLARIYLA):
Bediüzzaman bu sözüyle, Hz. Mehdi’nin Peygamber Efendimiz (sav)'in mübarek soyundan olacağına, ona destek verenler arasında da Ehl-i Beyt’ten yani Peygamber soyundan gelen kimselerin bulunacağına dikkat çekmiştir. Bediüzzaman, tüm Müslümanlar, İslam alimleri ve evliyalar ile birlikte “milyonlarca seyyidin de Hz. Mehdi’nin yanında yer alacağını ve bu kutlu zata destek vereceğini” bildirmiştir. Hz. Mehdi'nin üçüncü görevindeki diğer yardımcılarında olduğu gibi, böyle bir destek de daha önce ne Bediüzzaman döneminde ne de ondan önceki müceddidlerin devrinde gerçekleşmemiştir. Bediüzzaman'ın açıkladığı
gibi, “PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN SOYUNDAN GELEN MİLYONLARCA SEYYİDİN KATILIMI” ancak Hz. Mehdi döneminde gerçekleşecektir.

62) O VAZİFE-İ UZMAYI (BÜYÜK GÖREVİ) YAPMAYA ÇALIŞIR:
Bediüzzaman “O VAZİFE-İ UZMAYI YAPMAYA ÇALIŞIR” sözleriyle “Hz. Mehdi’nin bir şahsı manevi değil, “BİR İNSAN OLARAK İŞ BAŞINDA OLACAĞINI” ifade etmiştir. Zira bir şahsı manevinin bir görevi “yapmaya çalışması” söz konusu değildir. Böyle bir çaba ancak bir insanın gerçekleştirebileceği bir fiildir. Bediüzzaman da bu gerçeği vurgulayarak Hz. Mehdi'nin bir şahıs olduğunu ifade etmiştir.
Bediüzzaman sözlerinde ayrıca Hz. Mehdi'nin yerine getireceği hizmeti “BÜYÜK GÖREV” olarak nitelendirmiştir. Bediüzzaman'ın bu ifadesine göre Hz. Mehdi'nin yapacağı hizmetler, kendisinden önceki dönemlerde gelen müceddidlerin görevlerinden farklı, “ÇOK BÜYÜK ÇAPLI” faaliyetlerdir. Hz. Mehdi İslam ahlakını dünya çapında hakim kılacak, İslam dünyasını biraraya getirecek ve tüm Müslümanların liderliğini üstlenecektir. Bediüzzaman'ın “VAZİFE-İ UZMA” sözleriyle ifade ettiği bu olaylar Hz. Mehdi'nin tanınmasını sağlayacak en önemli alametlerinden olacaktır.

Gerçi HER ASIRDA HİDAYET EDİCİ,
BİR NEVİ MEHDÎ VE MÜCEDDİD GELİYOR VE GELMİŞ.63 Fakat HER BİRİ64 ÜÇ VAZİFELERDEN BİRİSİNİ BİR CİHETTE (açıdan) YAPMASI İTİBARIYLA (nedeniyle) AHİR ZAMANIN BÜYÜK MEHDÎ UNVANINI ALMAMIŞLAR.65
(Emirdağ Lahikası, s. 260)
Bediüzzaman bu sözünde, Kuran ahlakını dünya üzerinde hakim kılmak amacıyla önceki asırlarda da bazı Müslüman şahısların geldiğini, ancak bunların hiçbirinin, ahir zamanda Hz. Mehdi’nin yapacağı üç önemli görevi birarada yerine getiremediklerini ifade etmiştir:
63) HER ASIRDA HİDAYET EDİCİ BİR NEVİ
MEHDİ VE MÜCEDDİD GELİYOR VE GELMİŞ:
Bediüzzaman bu sözüyle birkaç önemli konuya açıklık kazandırmıştır. Bediüzzaman öncelikle Hz. Peygamberimiz (sav)’in hadislerine dayanarak her yüz yıl başında bir müceddid (yenileyici) gönderileceğini bildirmiştir. Bediüzzaman Risalelerde Hz. Mehdi'nin de Hicri 14. yy’ın başında geleceğini ve 14. ve 15. yy’lar arasındaki müceddid olacağını belirtmiştir.
Bediüzzaman burada ayrıca Hz. Mehdi'nin bir şahsı manevi olmadığını da açıklamıştır. Peygamberimiz (sav)'den bu yana 14. yy’a kadar gelen tüm müceddidler birer “ŞAHIS” olarak gelmişlerdir. 14. yy’da bu durum değişmeyecek, Hz. Mehdi de bir şahıs olarak bizzat görev yapacaktır. Bediüzzaman “GELİYOR VE GELMİŞ” sözleriyle bu sürekliliği ifade etmiş, “GELİYOR” kelimesiyle bu adetullahın halen devam etmekte olduğunu belirtmiştir.
Bediüzzaman bu sözüyle ayrıca geçmiş dönemlerde gönderilmiş olan müceddidler ile Hz. Mehdi arasındaki farkı açıklamış ve Hz. Mehdi'nin hangi özelliğiyle bu müceddidlerden ayırt edilebileceğini bildirmiştir. Bediüzzaman eserlerinde Hz. Mehdi'den önce gelen müceddidlerin, onun üç vazifesinden birini yerine getirdiklerini ve bu açıdan “bir nevi Mehdi ve müceddid görevi üstlendiklerini” söylemiştir. Ancak Bediüzzaman, yukarıda bahsettiği üç vazifenin üçünü birden yerine getirecek olan kişinin yalnızca “BÜYÜK MEHDİ” olacağını ve bu özelliğiyle diğer müceddidlerden ayırt edileceğini belirtmiştir. Nitekim Bediüzzaman'ın
kullandığı “BİR NEVİ MEHDİ” ifadesi de bu durumu açıklamaktadır. Bediüzzaman geçmişte gelen ve Hz. Mehdi'nin üç büyük görevinden yalnızca bir tanesini yapan kimselerin gerçekte ahir zamanın beklenen Mehdisi olmadıklarını, bu kimseleri “bir nevi mehdi” olarak nitelendirerek ifade etmiştir.

64) HER BİRİ:
Bediüzzaman kullandığı “HER BİRİ” ifadesiyle Hz. Mehdi'den önce gelmiş olan müceddidlerin de Hz. Mehdi gibi gerçek kişilikler olduklarına, şahs-ı manevi olmadıklarına dikkat çekmektedir. Bu açıklamada bahsi geçen önceki yüzyıllarda gönderilen müceddidlerin birer şahıs oldukları kabul görürken, Bediüzzaman'ın aynı açıklamalarında yine bir şahıs olacağını belirttiği “Büyük Mehdi”nin bir şahsı manevi olacağı düşüncesi elbette ki çelişkilidir. Bu düşünceye göre, ahir zaman Mehdisi’nden önce gelen tüm müceddidlerin de birer şahsı manevi olması gerekirdi. Ancak böyle bir şey söz konusu olmamıştır. Nitekim Bediüzzaman da sözlerinde bu gerçeği açıklamıştır. Bediüzzaman'ın da müjdelediği gibi, Peygamberimiz (sav)'in rivayetlerindeki özelliklere sahip olmasıyla tanınacak olan Büyük Mehdi ahir zamanda “BİR ŞAHIS” olarak ortaya çıkacak ve Allah’ın izniyle Bediüzzaman'ın belirttiği üç görevi birden yerine getirecektir.

65) ÜÇ VAZİFELERDEN BİRİSİNİ
BİR CİHETTE (AÇIDAN) YAPMASI İTİBARIYLA (NEDENİYLE) AHİR ZAMANIN BÜYÜK MEHDİ ÜNVANINI ALMAMIŞLAR:
Bediüzzaman sözlerinde, iki ayrı tür Mehdi olduğunu belirtmiştir. Bunlardan birincisini, “sabık (önceki) Mehdiler”, diğerini ise ahir zamanda gelecek olan “BÜYÜK MEHDİ” olarak adlandırmıştır. Bediüzzaman Said Nursi, Hz. Mehdi'nin yapacağı faaliyetleri saymış ve bunları ondan başka kimsenin yapamayacağını belirtmiştir. Bu yüzden, bu önemli görevlerin yerine getirilmesine vesile olan kişiye “BÜYÜK MEHDİ” demiştir. Bediüzzaman eserlerinde, kendisi de dahil olmak üzere önceki dönemlerde gelen, sabık Mehdiler olarak adlandırdığı müceddidlerin bu üç görevi yerine getiremedikleri için Büyük Mehdi olamayacaklarını anlatmıştır. Bediüzzaman eserlerinde ayrıca söz konusu kimselerin Büyük Mehdi ünvanını alamamalarının bir diğer sebebinin ise, bu kişilerin Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde belirttiği özelliklere uymamaları olduğunu bildirmiştir.

BEN, KENDİMİ SEYYİD
(Peygamberimiz (sav)'in soyundan) BİLEMİYORUM.66
Bu zamanda nesiller bilinmiyor. Halbuki AHİR ZAMANIN O BÜYÜK ŞAHSI67 AL-İ BEYT'TEN (Peygamberimiz (sav)'in soyundan) OLACAKTIR.68
(Emirdağ Lahikası, s. 247-250)
Hz. Mehdi'nin hadislerde bildirilen en önemli özelliklerinden biri de, “SEYYİD” yani Peygamber Efendimiz (sav)'in soyundan olmasıdır:
Kıyametin kopması için zamanda sadece bir günden başka vakit kalmamış da olsa Allah BENİM EHL-İ BEYT’İMDEN (SOYUMDAN) BİR ZATI (Hz. Mehdi'yi) gönderecek. (Sünen-i Ebu Davud, 5/92)
Bediüzzaman da bu sözünde, kendisinin Peygamberimiz (sav)'in soyundan olmadığını, Hz. Mehdi'nin ise bu mübarek soydan olacağını belirtmiştir:
66) BEN KENDİMİ SEYYİD (PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN SOYUNDAN) BİLEMİYORUM:
Bediüzzaman seyyid değildir ve, seyyid olmamasının kendisinin Mehdi olmayacağının delillerinden biri olduğunu belirtmektedir. Kuşkusuz ki bir kişiye bir soru sorulmasının nedeni, ilgili konunun doğrusunu öğrenmektir. Bediüzzaman Said Nursi’ye de Mehdi olup olmadığının sorulmasının nedeni doğruları öğrenmektir. Bu soru karşısında “Hayır, ben Mehdi değilim” diyorsa ve bunun onlarca delilini öne sürüyorsa buna inanmak gerekir. Zira Bediüzzaman çok açık bir şekilde bu konuya cevap vermiş ve “ben seyyid değilim” demiştir.
Ayrıca Bediüzzaman eğer seyyid olmuş olsaydı, bunu gizlemesi için hiçbir sebep yoktur. Çünkü seyyid olmak, saklanması gereken bir özellik değildir. Tam aksine Peygamber Efendimiz (sav)'in neslinden olmak Müslümanlar için büyük bir şereftir. Dolayısıyla Bediüzzaman seyyid olsaydı, bunu hiçbir şekilde gizlemez ve açıkça ifade ederdi. Peygamberimiz (sav)'in soyundan olduğunu ifade etmekten büyük bir onur duyardı. Kendisine böyle bir soru sorulduğunda “Evet seyyidim, ama Mehdi değilim” derdi. Zira Bediüzzaman bizzat kendi eserlerinde Peygamberimiz (sav)'in hadisini hatırlatarak “seyyid olan bir kişinin
seyyidliğini gizlemesinin Kuran ahlakına uygun olmadığını” belirtmiştir.
Seyyid olmayan seyyidim ve seyyid olan değilim diyenler, ikisi de günahkar ve duhul ve huruc (isyan) haram oldukları gibi... hadis ve Kuran’da dahi, ziyade veya noksan etmek memnu’dur (yasaklanmıştır). (Muhakemat, s. 52)
Bediüzzaman'ın bu sözü çok açıktır. Peygamberimiz (sav)’in hadisinde bildirildiği gibi, İslam ahlakına göre, seyyid olan bir kişi hiçbir nedenle bunu gizleyemez, saklayamaz. Seyyid olmayan bir kişi de ben seyyidim diyemez. Bu durumda Bediüzzaman gibi değerli ve üstün ahlaklı bir şahsın, seyyidliğini gizlediği yaklaşımı son derece yakışıksız bir düşüncedir. Bunun yanı sıra her seyyid olan kişi, mutlaka Mehdi olacak diye bir durum da söz konusu değildir. Dünya üzerinde milyonlarca seyyid olan insan bulunmaktadır. Bir kişinin seyyid olması Mehdi olmasını gerektirmediği için, her insan bu gerçeği rahatlıkla dile getirebilir. Dahası Bediüzzaman “Benim bu konudaki tek eksikliğim seyyidliğim, eğer seyyid olsaydım Mehdi olurdum” da dememiştir. Tam aksine Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin tüm özelliklerini, yapacağı benzersiz faaliyetleri uzun uzun açıklamış ve bunların hiçbirinin kendi yaşadığı dönemde henüz gerçekleşmediğini belirtmiştir.

67) AHİR ZAMANIN O BÜYÜK ŞAHSI:
Bediüzzaman “AHİR ZAMANIN O BÜYÜK ŞAHSI” ifadesiyle Hz. Mehdi’nin bir şahs-ı manevi olmadığını bir kez daha delillendirmiştir. Bediüzzaman açıkça “O BÜYÜK ŞAHIS” diyerek Hz. Mehdi'nin şahs-ı manevi olmadığını, gerçek ve beklenen “BİR KİŞİ” olduğunu ifade etmiştir.
Bediüzzaman bu ifadesiyle ayrıca kitabın başından bu yana yer verilen Hz. Mehdi ile ilgili sözlerinde “O” kelimesini “4. KEZ” kullanmaktadır. Aynı şekilde “ŞAHIS” kelimesi de Bediüzzaman’ın buradaki sözlerinde “3. KEZ” kullanılmıştır. Bediüzzaman'ın bu kelimeleri özenle seçtiği ve tekrarladığı çok açıktır. Bediüzzaman bu şekilde, Hz. Mehdi'nin bir şahsı manevi olabileceği düşüncesini, hiçbir itiraza yer bırakmayacak şekilde geçersiz kılmaktadır.

68) AL-İ BEYT’TEN (PEYGAMBERİMİZ
(SAV)'İN SOYUNDAN) OLACAKTIR:
Bediüzzaman “AL-İ BEYT’TEN OLACAKTIR” sözleriyle Hz. Mehdi’nin Peygamberimiz (sav)'in soyundan gelen seyyid bir kimse olacağını belirtmiştir. Bediüzzaman eserlerinin çeşitli bölümlerinde Hz. Mehdi'nin bu özelliğine dikkat çekerek, Hz. Mehdi'nin manevi bir varlık olmadığını, belirli bir soydan gelecek olan “BİR ŞAHIS” olduğunu vurgulamıştır. Peygamberimiz (sav)'in de Hz. Mehdi'nin bu özelliğini bildirdiği çok sayıda hadisi vardır. Bir şahsı manevinin peygamber soyundan gelmesi elbette ki söz konusu değildir. Ayrıca böyle bir düşünce hem Peygamberimiz (sav)'in hadisleriyle hem de Bediüzzaman'ın sözleriyle çok açık bir şekilde çelişmektedir. Bediüzzaman'ın da belirttiği gibi, Hz. Mehdi “PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN SOYUNDAN GELEN BİR ŞAHIS” olacaktır.

RİSALE-İ NUR’UN ŞAHS-I MANEVİSİNİ HAKLI OLARAK HZ. MEHDİ TELAKKİ EDİYORLAR (şahsi bir görüş olarak kabul ediyorlar).69
O şahs-ı manevinin de bir mümessili (temsilcisi), Nur şakirdlerinin (talebelerinin) tesanüdünden (dayanışmasından) gelen bir şahs-ı manevisi ve o şahs-ı maneviden bir nevi mümessili (temsilcisi) olan BİÇARE TERCÜMANINI ZANNETTİKLERİNDEN, BAZEN O İSMİ (Hz. Mehdi ismini) O’NA VERİYORLAR.70 Gerçi bu, BİR İLTİBAS (karıştırma)71 BİR SEHİVDİR (hatadır, yanılmadır)...72
(Emirdağ Lahikası, s. 266)
Bediüzzaman Risale-i Nur’un şahsı manevisinin ve bu eserlerin yazarı olarak kendisinin de kimi zaman Hz. Mehdi olabileceğinin düşünüldüğünü, ancak bunun bir karıştırma ve hata olduğunu belirtmiştir:
69) RİSALE-İ NUR’UN ŞAHS-I MANEVİSİNİ HAKLI OLARAK HZ. MEHDİ TELAKKİ EDİYORLAR (ŞAHSİ BİR GÖRÜŞ OLARAK KABUL EDİYORLAR):
Bediüzzaman burada “HAKLI OLARAK” deyimini, Risale-i Nur cemaatinin Mehdi kabul edilmesini haklı bulduğunu vurgulamak için değil, böyle bir kabulün kolayca düşülebilecek ve mazur görülmesi gereken bir hata olduğunu vurgulamak için kullanmıştır. Konunun geliş ve gidişinden, bu mana kolayca anlaşılmaktadır. Nitekim Bediüzzaman önceki satırlarda açıklanan sözlerinde de bu yanılgının Hz. Mehdi'nin dünya çapında yerine getireceği iki büyük görevinin gözardı edilmesinden kaynaklandığını belirterek bunun “HAKLI BİR GÖRÜŞ OLMADIĞINI” açıklamıştır.

70) BİÇARE TERCÜMANINI ZANNETTİKLERİNDEN O İSMİ (HZ. MEHDİ İSMİNİ) ONA VERİYORLAR:
Bediüzzaman, Risaleleri kaleme alan kişi olarak, Risale-i Nurlar gibi kendisinin de Hz. Mehdi olarak değerlendirildiğini, ancak bunun “BİR ZAN” olduğunu ifade etmiştir. “Zannetme” kelimesi gerçeklik değil, bir yanılgı ve aldanışın söz konusu olduğunu ifade eden bir kelimedir. Bediüzzaman, talebelerinin sadece Hz. Mehdi'nin önemli bir vazifesi olan
iman hakikatlerini anlatma konusu yönünde bir değerlendirme yaptığını, ancak Hz. Mehdi'nin diğer iki vazifesi olan “İslam birliğinin sağlanması, tüm İslam dünyasının lideri olması ve İslam ahlakının dünyaya hakim kılınması”nın kendisinde görünmediği hususunu dikkate almadıklarını söylemiştir. Bundan dolayı da Risale-i Nur’a ve kendisine yapılan Mehdilik yakıştırmasının yalnızca bir “zan”dan ibaret olduğunu belirtmiştir.
Bunun yanı sıra Bediüzzaman “zannediyorlar” diyerek burada bir kez daha kendisini bu düşüncedeki insanlara dahil etmediğini ve onlarla aynı fikri paylaşmadığını ifade etmektedir.

71) BU BİR İLTİBAS (KARIŞTIRMA):
Bediüzzaman, kendisinin veya Risale-i Nur’un Mehdi olarak kabul edilmesinin bir “İLTİBAS” olduğunu ifade etmiştir. “İltibas” kelimesinin anlamı “BİRBİRİNE BENZEYEN ŞEYLERİ ŞAŞIRIP BİRBİRİNE KARIŞTIRMAK”tır. (Yeni Lugat, sf. 267) Dolayısıyla burada, birbirine karıştırılan ancak aslında birbirinden farklı olan iki kavram vardır. Bediüzzaman Risale-i Nur ya da kendisinin Hz. Mehdi olabileceğinin “zannedildiğini”; ancak gerçekte bunun “bir şaşırma ve bir karıştırma” olduğunu belirtmektedir.
Bediüzzaman bu karışıklığın, Risale-i Nur’un, Hz. Mehdi’nin üç temel görevinden biri olan “imanı kurtarmak” vazifesini üstlenmiş olmasından kaynaklandığını açıklamıştır. Bediüzzaman'ın açıkladığı gibi, tarih boyunca gönderilmiş olan tüm müceddidler Hz. Mehdi'nin görevlerinden bir tanesini yapmışlardır. Ancak Bediüzzaman da dahil olmak üzere “üç görev, hiçbir müceddid tarafından aynı anda yerine getirilmemiştir”.
Dolayısıyla tarihte Mehdilik konusunda bunun gibi benzetmeler pekçok kişiye yapılmıştır. Ancak Bediüzzaman, “Hz. Mehdi'nin, hepsini birarada ve dünya çapında gerçekleştireceği görevlerini” anlatarak, bu Mehdilik iddialarının hiçbirinin doğru olmadığını ve Hz. Mehdi'nin ileride gelecek bir şahıs olduğunu açıklamıştır.
Risale-i Nur’a ve Bediüzzaman'a yapılan bu benzetmede de aynı durum söz konusudur. Bediüzzaman, Hz. Mehdi ile ilgili Peygamberimiz (sav)'in hadislerindeki ve İslam alimlerinin açıklamalarındaki izahlar ve özelliklerine dair verilen bilgiler dikkate alınmadığı için “bir şaşırma ve karıştırma” yapıldığını belirtmektedir.

72) BİR SEHİVDİR (HATADIR, YANILMADIR):
Bediüzzaman, kendisinin veya Risale-i Nur’un Mehdi olarak kabul edilmesinin aynı zamanda bir “SEHİV” olduğunu söylemiştir. “SEHİV”in kelime anlamı “HATA, YANLIŞ, YANILMA”dır (Yeni Lugat, sf. 617). Bediüzzaman, kendisine ve Risale-i Nur’a Hz. Mehdi isminin verilmesinin bir “karıştırma” olacağını belirtmekle yetinmemekte, cümlesinin devamında bunun bir “sehiv” yani “hata” olacağını da ayrıca vurgulamaktadır. Bu son derece açık bir ifadedir. Eğer Bediüzzaman kendisine ve Risale-i Nur’un şahsı manevisine yapılan Mehdilik iddialarında herhangi bir doğruluk payı görseydi, kuşkusuz ki bunu bir “hata” olarak nitelendirmezdi. Açıkça bu iddiaların yerinde olduğunu ifade eden sözler kullanırdı. Bunun hata olduğunu belirtmiş olması, Bediüzzaman'ın bu konudaki kanaatini çok açık ve hiçbir itiraza yer bırakmayacak şekilde ortaya koymaktadır. Bediüzzaman Risale-i Nur’un ya da kendisinin Hz. Mehdi olabileceği görüşünü kabul etmemektedir.
BARLA LAHİKASI KİTABINDAN ALINTILAR
O73 İLERİDE GELECEK74
ACİB (şaşılan, hayret uyandıran, benzeri görülmeyen) ŞAHSIN75 bir HİZMETKARI76 ve ONA77 YER HAZIR EDECEK78 BİR DÜMDARI (yardımcı kuvveti)79 ve O80 BÜYÜK KUMANDANIN81 PİŞDAR BİR NEFERİ (önden giden bir askeri)82 olduğumu zannediyorum.
(Barla Lahikası, s. 162)
Bediüzzaman bu sözünde, kendisini Hz. Mehdi'nin bir tür “öncüsü” olarak nitelendirmiş ve Hz. Mehdi'nin “kendisinden sonra geleceğini” açıklamıştır:
73) O:
Bediüzzaman cümlenin başında "O" zamirini kullanarak “BİR ŞAHSI” kastettiğini özellikle vurgulamaktadır. "O" zamirinin “TEK BİR KİŞİ”ye işaret ettiği açıktır. Bediüzzaman bir şahsı maneviden, gruptan ya da topluluktan bahsetmemekte, Hz. Mehdi'nin mübarek şahsının gelişini müjdelemektedir.
Bediüzzaman bu söz ile birlikte, kitabın başından beri Hz. Mehdi ile ilgili yer verilen sözlerinde “5. KEZ” “O” ifadesini kullanmıştır. Bediüzzaman'ın bu sözlerinin “5’inin birden tevafuk etmiş olması” söz konusu değildir. Bediüzzaman Hz. Mehdi için bu ifadeyi son derece bilinçli bir şekilde kullanmakta ve bu yolla bu mübarek zatın bir şahsı manevi ya da bir topluluk olabileceği yönündeki tüm iddiaları geçersiz kılmaktadır.

74) İLERİDE GELECEK:
Bediüzzaman bu ifadesinde Hz. Mehdi için, "İLERİDE GELECEK" sözlerini kullanmıştır. Bediüzzaman "gelmiş" veya "geldi" gibi kendi dönemini ve öncesini kasteden ifadelere yer vermemiştir; “ileride gelecek” diyerek Hz. Mehdi'nin kendi yaşadığı dönemden sonra geleceğini açıklamıştır. “İLERİDE” kelimesinin gelecek bir zamanı ifade etttiği son derece açıktır ve Bediüzzaman'ın bu konudaki düşüncesini hiçbir itiraza yer bırakmayacak şekilde ortaya koymaktadır.
Bunun yanı sıra Bediüzzaman bu kitapta yer alan sözlerinde, Hz. Mehdi için pek çok kez “GELECEK” kelimesine yer vermiştir. Bu sözünde de “GELECEK” kelimesini “4. DEFA” kullanmaktadır. Bu kadar çok tekrarlamış olması, Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi'nin geçmiş dönemlerde ve kendi zamanında henüz gelmediği konusunda ne kadar kesin bir kanaati olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin kendisinden sonraki bir zamanda geleceğini belirterek Müslümanları bu konuda en doğru şekilde bilgilendirmektedir.

75) ACİB ŞAHSIN:
Bediüzzaman "ŞAHIS" kelimesini kullanmakta, belli bir kişiden bahsetmektedir. Bediüzzaman, kitabın başından itibaren sayılacak olursa, Hz. Mehdi için “4. KEZ” “ŞAHIS” kelimesini kullanmaktadır. Bediüzzaman bu sözüyle bir topluluktan veya şahsı maneviden söz etmemektedir. Eğer Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin şahsı manevi olarak geleceğini düşünüyor olsaydı, -hayatı boyunca gerçekleri ifade etmekten asla kaçınmamış büyük bir alim olarak- bunu da açıkça ifade ederdi. Ancak Bediüzzaman, burada ve daha birçok ifadesinde olduğu gibi, Hz. Mehdi'nin kutlu zatından bahsetmektedir. Hz. Mehdi'nin ahir zamanda “BİR ŞAHIS” olarak geleceğini açıkça söylemekte ve bunu, aksi bir yönde tevil edilemeyecek kadar çok sayıda sözüyle defalarca teyit etmektedir.
Bediüzzaman burada ayrıca şahıs kelimesini nitelendirmek için tekil bir ifade kullanmıştır. Demek ki Bediüzzaman “TEK BİR ŞAHIS”tan bahsetmektedir, “iki veya üç şahıstan” değil. Bediüzzaman'ın bu sözleri, Hz. Mehdi'nin bir grup ya da bir topluluk olabileceği düşüncesini tümüyle geçersiz kılmaktadır.
Bunun yanı sıra Bediüzzaman “bir şahıs” olduğunu ifade ettiği Hz. Mehdi'nin önemli bir özelliğini de vurgulamıştır. Hz. Mehdi'nin “ACİB BİR ŞAHIS” olduğunu ifade etmiştir. “Acib” kelimesi, “hayret veren, şaşırtıcı, benzeri görülmeyen” anlamındadır. Hadislerde Hz. Mehdi'nin çok büyük bir fikri mücadelesi olacağı, yaptığı işlerin dünya çapında etki göstereceği bildirilmektedir. Bediüzzaman da, Hz. Mehdi'den "ACİB" ifadesiyle bahsetmekte, bu mübarek zatın daha önce “BENZERİ GÖRÜLMEMİŞ BİR KİŞİ” olacağına dikkat çekmektedir.
Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde Hz. Mehdi'nin kullandığı yöntemlerin ve mücadele şeklinin alışılmışın dışında olacağı bildirilmiştir. Bu bilgilere göre Hz. Mehdi çok etkili yöntemler kullanacak, her konuda başarılı sonuçlar elde edecektir. Bu başarısına karşılık, kendisine çok yoğun saldırılar olmasına rağmen bunlardan hiç etkilenmeyecektir. Bediüzzaman da bu sözüyle Hz. Mehdi'nin herkesin anlayamayacağı vehbi (çalışmakla kazanılmayıp Allah'ın lütfuyla olan) ilimlere de vakıf bir şahıs olacağını ifade etmiştir. Bediüzzaman'ın bu sözünden anlaşıldığı üzere, Hz. Mehdi döneminde hayret verici olaylar da yaşanacaktır. Hadislerde bildirildiğine ve İslam alimlerinin ifadelerine göre, olağanüstü doğa olayları, beklenmedik siyasi değişimler, teknolojinin hızla gelişmesi, dünya çapında tebliğ yapılması benzeri görülmemiş bir dönem olacağını anlatmaktadır. Hz. Mehdi her an Allah’ın yakın takibine ve yardımına mazhar olacaktır. Bu nedenle, Bediüzzaman'ın da belirttiği gibi, iman gözüyle bakmayanların şaşıracağı, kolay kolay açıklayamayacağı harikalıkta başarılara vesile olacaktır.

76) HİZMETKARI:
Bediüzzaman bu sözüyle kendi yaptığı çalışmaların, Hz. Mehdi'ye zemin hazırlayacağını ifade etmekte, kendisini bu mübarek zatın "HİZMETKARI" olarak nitelendirmektedir. Kuşkusuz ki bu son derece kesin bir açıklamadır. Eğer Bediüzzaman’ın, kendisinin Hz. Mehdi olduğu yönünde bir kanaati olsaydı, kendisini “Hz. Mehdi'nin hizmetkarı” olarak nitelendirmezdi. Çünkü “bir kişinin aynı anda hem Hz. Mehdi hem de onun hizmetkarı olabilmesi” mümkün değildir. Dolayısıyla bu ifade açıkça ortaya koymaktadır ki Bediüzzaman burada çok açık bir şekilde Hz. Mehdi olmadığını belirtmiştir.

77) ONA:
Bediüzzaman burada da Hz. Mehdi için “6. KEZ” “O” kelimesini kullanmaktadır. Bu, hem tekil bir ifadedir hem de bir kişilik zamiridir. Dolayısıyla Bediüzzaman böylece bir kez daha Hz. Mehdi'nin şahsı manevi olarak değil, “BİR ŞAHIS” olarak geleceğini ve bunun “tek bir kişi” olacağını vurgulamaktadır. Bediüzzaman kendisinin çalışmalarıyla bir şahsı maneviye değil, kutlu bir zata ortam hazırladığını "ONA" ifadesiyle açıkça söylemektedir.

78) YER HAZIR EDECEK:
Bediüzzaman burada “ONA YER HAZIR EDECEK” ifadesini kullanarak, Hz. Mehdi'nin kendisinden sonra gelecek bir kimse olduğunu bir kez daha açıklamıştır. Bilindiği gibi “hazırlık” bir şeyin öncesinde yapılan bir eylemdir. Halihazırda mevcut olan, hazır bulunan bir şey için hazırlık yapılması söz konusu değildir. Bediüzzaman da burada kendisinin “Hz. Mehdi'nin gelişinden önce böyle bir hazırlık içerisinde olduğunu” ifade etmektedir. Bu da Hz. Mehdi'nin, Bediüzzaman’ın yaşadığı dönemde henüz ortaya çıkmamış olduğunu, bu dönemin bir “hazırlık devresi” olduğunu göstermektedir.
Hadislerde yer alan tariflere ve Bediüzzaman'ın açıklamalarına göre, ahir zaman mücadelesi çok kapsamlı bir fikri mücadele olacaktır. Bu fikri mücadelede Hz. Mehdi döneminde yaşayan salih müminler görev aldığı gibi, kendisinden önce gelip ona yer hazırlayacak yardımcıları, dostları da olacaktır. Bediüzzaman da bu sözleriyle bu gerçeğe işaret etmektedir. Büyük İslam alimi, kıymetli hizmetleri ile ahir zamanda gelecek olan Hz. Mehdi’ye ortam hazırladığını dile getirmektedir. Fikri mücadelesinin, hizmetlerinin, eserlerinin Hz. Mehdi’nin çalışmalarına fayda sağlayacağını ve bunların Hz. Mehdi tarafından kaynak olarak kullanılacağını ifade etmektedir. Bediüzzaman bu açıklamalarıyla, kendisinin ahir zamanın beklenen Mehdi’si olmadığını bir kez daha bizzat kendi sözleriyle ifade etmektedir.
Bediüzzaman bu sözleriyle ayrıca kendi konumunu da çok açık bir şekilde tanımlamıştır. Yukarıda da ifade edildiği gibi, bir insanın aynı anda hem “Hz. Mehdi olması” hem de ona “yer hazır edecek bir kimse” olabilmesi söz konusu değildir. Çünkü yer hazır edecek olan kişi,
o kişiyle eşzamanlı olarak bu görevi yapmamaktadır. Onun görevi olayın öncesindedir; gelecek olan kişi yani Hz. Mehdi ise bu yer hazır edildikten sonra yani ileriki bir zamanda görevine başlayacaktır.

79) BİR DÜMDARI (YARDIMCI KUVVETİ):
“DÜMDAR” kelimesi “yardımcı kuvvet” anlamına gelmektedir. Bediüzzaman, bu sözüyle kendisini, asıl mücadeleyi yürüten zata imkan hazırlayan yardımcı kuvvetlere benzetmiştir. Bu şekilde kendisinden sonra gelecek olan ve yapacağı büyük fikri mücadele ile İslam ahlakının getirdiği tüm güzellikleri yeryüzüne hakim edecek olan Hz. Mehdi’nin bir yardımcısı olduğunu ifade etmektedir. Eğer Bediüzzaman kendisinin Hz. Mehdi olduğunu düşünseydi kuşkusuz ki burada kendisini “Hz. Mehdi'nin yardımcısı” olarak tanımlamazdı. Çünkü “Hz. Mehdi'nin ve yardımcısının”, “birbirinden farklı, iki ayrı kişi” olduğu çok açıktır. Eğer Bediüzzaman “yardımcısıyım” diyorsa, bu onun Hz. Mehdi olmadığını belirttiği çok açık bir ifadedir.

80) O:
Bediüzzaman burada Hz. Mehdi'den “7. DEFA” “O” zamirini kullanarak bahsetmekte ve onun “TEK BİR ŞAHIS” olduğunu vurgulamaktadır. Bediüzzaman'ın aynı ifadeyi defalarca ve ısrarla tekrarlamış olması, kuşkusuz ki bunun bir tevafuk olmadığını göstermektedir. Bediüzzaman son derece bilinçli ve kasıtlı bir şekilde “Hz. Mehdi'nin ahir zamanda gelecek TEK BİR KİŞİ” olduğunu
belirtmekte ve bunun dışında bir düşünceyi öne sürenler için konuya açıklık kazandırmaktadır.

81) BÜYÜK KUMANDANIN:
Bediüzzaman Hz. Mehdi'den bahsederken “O BÜYÜK KUMANDAN” sözlerini kullanarak Hz. Mehdi’nin “kumandanlık vasfına” da dikkat çekmektedir. Bir şahsı manevinin kumandanlık sıfatı taşımasının söz konusu olamayacağı çok açıktır. Bediüzzaman burada çok açık bir şekilde Hz. Mehdi’nin bu görevi yerine getirecek “BİR ŞAHIS” olduğunu ifade etmektedir.

82) PİŞDAR BİR NEFERİ
(ÖNDEN GİDEN BİR ASKERİ):
Bediüzzaman'ın burada kullandığı “PİŞDAR BİR NEFER” ifadesi, “ÖNDEN GİDEN ASKER” anlamını taşımaktadır. Bediüzzaman bu sözüyle kendisini önden giden öncü kuvvetlere benzetirken, Hz. Mehdi’nin kendisinden sonra geleceğini bir kez daha vurgulamıştır. Eğer Bediüzzaman kendisinin Hz. Mehdi olduğunu belirtmek isteseydi, kuşkusuz ki böyle bir ifade kullanmazdı. Çünkü bu ifade aksi yönde öne sürülebilecek tüm iddiaları geçersiz kılmakta ve konuya kesin bir açıklık kazandırmaktadır. Bediüzzaman “kendisini ÖNDEN GİDEN” bir kişi olarak nitelendirmekle; "Hz. Mehdi'nin ise kendisinden SONRA GELEN” bir kimse olduğunu netleştirmektedir.

Bediüzzaman burada ayrıca “BİR NEFER” yani asker kelimesini kullanarak, kendisinin Hz. Mehdi değil, onun bir yardımcısı ve ona hizmet eden bir görevli olduğunu bir kez daha ifade etmektedir. Bediüzzamanın kendisini bir "HİZMETKARI, ÖNCÜSÜ" olarak vasıflandırdığı ve bu kadar övgüyle, saygıyla bahsettiği Hz. Mehdi, tüm İslam alemi tarafından asırlardır beklenmektedir. Bediüzzaman da bu açıklamalarıyla, Hz. Mehdi'nin ahir zamanda, Allah'ın izniyle, muhakkak ortaya çıkacağını müminlere müjdelemektedir.

Ashâb-ı Kütüb-i Sitte’den İmam-ı Hâkim'in
"Müstedrek"inde ve Ebu Dâvud'un "Kitab-ı Sünen"inde, Beyhaki "Şuab-ı İman"da tahriç buyurdukları (delillere dayanarak ortaya koydukları): HER YÜZ SENEDE BİR, CENAB-I HAK BİR MÜCEDDİD-İ DİN (her yüzyıl başında dini hakikatleri devrin ihtiyacına göre açıklamak üzere gönderilen büyük İslam alimi, yenileyici) GÖNDERİYOR...83 hadis-i şerifine mazhar
(sahip, erişmiş) ve mâsadak (belirtilen özelliklere
tam olarak uyan) ve müzhir-i tam olan
(uyarma görevini tam olarak yerine getiren)...
(Barla Lahikası, s. 119)
Bediüzzaman Peygamberimiz (sav)'in hadislerine dayanarak, Allah’ın her yüzlıl başında bir müceddid göndereceğini bildirmektedir:
83) HER YÜZ SENEDE BİR, CENAB-I HAK BİR MÜCEDDİD-İ DİN GÖNDERİYOR (HER YÜZYIL BAŞINDA DİNİ HAKİKATLERİ DEVRİN İHTİYACINA GÖRE AÇIKLAMAK ÜZERE GÖNDERİLEN BÜYÜK İSLAM ALİMİ, YENİLEYİCİ)...:
Bediüzzaman'ın burada dikkat çektiği gibi, Peygamber Efendimiz (sav) "her yüzyılda bir müceddid gönderildiğini" bildirmiştir:
Gerçekten Aziz ve Celil olan Allah her yüz sene başında şu ümmetin dinini bidatten (dine sonradan sokulan hurafelerden) ayıracak, yenileyecek (ilim sahibi) BİR ZATI gönderir. (Sünen-i Ebu Davud, 5/100)
Hadiste, Allah’ın her yüz senede bir müceddid yani dini hurafelerden arındırıp tekrar Kuran’da anlatıldığı şekliyle ortaya koyan, Peygamberimiz (sav)'in sünnetiyle hareket eden, zamanın ihtiyaçlarına göre insanların kafasında oluşan sorulara Kuran’dan çözümler getiren bir kişiyi gönderdiği belirtilmektedir. İlerleyen bölümlerde açıklanacağı gibi, Peygamberimiz (sav)'den sonraki her yüzyıl başında insanlara doğruyu gösterecek bir müceddid göndermiştir. Ahir zamanın büyük müceddidi de Hz. Mehdi olacaktır. Hz. Mehdi, pek çok hadiste bildirildiği gibi, Kuran ahlakını eksiksiz uygulayacak, dini batıl inanış ve uygulamalardan arındıracak, Peygamberimiz (sav)'in sünnetini yeniden canlandıracak ve bunu tüm dünyaya hakim kılacaktır.

Baştaki hadis-i şerifin "her yüz sene başında dini tecdid edecek (yenileyecek) bir müceddidi (yenileyiciyi) gönderiyor" müjdesinin ihbarına (verdiği bilgilere) muvâzi (uygun) olarak HAZRET-İ MEVLANA HALİD84 —ekser ehl-i hakikatin tasdikiyle (din alimlerinin büyük bir çoğunluğunun onaylamasıyla ve ittifakla)—1200 senesinin yani ON İKİNCİ ASRIN MÜCEDDİDİDİR.84
(Barla Lahikası, s. 120)
Bediüzzaman bu sözünde, Hz. Mevlana Halid'in 12. asrın müceddidi olduğunu açıklamaktadır:
84) HAZRET-İ MEVLANA HALİD... ON İKİNCİ ASRIN MÜCEDDİDİDİR:
Peygamberimiz (sav)'den sonra, hadislerde bildirildiği gibi her yüzyıl başında insanlara din ahlakını ve hükümlerini anlatan, dönemin ihtiyaçlarına göre açıklamalarda bulunan bir müceddid gelmiştir. Örneğin İmam-ı Rabbani 1000. Hicri yılın müceddididir. Mevlana Halid-i Bağdadi Hicri 1193 (Miladi 1779) yılında doğmuş, Hicri 1242 yılında (Miladi 1827) vefat etmiştir. Bu mübarek insan, İslam alimlerinin büyük çoğunluğunun ittifakıyla, Hicri 12. ve 13. yüzyıllar arasındaki müceddiddir. Bediüzzaman da bu gerçeğe dikkat çekmektedir.

Madem TAM YÜZ SENE SONRA85
aynen dört cihette (yönde) tevafuk ederek (tam uyarak) RİSALE-İ NUR ECZALARI (BÖLÜMLERİ) AYNI VAZİFEYİ GÖRMÜŞ...86 Kanaat verir ki —nass-ı hadis ile (hadisin şüpheye yer bırakmayan ifadesi ile)—
Risale-i Nur tecdid-i din (dini yenileme) hususunda
BİR MÜCEDDİD HÜKMÜNDEDİR86
(Barla Lahikası, s. 121)
Bediüzzaman bu sözünde ise, Hz. Mevlana Halid-i Bağdadi'den tam yüz sene sonra kendisinin ve eserlerinin bir müceddid görevi gördüğünü açıklamaktadır. Buna göre, 13. asrın müceddidi Bediüzzaman Said Nursi'dir. 14. asrın müceddidi ise Hz. Mehdi olacaktır:
85) TAM YÜZ SENE SONRA:
Bediüzzaman Said Nursi ise Mevlana Halid-i Bağdadi’den tam 100 sene sonra, Hicri 1293 (Miladi 1878) yılında doğmuştur. Vefatı ise Hicri 1379 (Miladi 1960) yılıdır. Bedüzzaman, Hicri 12. asrın müceddidi Mevlana Halid’den yüz sene sonra yani 13. asırda büyük bir iman hizmeti gerçekleştirmiştir. Dolayısıyla Bediüzzaman da 13. ve 14. asırlar arasındaki müceddiddir.

86) RİSALE-İ NUR ECZALARI (BÖLÜMLERİ) AYNI VAZİFEYİ GÖRMÜŞ... BİR MÜCEDDİD HÜKMÜNDEDİR:
Bediüzzaman Risale-i Nur’un müceddidlik yani dini yenileme görevini tam olarak yerine getirdiği konusunda büyük bir kanaati olduğunu belirtmiştir. Risale-Nur’un etkileri ile müceddidlerin faaliyetleri tam bir uygunluk göstermiş, 12. asırdaki Hz. Mevlana Halid ile aynı görevi, Hicri 13. yüzyılda Bediüzzaman'ın vesile olduğu Risale-i Nur yerine getirmiştir. Dolayısıyla Hicri 12. asrın müceddidi Mevlana Halid’den tam yüz sene sonra yayınlanan Risale-i Nur dolayısıyla, risale-
lerin yazarı olan Bediüzzaman da 13. ve 14. asırlar arasındaki müceddiddir.
Bediüzzaman'ın burada ortaya koyduğu önemli bir başka konu daha vardır: Tüm elçiler ve peygamberler gibi, Peygamberimiz (sav)’den sonra gelen ve İslam tarihinde yer alan hiçbir müceddid veya müçtehid de bir şahsı manevi olarak gönderilmemiştir. Allah’ın Kuran’da bildirdiği adetullahına uygun olarak tüm müceddidler, insanları uyarıp korkutacak, onları Allah’ın rızası, rahmeti ve cennetiyle müjdeleyebilecek, onlara doğruyu yanlıştan ayıran bir hidayet rehberi olabilecek birer insan olarak gelmişlerdir. Ve her birinin talebeleri ve takipçilerinden meydana gelen birer şahsı manevileri oluşmuştur.
Mevlana Halid-i Bağdadi ve Bediüzzaman gibi müceddidler bunun en güzel örneklerindendir. Bu mübarek şahıslar yaşadıkları yüzyıllarda birer şahıs olarak gelmiş büyük İslam alimleridir. Her biri beklenildiği gibi gelip görevlerini yerine getirmişlerdir. Her birinin çevresinde, talebelerinden oluşan ve kendilerini temsil eden şahsı manevileri olmuştur. Çevrelerinde bulunan bağlıları ve talebeleri büyük hizmetler yapmışlar, onların şahsı manevilerini oluşturmuşlardır. Ancak elbette ki bu şahsı manevilerin başında birer müceddid olarak hem Mevlana Halid-i Bağdadi hem de Bediüzzaman bizzat yer almışlardır. Demek ki onlardan sonra gelecek olan Hz. Mehdi de aynı şekilde manevi bir şahıs olmayacak, aynı görevleri üstlenebilecek, dinin hakikatlerini insanların ihtiyaçlarına göre açıklayabilecek İslam alimi ve müceddid hükmünde bir şahıs olacaktır. Bediüzzaman bu gerçeği verdiği bilgilerle çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
TILSIMLAR MECMUASI KİTABINDAN ALINTILAR
Bazı ayet-i kerime (ayetler) ve ehadis-i şerife (hadisler)
AHİR ZAMANDA GELECEK87 BİR MÜCEDDİD-İ EKBERİ (en büyük müceddidi)88 mana-yı işari ile (işari anlamda) haber veriyorlar. Fakat O89 GELECEK90 ZATIN91 VE92 CEMİYETİNİN93 ÜÇ VAZİFESİNDEN94 en ehemmiyetlisi (önemlisi) olan ve zahiren (görünüşte) en küçüğü görünen imanı kurtarmak ve hakaik-i imaniyeyi (iman hakikatlerini) güneş gibi göstermek vazifesini Risale-i Nur ve şakirdlerinin (talebelerinin) şahs-ı manevisi tam yaptıklarından; O95 GELECEK96 ZATA97 dair HABERLERİ VE İŞARETLERİ, RİSALE-İ NUR’UN ŞAHS-I MANEVİSİNE98 HATTA BAZEN TERCÜMANINA DA TATBİKE (uydurmaya) ÇALIŞMIŞLAR99 ve Şeriatı ihya (Kuran ahlakının esaslarını hatırlatarak yeniden hayata geçirme) ve hilafeti tatbik olan ÇOK GENİŞ DAİREDE HÜKMEDEN100 BU MÜHİM VAZİFESİNİ NAZARA ALMAMIŞLAR (göz önünde bulundurmamışlar).101
(Tılsımlar Mecmuası, s. 168)
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin üç büyük görevi olacağından bahsetmiş ve onun diğer müceddidlerden bu özellikleriyle ayırt edilebileceğini hatırlatmıştır:
87) AHİR ZAMANDA GELECEK:
Bediüzzaman Hz. Mehdi'den bahsederken “AHİR ZAMANDA GELECEK” ifadesini kullanmıştır. Bu, Bediüzzaman'ın kitabın başından bu yana Hz. Mehdi için “5. DEFA” kullandığı “GELECEK” kelimesidir. Eğer, Hz. Mehdi, Bediüzzaman’ın döneminde veya daha önce gelmiş olsaydı, Bediüzzaman “gelecek” kelimesini değil, “geldi” veya “gelmiş” gibi ifadeler kullanırdı. Ancak Bediüzzaman burada çok açık bir şekilde zaman bildirmiş ve Hz. Mehdi'nin “İLERİKİ BİR TARİHTE GELECEK BİR ŞAHIS” olduğunu belirtmiştir. Ve bu ifadeyi eserlerinde ısrarla ve defalarca tekrarlamıştır. Tüm bunlar Hz. Mehdi'nin gelişinin Bediüzzaman'ın kendi döneminde ya da öncesinde gerçekleşmemiş; ancak ahir zamanda gerçekleşmesi beklenen bir olay olduğunu ortaya koymaktadır.

88) BİR MÜCEDDİD-İ EKBERİ (EN BÜYÜK MÜCEDDİDİ:
Peygamberimiz (sav) hadislerinde her yüzyıl başında insanlara din ahlakını ve hükümlerini anlatan, dönemin ihtiyaçlarına göre açıklamalarda bulunan bir müceddid gönderileceğini bildirmiştir. Örneğin İmam-ı Rabbani 1000. Hicri yılın müceddididir. Mevlana Halid-i Bağdadi Hicri 1193 (Miladi 1779) yılında doğmuş, Hicri 1242 yılında (Miladi 1827) vefat etmiştir. Dolayısıyla bu mübarek insan ittifakla Hicri
12. ve 13. asırlar arasındaki müceddiddir. Bediüzzaman Said Nursi ise Mevlana Halid-i Bağdadi’den tam 100 sene sonra, Hicri 1293 (Miladi 1878) yılında doğmuştur. Vefatı ise Hicri 1379 (Miladi 1960) yılıdır. Bediüzzaman da Hicri 12. asrın müceddidi Mevlana Halid’den tam yüz sene sonra yayınlanan Risale-i Nur’un müellifi (yazarı) olması sebebiyle kendisinin de 13. ve 14. asırlar arasındaki müceddid olduğunu belirtmiştir.
Bediüzzaman, Hz. Mehdi’nin ise kendisinden sonra geleceğini -tarih vererek- bildirmiş, Hicri 14. yüzyılın "müceddidi"nin Hz. Mehdi olacağını müjdelemiştir. Bunun yanı sıra Bediüzzaman Hz. Mehdi için, ahir zamanda gelecek "BİR MÜCEDDİD-İ EKBER" yani "EN BÜYÜK MÜCEDDİD" ifadesini kullanarak, onun gelmiş geçmiş tüm müceddidlerin en büyüğü olduğunu bildirmiştir.
Bediüzzaman ahir zaman alametlerinin şiddetlendiği dönemde Allah’ın insanların kurtuluşuna vesile olması için en büyük müçtehid, en büyük müceddid, hakim, hidayete vesile olan, yol gösterici, zamanın en büyük mürşidi ve Peygamberimiz (sav)'in soyundan gelen bir şahıs olan Hz. Mehdi'yi göndereceğini bildirmiştir.
Bediüzzaman Hz. Mehdi için "en büyük müceddid ve en büyük müçtehid" sıfatlarını kullanmaktadır. "Müceddid" dini hakikatleri devrin ihtiyaçlarına göre açıklayan, "müçtehid" de ihtiyaç oluştuğunda ayetlerden hüküm çıkaran büyük İslam alimi ve önderidir. Bu vasıftaki büyük zatlar, İslam toplumlarına örnek olmuş, yol göstermiş, zamanın kutbu olmuş önderlerdir. Bu önderlerden kimi içtihat etme ve hüküm verme vasıflarından dolayı "mezhep önderleri" olmuşlardır; Müslümanlar da onlara uymuşlardır.
İmam Hanefi, İmam Şafi, İmam Hanbeli, İmam Maliki bu önderlerden olup 4 mezhebin kurucularıdır. Bütün ehl-i sünnet onların verdiği hükümlerle amel etmektedir. Bediüzzaman bu"müçtehid ve müceddid"lerin en büyüklerinin ise Hz. Mehdi olacağını ifade etmiştir. Bu da Hz. Mehdi'nin içtihat etme (hükümleri usulüne uygun olarak Kuran ve hadislerden istifade ile ortaya koymak) ve hüküm vermeye en yetkili kişi olarak, kendisinin de "tüm mezhepleri kaldıracağını" göstermektedir. Zira en büyük mezhep imamı olduğuna göre zaten tüm diğer mezhepleri kaldırması gerekir. Zamanında herkesin ona uyacağının bildirilmiş olması da bunu doğrulamaktadır.
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin “en büyük müceddid” olduğunu söyleyerek onun tüm mezheplerin üstünde olacağını ifade etmiştir. Geçmişten günümüze pek çok İslam alimi eserlerinde bu konuya değinmişlerdir. İslam tarihinin en büyük alimlerinden biri olan Muhyiddin Arabi ise "Fütühat-ül Mekkiye" isimli eserinde bu konuda şöyle bilgi vermiştir:
... MEHDİ, DİNİ PEYGAMBER'İN ZAMANINDA OLDUĞU GİBİ AYNEN UYGULAYACAK. YERYÜZÜNDE MEZHEPLERİ KALDIRACAK. HALİS HAKİKİ DİNDEN BAŞKA HİÇBİR MEZHEP KALMAYACAK. (Muhammed B. Resul El Hüseyin El Berzenci, Kıyamet Alametleri, sf. 186-187)
Hüseyin Hilmi Işık ise, Saadet-i Ebediye adlı eserinde Hz. Mehdi'nin bu özelliğini şöyle haber vermiştir:
HAZRET-İ MEHDİ, AHİR ZAMANDA DÜNYAYA GELECEKTİR. Resullulah Efendimizin (sav) soyundan olacaktır. İsa Aleyhisselam’la buluşacak, MEZHEPLERİ KALDIRACAK, YALNIZ ONUN MEZHEBİ KALACAK. (H. Hilmi Işık, Saadeti Ebediye, s. 35)
Bediüzzaman Said Nursi bilindiği gibi Şafi mezhebindendir. Bir mezhep sahibi değildir ve bir başka mezhep kurucusuna tabi olmuştur; İmam Şafi’yi mezhep imamı olarak kabul etmiştir. Bediüzzaman bu konuyu eserlerinde şöyle ifade etmiştir:
“Evvelâ: Ben Şafiî’yim...” (Emirdağ Lahikası, s. 38)
“... hem hususî Şafiîce ibadetime.” (Büyük Tarihçe-i Hayat, s. 202)
“Yalnız bu kadar var. Ben Şafiîyim...” (Büyük Tarihçe-i Hayat, s. 206)
Hattâ Şafiî mezhebinde olduğu için...” (Emirdağ Lahikası, s. 573)
Oysa ki Hz. Mehdi tüm mezhepleri kaldıracak ve tüm mezheplerin üstünde olacaktır. Bir mezhebe bağlı olan Bediüzzaman da, bu özelliğin Hz. Mehdi'ye ait olacağını belirterek kendisinin Hz. Mehdi olmadığını açıklamıştır.

89) O:
Bediüzzaman Hz. Mehdi'den “8. KEZ” “O” zamirini kullanarak bahsetmiştir. “O” zamiri “TEKİL BİR ŞAHIS” ifade eden bir kelimedir. Dolayısıyla Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi'den bahsederken bir topluluğu ya da bir şahsı maneviyi kastetmediği çok açıktır. Eğer böyle bir durum söz konusu olsaydı Bediüzzaman burada “O” yerine “onlar” zamirini ya da buna benzer bir başka ifade kullanırdı. Ancak böyle bir ifade şekli burada kullanılmadığı gibi, Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi'den bahsettiği sözlerinin hiçbirinde kullanılmş değildir. Aksine sadece kitabın bu bölümüne kadar yer alan sözlerinde bile bu kelimeyi tam “8 KEZ” tekrarlamıştır. Bediüzzaman bu kelimeyi çok bilinçli bir şekilde defalarca vurgulamaktadır. Dolayısıyla çok açıktır ki Bediüzzaman burada, tüm Müslümanlara önderlik edecek ve insanların hidayetine vesile olacak bir kişinin varlığından söz etmektedir.

90) GELECEK:
Bediüzzaman, kullandığı “o GELECEK zat” ifadesiyle, Hz. Mehdi'nin “ileriki bir tarihte gelmesi beklenen bir şahıs” olduğunu bir kez daha belirtmiştir. Bu Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi için “6. KEZ” kullandığı “GELECEK” kelimesidir. Bediüzzaman’ın Müslümanları yanlış bilgilendirmesi söz konusu olamayacağına göre, Hz. Mehdi Bediüzzaman'ın zamanında ya da ondan önceki dönemlerde henüz gelmemiştir. Zira eğer böyle bir durum söz konusu olsaydı o zaman Bediüzzaman, “O GELECEK ZATIN” ifadesi yerine, “o gelmiş olan zat” deyimini kullanırdı ve aksini ispatlayan bir ifadeyi tam “6 KEZ” tekrarlamazdı. Buna rağmen Bediüzzaman'ın böyle kesin bir ifadeyi bu kadar çok tekrarlamış olması, Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi'nin ileriki bir tarihte geleceğine olan kanaatinin de o denli kesin olduğunu ortaya koymaktadır.

91) ZATIN:
Bediüzzaman bu açıklamasında Hz. Mehdi için “O gelecek zatlar” değil, “o gelecek ZAT” ifadesini kullanmıştır. Bediüzzaman bu sözleriyle Hz. Mehdi'nin bir şahsı manevi, ruh ya da mana gibi bir varlık veya bir topluluk olmadığını açıkça ifade etmiştir. “ZAT” kelimesi “tekil” bir kelimedir ve bir insanı ifade etmek için kullanılır. Dolayısıyla Bediüzzaman burada “TEK BİR ŞAHISTAN” bahsetmektedir.
Ayrıca bu, Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi için “3. DEFA” kullandığı “ZAT” ifadesidir. Bediüzzaman gibi büyük bir mütefekkirin, böyle açık bir anlam taşıyan bir ifadeyi bu kadar çok tekrarlaması kuşkusuz ki belirli bir hikmet üzerinedir. Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin bir şahsı manevi olmadığı konusunda tüm Müslümanları bilgilendirmekte ve bu kutlu zatın gelişiyle müjdelemektedir.

92) VE:
Bediüzzaman burada “O gelecek zatın VE cemiyetinin” ifadesini kullanmıştır. “O GELECEK ZAT” ve “BU ZATIN CEMİYETİ” iki ayrı kavramdır. Bediüzzaman “VE” kelimesini kullanarak bu ikisinin ayrı şeyleri ifade ettiğini açıkça belirtmiştir. Eğer Hz. Mehdi bir şahsı manevi olsaydı ya da bu cemiyet Mehdilik görevini üstlenmiş olsaydı, Bediüzzaman burada “O gelecek cemiyet” ya da “Mehdilik görevini üstlenecek cemiyet” gibi bu konuyu netleştiren açık ifadeler kullanırdı. Ancak Bediüzzaman hiçbir itiraza yer bırakmayacak şekilde açıkça “O gelecek zat ve cemiyeti” sözlerini kullanmış ve Hz. Mehdi'nin, kendisini izleyenlerden oluşan bir topluluğun başında bulunan bir şahıs olduğunu belirtmiştir. Bediüzzaman'ın vurguladığı bu gerçek birkaç soru sorulduğunda da açıkça görülebilmektedir:
1- Bediüzzaman ahir zamanda gelecek bu şahsın tek başına mı olduğunu belirmiştir?
Hayır, Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin beraberinde bir cemiyetinin de olacağını açıklamıştır.
2- Bediüzzaman, bahsettiği bu cemiyetin başında herhangi bir şahsın olacağını belirtmiş midir?
Evet, Bediüzzaman bu cemiyetin başında Hz. Mehdi'nin bizzat bulunacağını bildirmiştir.

93) CEMİYETİNİN:
Bediüzzaman burada bir cemiyetin varlığından bahsetmiştir. Bu cemiyet, Bediüzzaman'ın “o gelecek zat” sözleriyle müjdelediği Hz. Mehdi'nin yardımcılarının ve destekçilerinin oluşturduğu bir cemiyettir. Bediüzzaman eserlerinin pek çok yerinde Peygamberimiz (sav)'in hadisleri doğrultusunda Hz. Mehdi'nin bir cemaati olacağını ve cemaatin Hz. Mehdi'nin yapacağı faaliyetlerde onun yardımcıları olacağını belirtmiştir. Ancak Hz. Mehdi'nin bu hareketin önderi ve lideri olarak, bizzat bu topluluğun başında bulunacağını da ifade etmiştir. Bediüzzaman, Hz. Mehdi'ye tabi olan ve onun tebliğini izleyen bu kitle ve hareketi “Hz. Mehdi'nin şahsı manevisi” olarak adlandırmıştır. Ancak Bediüzzaman'ın da ifade ettiği gibi şu çok açık bir gerçektir ki, başında bulunan bir şahıs, bir liderleri olmadan bir şahsı maneviden bahsetmek mümkün değildir. Hz. Mehdi de bu cemiyetinin başında, onlara önderlik etmek üzere bizzat yer alacaktır. Dolayısıyla Bediüzzaman'ın bu açıklamalarına göre “HZ. MEHDİ KENDİSİNİ İZLEYEN BİR CEMAATİ OLAN VE ONLARA LİDERLİK EDEN TEK BİR ŞAHISTIR”.

94) ÜÇ VAZİFESİNDEN:
Bediüzzaman Hz. Mehdi'den bahsederken, “O gelecek zatın ve cemiyetinin ÜÇ VAZİFESİ” olacağını belirtmiştir.
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin bu üç görevini şöyle açıklamıştır:
1- Bediüzzaman, ateist felsefelerin ahir zamanda tehlike oluşturacağını bildirmiş, özellikle Darwinist, materyalist felsefelerin ateizmle güç bulacaklarını ve Allah'ın varlığını inkar edecek tehlikeli bir çizgiye geleceklerini ifade etmiştir. Bu nedenle Hz. Mehdi’nin birinci vazifesinin, maddecilik fikri yani Allah’ı inkar üzerine kurulmuş materyalist, Darwinist ve ateist felsefelerle mücadele etmek ve bu felsefelerin insanlar üzerindeki etkisini tam anlamıyla kaldırmak olacağını belirtmiştir.
2- Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin ikinci vazifesinin, İslam ahlak ve faziletini, Peygamberimiz (sav)'in gerçek sünnetlerini canlandırmak olduğunu belirtmiştir. Hz. Mehdi, halihazırda çeşitli gruplar halinde dağınık olarak bulunan Müslümanları birleştirerek İslam birliğini sağlayacak ve İslam dünyasının liderliğini üstlenecektir. Bediüzzaman Hz. Mehdi’nin bu birlikteliği bir dayanak noktası yapacağını ve bu şekilde Müslümanları bazı tehlikelerden koruyacağını ifade etmiştir.
3- Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin üçüncü vazifesinin İslam toplumunu birleştirmek ve Hıristiyan alemiyle ittifak yapmak olduğunu belirtmiştir. Hz. Mehdi'nin bu görevini, iman sahiplerinin, Peygamberimiz (sav)’in soyundan gelen fedakar seyyidlerin ve diğer tüm Müslümanların desteğiyle gerçekleştireceğini bildirmiştir.

Hz. Mehdi bu görevlerin üçünü birden yerine getirecek ve bu, onun tanınmasını sağlayacak ve en önemli alametlerinden olacaktır. Bediüzzaman kendisi de dahil olmak üzere, daha önce yaşamış olan hiçbir müceddidin bu üç görevi birarada yerine getiremediğini, bunları ancak Hz. Mehdi'nin gerçekleştireceğini belirtmiştir.

95) O:
Bediüzzaman, burada da “9. KEZ” Hz. Mehdi için “O” kelimesini kullanmıştır. “O” kelimesinin tek bir kişiyi ifade ettiği çok açıktır. Bediüzzaman burada manevi bir kişiden, bir gruptan ya da bir hareketten
bahsetmemekte, Hz. Mehdi'nin bizzat gelişini müjdelemektedir. Bu sözü “9 DEFA” tekrarlamış olması ise, Bediüzzaman'ın bu konudaki açıklamalarının hiçbir şüpheye yer bırakmayacak kadar kesin olduğunu ortaya koymaktadır.

96) GELECEK:
Bediüzzaman'ın, Hz. Mehdi’den bahsederken sıkça tekrarladığı bir başka ifade de “GELECEK” kelimesidir. Bu kelime burada kitabın başından bu yana “7. DEFA” kullanılmaktadır. Bediüzzaman bu sözüyle Hz. Mehdi'nin önceki zamanlarda ya da Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde henüz gelmemiş olduğunu açıkça ifade etmiştir. Eğer Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin ortaya çıktığını ve görevine başladığını düşünmüş olsaydı, kuşkusuz ki tüm Müslümanları yanıltacak böyle bir ifade kullanmaz ve bunu da “7 KEZ” kez tekrarlamazdı. Dolayısıyla çok açıktır ki Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin kendisinden ilerideki bir zamanda ortaya çıkacağını ifade etmiştir.
Bediüzzaman burada kullandığı “GELECEK” sözüyle ayrıca Hz. Mehdi'nin gelişinin kesin bir gerçek olduğunu da vurgulamıştır. Eğer Hz. Mehdi manevi bir şahıstan ibaret olsaydı kuşkusuz ki Bediüzzaman
sözlerinde pek çok kez onun “geleceğini” ifade etmezdi. Dolayısıyla Bediüzzaman bu sözüyle aynı zamanda Hz. Mehdi'nin bir şahıs olduğunu da açıklamıştır.

97) ZATA:
Bediüzzaman, Hz. Mehdi için Risale-i Nur’un birçok yerinde olduğu gibi bu bölümünde de “ZAT” deyimini kullanmıştır. Demek ki Hz. Mehdi, bir cemaat veya manevi bir kişi değil, bir “ŞAHIS”tır. Buradaki “ZAT” kelimesi, Bediüzzaman'ın kitabın başından bu yana Hz. Mehdi için “4. KEZ” kullandığı bir ifadedir. Bediüzzaman’ın Müslümanları yanlış yönlendirmesi veya bilgisini gizlemesi düşünülemeyeceğine göre; eğer Hz. Mehdi bir cemaat veya şahs-ı manevi olsaydı, kuşkusuz ki Bediüzzaman da “O ZAT” deyimini bu kadar çok tekrarlamazdı.

98) HABERLERİ VE İŞARETLERİ,
RİSALE-İ NUR’UN ŞAHS-I MANEVİSİNE:
Bediüzzaman, bu sözüyle yaygın olarak yapılan bir yorum hatasına işaret etmektedir. Bediüzzaman Hz. Mehdi'ye dair haber ve işaretlerin Risale-i Nur cemaatiyle özdeşleştirilmeye çalışıldığını ancak bu yakıştırmanın Hz. Mehdi ile ilgili verilen bilgilere uygun düşmediğini belirtmiştir. Bediüzzaman bu yakıştırmayı yapan kimselerin Hz.Mehdi'nin iki büyük ve önemli vazifesini gözardı ettikleri için böyle yanlış bir kanaate
vardıklarını ifade etmektedir. İslam birliğinin sağlanması ve Hz. Mehdi'nin tüm Müslümanların liderliğini üstlenmesi, Hıristiyanlarla ittifak sağlanması ve Kuran ahlakının tüm yeryüzüne hakim olması şu ana kadar
henüz gerçekleşmemiştir. Bediüzzaman da dahil olmak üzere, Peygamberimiz (sav)'den sonraki dönemlerde gelen müceddidlerin hiçbiri bu büyük görevleri yerine getirmiş değildir. Dolayısıyla Bediüzzaman da bu gerçeği dile getirerek Risale-i Nur’un şahsı manevisini Mehdilikle vasıflandıranların yanıldıklarını ifade etmektedir.

99) HATTA BAZEN TERCÜMANINA DA TATBİKE (UYDURMAYA) ÇALIŞMIŞLAR:
Bediüzzaman, risalelerin yazarı olması nedeniyle, bazı çevreler tarafından kendisinin de Hz. Mehdi olarak nitelendirildiğini belirtmiştir. Ancak yukarıda da açıklandığı gibi Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin yerine getireceği iki büyük görev dikkate alınmadığı için böyle yanlış bir yorumda bulunulduğunu ifade etmiştir. Dolayısıyla Mehdilik konusundaki bu düşüncenin asılsızlığını bir kez daha belirtmiştir.
Bediüzzaman bu düşüncenin yanlışlığını kullandığı “HATTA” kelimesiyle bir kez daha vurgulamıştır. Bediüzzaman “hatta” kelimesini burada, “bundan daha da garip ve daha da acaip olanı” anlamında kullanmıştır. Risale-i Nur’un Mehdi olduğunun zannedildiğini, bundan daha da garip olarak kendisine yönelik de böyle bir iddiada bulunulduğunu belirtmiştir. Bediüzzaman bu ifadesiyle, öne sürülen bu Mehdilik iddiasının yanlışlığını bir kez daha vurgulamaktadır.
Bediüzzaman bu sözünde ayrıca kendisine Mehdilik iddiasında bulunulmasının “sürekli olarak devam eden bir iddia olmadığını” kullandığı “BAZEN” kelimesiyle ifade etmiştir.

100) ÇOK GENİŞ DAİREDE HÜKMEDEN:
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin yerine getireceği üç görevden bahsettiği kimi sözlerinde Hz. Mehdi’nin ayırt edici bir özelliği olarak “ÇOK GENİŞ DAİREDE HÜKMETMESİ”ne dikkat çekmiştir. Hz. Mehdi'nin
bu özelliği son derece önemlidir. Hz. Mehdi görevlerini sadece belirli bir bölgede yerine getirmeyecek, onun etki alanı çok geniş bir dairede, yani dünya çapında olacaktır. Bediüzzaman, “dar daire” olarak ifade ettiği “küçük çaplı” uygulamaların Müslümanları yanıltmaması gerektiğini belirtmektedir. Hz. Mehdi’nin ikinci ve üçüncü görevlerini geniş dairede gerçekleştireceğini hatırlatarak, Risale-i Nur’un şahsı manevisine yapılan Mehdilik yakıştırmasının yanlışlığını delilleriyle birlikte açıklamaktadır.
Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi'nin yerine getireceğini belirttiği görevler konusunda “ÇOK GENİŞ ÇAPLI BİR HÜKMETME” yani “DÜNYA ÇAPINDA” bir sonuç ise bugüne kadar gerçekleşmiş değildir. Bu da Hz. Mehdi'nin geçmiş dönemde ortaya çıkmış bir şahıs ya da şahsı manevi olmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Söz konusu üç görevin dünya çapında yerine getirilmesi, Allah’ın izniyle Hz. Mehdi'nin en önemli alametlerinden olacak ve onu tüm insanlara tanıtacaktır.

101) BU MÜHİM VAZİFESİNİ
NAZARA ALMAMIŞLAR (GÖZ ÖNÜNDE BULUNDURMAMIŞLAR):
Bediüzzaman, Hz. Mehdi’nin dünya çapında gerçekleşecek olan ikinci (İslam Birliği’ni kurmak) ve üçüncü (Kuran ahlakını tüm dünyaya yaymak ) görevlerinin, onun ayırt edici ve tanıtıcı özellikleri
olduğunu hatırlatmıştır. Çünkü bu görevleri dünya çapında yapacak olan tek şahıs Hz. Mehdi’dir. Dolayısıyla eğer bu görevler bu özellikleriyle birlikte gerçekleşmemişse, bu durumda Mehdilik konusunda herhangi bir iddiada bulunabilmek de söz konusu değildir.
Çünkü böyle bir iddia Peygamberimiz (sav)'in hadisleriyle, İslam alimlerinin ve Bediüzzaman'ın bu doğrultuda yaptıkları açıklamaların tümüyle çelişecektir.
Bediüzzaman da bu sözleriyle, Hz. Mehdi konusunda bir iddiada bulunabilmek için dünya çapında gerçekleşmesi gereken bu iki büyük görevin yerine getirilip getirilmediğinin dikkate alınması gerektiğini hatırlatmaktadır. Bediüzzaman bu delillerin oluşmadığı bir durumda yapılacak bir Mehdiyet benzetmesinin hatalı bir çıkarım olacağını belirtmektedir. Bediüzzaman kulllandığı “NAZARA ALMAMIŞLAR” ifadesiyle, kendisini veya Risale-i Nur’u Hz. Mehdi zannedenlerin bu önemli hususu gözden kaçırdıklarını ve bu sebeple de yanıldıklarını ifade etmiştir.

“RİSALE-İ NUR’UN ŞAHS-I MANEVİSİNİ (cemaatini) HAKLI OLARAK HZ. MEHDİ TELAKKİ EDİYORLAR (şahsi bir görüş olarak kabul ediyorlar).102
O şahs-ı manevinin de bir mümessili (temsilcisi), Nur şakirdlerinin (talebelerinin) tesanüdünden (dayanışmasından) gelen bir şahs-ı manevisi ve o şahs-ı maneviden bir nevi mümessili olan BİÇARE TERCÜMANINI ZANNETTİKLERİNDEN, BAZEN O İSMİ (Hz. Mehdi ismini) O’NA VERİYORLAR.103 Gerçi BU, BİR İLTİBAS (karıştırma)104 BİR SEHİVDİR (hatadır, yanılmadır)...105
(Tılsımlar Mecmuası, s. 201)
Bediüzzaman Risale-i Nur’un ve bu eserin yazarı olarak kendisinin Hz. Mehdi olabileceğinin düşünüldüğünü ancak bunun bir hata ve karıştırma olduğunu belirtmiştir:
102) RİSALE-İ NUR’UN ŞAHS-I MANEVİSİNİ (CEMAATİNİ) HAKLI OLARAK HZ. MEHDİ TELAKKİ EDİYORLAR (ŞAHSİ BİR GÖRÜŞ OLARAK KABUL EDİYORLAR):
Bediüzzaman burada “HAKLI OLARAK” deyimini, Risale-i Nur cemaati’nin Mehdi kabul edilmesini haklı bulduğunu vurgulamak için değil, böyle bir kabulün kolayca düşülebilecek ve mazur görülmesi gereken bir hata olduğunu vurgulamak için kullanmıştır. Konunun geliş ve gidişinden, bu mana kolayca anlaşılmaktadır. Nitekim Bediüzzaman önceki satırlarda açıklanan sözlerinde de bu yanılgının Hz. Mehdi'nin dünya çapında yerine getireceği iki büyük görevinin gözardı edilmesinden kaynaklandığını belirterek bunun “HAKLI BİR GÖRÜŞ OLMADIĞINI” açıklamıştır.

103) BİÇARE TERCÜMANINI ZANNETTİKLERİNDEN O İSMİ (HZ. MEHDİ İSMİNİ) ONA VERİYORLAR:
Bediüzzaman, Risaleleri kaleme alan kişi olarak, Risale-i Nurlar gibi kendisinin de Hz. Mehdi olarak değerlendirildiğini, ancak bunun “BİR ZAN” olduğunu ifade etmiştir. “Zannetme” kelimesi gerçeklik değil, bir
yanılgı ve aldanışın söz konusu olduğunu ifade eden bir kelimedir. Bediüzzaman, talebelerinin sadece Hz. Mehdi'nin önemli bir vazifesi olan iman hakikatlerini anlatma konusu yönünde bir değerlendirme yaptıklarını,
ancak Hz. Mehdi'nin diğer iki vazifesi olan “İslam birliğinin sağlanması, tüm İslam dünyasının lideri olması ve İslam ahlakının dünyaya hakim kılınması”nın kendisinde görünmediği hususunu dikkate almadıklarını söylemiştir. Bundan dolayı da Risale-i Nur’a ve kendisine yapılan Mehdilik yakıştırmasının yalnızca bir “zan”dan ibaret olduğunu belirtmiştir.

Bunun yanı sıra Bediüzzaman “zannediyorlar” diyerek burada bir kez daha kendisini bu düşüncedeki insanlara dahil etmediğini, kendisinin onlarla aynı fikri paylaşmadığını ifade etmektedir.

104) BU BİR İLTİBAS (KARIŞTIRMA):
Bediüzzaman, kendisinin veya Risale-i Nur’un Mehdi olarak kabul edilmesinin bir “İLTİBAS” olduğunu ifade etmiştir. “İltibas” kelimesinin anlamı “BİRBİRİNE BENZEYEN ŞEYLERİ ŞAŞIRIP BİRBİRİNE KARIŞTIRMAK”tır. (Yeni Lugat, sf. 267) Dolayısıyla burada, birbirine karıştırılan ancak aslında birbirinden farklı olan iki kavram vardır. Bediüzzaman Risale-i Nur ya da kendisinin Hz. Mehdi
olabileceğinin “zannedildiğini”; ancak gerçekte bu “bir şaşırma ve bir karıştırma” olduğunu belirtmektedir.
Bediüzzaman bu karışıklığın, Risale-i Nur’un, Hz. Mehdi’nin üç temel görevinden biri olan “imanı kurtarmak” vazifesini üstlenmiş olmasından kaynaklandığını açıklamıştır. Bediüzzaman'ın açıkladığı gibi, tarih boyunca gönderilmiş olan tüm müceddidler Hz. Mehdi'nin görevlerinden bir tanesi yapmışlardır. Ancak Bediüzzaman da dahil
olmak üzere “üç görev, hiçbir müceddid tarafından aynı anda yerine getirilmemiştir”. Dolayısıyla tarihte Mehdilik konusunda bunun gibi benzetmeler pekçok kişiye yapılmıştır.
Ancak Bediüzzaman, “Hz. Mehdi'nin, hepsini birarada ve dünya çapında gerçekleştireceği görevlerini” anlatarak, bu Mehdilik iddialarının hiçbirinin doğru olmadığını ve Hz. Mehdi'nin ileride gelecek bir şahıs olduğunu açıklamıştır.
Risale-i Nur’a ve Bediüzzaman'a yapılan bu benzetmede de aynı durum söz konusudur. Bediüzzaman, Hz. Mehdi ile ilgili Peygamberimiz (sav)'in hadislerindeki ve İslam alimlerinin açıklamalarındaki izahlar ve özelliklerine dair verilen bilgiler dikkate alınmadığı için “bir şaşırma ve karıştırma” yapıldığını belirtmektedir.

105) BİR SEHİVDİR (HATADIR, YANILMADIR):
Bediüzzaman, kendisinin veya Risale-i Nur’un Mehdi olarak kabul edilmesinin aynı zamanda bir “SEHİV” olduğunu söylemiştir. “SEHİV”in kelime anlamı “HATA, YANLIŞ, YANILMA”dır. (Yeni Lugat, sf. 617) Bediüzzaman, kendisine ve Risale-i Nur’a Hz. Mehdi isminin verilmesinin bir “karıştırma” olacağını belirtmekle yetinmemekte, cümlesinin devamında bunun bir “sehiv” yani “hata”olacağını da ayrıca vurgulamaktadır. Bu son derece açık bir ifadedir. Eğer Bediüzzaman kendisine ve Risale-i Nur’un şahsı manevisine yapılan Mehdilik iddialarında herhangi bir doğruluk payı görseydi, kuşkusuz ki bunu bir “hata” olarak nitelendirmezdi. Açıkça bu iddiaların yerinde olduğunu ifade eden sözler kullanırdı. Bunun hata olduğunu belirtmiş olması, Bediüzzaman'ın bu konudaki kanaatini çok açık ve hiçbir itiraza yer bırakmayacak şekilde ortaya koymaktadır. Bediüzzaman Risale-i Nur’un ya da kendisinin Hz. Mehdi olabileceği görüşünü kabul etmemektedir.
MEKTUBAT KİTABINDAN ALINTILAR
... HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM,
İSEVÎLİK ŞAHS-I MANEVÎSİNİ TEMSİL EDEREK106 DİNSİZLİĞİN ŞAHS-I MANEVÎSİNİ TEMSİL
EDEN DECCAL'İ107
yok eder...

(Mektubat, s. 6)
Bediüzzaman bu sözünde, Hz. İsa'nın yeryüzüne ikinci kez geleceğini ve Deccal'in fitnesini fikren etkisiz hale getireceğini bildirmektedir:
106) HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM,
İSEVİLİK ŞAHSI MANEVİSİNİ TEMSİL EDEREK:
Bediüzzaman bu sözünde “HZ. İSA'NIN HIRİSTİYANLIĞIN ŞAHSI MANEVİSİNİ TEMSİL ETTİĞİNİ” belirtmektedir. Bediüzzaman, tarih boyunca gönderilmiş tüm elçiler ve peygamberler gibi, Hz. İsa'nın da onu destekleyen, ona inanan ve onu takip eden kimselerden oluşan bir şahsı manevisi olacağını bildirmektedir. Ancak Bediüzzaman “İSEVİLİK ŞAHSI MANEVİSİNİ TEMSİL EDEREK” sözleriyle, Allah’ın adetullahına (Allah’ın kanununa) uygun olarak “HZ. İSA'NIN DA BU ŞAHSI MANEVİNİN BAŞINDA BİZZAT BİR HİDAYET ÖNDERİ OLARAK BULUNACAĞINI” ifade etmektedir. Nitekim bir şahsı manevinin bir şahsı maneviyi temsil etmesi söz konusu değildir. Bir şahsı manevinin oluşabilmesi için, onun başında öncelikle “BİR ŞAHSIN” var olması gerekmektedir. Bediüzzaman da bu gerçeği vurgulayarak Hz. İsa'nın bir şahsı manevi olmadığını, kendi şahsı manevisinin başında bulunacağını ve onlara bizzat önderlik edeceğini açıklamaktadır.
Bediüzzaman'ın belirttiği bu gerçekler bir iki soru sorulduğunda da kolaylıkla anlaşılmaktadır:
1- İsevilik şahsı manevisini bir kişi temsil ediyor. Bu kimdir?
Hz. İsa.
2- Hz. İsa kimi temsil ediyor?
İsevilik şahsı manevisini.
Bu soruların cevapları Bediüzzaman’ın Hz. İsa’dan ve şahsı manevisinden ayrı kavramlar olarak bahsettiğini açıkça ortaya koymaktadır.

107) DİNSİZLİĞİN ŞAHS-I MANEVÎSİNİ
TEMSİL EDEN DECCAL'İ:
Bediüzzaman aynı Hz. İsa gibi Deccal'in de bir şahsı manevisi olacağını belirtmektedir. Ancak Bediüzzaman “DİNSİZLİĞİN ŞAHS-I MANEVİSİNİ TEMSİL EDEN DECCAL'İ” sözleriyle, Deccal'in de yine “BİR ŞAHIS OLARAK BU ŞAHSI MANEVİNİN BİZZAT BAŞINDA BULUNACAĞINI” ifade etmektedir.
Bediüzzaman eserlerinde, Peygamberimiz (sav)'in ahir zamanda geleceğini müjdelediği tüm isimlerin birer şahıs olduklarını çeşitli delillerle açıklamıştır. Deccal de bu ahir zaman şahıslarından biridir. Bediüzzaman Deccal'in bir şahıs olacağını ne kadar detaylandırarak açıkladıysa, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin birer şahıs olacakları konusunda da aynı açıklıkta deliller ortaya koymuştur. Kuşkusuz ki Bediüzzaman'ın bu anlatımlarından bir kısmını farklı yorumlayıp, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin birer şahsı manevi, ancak Deccal'in bir şahıs olacağını düşünmek çok yanlış bir yaklaşım olacaktır. Zira Bediüzzaman Deccal gibi, “Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin de BİRER ŞAHIS OLARAK geleceklerini” ısrarla tekrarlamış ve bunları delilleriyle birlikte açıklamıştır.

... Süfyan ve Mehdi hakkındaki hadislerin ifade ettikleri mana budur ki: ahir zamanda dinsizliğin iki cereyanı
(akımı) kuvvet bulacak:
Birisi: Nifak perdesi altında (inkarcı olduğu halde Müslüman gibi görünerek) Risalet-i Ahmediyeyi (A.S.M.) (Peygamberimiz (sav)'in elçiliğini ve yolunu) inkar edecek
SÜFYAN NAMINDA (adında) MÜDHİŞ BİR ŞAHIS108 ehl-i nifakın (münafık karakterli kimselerin) başına geçecek, Şeriat-ı İslamiyenin (İslam dininin) tahribine (yıkılmasına) çalışacaktır. Ona karşı AL-İ BEYT-İ NEBEVİNİN SİLSİLE-İ NURANİSİNE (Peygamberimiz (sav)'in nurani soyuna) BAĞLANAN109
EHL-İ VELAYET (velilerin) VE EHL-İ KEMALİN (kamil iman sahiplerinin) BAŞINA GEÇECEK110
AL-İ BEYT’TEN (Peygamberimiz (sav)'in soyundan) MUHAMMED MEHDİ İSMİNDE BİR ZAT-I NURANİ (nurlu bir şahıs)111 O SÜFYANIN ŞAHS-I MANEVİSİ OLAN CEREYAN-I MÜNAFİKANEYİ (münafıklık akımını) YOK EDİP DAĞITACAKTIR.112
(Mektubat, s. 53)
Bediüzzaman, Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde, ahir zamanda inkarcı felsefelerin yayılması için çaba harcayacak bir şahıs olduğu bildirilen Süfyan'dan bahsetmektedir. Bediüzzaman Süfyan'ın fitnesinin, Hz. Mehdi'nin fikri mücadelesi ile ortadan kaldırılacağını haber vermektedir:
108) SÜFYAN NAMINDA (ADINDA)
MÜDHİŞ BİR ŞAHIS:
Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde bildirdiği ahir zaman şahıslarından biri de “Süfyan”dır. Hadislerde, Süfyan'ın özellikleri ve yürüteceği olumsuz faaliyetler hakkında çeşitli bilgiler verilmiştir. Bediüzzaman da, bu sözünde Süfyan'ın yapacağı bu faaliyetlerden bahsetmekte, onun inkara dayalı mücadelesinin Hz. Mehdi vesilesiyle son bulacağını bildirmektedir. Bediüzzaman, burada kullandığı “SÜFYAN NAMINDA MÜTHİŞ BİR ŞAHIS” ifadesiyle Süfyan'ın manevi bir varlık değil, “BİR ŞAHIS” olduğunu belirtmiştir. Peygamberimiz (sav) de hadislerinde Süfyan’ın fiziksel görünümü, kusurları ve hastalıkları hakkında bilgi vererek, Süfyan’ın bir şahıs olduğunu çok açık bir şekilde anlatmıştır.
Aynı durum Hz. İsa ve Hz. Mehdi için de geçerlidir. Hem Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde hem de Bediüzzaman'ın eserlerinde Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin fiziksel özellikleri, mücadeleleri, faaliyetleri gibi konularda çok detaylı bilgiler verilmiştir. Böyle bir durumda Süfyan'ın bir şahıs olacağını kabul edip, Hz. İsa veya Hz. Mehdi'nin birer şahıs olarak ortaya çıkacaklarını kabul etmemek akla ve mantığa uygun değildir. Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde bildirilen tüm ahir zaman şahısları “BİRER FERT” olarak ortaya çıkacaklardır ve onların vesilesiyle ahir zamanda insanlık çok büyük olaylara tanıklık edecektir. Hz. Mehdi, Süfyan'ın İslam aleminde yaptığı manevi tahribatı bizzat ortadan kaldıracak, İslam ahlakının ve Peygamberimiz (sav)'in
sünnetinin yeniden canlanmasını ve dünya çapında yayılmasını sağlayacaktır. Bediüzzaman da bu sözünde bu gerçeği dile getirmiş, “SÜFYAN NAMINDA MÜTHİŞ BİR ŞAHIS” olarak bahsettiği Süfyan’ın, yine “BİR ŞAHIS olduğunu bildirdiği Hz. Mehdi vesilesiyle fikren etkisiz hale getirileceğini” bildirmiştir.

109) AL-İ BEYT-İ NEBEVİNİN SİLSİLE-İ NURANİSİNE (PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN NURANİ SOYUNA) BAĞLANAN:
Bediüzzaman “AL-İ BEYT-İ NEBEVİNİN SİLSİLE-İ NURANİSİNE BAĞLANAN” sözleriyle “Hz. Mehdi'nin, Peygamber Efendimiz (sav)'in soyundan olan mübarek BİR ŞAHIS olduğunu” bildirmektedir. Bir şahsı manevinin belirli bir soyunun olması akla ve mantığa hiçbir şekilde uygun değildir. Ancak bir insanın peygamber soyundan geleceğinden bahsedilebilir. Bediüzzaman da bu sözüyle bu gerçeği bir kez daha vurgulayarak Hz. Mehdi'nin bir şahsı manevi olmadığını, Peygamberimiz (sav)'in soyundan olan “BİR ŞAHIS” olduğunu ifade etmektedir.

110) EHL-İ VELAYET (VELİLERİN) VE
EHL-İ KEMALİN (KAMİL İMAN SAHİPLERİNİN) BAŞINA GEÇECEK:
Bediüzzaman, “EHL-İ VELAYET (VELİLERİN) VE EHL-İ KEMALİN (KAMİL İMAN SAHİPLERİNİN) BAŞINA GEÇECEK” sözleriyle, Hz. Mehdi'nin ortaya çıktığında, alimlerin liderliğini üstleneceğini haber vermektedir. Hz. Mehdi, Allah'ın pek çok ilim ve hikmetle nimetlendirdiği, çok üstün ahlaklı mübarek bir şahıstır. Hz. Mehdi'nin ahlakının ve imanının üstünlüğü pek çok hadiste detaylı olarak tarif edilmektedir. Bu kutlu zat, ortaya çıktığında hem devrinin müceddidi (her yüzyıl başında dini hakikatleri devrin ihtiyacına göre ders vermek üzere gönderilen büyük İslam alimi, yenileyici) hem de müçtehidi (ihtiyaç oluştuğunda ayetlerden hüküm çıkaran büyük İslam alimi ve önderi) olacak, dini Peygamber Efendimiz (sav) dönemindeki özüne döndürecektir. Bu üstün özellikleri nedeniyle kendisi tüm alimlerin önderi konumunda olacaktır. Kuşkusuz ki bir şahsı manevinin alimlerden, velilerden ve kamil iman sahiplerinden oluşan bir topluluğun lideri vasfını taşıması söz konusu değildir. Ancak bir insan, böyle bir liderlik görevini üstlenebilir. Bediüzzaman da bu sözleriyle bu gerçeği dile getirmiş, Hz. Mehdi'nin bizzat mümin topluluğunun lideri vasfını taşıyacak üstün vasıflı “BİR ŞAHIS” olduğunu ifade etmiştir.

111) AL-İ BEYT’TEN (PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN SOYUNDAN) MUHAMMED MEHDİ İSİMLİ BİR ZAT-I NURANİ (NURLU BİR ŞAHIS):
Bediüzzaman, bu ifadesiyle Hz. Mehdi hakkında birkaç önemli bilgi birden vermektedir. Öncelikle Bediüzzaman “AL-İ BEYT’TEN” ifadesiyle bir kez daha Hz. Mehdi'nin “PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN SOYUNDAN GELEN BİR ŞAHIS OLDUĞUNU” belirtmiştir.
Bunun yanı sıra “MUHAMMED MEHDİ İSİMLİ” sözleriyle Hz. Mehdi'nin ismi hakkında da bilgi vermiştir. Bediüzzaman Peygamberimiz (sav)'in hadislerine dayanarak verdiği bu bilgiyle, Hz. Mehdi'nin bir şahsı
manevi olmadığını, “İSMİ İLE MÜJDELENMİŞ BİR ŞAHIS OLDUĞUNU” ifade etmiştir.
Bediüzzaman “BİR ZAT-I NURANİ” ifadesiyle ise, Hz. Mehdi'nin “NURANİ BİR ZAT” olduğunu bildirmektedir. Eğer Bediüzzaman Hz. Mehdi’nin bir şahsı manevi olduğunu vurgulamak isteseydi burada “bir zat-ı nuraniden” değil, “şahsı manevi-i nuraniden” bahsederdi. Ancak Bediüzzaman böyle bir şey söylememiş, “bir zat-ı nurani” demiştir. Ayrıca burada kullanılan “BİR” kelimesi de bu konuyu bir başka açıdan daha açıklamakta, Hz. Mehdi'nin “TEK BİR ŞAHIS” olduğunu ifade etmektedir. “ZAT” kelimesi de yine “birlik” ifade eden bir başka şahıs ifadesidir. Bediüzzaman burada “iki zat”, “üç zat” ya da “birileri” ifadesini kullanmamış, Hz. Mehdi'nin açıkça “tek bir zat” olduğunu belirtmiştir.
Bu aynı zamanda da Bediüzzaman'ın kitabın başından bu yana Hz. Mehdi için “5. KEZ” kullandığı “ZAT” ifadesidir. Çok açıktır ki Bediüzzaman, Hz. Mehdi'den bir şahsı manevi ya da bir topluluk olarak bahsetmemektedir. İsmini, soyunu ve nurlu bir kimse olduğunu haber vererek, Hz. Mehdi'nin kutlu “BİR ZAT”, “BİR KİŞİ” olduğunu defalarca tekrarlamaktadır.

112) O SÜFYANIN ŞAHS-I MANEVİSİ OLAN CEREYAN-I MÜNAFIKANEYİ (MÜNAFIKLIK AKIMINI) YOK EDİP DAĞITACAKTIR:
Bediüzzaman, bu sözünde “O SÜFYANIN ŞAHSI MANEVİSİ OLAN CEREYAN-I MÜNAFIKANEYİ DAĞITACAKTIR” sözleriyle ahir zaman şahıslarından olan Süfyan'ın bir şahsı manevisi
olduğunu bildirmiştir. Süfyan'ın şahsı manevisini, onun inkara dayalı fikir sistemi ve onu destekleyen münafıkane ruh haline sahip olan inkarcılar oluşturmaktadır. Ancak şu çok açıktır ki bu şahsı manevinin başında bir lider olarak Süfyan bizzat bulunmaktadır. Nitekim Bediüzzaman Süfyan’ın ve onun şahsı manevisinin iki ayrı kavram olduğunu, Süfyan’ın bir şahıs olarak başta bulunacağını eserlerinde çok açık ifadelerle haber vermiştir. Bunlardan birinde Bediüzzaman Süfyan’ın bir şahıs olduğunu şöyle ifade etmiştir:
Ahir zamanın Süfyan ve Deccal gibi nifak (ikiyüzlülük) ve zındıka (küfür) başına geçecek EŞHAS-I MÜDHİŞE-İ MUZIRRALARI (ZARAR VEREN DEHŞETLİ ŞAHISLARI)... (Hizmet Rehberi, s. 86)
Bediüzzaman'ın da açıkladığı gibi Süfyan’ın bir şahsı manevisi olacak, ancak kendisi de bizzat bu şahsı manevinin liderliğini üstlenecektir. Bediüzzaman, Süfyan'ın şahsı manevisiyle birlikte, inkarı yaygınlaştırmak için yürüteceği faaliyetlerin Hz. Mehdi tarafından engelleneceğini bildirmiştir. Hz. Mehdi, Süfyan'ın fitnesini fikren ortadan kaldırıp, tam anlamıyla yok edecektir.

... Dinsizlik cereyanına karşı ayrı ayrı iken mağlub olan İsevilik ve İslamiyet; ittihad (birleşmeleri) neticesinde, dinsizlik cereyanına (akımına) galebe edip (galip gelip) dağıtacak istidadında (kabiliyette) iken
ALEM-İ SEMAVATTA (gökler aleminde) CİSM-İ BEŞERİSİYLE (insani cismiyle, bedeniyle) BULUNAN113 ŞAHS-I İSA ALEYHİSSELAM114 O DİN-İ HAK CEREYANININ (hak dinin) BAŞINA GEÇECEĞİNİ115 bir Muhbir-i Sadık (doğru haber aktaran -Peygamberimiz (sav)'in sıfatlarından biri-), bir Kadir-i Külli Şey’in (herşeye muktedir olan Yüce Allah’ın) vaadine istinad ederek (dayanarak) haber vermiştir. Madem haber vermiş, haktır; madem KADİR-İ KÜLLİ ŞEY (herşeye muktedir olan Yüce Allah) VA’DETMİŞ ELBETTE YAPACAKTIR...116
(Mektubat, s. 53-54)
Bediüzzaman, Hıristiyanların Kuran’a dönerek İslamiyet'e tabi olmaları ve bu iki İlahi dinin birleşmeleri sonucunda kuvvetlenip, inkarcı felsefeleri yok edecek bir güç kazanacaklarını anlatmaktadır. Bu dönemde, Hz. İsa ikinci kez yeryüzüne gelip, bu kuvvetin başına geçecektir. Bediüzzaman, Peygamberimiz (sav)’in bu müjdeyi Allah'ın vaadine dayanarak haber verdiğini bildirmiş, Allah’ın, vaadini kesin olarak yerine getireceğini hatırlatmıştır:
113) ALEM-İ SEMAVATTA (GÖKLER
ALEMİNDE) CİSM-İ BEŞERİSİYLE (İNSANİ CİSMİYLE, BEDENİYLE) BULUNAN:
Bediüzzaman bu sözünde, yakın bir gelecekte Hıristiyanlığın, dine sonradan sokulan bazı inanç ve uygulamalardan arınarak özüne döneceğini ve Kuran’a tabi olacağını anlatmaktadır. İslamiyet’e tabi olan Hıristiyanlığın, güçlerini Müslümanlarla birleştireceklerini ve dinsizliğe karşı ortak bir mücadele vereceklerini bildirmektedir. Bediüzzaman “ALEM-İ SEMAVATTA CİSM-İ BEŞERİSİYLE BULUNAN” sözleriyle, bedeni ile gökler aleminde bulunan Hz. İsa’nın, yeryüzüne inerek bu mücadelenin başına geçeceğini ifade etmektedir. Bediüzzaman bu sözlerinde bedeni (cism-i beşerisi) ile yeryüzüne ineceğini bildirerek, Hz. İsa'nın mübarek zatıyla “BİR ŞAHIS” olarak yeryüzüne geleceğini belirtmiştir. Bediüzzaman burada “İNSAN” anlamına gelen “BEŞER” kelimesini kullanarak Hz. İsa'nın bir şahsı manevi değil, “madde olarak varlığı olan bir şahıs” olduğunu açıkça ifade etmiştir.

114) ŞAHS-I İSA ALEYHİSSELAM:
Bediüzzaman’ın burada kullandığı “ŞAHS-I İSA ALEYHİSSELAM” ifadesi, “HZ. İSA'NIN ŞAHSI” anlamına gelmektedir. Dolayısıyla Bediüzzaman sözleriyle Hz. İsa'nın “bir şahsı manevi olmadığı” konusuna kesin olarak açıklık getirmektedir. Hz. İsa ahir zamanda bir şahıs olarak ikinci kez yeryüzüne gelecek, Mesih Deccal'in fitnesini ortadan kaldıracak, Hz. Mehdi ile iş birliği yapacaktır. Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin vesile olmasıyla İslam ahlakı bütün dünyaya hakim olacaktır. Ahir zamanın bu büyük müjdeleri henüz gerçekleşmemiştir, İslam alemi tarafından bu kutlu gelişmelerin gerçekleşmesi beklenmektedir. Bediüzzaman da bu ifadesiyle, Hz. Mehdi'nin geçmiş dönemde çıktığı iddiasının yanlışlığını ortaya koymaktadır. Çünkü henüz, Hz. İsa’nın gelişi ve Hz. Mehdi ile olan ittifakı gerçekleşmemiş, Mesih Deccal'in fitnesi tam anlamıyla ortadan kaldırılmamıştır. Kuşkusuz ki böylesine geniş çaplı gelişmeler bütün dünyanın gözleri önünde cereyan edecektir. Kitle iletişim araçları vasıtasıyla herkesin anında haberdar olacağı ve yaşayacağı bu büyük değişim, ne Bediüzzaman'ın devrinde ne de bir başka zaman diliminde yaşanmamıştır.

115) O DİN-İ HAK CEREYANININ (HAK DİNİN) BAŞINA GEÇECEĞİNİ:
Bediüzzaman, “O DİN-İ HAK CEREYANININ BAŞINA GEÇECEĞİNİ” sözleriyle Hz. İsa'nın, yeniden yeryüzüne geldiğinde gerçek İsevilerin lideri olacağını bildirmektedir. Hz. İsa'nın gelişiyle, Hıristiyanlık batıl inanış ve hükümlerinden arınacak ve Kuran’a tabi olacaktır. Bediüzzaman’ın Hz. İsa'yla ilgili olarak haber verdiği tüm bu gelişmeler, Hz.
Mehdi'nin çıktığı aynı dönemlerde gerçekleşecektir. Ancak ne Hz. İsa'nın yeryüzüne ikinci kez gelişi ve tüm İsevilerin liderliğini üstlenmesi ne de Hıristiyanların dinlerini batıl inanç ve uygulamalardan arındırarak İslam’a yönelmeleri henüz gerçekleşmemiştir. Bu gelişmelerle birlikte Hz. İsa'nın Hz. Mehdi ile olan birlikteliği de henüz gerçekleşmiş değildir. Dolayısıyla Bediüzzaman, verdiği tüm bu bilgilerle bize Hz. Mehdi'nin geçmiş dönemlerde gelmemiş olduğunu, beklenen tüm bu gelişmelerin de Hz. Mehdi'nin çıkışının en açık alametlerinden olacağını müjdelemektedir.

116) KADİR-İ KÜLLİ ŞEY (HERŞEYE
MUKTEDİR OLAN YÜCE ALLAH) VA’DETMİŞ ELBETTE YAPACAKTIR:
Bediüzzaman, bu kutlu olayların gerçekleşmesinin Yüce Allah'ın bir vaadi olduğuna dikkat çekmektedir. Allah Kuran’da tüm inananları, İslam ahlakının yeryüzüne hakim olacağı konusunda müjdelemektedir. Allah’ın bu vaadi bir ayette şöyle bildirilmiştir:
Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va'detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca Bana ibadet ederler ve Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkar ederse, işte onlar fasıktır. (Nur Suresi, 55)
Kuran'da Allah'ın vaadini muhakkak yerine getireceği ise şu şekilde haber verilmektedir:
(Bu,) Allah'ın va’didir; Allah, vadinden geri dönmez. Ancak insanların çoğu bilmezler. (Rum Suresi, 6)
... Doğrusu Allah, va'dinden cayıp-dönmez. (Al-i İmran Suresi, 9)
... Şüphesiz Allah, verdiği sözden dönmez. (Rad Suresi, 31)
Allah’ın Kuran ayetlerinde bildirilen bu müjdeli vaadleri inşaAllah gerçekleşecektir. Bediüzzaman da sözlerinde Kuran’daki bu bilgilere dayanarak çok kesin bir ifade kullanmış, Allah’ın izniyle ahir zamanda bu olayların “KESİN OLARAK GERÇEKLEŞECEĞİNİ” hatırlatmıştır. Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde ve Bediüzzaman'ın sözlerinde ahir zamanla ilgili bildirilen gelişmeler bugüne kadar gerçekleşmemiştir. Nitekim Bediüzzaman “YAPACAKTIR” ifadesiyle “olmuş ya da olmakta olan” bir olayı değil, “İLERİDE OLACAK” olan bir olayı anlatmaktadır. Hz. İsa henüz ikinci kez yeryüzüne gelmemiştir. Bu mübarek şahsın ikinci kez gelişini tüm İslam ve Hıristiyan alemi beklemektedir. Hz. Mehdi ile olan ittifakı da henüz gerçekleşmemiştir. Bediüzzaman da bu sözlerinde bu gerçeği hatırlatmış, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin kendisinden “DAHA İLERİKİ BİR ZAMANDA GELECEKLERİNİ” müjdelemiştir.

Evet HER VAKİT SEMAVATTAN MELAİKELERİ (gökyüzünden melekleri) YERE GÖNDEREN117 ve bazı vakitte insan suretine vaz'eden (şekline sokan) (Hazret-i Cibril'in "Dıhye" suretine girmesi gibi) ve ruhanîleri (cisim olmayıp gözle görülmeyen varlıkları; cin ve melekleri) âlem-i ervahtan (ruhlar aleminden) gönderip beşer suretine (insan şekline) temessül ettiren (sokan, cisimleyen), hattâ ölmüş evliyaların çoklarının ervahlarını (ruhlarını) cesed-i misaliyle (varlığı maddi olmayan fakat cinsinin cesedine benzeyen beden) dünyaya gönderen bir Hakîm-i Zülcelal (herşeye muktedir olan Yüce Allah), HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM’I, İSA DİNİNE AİT EN MÜHİM BİR HÜSN-Ü HATİMESİ (güzel neticesi) İÇİN118, değil SEMA-İ DÜNYADA (gökler aleminde) CESEDİYLE (insani bedeniyle) BULUNAN VE HAYATTA OLAN HAZRET-İ İSA119,belki ALEM-İ AHİRETİN (ahiret aleminin) EN UZAK KÖŞESİNE GİTSEYDİ VE HAKİKATEN ÖLSEYDİ, YİNE ŞÖYLE BİR NETİCE-İ AZÎME (büyük bir sonuç) İÇİN ONA YENİDEN CESED GİYDİRİP DÜNYAYA GÖNDERMEK, O HAKÎM'İN HİKMETİNDEN UZAK DEĞİL120... belki O’nun hikmeti öyle iktiza ettiği için (gerektiği için) VA'DETMİŞ VE VA'DETTİĞİ İÇİN ELBETTE GÖNDERECEK121
(Mektubat, s. 56-57)
Bediüzzaman, bir kez daha Hz. İsa'nın ikinci kez yeryüzüne gelişinin muhakkak gerçekleşeceğini bildirmekte ve meleklerin konumunu örnek vererek bu konuyu açıklamaktadır:
117) HER VAKİT SEMAVATTAN MELAİKELERİ (GÖKYÜZÜNDEN MELEKLERİ) YERE GÖNDEREN:
Hz. İsa'nın ahir zamanda yeniden dünyaya dönecek olması Rabbimiz'in mucizelerinden biridir. Bediüzzaman sözleriyle Kuran'da ve hadislerde haber verilen bu açık gerçeği dile getirmekte ve Hz. İsa'nın Allah’ın izniyle yeryüzüne ikinci kez gelişinin kesin bir gerçek olduğunu açıklamaktadır. Bediüzzaman, meleklerin de Allah'ın izniyle gerektiğinde yeryüzüne geldiklerini söylemekte, Hz. İsa'nın da, Allah'ın takdir ettiği vakit geldiğinde, yeryüzüne geri döneceğini ve Rabbimiz'in elçisi olarak insanları gerçek din ahlakına davet edeceğini anlatmaktadır.
Melekler, insanların bildiği zaman ve mekan boyutundan farklı bir boyutta yaşarlar. Meleklerin yaşadığı boyutun, bizim bildiğimiz kavramların dışında olduğuna işaret eden bir ayet şu şekildedir:
(Bu azap) Yüce makamlar sahibi olan Allah'tandır. Melekler ve Ruh (Cebrail), O'na, süresi elli bin yıl olan bir günde çıkabilmektedir. (Mearic Suresi, 3-4)
Ayette bildirilen "elli bin yıl olan bir gün" ifadesi, meleklerin bizim sınırlı olduğumuz zaman kavramı ile sınırlı olmadıklarını göstermektedir. Ayrıca insanın bildiği zaman kavramının ötesinde bir yaşam daha olduğunun ve bu yaşamın dünyadakine benzer bir zaman veya mekan kavramına bağımlı olmadığının delillerinden biridir. Hz. İsa'nın da böyle bir boyutta yaşıyor olması mümkündür. (En doğrusunu Allah bilir.)
Meleklerin, Allah'ın dilediği vakitte takdir ettiği bir iş için dünyaya geliyor olmaları ise, diğer boyutlardan bizim boyutumuza geçişin Rabbimiz'in izin vermesiyle mümkün olduğunu göstermektedir. Kuran'da meleklerin, kimi zaman Allah'ın insanlara vahyini iletmek, kimi zaman da müminlere yardım etmek ve onlara destek olmak için Allah'ın izniyle yeryüzüne indikleri bildirilmektedir:
Sen müminlere: “Rabbiniz'in size meleklerden indirilmiş üç bin kişiyle yardım iletmesi size yetmez mi?” diyordun. (Al-i İmran Suresi, 124)
Kullarından dilediklerine, melekleri emrinden olan ruh ile indirir: "Ben’den başka İlah yoktur, şu halde Ben’den korkup-sakının" diye uyarın. (Nahl Suresi, 2)
Ayrıca, Kuran'da Hz. İbrahim'e ve Hz. Lut'a meleklerin elçiler olarak gelip kavimlerine gelecek azabı haber verdikleri; Hz. Zekeriya'ya gelip onu bir çocuk ile müjdeledikleri; Hz. Meryem'e gelip kendisinin seçkin kılındığını ve Hz. İsa'nın doğumunu haber verdikleri bildirilmektedir. Kuran-ı Kerim'in Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'e Cebrail aracılığı ile vahyedilişi ve Efendimiz (sav)'in Cebrail'i görmesi de anlatılmaktadır.
Bediüzzaman da meleklerin bu konumunu örnek vererek, Hz. İsa'nın ahir zamanda insani bedeniyle ikinci kez yeryüzüne gelişinin Allah’ın adetullahına uygun olduğunu ve Allah’ın bu vaadinin gerçekleşeceğini bildirmektedir.

118) HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM’I,
İSA DİNİNE AİT EN MÜHİM BİR HÜSN-Ü HATİMESİ (GÜZEL NETİCESİ) İÇİN:
Bediüzzaman “HZ. İSA DİNİNE AİT MÜHİM BİR HÜSN-Ü HATİMESİ İÇİN” sözleriyle Rabbimiz'in “ÖNEMLİ BİR GÜZEL NETİCE” için Hz. İsa'yı ikinci kez yeryüzüne göndereceğini müjdelemektedir. Hz. İsa'nın yeniden yeryüzüne gelmesiyle, Hıristiyanlık batıl olan bütün inanış ve uygulamalarından arınacak ve İslam’a dönecektir. Bu vesileyle, Hıristiyanlık Hz. İsa'ya vahyedilmiş hak haline dönecek, Müslümanlarla gerçek İseviler arasında ittifak gerçekleşecek, bu hak ittifak yeryüzüne barış ve huzur getirecektir.

119) SEMA-İ DÜNYADA (GÖKLER ALEMİNDE) CESEDİYLE (İNSANİ BEDENİYLE) BULUNAN VE HAYATTA OLAN HAZRET-İ İSA:
Bediüzzaman, bu sözleriyle Hz. İsa'nın da tıpkı melekler gibi, Allah Katında diri olduğunu ve Allah'ın takdir ettiği vakit geldiğinde yeryüzüne geleceğini söylemektedir. Melekler, Allah'ın dilemesiyle çeşitli dönemlerde yeryüzüne inmekte ve tekrar Allah Katına çıkmaktadırlar. Ancak onların Allah Katına çıkıyor olmaları, elbette dünyada bizim bildiğimiz kavramlara göre yok olmaları anlamına gelmemektedir. Sadece başka bir boyuta geçmekte, bizim kavrayışımız dışında yaşamlarına devam etmektedirler. Benzer bir şekilde Hz. İsa'nın Allah Katına alınmış olması da, öldüğü anlamına gelmez. Nitekim, pek çok ayette Hz. İsa'nın ölmediği açık olarak bildirilmekte, hadislerle de bu gerçek bir kez daha teyit edilmektedir. Hz. İsa da bizim kavrayamadığımız bir boyutta diridir. Ayrıca, meleklerin iki boyut arasında, Allah'ın dilemesiyle, hareket ediyor
olmaları, Rabbimiz dilediği takdirde bunun çok kolay olduğunu göstermektedir. Hz. İsa da, Allah'ın takdir ettiği vakit geldiğinde, yeryüzüne geri dönecek ve Rabbimiz'in elçisi olarak insanları gerçek din ahlakına davet edecektir. Bediüzzaman da bu sözleriyle bu gerçeği dile getirmektedir. Bediüzzaman “SEMA-İ DÜNYADA CESEDİYLE BULUNAN VE HAYATTA OLAN HAZRET-İ İSA” sözleriyle Hz. İsa'nın ölmediğini, halen hayatta olduğunu ve insani bedeniyle ikinci kez yeryüzüne geleceğini bildirmektedir. Bediüzzaman verdiği bu bilgilerle, Hz. İsa'nın bir şahsı manevi olmadığını açıkça ortaya koymakta, bu mübarek peygamberin ahir zamanda Allah’ın bir mucizesi olarak ikinci kez “İNSANİ BEDENİYLE BİR ŞAHIS OLARAK YERYÜZÜNE GELECEĞİNİ” müjdelemektedir.

120) ALEM-İ AHİRETİN (AHİRET ALEMİNİN)
EN UZAK KÖŞESİNE GİTSEYDİ VE HAKİKATEN ÖLSEYDİ, YİNE ŞÖYLE BİR NETİCE-İ AZÎME (BÜYÜK BİR SONUÇ) İÇİN ONA YENİDEN CESED GİYDİRİP DÜNYAYA GÖNDERMEK, O HAKÎM'İN HİKMETİNDEN UZAK DEĞİL:
Bediüzzaman bu sözleriyle Rabbimiz'in gücünün sonsuz olduğunu ve her dilediğini yapmaya Kadir olduğunu hatırlatmakta ve Hz. İsa'nın ikinci kez yeryüzüne gelişinin Allah’ın izniyle kesin olarak gerçekleşeceğini belirtmektedir. Bediüzzaman’ın, Hz. İsa'nın gelişini Rabbimiz'in sonsuz gücünü dile getirerek anlatması, kuşkusuz ki bu konuda ne kadar kesin bir kanaat taşıdığının en açık göstergelerindendir. Bediüzzaman ayrıca burada bir örnek vermekte ve “HAKİKATEN ÖLSEYDİ, yine şöyle bir netice-i azime (büyük bir sonuç) için ona YENİDEN CESED GİYDİRİP DÜNYAYA GÖNDERMEK, O HAKİM’İN HİKMETİNDEN UZAK DEĞİL” demektedir. Bediüzzaman bu sözleriyle açıkça “BİR İNSAN”dan bahsettiğini ve Hz. İsa’nın bir şahsı manevi olmadığını ortaya koymaktadır. Rabbimiz'in takdiriyle Hz. İsa'nın ahir zamanda “BİR ŞAHIS” olarak ikinci kez yeryüzüne gelişini bir kez daha müjdelemektedir.

121) VADETMİŞ VE VADETTİĞİ İÇİN
ELBETTE GÖNDERECEK:
Allah, Hz. İsa'nın yeniden dünyaya geleceğini bildirmiştir. Bu vaadini muhakkak yerine getirecektir. Tüm bu deliller, Allah'ın gücünü ve kudretini gereği gibi takdir edemedikleri için Hz. İsa'nın ölmediği ve yeryüzüne geri döneceği gerçeğini reddetmeye çalışan kimselerin, büyük bir yanılgı içinde olduklarının göstergesidir. Unutmamak gerekir ki, Allah üstün güç ve kudret sahibi, herşeye kadir olandır. Dilediğini dilediği şekilde yaratır. İlmi sonsuzdur. Allah'ın belirlediği süre geldiğinde, büyük bir mucize gerçekleşecek ve Hz. İsa dünyaya geri dönecektir. Bu gerçek, ayetlerle ve hadislerle müjdelenmiştir ve tüm iman edenlerin üzerinde düşünmesi gereken bir harikadır. Bediüzzaman da Allah’ın bu vaadini dile getirmiş, Kuran’da bildirildiği gibi Rabbimiz'in kesin olarak vaadinden dönmeyeceğini hatırlatarak Hz. İsa'nın insani bedeniyle yeryüzüne ikinci kez gelişinin “KESİN BİR GERÇEK” olduğunu müjdelemiştir.

... HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM GELDİĞİ VAKİT,122 herkes ONUN HAKİKÎ ÎSA,123
olduğunu bilmek lâzım değildir. ONUN MUKARREB VE HAVASSI (derin imanlı yakın talebeleri),124 nur-u iman (imanın ışığı) ile ONU TANIR.125 Yoksa bedahet (birdenbire ve açıkça) derecesinde HERKES ONU TANIMAYACAKTIR...126
(Mektubat, s. 60)
Bediüzzaman, yeryüzüne ilk döndüğü yıllarda Hz. İsa'yı tanıyabilecek insanların sayısının çok az olacağını bildirmiştir. Buna göre, ancak yakın çevresi ve derin iman sahibi talebeleri Hz. İsa'yı imanlarının nuru ile tanıyabilecek, fakat toplumun geneli onun açıkça Hz. İsa olduğunu bilmeyecektir:
122) HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM
GELDİĞİ VAKİT:
Bediüzzaman “HZ. İSA ALEYHİSSELAM GELDİĞİ VAKİT” sözleriyle birkaç önemli konuya açıklık kazandırmaktadır. Bediüzzaman “GELDİĞİ VAKİT” ifadesiyle öncelikle Hz. İsa'nın “KESİN OLARAK GELECEĞİNİ” müjdelemektedir. Buradaki “GELME” fiiliyle ise Bediüzzaman Hz. İsa'nın “manevi bir varlık” olmadığını “BİR ŞAHIS” olduğunu açıklamaktadır. Bir şahsı manevinin “gelmesi” söz konusu değildir. Bir şahsı manevi ancak “oluşabilir”. “GELME” eylemi “bir insanın yapabileceği bir fiil”dir. Bediüzzaman da bu sözleriyle bu önemli farkı vurgulamakta ve Hz. İsa'nın bir şahıs olarak yeryüzüne geleceği konusuna kesinlik kazandırmaktadır.

123) ONUN HAKİKÎ ÎSA:
Bediüzzaman, “ONUN HAKİKİ İSA” ifadesiyle, Hz. İsa'nın manevi bir varlık değil “BİR İNSAN” olacağını bir kez daha açıklamaktadır. Bediüzzaman “HAKİKİ İSA” diyerek, “BİR KİŞİ”den bahsetmekte, Hz. İsa’nın başka şahıslardan olan farkını ise “HAKİKİ” kelimesiyle netleştirmektedir. Bediüzzaman ayrıca burada kullandığı kişilik ifade eden “ONUN” sözüyle de Hz. İsa'nın “BİR ŞAHIS” olduğunu bir kez daha dile getirmektedir. Bediüzzaman, bu sözüyle
birlikte kitabın başından bu yana Hz. İsa için “3. KEZ” “O” zamirini kullanmıştır. Hiç şüphesiz ki bu ısrarlı tekrarlar, Bediüzzaman'ın Hz. İsa'nın bir şahsı manevi olmadığı konusundaki kesin kanaatini açıkça ortaya koymaktadır.
Bediüzzaman ayrıca buradaki “HAKİKİ İSA” sözleriyle Hz. İsa'nın, yeryüzüne ikinci kez gelişinde, yine hepsi birer şahıs olan “sahte Mesihler”den farklı olacağını vurgulamış ve bu mübarek zatın “GERÇEK HZ. İSA” olacağını belirtmiştir. Hz. İsa geldiğinde, Kuran ayetlerinde ve Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde bildirilen işaretlere uygun özellikleriyle, bu sahte mesihlerden ayırt edilecek ve Bediüzzaman'ın belirttiği gibi “hakiki Hz. İsa” olacaktır.

124) ONUN MUKARREB VE HAVASSI
(DERİN İMANLI YAKIN TALEBELERİ):
Bediüzzaman bu sözünde “ONUN” ifadesiyle Hz. İsa için “4. KEZ” “O” ifadesini kullanmış ve “BİR ŞAHIS” olduğuna yeniden dikkat çekmiştir. Aynı ifadeyi tam 4 kez tekrarlamış olması, Hz. İsa'nın bir şahsı manevi olmadığı konusunda Bediüzzaman'ın görüşlerinin de ne kadar açık olduğunu ortaya koymaktadır.
Bunun yanı sıra Bediüzzaman burada “MUKARREB VE HAVASSI” diyerek Hz. İsa'nın “DERİN İMANLI YAKIN TALEBELERİ” olacağından bahsetmiştir. Bir şahsı manevinin “talebeleri” ya da “yakın çevresi” olacağından bahsedebilmek hiçbir şekilde mümkün değildir.
Ancak bir insanın talebeleri olabilir. Kuşkusuz Bediüzzaman da bu gerçeği çok iyi bilmektedir. Hz. İsa'nın talebelerinden bahsederek, onun bir şahsı manevi olmadığını Müslümanlara açıklamakta, mübarek şahsıyla talebelerinin başında bizzat bulunacağını haber vermektedir.

125) ONU TANIR:
Bediüzzaman burada geçen “ONU” kelimesiyle, Hz. İsa için “5. DEFA” “O” zamirini kullanmakta ve yine Hz. İsa'nın “BİR ŞAHIS” olarak geleceğini ifade etmektedir. Bediüzzaman'ın kullandığı “TANIR” ifadesi ise, bu konuyu hiçbir itiraza yer bırakmayacak şekilde netleştirmektedir. “TANIMA” durumu ancak “BİR İNSAN”, “BİR ŞAHIS” için söz konusu olabilir. “Yakın çevresinin bir şahsı maneviyi tanıması” elbette ki mümkün değildir. Ancak Bediüzzaman derin imanlı yakın talebelerinin imanın nuru ile Hz. İsa'yı tanıyabileceklerini belirtmektedir. Bediüzzaman bu bilgiyi verirken elbette ki bu gerçeklerin farkındadır. Bediüzzaman bu açıklamaları son derece bilinçli bir şekilde yapmış ve bu yolla Hz. İsa'nın, iman sahipleri tarafından tanınabilecek “BİR ŞAHIS” olduğunu kesin olarak delillendirmiştir.

126) HERKES ONU TANIMAYACAKTIR:
Bediüzzaman “HERKES ONU TANIMAYACAKTIR” sözleriyle Hz. İsa'yı ilk geldiği yıllarda herkesin bilip anlayamayacağını, dolayısıyla toplumun genelinin onu tanıyamayacağını ifade etmektedir. Bediüzzaman bu sözleriyle yukarıda anlatılan ve insanlara ait bir durum olan “TANINMA” özelliğine bir kez daha dikkat çekmektedir. Eğer
Bediüzzaman Hz. İsa'nın bir şahsı manevi olduğu kanaatinde olsaydı, böyle bir açıklama yapmaz. Hz. İsa'nın tanınmasından bahsetmezdi. Ama Bediüzzaman “ONU” kelimesiyle Hz. İsa'nın “BİR ŞAHIS” olduğunu
belirtmiş ve sonra da açıkça onu kimlerin tanıyamayacağını açıklayarak, bu durumu bir kez daha vurgulamıştır.
Ayrıca bu Bediüzzaman'ın Hz. İsa'dan bahsederken “6. DEFA” kullandığı “O” zamiridir. Bediüzzaman Hz. İsa'dan bahsettiği hemen her sözünde tekrarladığı bu vurgularıyla, Hz. İsa'nın Allah’ın bir mucizesi olarak yeniden yeryüzüne “BİR ŞAHIS” olarak gelişi konusunda hiçbir şüphesi olmadığını tüm Müslümanlara müjdelemektedir.

Çok zaman evvel bir ehl-i velayetten (veli şahıstan) işittim ki; o zat, eski velilerin gaybi işaretlerinden istihrac etmiş (manasını ortaya çıkarmış) ve kanaati gelmiş ki: ‘Şark tarafından bir nur zuhur edecek (ortaya çıkacak), bidatlar zulümatını (dine sonradan girmiş hurafeleri) dağıtacak. BEN BÖYLE BİR NURUN ZUHURUNA (ortaya çıkışını) ÇOK İNTİZAR ETTİM (gözledim) VE EDİYORUM.127
FAKAT ÇİÇEKLER BAHARDA GELİR.128 ÖYLE İSE O KUDSİ ÇİÇEKLERE ZEMİN HAZIR ETMEK LAZIM GELİR.129 VE ANLADIK Kİ, BU HİZMETİMİZLE O NURANİ ZATLARA (nurlu şahıslara) ZEMİN İZHAR EDİYORUZ (hazırlıyoruz).130
(Mektubat, s. 371)
Bediüzzaman, Hz. Mehdi ve yardımcılarını “baharda gelecek kudsi çiçekler” olarak nitelendirmiş, kendisinin ise, “yaptığı hizmetlerle bu mübarek şahsa zemin hazırlayan bir öncü” olduğunu belirtmiştir:
127) BEN BÖYLE BİR NURUN ZUHURUNA (ORTAYA ÇIKIŞINI) ÇOK İNTİZAR ETTİM (GÖZLEDİM) VE EDİYORUM:
Bediüzzaman, “bir nur” olarak ifade ettiği ahir zamanda gelecek olan Hz. Mehdi'nin ortaya çıkışını çok gözlediğini ve hala da gözlemekte olduğunu ifade etmektedir. Bediüzzaman bu sözleriyle çok açık bir şekilde kendisinin Hz. Mehdi olmadığını ve kendisinin de bu mübarek şahsın çıkışını büyük bir heyecanla gözlediğini belirtmektedir. Yalnız Bediüzzaman değil, sahabeler döneminden itibaren milyonlarca samimi Müslüman, İslam alimleri, mezhep imamları, müçtehidler Hz. Mehdi ve beraberindeki müminlere karşı derin bir sevgi beslemişlerdir. 1400 yıldır bu mübarek zatı sevgi ve saygıyla anmışlardır. Ona ve cemaatine dua etmişler, onlar için Allah’tan yardım dilemişlerdir. Hz. Mehdi ve cemaati gelmiş geçmiş tüm Müslümanların ortak dostudur. Tüm inananlar için şevk ve heyecan vesilesidir. Bediüzzaman da sözlerinde bu bakış açısını dile getirmekte, kendisinin de büyük bir heyecan ve sevgiyle Hz. Mehdi'nin gelişini beklediğini ifade etmektedir. Bediüzzaman, burada kullandığı “ÇOK İNTİZAR ETTİM VE EDİYORUM” yani “ÇOK GÖZLEDİM VE GÖZLÜYORUM” sözleriyle bu durumu dile getirmiş, ancak hayatta olduğu süre içerisinde bu kutlu şahsın çıkışının gerçekleşmediğini bildirmiştir.

128) FAKAT ÇİÇEKLER BAHARDA GELİR:
Bediüzzaman ahir zamanda gelecek Hz. Mehdi ve cemaatine karşı içten ve derin bir sevgi sahibidir. Hz. Mehdi ve yanındakilerin güzel ahlakını ve mücadelelerini “ÇİÇEKLER”e benzetmekte ve onların baharda, yeryüzünün tüm güzelliklerinin ortaya çıktığı dönemde geleceklerini anlatmaktadır. Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin geleceği dönemi karanlık kara bir kışın ardından gelen aydınlık, güneşli, güzelliklerle dolu bir bahara benzetmektedir. Bediüzzaman'ın çiçek benzetmesi bu dönemde yaşanacak huzur, barış, adalet ve güzellikleri anlatmak için yapılmış çok güzel bir örneklendirmedir. Bediüzzaman bu bahar döneminin çok yakın olduğunu bildirmektedir. Bir başka açıklamasında ise kendisinin "acele edip kışta geldiğini" belirtmiş; nasıl kışın hemen ardından bahar geliyorsa, ahir zamanda gelecek mübarek şahıs ve cemaatinin de, kendisinden hemen sonra baharı getireceğini müjdelemiştir. Bediüzzaman bu sözleriyle çok açık bir şekilde kendisinin Hz. Mehdi olmadığını, ancak bu mübarek zata ortam hazırlayan bir öncüsü olduğunu ifade etmiştir.

129) ÖYLE İSE O KUDSİ ÇİÇEKLERE
ZEMİN HAZIR ETMEK LAZIM GELİR:
Bediüzzaman bir kez daha “KUDSİ ÇİÇEKLER” sözleriyle bahsettiği Hz. Mehdi ve talebelerine karşı olan sevgisini dile getirmiş, Hz. Mehdi'nin gelişini çok gözlediğini ve halen de gözlemeye devam
ettiğini belirtmiştir. Bu durumda gelecek olan şahıslara, yani Hz. Mehdi ve cemaatine zemin hazırlamak gerektiğini söyleyen Bediüzzaman,kendisinin ve cemaatinin bu görevi üstlendiğini ifade etmiştir. Onlardan önce gelip
onlar için ön bir hizmet ve hazırlık yaptığını söyleyerek, Hz. Mehdi'nin kendisinden sonra gelecek bir şahıs olduğunu bir kez daha dile getirmiştir.

130) VE ANLADIK Kİ BU HİZMETİMİZLE
O NURANİ ZATLARA (NURLU ŞAHISLARA)
ZEMİN İZHAR EDİYORUZ (HAZIRLIYORUZ):
Bediüzzaman "ANLADIK Kİ" sözleriyle, kendisinin Hz. Mehdi olmadığı, ancak yaptığı hizmetlerle bu mübarek kişiye zemin hazırlamakta olduğu konusundaki kanaatini dile getirmektedir. “ANLADIK Kİ” ifadesi, Bediüzzaman'ın kalbine gelen gerçeği ve Bediüzzaman'ın bu gerçeğe net ve samimi olarak inandığını göstermektedir. Bediüzzaman bu kelimeyle, tevazu gereği böyle bir söz söylemediğini, delilleriyle açıkça ortada olan bu konuda kesin kanaatini ifade ettiğini ortaya koymaktadır.
Bediüzzaman bu sözünde "HİZMETİMİZLE" diyerek çoğul bir ifade kullanmıştır. Demek ki Bediüzzaman bu hizmette tek başına değildir; kendisine yardımcı olan Nur cemaati de vardır. Bediüzzaman "hizmetimizle" derken tüm Nur talebelerini de bu hizmete dahil etmektedir.
Ayrıca Bediüzzaman burada “O NURANİ ZATLARA” sözleriyle, Hz. Mehdi ve talebelerinin “BİRER ŞAHIS” olduklarını yeniden vurgulamaktadır. Bu, Bediüzzaman’ın Hz. Mehdi'den bahsederken “10. KEZ” kullandığı “O” zamiridir. “ZAT” kelimesini ise Bediüzzaman kitabın başından bu yana Hz. Mehdi için “6. KEZ” kullanmıştır.

Ahir zamanın en büyük fesadı zamanında, elbette EN BÜYÜK BİR MÜÇTEHİD (ihtiyaç oluştuğunda ayetlerden hüküm çıkaran büyük İslam alimi)131 hem EN BÜYÜK BİR MÜCEDDİD (her yüzyıl başında dini hakikatleri devrin ihtiyacına göre ders vermek üzere gönderilen büyük İslam alimi, yenileyen, yenileyici),132 hem HAKİM,133 hem MEHDİ134 hem MÜRŞİD (doğru yolu gösteren kişi)135 hem KUTB-U AZAM (Müslümanların kendisine bağlandıkları büyük evliyalardan, zamanın en büyük mürşidi)136 olarak BİR ZAT-I NURANİYİ (nurlu bir zatı) GÖNDERECEK137 ve O ZAT138 da, EHL-İ BEYT-İ NEBEVİDEN (Peygamberimiz (sav)’in soyundan) OLACAKTIR.139 Cenab-ı Hak bir dakika zarfında beyn-es sema vel-arz alemini (yer ile gök arasındaki alemi) bulutlarla doldurup boşalttığı gibi bir saniyede denizin fırtınalarını teskin eder (dindirir) ve bahar içinde bir saatte yaz mevsiminin numunesini (örneğini) ve yazda bir saatte kış fırtınasını icad eden KADİR-İ ZÜLCELAL (herşeye muktedir olan Yüce Allah) HZ. MEHDİ İLE DE, ALEM-İ İSLAM’IN (İslam aleminin) ZULÜMATINI (zulüm devrini, karanlığını) DAĞITABİLİR. VE VA’DETMİŞTİR VAADİNİ ELBETTE YAPACAKTIR.140
(Mektubat, s. 411-412)
Bediüzzaman ahir zaman alametlerinin şiddetlendiği dönemde Allah’ın insanların kurtuluşuna vesile olması için Peygamberimiz (sav)'in soyundan nurani bir şahıs olan Hz. Mehdi'yi göndereceğini bildirmiş ve bu kutlu zatı geçmiş dönemlerdeki müceddidlerden ayıran özellikleri anlatmıştır:
131) EN BÜYÜK BİR MÜÇTEHİD: ve
132) EN BÜYÜK BİR MÜCEDDİD:
Peygamberimiz (sav) hadislerinde her yüzyıl başında insanlara din ahlakını ve hükümlerini anlatan, dönemin ihtiyaçlarına göre açıklamalarda bulunan bir müceddid gönderileceğini bildirmiştir. Örneğin İmam-ı Rabbani 1000. Hicri yılın müceddididir. Mevlana Halid-i Bağdadi Hicri 1193 (Miladi 1779) yılında doğmuş, Hicri 1242 yılında (Miladi 1827) vefat etmiştir. Dolayısıyla bu mübarek insan ittifakla Hicri 12. ve 13. asırlar arasındaki müceddiddir. Bediüzzaman Said Nursi ise Mevlana Halid-i Bağdadi’den tam 100 sene sonra, Hicri 1293 (Miladi 1878) yılında doğmuştur. Vefatı ise Hicri 1379 (Miladi 1960) yılıdır. Bediüzzaman da Hicri 12. asrın müceddidi Mevlana Halid’den tam yüz sene sonra yayınlanan Risale-i Nur’un müellifi (yazarı) olması sebebiyle kendisinin de 13. ve 14. asırlar arasındaki müceddid olduğunu belirtmiştir.
Bediüzzaman, Hz. Mehdi’nin ise kendisinden sonra geleceğini -tarih vererek- bildirmiş, Hicri 14. ve 15. yüzyıllar arasındaki "müceddid"in Hz. Mehdi olacağını müjdelemiştir. Bediüzzaman bu sözünde de Hz. Mehdi için "EN BÜYÜK MÜCEDDİD ve EN BÜYÜK MÜÇTEHİD" sıfatlarını kullanmaktadır. "MÜCEDDİD" dini hakikatleri devrin ihtiyaçlarına göre açıklayan, "MÜÇTEHİD" de ihtiyaç oluştuğunda ayetlerden hüküm çıkaran büyük İslam alimi ve önderidir. Bu vasıftaki büyük zatlar, İslam toplumlarına örnek olmuş, yol göstermiş, zamanın kutbu olmuş önderlerdir. Bu önderlerden kimi içtihat etme (hükümleri usulüne uygun olarak Kuran ve hadislerden istifade ile ortaya koyma) ve hüküm verme vasıflarından dolayı "mezhep önderleri" olmuşlardır; Müslümanlar da onlara uymuşlardır.
İmam Hanefi, İmam Şafi, İmam Hanbeli, İmam Maliki bu önderlerden olup 4 mezhebin kurucularıdır. Bütün ehl-i sünnet onların verdiği hükümlerle amel etmektedir. Bediüzzaman bu "müçtehid ve müceddid"lerin en büyüklerinin ise Hz. Mehdi olacağını ifade etmiştir. Bu da Hz. Mehdi'nin içtihat etme (hükümleri usulüne uygun olarak Kuran ve hadislerden istifade ile ortaya koyma) ve hüküm vermeye en yetkili kişi olarak, kendisinin de “tüm mezhepleri kaldıracağını” göstermektedir. Zira en büyük mezhep imamı olduğuna göre zaten tüm diğer mezhepleri kaldırması gerekir. Zamanında herkesin ona uyacağının bildirilmiş olması da bunu doğrulamaktadır.
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin “en büyük müceddid ve müçtehid” olduğunu söyleyerek onun tüm mezheplerin üstünde olacağını ifade etmiştir. Geçmişten günümüze pek çok İslam alimi eserlerinde bu konuya değinmişlerdir. İslam tarihinin en büyük alimlerinden biri olan Muhyiddin Arabi ise "Fütühat-ül Mekkiye" isimli eserinde bu konuda şöyle bilgi vermiştir:
... MEHDİ, DİNİ PEYGAMBER'İN ZAMANINDA OLDUĞU GİBİ AYNEN UYGULAYACAK. YERYÜZÜNDE MEZHEPLERİ KALDIRACAK. HALİS HAKİKİ DİNDEN BAŞKA HİÇBİR MEZHEP KALMAYACAK. (Muhammed B. Resul El Hüseyin El Berzenci, Kıyamet Alametleri, sf. 186-187)
Hüseyin Hilmi Işık ise, Saadet-i Ebediye adlı eserinde Hz. Mehdi'nin bu özelliğini şöyle haber vermiştir:
HAZRET-İ MEHDİ, AHİR ZAMANDA DÜNYAYA GELECEKTİR. Resullulah Efendimizin (sav) soyundan olacaktır. İsa
Aleyhisselam’la buluşacak, MEZHEPLERİ KALDIRACAK, YALNIZ ONUN MEZHEBİ KALACAK. (H. Hilmi Işık, Saadeti Ebediye, s. 35)
Bediüzzaman Said Nursi bilindiği gibi Şafi mezhebindendir. Bir mezhep sahibi değildir ve bir başka mezhep kurucusuna tabi olmuştur; İmam Şafi’yi imamı olarak kabul etmiştir. Bediüzzaman bu konuyu eserlerinde şöyle ifade etmiştir:
“Evvelâ: Ben Şafiî’yim...” (Emirdağ Lahikası, s. 38)
... hem hususî Şafiîce ibadetime.” (Büyük Tarihçe-i Hayat, s. 202)
“Yalnız bu kadar var. Ben Şafiîyim...” (Büyük Tarihçe-i Hayat, s. 206)
Hattâ Şafiî mezhebinde olduğu için...” (Emirdağ Lahikası, s. 573)
Oysa ki Hz. Mehdi tüm mezhepleri kaldıracak ve tüm mezheplerin üzerinde olacaktır. Bir mezhebe bağlı olan Bediüzzaman da, bu özelliğin Hz. Mehdi'ye ait olacağını belirterek kendisinin Hz. Mehdi olmadığını açıklamıştır.
Ayrıca Bediüzzaman bu sözüyle Hz. Mehdi'nin bir şahıs olduğunu bir kez daha çok açık deliller vererek ortaya koymuştur. Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin aynı zamanda hem “BİR MÜCEDDİD” hem de “BİR MÜÇTEHİD” olacağını söylemiştir. Hz. Mehdi'nin bu sıfatlarına uygun olarak “dini devrin ihtiyaçlarına göre açıklayabilmesi ve ihtiyaç olduğunda ayetlerden hüküm çıkarabilmesi, bir İslam alimi ve önderi olabilmesi” için çok açıktır ki “BİR İNSAN” olması gerekmektedir. Bir şahsı manevinin “açıklama yapabilmesi, hüküm çıkarabilmesi ya bir İslam alimi ve önderi olabilmesi” mümkün değildir. Bediüzzaman da bu
özelliklerini vurgulayarak “HZ. MEHDİ'NİN BİR ŞAHIS OLDUĞUNU” ifade etmiştir.
Tüm elçiler ve peygamberler gibi, Peygamberimiz (sav)’den sonra gelen ve İslam tarihinde yer alan hiçbir müceddid veya müçtehid bir şahsı manevi olarak gönderilmemiştir. Allah’ın Kuran’da bildirdiği adetullahına uygun olarak tüm müceddidler, insanları uyarıp korkutacak, onları Allah’ın rızası, rahmeti ve cennetiyle müjdeleyebilecek, onlara doğruyu yanlıştan ayıran, hidayet rehberi olabilecek “BİRER İNSAN” olarak gelmişlerdir. Örneğin Mevlana Halid-i Bağdadi ve Bediüzzaman gibi müceddidler yaşadıkları yüzyıllarda birer şahıs olarak gelmiş büyük İslam alimleridir. Bediüzzaman’ın da dikkat çektiği gibi, 1400 senedir heyecanla beklenen Hz. Mehdi de Allah’ın izniyle bu adetullaha uygun olarak müceddid ve müçtehid sıfatlarını taşıyabilecek “BİR ŞAHIS” olarak gelecektir.

133) HAKİM:
Bediüzzaman’ın kullandığı “HAKİM” kelimesinin sözlük anlamı, "Haklı ve haksızı ayırıp adalet üzere hükmeden, idare eden"dir. Bediüzzaman eserlerinde Hz. Mehdi'nin yerine getireceği görevlerinden bahsetmiş, halihazırda dağınık halde bulunan tüm İslam dünyasını birleştirip bu birlikteliğin liderliğini üstlenmenin de Hz. Mehdi'nin bu görevlerinden biri olduğunu belirtmiştir. Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin, burada belirttiği “HAKİM”lik sıfatını kullanarak, tüm İslam aleminin başında olacağını ve Müslümanların meselelerine çözüm getireceğini bildirmiştir. Buna göre, Hz. Mehdi karar mekanizmasının başında olacak, onun adil hükümleri ve yönlendirmesiyle İslam dünyası idare edilecektir. Böyle bir gelişme şu ana kadar gerçekleşmemiştir. Nitekim Bediüzzaman da bu gerçeği hatırlatarak Hz. Mehdi'nin henüz gelmediğini dile getirmiş;
ortaya çıktığında Hz. Mehdi'nin bu “HAKİMLİK VASFINI TAŞIMASIYLA TANINABİLECEĞİNE” dikkat çekmiştir.
Bunun yanı sıra Bediüzzaman bu sözüyle Hz. Mehdi'nin bir şahsı manevi olmadığı konusuna da kesin ifadelerle açıklık getirmiştir. Bir şahsı manevinin “hakimlik” sıfatını taşıması, Müslümanların liderliğini üstlenerek adalet konusunda hüküm verebilmesi, bir topluluğu idare edebilmesi hiç şüphe yok ki imkansızdır. Tüm bunlar ancak bir insanın sahip olabileceği özelliklerdir. Yine bunlar ancak imanla, akıl, muhakeme ve vicdan kullanarak yerine getirilebilecek sorumluluklardır. Bir şahsı manevinin ise bu özelliklerin hiçbirine sahip olmadığı, dolayısıyla da hakim vasfıyla Müslümanları yönetemeyeceği son derece açık bir gerçektir. Bediüzzaman da sözlerinde bu gerçeği açıkça ifade etmiş, Hz. Mehdi'nin “BİR ŞAHIS” olduğunu açıklamıştır.

134) MEHDİ:
Bediüzzaman Rabbimiz'in, ahir zamanın en zorlu ortamında, tüm insanların kurtuluşuna vesile olması için göndereceği mübarek zatın ayrıca “MEHDİ” vasfını da taşıyacağını bildirmiştir. “MEHDİ” kelimesi, “HİDAYETE EREN, HİDAYETE VESİLE OLAN VE HİDAYETE YÖNELTEN” anlamlarındadır. Mehdi sıfatı, özel bir lütuf olarak Allah'ın hidayetine mazhar olan ve Allah’ın kendisine yol gösterdiği kişiyi tanımlamaktadır. Ahir zamanda gelecek olan Hz. Mehdi de ismini bu özelliğinden almaktadır. Bir şahsı manevinin “Mehdi vasfını taşıması” ise hiçbir şekilde söz konusu değildir. Allah’tan bir lütuf olarak verilen “HİDAYET BULMA” özelliğinin “BİR İNSANI” tanımladığı çok açıktır. Bir şahsı manevinin “hidayet bulma” ve “insanların hidayetlerine vesile olma” özellikleri olamaz. Bediüzzaman da burada bu
gerçeği vurgulamış, Hz. Mehdi'nin “MEHDİ” vasfını belirterek, onun “BİR ŞAHIS” olduğunu bir kez daha vurgulamıştır.

135) MÜRŞİD: ve
136) KUTB-U AZAM:
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin özelliklerinden bazılarını saydığı bu sözünde onun aynı zamanda hem “MÜRŞİD” hem de “KUTB-U AZAM” olacağını bildirmiştir. “MÜRŞİD” kelimesi “DOĞRU YOLU GÖSTEREN KİMSE” anlamına gelmektedir. “KUTB-U AZAM” ifadesi ise “MÜSLÜMANLARIN KENDİSİNE BAĞLANDIKLARI BÜYÜK EVLİYALARDAN, ZAMANIN EN BÜYÜK MÜRŞİDİ” anlamındadır. Bediüzzaman bu sözünün başındaki “ahir zamanın en büyük fesadı zamanında” ifadesiyle, Hz. Mehdi'nin dünyanın belki de en buhranlı devresi olan ahir zamanda, dünya çapında yapacağı çalışmalarla, imandan ve doğru yoldan, din ahlakından uzaklaşmış insanlığı gafletten uyandırıp hidayete yönelteceğini bildirmiştir. Hz. Mehdi, Müslümanların kendisine bağlandığı, zamanın en büyük yol göstericisi olacaktır.
Bediüzzaman'ın bu sözünde kullandığı yukarıdaki vasıflar, anlamlarından da anlaşılacağı gibi “TEK BİR KİŞİ”ye ait olacak özelliklerdir. Bir şahsı manevinin “mürşid” ve “kutb-u azam” olması düşünülemez. Bediüzzaman açıkça Hz. Mehdi'nin yaşadığı dönemde “tüm Müslümanların kendisine bağlandığı en büyük evliyalardan, zamanının doğru yolu gösteren en büyük mürşidi olan BİR ŞAHIS” olacağını ifade etmiştir.

137) BİR ZAT-I NURANİYİ (NURLU BİR ZATI) GÖNDERECEK:
Bediüzzaman burada Hz. Mehdi’nin “BİR ZAT-I NURANİ” olduğundan bahsetmektedir. Eğer Bediüzzaman Hz. Mehdi’nin bir şahsı
manevi olduğunu vurgulamak isteseydi burada “bir zat-ı nuraniden” değil, “bir şahsı manevi-i nuraniden” bahsederdi. Ancak çok açık olarak Hz. Mehdi için “BİR ZAT” ifadesini kullanmıştır. Ayrıca “NURANİ” kelimesiyle de bu mübarek zatın bir özelliğini de vurgulamış, onun “NURLU BİR ŞAHIS” olduğunu belirtmiştir. Bir şahsı manevinin “NURLU” olmasından söz edebilmek mümkün değildir. Bu bir insanda görülebilecek bir özelliktir. Bediüzzaman da tüm bu vurguları ve açıklamalarıyla Hz. Mehdi'nin bir şahsı manevi olmadığını, mübarek “BİR İNSAN” olduğunu açıkça belirtmiştir.
Ayrıca Bediüzzaman burada “iki zat” ya da “üç zat” gibi ifadelere yer vermemiş, kullandığı “BİR ZAT-I NURANİ” ifadesiyle Hz. Mehdi'nin yalnızca “TEK BİR ŞAHIS” olduğunu da ifade etmiştir.
Bu sözlerdeki “ZAT” kelimesi ayrıca Bediüzzaman'ın kitabın başından beri yer alan sözlerinde “7. KEZ” kulanılmıştır. Bediüzzaman'ın 7 defa üst üste Hz. Mehdi'den “ZAT” sözüyle bahsetmesi, Hz. Mehdi'nin manevi bir şahıs olduğu yönündeki her türlü düşünceyi kesin olarak geçersiz kılmaktadır.
Bediüzzaman bunun yanı sıra bu sözündeki “GÖNDERECEK” ifadesiyle de Hz. Mehdi'nin gelişinin Allah’ın izniyle kesin olarak gerçekleşeceğini umduğunu belirtmektedir. Bediüzzaman bu sözüyle aynı zamanda Hz. Mehdi'nin gelişinin geçmişte ya da kendi döneminde henüz gerçekleşmemiş olduğunu da belirtmektedir. Eğer böyle bir kanaati olsaydı hiç kuşkusuz ki Bediüzzaman “Cenab-ı Hak... gönderdi” ya da “göndermiş” gibi, geçmiş zamanı ifade eden bir fiil kullanırdı. Ancak Bediüzzaman bu ifadelerin hiçbirine yer vermemiş ve gelecek zamana işaret ederek Rabbimiz'in Hz. Mehdi'yi kendisinden “İLERİDEKİ BİR ZAMANDA GÖNDERECEĞİNİ” bildirmiştir.

138) O ZAT:
Bediüzzaman burada da “O ZAT” kelimesini kullanarak Hz. Mehdi'nin “BİR ŞAHIS” olduğunu bir kez daha itinayla vurgulamıştır. Bediüzzaman burada Hz. Mehdi için “O” zamirini “11. KEZ”, “ZAT” kelimesini ise “8. KEZ” kullanmıştır. Bediüzzaman’ın ısrarla yer verdiği bu tekrarlar ve vurgular, bu anlatımların hiçbirinin bir tevafuk olmadığını, Bediüzzaman'ın bu konudaki kanaatinin çok kesin olduğunu ortaya koymaktadır. Bediüzzaman açıkça Hz. Mehdi'nin “BİR ŞAHIS” olduğunu belirtmekte ve tüm inananları bu konuda en doğru şekilde bilgilendirmektedir.

139) EHL-İ BEYT-İ NEBEVİDEN (PEYGAMBERİMİZ (SAV)’İN SOYUNDAN) OLACAKTIR:
Bediüzzaman bu sözüyle de Hz. Mehdi'nin “BİR ŞAHIS” olduğunu bir başka önemli delili hatırlatarak yeniden açıklamaktadır. Bediüzzaman “HZ. MEHDİ'NİN PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN SOYUNDAN GELEN BİR ŞAHIS OLACAĞINI” belirtmektedir. Bediüzzaman eserlerinde bu konuyu da çok sık olarak vurgulamaktadır. Bediüzzaman bir şahsı manevinin, peygamber soyundan gelemeyeceğini kuşkusuz ki çok iyi bilmektedir. Bu özelliğini hatırlatarak Hz. Mehdi'nin mübarek bir soydan gelen “BİR İNSAN” olacağını ifade etmektedir. Bunun yanı sıra Bediüzzaman risalelerde birçok kez kendisinin Peygamberimiz (sav)'in soyundan olmadığını belirtmiş ve Hz. Mehdi geldiğinde, diğer müceddidlerden bu özelliğiyle ayırt edilebileceğine dikkat çekmiştir.

140) KADİR-İ ZÜLCELAL (HERŞEYE MUKTEDİR OLAN YÜCE ALLAH) HZ. MEHDİ İLE DE, ALEM-İ İSLAM’IN (İSLAM ALEMİNİN) ZULÜMATINI (ZULÜM DEVRİNİ, KARANLIĞINI) DAĞITABİLİR. VE VADETMİŞTİR VAADİNİ ELBETTE YAPACAKTIR:
Bediüzzaman, Celal ve Kudret sahibi olan Rabbimiz'in, Hz. Mehdi ile dinsizlik ve zulüm devrini ortadan kaldıracağını belirtmiştir. Rabbimiz'in, yer ile gök arasındaki tüm alemi bulutlarla bir dakika içinde doldurup boşalttığı, bir saniyede denizin fırtınalarını durdurduğu ve bahar mevsiminde bir saatte yaz mevsiminin örneğini ve yazın da bir saatte kış fırtınasını yarattığı gibi, bu olayı da hemen gerçekleştirmeye kadir olduğunu hatırlatmıştır. Bediüzzaman, Allah’ın bu vaadinin hak olduğunu ve vaadini mutlaka gerçekleştireceğini ifade etmiştir.
Hz. Mehdi Allah’ın izniyle İslam dünyasının karşı karşıya kaldığı zulüm ve zorluklara son vermekle görevli kişi olacak ve çalışmalarıyla tüm dünya çapında etkili olacaktır. Ancak böylesine tüm dünyanın gözleri önünde gerçekleşecek bir durum ne Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde, ne de daha önce gerçekleşmemiştir. Bediüzzaman'ın döneminde bu zulüm devam etmekteydi; komünizm dahi henüz yıkılmamış durumdaydı. Müslümanlara yapılan zulüm ise tüm dünyanın
gözleri önünde gerçekleşmekteydi. Çok yakın tarihe kadar Bosna'da, günümüzde hala Keşmir'de, Moro'da, Filistin'de ve daha dünyanın birçok
yerinde Müslümanların en temel haklarının bile elinden alındığı, haksız yere öldürüldükleri bilinmektedir.
Dolayısıyla Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde zulüm ve esaretin ortadan kaldırılması hiçbir şekilde söz konusu olmamıştır. Hatta Bediüzzaman'ın bizzat kendisi bu şartlar nedeniyle hayatının çok büyük
bir bölümünü zulüm ve esaret altında geçirmiştir. Bediüzzaman, hadislerde bildirildiği gibi, İslam dünyasının üzerindeki bu zulmü kaldıracak kişinin ancak Hz. Mehdi olacağını belirtmiştir. Kendisinin böyle bir olaya vesile olmadığını ve bu görevi yerine getirecek olanın Hz. Mehdi olduğunu ifade etmiştir.

Böyle bir cemaat-ı azime (Peygamber Efendimiz (sav)'in soyundan gelen büyük seyyidler cemaati) içindeki mukkades kuvveti tehyic edecek (harekete geçirecek) ve uyandıracak HADİSAT-I AZİME (büyük olaylar) VÜCUDA GELİYOR (meydana geliyor).141 Elbette
O KUVVET-İ AZİMEDEKİ (büyük kuvvetteki) BİR HAMİYET-İ ALİYE (yüce bir gayret) FEVERAN EDECEK (harekete geçecek)142 ve HAZRETİ MEHDİ BAŞINA GEÇİP, TARİK-I HAK (hak yola) VE HAKİKATE (gerçeğe) SEVK EDECEK.143
(Mektubat, s. 473)
Bediüzzaman, ahir zamanda Müslümanların hamiyet yani koruma duygularını harekete geçirecek ve gayretlerini artıracak büyük olaylar yaşanacağına dikkat çekmekte ve Hz. Mehdi'nin Müslümanların önderliğini üstlenerek, onları doğruya ileteceğini açıklamaktadır:
141) HADİSAT-I AZİME (BÜYÜK OLAYLAR) VÜCUDA GELİYOR (MEYDANA GELİYOR):
Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde ahir zamanda insanları hayrete düşürecek çok büyük olayların meydana geleceği haber verilmektedir. Ahir zaman, olağanüstü doğa olaylarının yaşanacağı, teknolojik ilerlemeler neticesinde şaşırtıcı gelişmelerin meydana geleceği bir dönemdir. Hadislerde bildirildiğine göre, Hz. Mehdi'nin ortaya çıkışından önce, dünya genelinde kargaşa, anarşi ve terör artacak, açlık ve yokluk yaygınlaşacak, Müslümanlar büyük sıkıntılar yaşayacaklardır. İşte böyle bir ortamda Allah, Hz. Mehdi'yi vesile ederek insanları içine düştükleri durumdan kurtarıp, onları aydınlığa ve kurtuluşa yöneltecektir. Bediüzzaman da “HADİSAT-I AZİME” sözleriyle bu gerçeği dile getirmiş, böyle büyük olayların meydana gelmesinin Hz. Mehdi'nin gelişinden önce oluşacak olan ortamın bir alameti olduğunu ifade etmiştir.

142) O KUVVET-İ AZİMEDEKİ
(BÜYÜK KUVVETTEKİ) BİR HAMİYET-İ ALİYE (YÜCE BİR GAYRET) FEVERAN EDECEK (HAREKETE GEÇECEK):
Bediüzzaman “HAMİYET-İ ALİYE FEVERAN EDECEK” sözleriyle, Hz. Mehdi'nin çıkışından önce Müslümanların hamiyet
duygularının harekete geçeceği zorlu bir ortam olacağına dikkat çekmektedir.
Bediüzzaman'a göre bu zorlu ortam, Müslümanların gayretini artıracak ve böylece Müslümanlar büyük bir manevi güç elde edeceklerdir. Bu ortam günümüzde yani ahir zamanda meydana gelmektedir. Dünyanın birçok yerinde İslam’a ve Müslümanlara karşı oluşturulan zorlu ortamlar, Müslümanlar arasında İslami hamiyet duygusunu artırmakta ve bu da Müslümanları çözüm yolları aramaya sevk etmektedir. Bediüzzaman da bu sözleriyle Hz. Mehdi'nin çıkışından önce gerçekleşecek olan bu durumu hatırlatmaktadır. Bediüzzaman burada kullandığı “FEVERAN EDECEK (HAREKETE GEÇECEK)” sözleriyle “GELECEK BİR ZAMANDA” gerçekleşecek bir olaya işaret ederek “HZ. MEHDİ'NİN İLERİDEKİ BİR TARİHTE ORTAYA ÇIKACAĞINI” ve bu görevi üstleneceğini haber vermektedir. Eğer böyle bir durum Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde oluşmuş olsaydı, kuşkusuz ki Bediüzzaman bunu o dönemin zamanını ifade eden bir kelime ile açıklardı. Ancak Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin çıkışı o dönemde henüz gerçekleşmemiş olduğu için bunu gelecek zaman ifade eden “feveran edecek” sözleriyle dile getirmiştir.

143) HAZRET-İ MEHDİ BAŞINA GEÇİP,
TARİK-I HAK (HAK YOLA) VE HAKİKATE (GERÇEĞE) SEVK EDECEK:
Bediüzzaman bu sözüyle, Müslümanlarda oluşan İslam’ı koruma gayretinin artması sonucunda, Hz. Mehdi’nin başa geçerek insanları “TARİK-I HAK VE HAKİKATE” yani “HAK YOLA VE GERÇEĞE” yönelteceğini bildirmiştir. Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin, hamiyet duyguları artan Müslüman toplumunun lideri olacağını söylemektedir. Dikkat edilirse Bediüzzaman, Hz. Mehdi'den yine “BİR
ŞAHIS” olarak bahsetmektedir. “HZ. MEHDİ'NİN MÜSLÜMANLARIN ÖNDERLİĞİNİ ÜSTLENECEĞİNİ” bildirmektedir.
Bir şahsı manevinin ya da topluluğun, “önderlik” veya “liderlik” yapması söz konusu değildir. Bediüzzaman da ahir zamanda Hz. Mehdi'nin Müslümanların lideri olacağını belirterek manevi bir kişi olmadığını “BİR ŞAHIS” olduğunu ifade etmektedir.
SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBİ KİTABINDAN ALINTILAR
Ümmetin beklediği,
AHİR ZAMANDA GELECEK144 ZATIN145
ÜÇ VAZİFESİNDEN146 EN MÜHİMMİ
(önemlisi) VE EN BÜYÜĞÜ VE EN KIYMETDARI (değerlisi) OLAN İMAN-I TAHKİKİYİ (gerçek imanı) NEŞR (yazma ve dağıtma yoluyla yaymak) VE EHL-İ İMANI (iman edenleri) DALALETTEN (sapkınlıktan) KURTARMAK...147
(Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9)
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin üç büyük görevinden birincisinin ve en önemlisinin gerçek imanı yayarak insanların sapkınlıktan kurtulmasına vesile olması olduğunu belirtmiştir:
144) AHİR ZAMANDA GELECEK:
Bediüzzaman “AHİR ZAMANDA GELECEK” diyerek Hz. Mehdi'nin kendisinden sonraki bir dönemde geleceğini ifade etmiştir. Eğer Bediüzzaman, kendi yaşadığı dönemde ya da öncesinde Hz. Mehdi'nin gelip faaliyetlerine başladığı kanaatinde olsaydı, hiç şüphesiz “GELECEK” kelimesi yerine “gelmiş” ya da “geldi” gibi sözler kullanırdı. Ancak böyle bir durum henüz gerçekleşmediğinden, Bediüzzaman da Hz. Mehdi'nin geliş vaktinin “İLERİDE” olacağını belirten bir kelime kullanmıştır.
Bediüzzaman “GELECEK” kelimesini, bu kitapta yer alan Hz. Mehdi ile ilgili sözlerinde pek çok defa kullanmıştır. Bu sözündeki de Bediüzzaman'ın “8. KEZ” tekrarladığı “GELECEK” kelimesidir. Bediüzzaman, aynı ifadeyi 8 defa tekrarlayarak bu konuya kesinlik kazandırmış ve Hz. Mehdi'nin kendisinden sonraki bir zamanda ortaya çıkacağı konusunda hiçbir şüpheye yer bırakmamıştır.
Bediüzzaman bu sözlerinde ayrıca Hz. Mehdi'nin “GELECEK BİR ŞAHIS” olduğunu da ifade etmiştir. Zira bir şahsı manevinin “GELMESİ”nden değil, ancak “OLUŞMASI”ndan bahsedilebilir. Bediüzzaman da bu sebeple “ahir zamanda oluşacak” dememiş, “ahir zamanda GELECEK” sözlerini kullanarak, Hz. Mehdi'nin “BİR ŞAHIS” olduğunu açıklamıştır.

145) ZATIN:
Bediüzzaman kullandığı “ZAT” ifadesi ile ise, Hz. Mehdi'nin “manevi bir varlık” değil, “BİR ŞAHIS” olduğunu olabilecek en açık şekilde izah etmiştir. Bilindiği gibi “ZAT” kelimesinin sözlük anlamı, “KİŞİ, KİMSE, ŞAHIS”dır. Aynı zamanda da “tekil” yani “BİR KİŞİ”den bahsedildiğini açıklayan bir ifadedir. Bilinen bir kişiyi belirtmek amacıyla kullanılır. Aynı zamanda da bir saygı ifadesidir. Onlarca risaleyi birbirinden hikmetli ifadelerle kaleme alan büyük İslam alimi Bediüzzaman da hiç şüphesiz ku bu kelimenin anlamını tüm detaylarıyla çok iyi bilmektedir. Eğer Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin bir şahsı manevi olacağını anlatmak isteseydi, kuşkusuz ki bunu açıkça belirtecek kadar kesin anlamlar ile “BİR İNSAN”ı ifade eden “ZAT” kelimesini kullanmazdı. Bunun yerine “şahsı manevi” kavramını ifade edecek birbirinden hikmetli çok çeşitli kelimeler seçebilirdi. Buna rağmen açıkça “ZAT” kelimesini tercih etmiş olması, Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi'nin bir şahıs olduğu konusundaki kanaatini çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Ayrıca Bediüzzaman “ZAT” kelimesini, buraya kadar yer alan sözlerinde toplam “9. KEZ” kullanmıştır. Bediüzzaman gibi yüksek ilim sahibi bir şahsın, bir kelimeyi aynı konuda 9 kez tekrarlaması, elbette ki belirli bir hikmet üzerinedir. Hiç şüphe yok ki Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin bir şahıs olduğu konusunda çok kesin bir kanaate sahiptir ve bu kanaati doğrultusunda müminleri de en doğru şekilde bilgilendirmektedir.

146) ÜÇ VAZİFESİNDEN:
Bediüzzaman, Müslümanların beklediği, ahir zamanda gelecek mübarek şahsın tek bir görevi olmayacağını bildirmiştir. Bu şahsın “ÜÇ
BÜYÜK VE KAPSAMLI GÖREVİ” olacağını ifade etmiştir. Bediüzzaman bu görevlerin;
1) “İnsanların imanını kurtarmak
2) İslam Birliğini kurmak ve tüm dünya Müslümanlarının önderi olmak
3) Kuran ahlakını tüm dünyaya hakim kılmak ve Hıristiyanlarla ittifak kurmak olduğunu” açıklamıştır. Peygamberimiz (sav)'den bu yana gönderilen müceddidler arasında, 1400 yıldır bu görevlerin birini yalnızca belirli açılardan yerine getirmiş İslam büyükleri olmuştur. İslam tarihinde insanların imanına vesile olan bir çok büyük âlim vardır. Osmanlı padişahları İslam birliğini yönetmiş Müslüman önderlerdir. Fakat hiçbiri, bahsedilen üç önemli görevi birden ve dünya çapında yerine getirememişlerdir. Bediüzzaman da burada Hz. Mehdi'nin bu özelliğini vurgulayarak, bu üstün vasıflı şahsın geçmiş dönemlerde geldiğinden bahsedilemeyeceğini, bu görevlerin yapılmasının, onu insanlara tanıtan alameti olacağını belirtmiştir.

147) EN MÜHİMMİ (ÖNEMLİSİ) VE
EN BÜYÜĞÜ VE EN KIYMETDARI (DEĞERLİSİ) OLAN İMAN-I TAHKİKİYİ (GERÇEK İMANI) NEŞR (YAZMA VE DAĞITMA YOLUYLA YAYMAK) VE EHL-İ İMANI (İMAN EDENLERİ) DALALETTEN (SAPKINLIKTAN) KURTARMAK:
Bediüzzaman “İMANI KURTARMA GÖREVİ”nin, ahir zamanda gelecek olan Hz. Mehdi’nin üç vazifesinden birincisi olduğunu belirtmiştir. Ve bu görevi, Hz. Mehdi’nin “en önemli ve en kıymetli vazifesi”olarak adlandırmıştır. Ahir zamanda gelecek olan bu mübarek şahsın kendi döneminde “çok büyük ve önemli bir iman hizmeti”
gerçekleştireceğini bildirmiştir. Bu hizmetin çapı daha önce kimseye nasip olmamış büyüklükte olacaktır. Bediüzzaman burada kullandığı “NEŞR” kelimesiyle iman hakikatlerinin her türlü imkan kullanılarak, çeşitli kitle iletişim araçlarıyla yapılacağına dikkat çekmiştir. Doğal olarak bu şekilde imanı yayma çalışması da dünyadaki tüm insanlar tarafından biilnecektir. Ahir zamanda Mesih Deccal’in fitnesi tüm insanları çepeçevre sarmış olacak, bu büyüklükteki bir fitneyi etkisiz hale getirip inananların imanını korumak da Hz. Mehdi’nin en büyük vazifelerinden biri olacaktır. Bediüzzaman bugüne kadar böyle büyük çapta bir “imanı kurtarma görevi”nin hiçbir müceddid tarafından yerine getirilmediğine ve Hz. Mehdi'nin de bu görevini, böyle büyük bir etki bırakacak şekilde gerçekleştirmesiyle tanınacağına işaret etmiştir.

... Bu hakikatdan anlaşılıyor ki;
SONRA GELECEK148 O149
MÜBAREK ZAT150 RİSALE-İ NUR’U BİR PROGRAMI OLARAK NEŞR VE TATBİK EDECEK
(yazma ve dağıtma yoluyla yayacak ve uygulayacak).151
(Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9)
Bediüzzaman bu sözüyle bir kez daha Hz. Mehdi'nin gelişini müjdelemiş ve bu mübarek zatın, faaliyetlerini yerine getirirken kendisini “Hz. Mehdi'ye zemin hazırlayan bir öncü” olarak tanımlayan Bediüzzaman'ın eserlerinden de istifade edeceğini belirtmiştir:
148) SONRA GELECEK:
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'den bahsettiği sözlerinin pek çoğunda tekrarladığı “GELECEK” ifadesini burada da “9. KEZ” kullanmıştır. Bediüzzaman bu sözleriyle Hz. Mehdi'nin, önceki müceddidlerin ve Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemlerde gelmediğini söylemiş; bu mübarek zatın bunların hepsinden “SONRA” geleceğini “9. KEZ” ifade etmiştir. Ayrıca Bediüzzaman bu durumu, yalnızca gelecek zaman ifade eden bir fiil kullanarak değil, bunu bir de “SONRA” kelimesiyle destekleyerek çok kesin bir üslupla açıklamıştır.
Bediüzzaman bu sözleriyle ayrıca Hz. Mehdi'nin “bir şahsı manevi” olmadığını, “belirli bir zamanda gelecek BİR ŞAHIS olduğunu” da açıkça belirtmiştir.

149) O:
Bediüzzaman Hz. Mehdi'den “BİR KİŞİLİK ZAMİRİ” olan ve “TEK BİR KİŞİ”yi ifade eden “O” kelimesiyle bahsetmiştir. Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi'yi tanımlamak için böyle bir sözcük seçmiş olması ise elbette ki bir tevafuk değildir. Bediüzzaman kitabın başından bu yana yer verilen sözlerinin pek çoğunda, Hz. Mehdi için yine “O”
zamirini kullanmıştır. Burada da “O” kelimesini “12. DEFA” kullanmaktadır. Kuşkusuz ki yüzlerce sayfadan, onlarca kitaptan oluşan büyük bir külliyat meydana getiren büyük mütefekkir Bediüzzaman, eserlerinde kullandığı her hikmetli kelime gibi, bu sözcüğü de son derece bilinçli ve kasıtlı bir şekilde bu kadar çok tekrarlamıştır. Çok açıktır ki Bediüzzaman Müslümanlara, Hz. Mehdi'nin sadece “maneviyat ifade eden bir kavram” olmadığını belirtmekte, ahir zamanda tüm inananların sorumluluğunu üstlenecek özelliklere sahip “BİR İNSAN”, “BİR ŞAHIS” olduğunu müjdelemektedir.

150) MÜBAREK ZAT:
Bediüzzaman, aynı sözü içerisinde tekrar tekrar “ZAT” kelimesini kullanarak Hz. Mehdi'nin müminlere önderlik edecek “BİR ŞAHIS” olduğunu ısrarla vurgulamaktadır. Burada da Bediüzzaman bu sözcüğü “10. KEZ” kullanmaktadır.
Bediüzzaman ayrıca burada bu “ZAT” kelimesini bir de nitelendirmekte ve Hz. Mehdi'nin “NASIL BİR ZAT” olduğunu da açıklamaktadır. Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin “MÜBAREK BİR ZAT” olduğunu belirtmektedir. “MÜBAREK” kelimesi “İlahi hayrın bulunduğu” anlamına gelmektedir. Bediüzzaman da burada kullandığı bu “mübarek” sıfatıyla Hz. Mehdi'nin imanını, yerine getireceği vazifeleri övmektedir. Bediüzzaman verdiği tüm bu detaylı bilgilerle Müslümanlara Hz. Mehdi'nin ahlakını ve mücadelesini tanıtmakta, bu üstün ahlaklı şahsın hangi özellikleriyle tanınabileceğini anlatmaktadır.

151) RİSALE-İ NUR'U BİR PROGRAMI OLARAK NEŞR VE TATBİK EDECEK (YAZMA VE DAĞITMA YOLUYLA YAYACAK VE UYGULAYACAK):
Bediüzzaman eserlerinde, Hz. Mehdi'den önceki yüzyılın müceddidi olması sebebiyle kendisini “Hz. Mehdi’nin bir öncüsü”, “ona zemin hazırlayan bir askeri” olarak tanımlamıştır. Yine bir sözünde de, “kendisinin ektiği tohumların Hz. Mehdi tarafından geliştirileceğini ve bu mübarek şahıs vesilesiyle bu tohumların sümbülleneceğini” anlatarak, Hz. Mehdi'nin gelişinden önce yaptığı çalışmalarla ona “bir ön hazırlık” yaptığını anlatmaktadır. Bediüzzaman bu sözünde de Risale-i Nur Külliyatı’nın Hz. Mehdi’nin tebliğinde kullanacağı bir ön hazırlık olduğunu belirtmiştir. Bediüzzaman, ortaya çıktığında Hz. Mehdi’nin, Risaleleri hazır yazılmış olarak bulacağını ve imanı kurtarma vazifesinde Risaleler'den faydalanacağını belirtmiştir. Bediüzzaman bu sözleriyle kendisinin Hz. Mehdi olmadığını, Hz. Mehdi'nin “KENDİSİNDEN SONRAKİ DÖNEMDE GELECEK BİR ŞAHIS OLDUĞUNU” bir kez daha açıklığa kavuşturmuştur.

O152 ZATIN153 İKİNCİ VAZİFESİ, ŞERİATI
(Kuran ahlakının esaslarını ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetini) İCRA VE TATBİK ETMEKTİR (uygulamak ve yerine getirmektir).154
(Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9)
Bediüzzaman, bu sözünde de Hz. Mehdi'nin ikinci görevinin Kuran ahlakının esaslarının tam olarak yaşanmasına vesile olmak olduğunu açıklamaktadır:
152) O:
Bediüzzaman burada da “13. KEZ” Hz. Mehdi için, “BİR ŞAHIS ZAMİRİ” olan “O” kelimesini kullanmıştır. Bediüzzaman sözlerinde sık sık tekrarladığı bu kelime ile, ahir zamanda ortaya çıkacak olan Hz. Mehdi'nin “manevi bir önder” değil, bizzat müminlerin başına geçerek, onları hidayete yöneltecek “BİR ŞAHIS” olduğunu belirtmektedir.
Bediüzzaman ayrıca burada “onlar” gibi çoğul bir topluluğu ifade eden bir kelime de kullanmamış, Hz. Mehdi'nin “TEK BİR KİŞİ” olduğunu ifade eden “O” sözcüğüne yer vermiştir. Bediüzzaman bu açıklamalarıyla, Hz. Mehdi'nin bir şahsı manevi olmadığı konusundaki kesin kanaatlerini delilleriyle birlikte ortaya koymuştur.

153) ZATIN:
Bediüzzaman buradaki “ZAT” kelimesiyle, aynı cümle içerisinde Hz. Mehdi'nin “BİR ŞAHIS” olduğu konusuna açıklık getiren ikinci bir vurgulama daha yapmıştır. Bediüzzaman, Hz. Mehdi'den bahsettiği hemen her sözünde tekrarladığı bu kelimeyi, burada da “11. KEZ” kullanmıştır. Bediüzzaman bu kadar çok tekrarladığı bu sözüyle, Hz. Mehdi’nin kesinlikle “manevi bir varlık” olmadığını açıklamış ve Müslümanların bu kutlu “ŞAHIS” hakkında en doğru şekilde bilgilenmelerini sağlamıştır.

154) İKİNCİ VAZİFESİ, ŞERİATI (KURAN AHLAKININ ESASLARINI VE PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN SÜNNETİNİ) İCRA VE TATBİK ETMEKTİR (UYGULAMAK VE YERİNE GETİRMEKTİR):
“İCRA VE TATBİK ETMEK”, “uygulamak, yürürlüğe sokmak, yerine getirmek” demektir. Bediüzzaman da bu sözüyle Hz. Mehdi’nin, Kuran ahlakının gerekliliklerini ve esaslarını ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetini tüm insanlar arasında uygulamaya koyacağını ve hayata geçireceğini belirtmektedir. Bu da, Hz. Mehdi'nin İslam birliğini oluşturması ve tüm Müslümanların liderliğini üstlenmesiyle gerçekleştirilecektir. Bediüzzaman da bu gerçeği hatırlatarak, bu vazifeyi daha kimsenin yerine getirmemiş olduğuna ve gerçekleştiğinde de bunun, Hz. Mehdi'nin en önemli alametlerinden biri olacağına dikkat çekmiştir.

Birinci vazife, maddi kuvvetle değil,
belki kuvvetli itikad (güçlü ve samimi bir iman) ve ihlas (yalnızca Allah'ın hoşnutluğunu gözetme) ve sadakatle (kalpten bağlılıkla) olduğu halde,
BU İKİNCİ VAZİFE, GAYET BÜYÜK
MADDİ BİR KUVVET VE HAKİMİYET LAZIM Kİ, O İKİNCİ VAZİFE TATBİK EDİLEBİLSİN

(yerine getirilebilsin).155
(Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9)
Bediüzzaman, Hz. Mehdi’nin ikinci görevinin ancak “büyük bir maddi kuvvet ve hakimiyetle” gerçekleştirilebileceğini belirtmiştir:
155) BU İKİNCİ VAZİFE, GAYET BÜYÜK
MADDİ BİR KUVVET VE HAKİMİYET LAZIM Kİ,
O İKİNCİ VAZİFE TATBİK EDİLEBİLSİN
(YERİNE GETİRİLEBİLSİN):
Bediüzzaman, Hz. Mehdi’nin ikinci görevini ancak “BÜYÜK BİR MADDİ KUVVET VE HAKİMİYETLE” gerçekleştirilebileceğini vurgulamıştır. Bu güce sahip olacak tek kişi Hz. Mehdi’dir. Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin bu vazifesini dünya çapında gerçekleştireceğini hatırlatarak, onun sahip olacağı maddi kuvvet ve hâkimiyetin de çok büyük boyutlarda olacağına dikkat çekmiştir. Peygamberimiz (sav)'in döneminden bu yana böyle bir güç ve hakimiyet sağlanamamıştır. Bediüzzaman da yaşadığı süre içerisinde böyle bir güç ve hakimiyet sahibi olmamıştır. Tüm hayatını Kuran ahlakının tebliğine adamış, bu uğurda her türlü fedakarlığı göze almış ve çok büyük bir hizmet vermiştir. Ancak onun tebliği maddi bir kuvvet ve hakimiyet içerisinde değil, gayet zor maddi şartlarda ve benzersiz sıkıntılar içerisinde geçmiştir. Hem Bediüzzaman hem de talebeleri büyük iman hizmetlerini çok kısıtlı imkanlarla gerçekleştirmişlerdir. Tüm bu zorluklar içerisinde, Bediüzzaman şerefli mücadelesini sürdürmüş ve ihlasıyla, samimiyetiyle Müslümanlara önemli bir örnek teşkil etmiştir. Ancak bizzat kendisinin de belirttiği gibi, bu durum, Hz. Mehdi'nin elde edeceği “gayet büyük maddi kuvvet ve hakimiyet”in Bediüzzaman'ın hayatında söz konusu olmadığını açıkça ortaya koymuştur. Nitekim Bediüzzaman da, kendisine Mehdilik isnad eden kimselere Hz. Mehdi olmadığını bu delili de öne sürerek açıklamıştır.
O156 ZATIN157 üçüncü vazifesi,
HİLAFET-İ İSLAMİYE’Yİ (İslam halifeliğini) İTTİHAD-I İSLAM’A BİNA EDEREK
(İslam birliği üzerine kurarak),158
İSEVİ RUHANİLERİYLE (dindar Hıristiyanlarla ve Hıristiyan alimleriyle) İTTİFAK EDİP (iş birliği ve dayanışma içerisine girerek) DİN-İ İSLAM’A (İslam dinine) HİZMET ETMEKTİR.159 BU VAZİFE, PEK BÜYÜK BİR SALTANAT160 ve KUVVET161 ve MİLYONLAR FEDAKARLARLA (MİLYONLARIN FEDAKARANE KATILIMIYLA) TATBİK EDİLEBİLİR
(yerine getirilebilir).162
(Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9)
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin bir başka görevinin de İslam toplumunu birleştirmek ve Hıristiyan alemiyle ittifak etmek olduğunu bildirmiştir:
156) O:
Bediüzzaman, bu sözünde “14. KEZ” “O” zamirini kullanmış ve Hz. Mehdi'nin “BİR ŞAHIS” olduğunu bir kez daha tekrarlamıştır. Eğer Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin “manevi bir isim” ya da “birçok insandan oluşan bir topluluk” olduğunu düşünseydi, elbette ki tüm bu iddiaları reddedecek açıklıkta bir kelime kullanmaz, Hz. Mehdi'den “O ZAT” sözleriyle bahsetmezdi. Çok açıktır ki Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin “TEK BİR ŞAHIS” olduğunu belirtmiş ve aksi yöndeki tüm düşüncelerin geçersizliğini ortaya koymuştur.

157) ZATIN:
Bediüzzaman, “KİŞİ, KİMSE YA DA ŞAHIS” anlamına gelen “ZAT” kelimesini bu sözlerinde de “12. KEZ” tekrarlamış ve Hz. Mehdi’nin tüm dünya Müslümanlarının liderliğin üstlenecek “üstün vasıflı BİR İNSAN” olduğunu yeniden vurgulamıştır.

158) HİLAFET-İ İSLAMİYE'Yİ (İSLAM HALİFELİĞİNİ) İTTİHAD-I
İSLAM'A BİNA EDEREK (İSLAM BİRLİĞİNİN ÜZERİNE KURARAK):
Bediüzzaman Hz. Mehdi’nin üçüncü vazifesinin İslam toplumunu birleştirmek ve Hıristiyan alemiyle ittifak yapmak olduğunu belirtmiştir.
Hz. Mehdi'nin İslam birliğini kurup Hıristiyan önderlerle ittifak etmesi ve bu vesileyle İslam'a hizmet etmesi Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde ve öncesinde de gerçekleşmemiş olaylardır. Bediüzzaman da bu vazifenin Allah’ın izniyle Hz. Mehdi tarafından yerine getirileceğini belirterek, kendisinin Hz. Mehdi olmadığını bir kez daha delillendirmiştir.

159) İSEVİ RUHANİLERİYLE (DİNDAR HIRİSTİYANLARLA VE HIRİSTİYAN ALİMLERİYLE) İTTİFAK EDİP (İŞ BİRLİĞİ VE DAYANIŞMA İÇERİSİNE GİREREK) DİN-İ İSLAM’A (İSLAM DİNİNE) HİZMET ETMEKTİR:
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin İslam toplumunu birleştirip Hıristiyan önderleriyle, İslam ve Hıristiyanlığın ortak cephesi olan "materyalizm ve dinsizliğe" karşı ittifak edeceğini ve bu yolla İslam dinine hizmet edeceğini bildirmektedir. Bir Kuran ayetinde bildirildiği gibi, “... iman edenlere sevgi bakımından en yakın olarak da: "Hıristiyanlarız" diyenleri bulursun. Bu, onlardan (birtakım) papaz ve rahiplerin olması ve onların gerçekte büyüklük taslamamaları nedeniyledir.” (Maide Suresi, 82) samimi Müslümanlar ve samimi Hıristiyanlar birbirlerinin doğal müttefikidirler. Dinsizliğe karşı ortak bir fikri mücadele yürütmeleri ve yardımlaşmaları gerekir. Ahir zamanda bu
dayanışmanın en güzel örneği Hz. İsa ve Hz. Mehdi vesilesiyle yaşanacaktır. Bediüzzaman da bu sözleriyle Hz. Mehdi’nin bu önemli alametine dikkat çekmektedir. Bediüzzaman, kendisi hayatta iken henüz gerçekleşmemiş olan bu gelişmeleri hatırlatarak, Hz. Mehdi'nin kendisinden sonraki bir tarihte gelecek bir şahıs olduğunu müjdelemektedir.

160) BU VAZİFE PEK BÜYÜK BİR SALTANAT: ve
161) KUVVET:
Bediüzzaman, İslam birliği ile Müslüman ve Hıristiyan dünyasının hak din adına ittifak etmesi gibi büyük bir olayın ancak üç şartın oluşmasıyla gerçekleşebileceğine dikkat çekmiştir. Bediüzzaman “PEK BÜYÜK BİR SALTANAT VE KUVVET” sözleriyle bu şartlardan ikisini açıklamaktadır. “Saltanat” kavramı, güç ve yetki ifade eden bir kelimedir. “KUVVET” kavramı ise “istediği şeyi icra edebilme gücü yani yetki”yi tanımlamaktadır. Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin İslam birliğini oluşturup bu birliğin liderliğini üstleneceğini ve “pek büyük bir kuvvet ve yetkiye sahip olacağını” bildirmiştir. Bediüzzaman'ın “PEK BÜYÜK” sözleri, Hz. Mehdi'nin sahip olacağı bu kuvvetin ve saltanatın çapının büyüklüğünü ifade etmektedir. Böyle büyük bir kuvvetin Bediüzzaman ve ondan önceki müceddidlerin zamanında gerçekleşmediği bilinen bir gerçektir. Bediüzzaman da Hz. Mehdi'nin bu önemli alametini vurgulayarak, bu mübarek zatın kendi yaşadığı dönemde henüz gelmediğini, ortaya çıktığında ise bu özellikleriyle tanınacağını hatırlatmıştır.

162) MİLYONLAR FEDAKARLARLA (MİLYONLARIN FEDAKARANE KATILIMIYLA) TATBİK EDİLEBİLİR (YERİNE GETİRİLEBİLİR):
Bediüzzaman “MİLYONLAR FEDAKARLARLA TATBİK EDİLEBİLİR” sözleriyle, Hz. Mehdi'nin üçüncü vazifesini yerine getirebilmesi için gerekli olan üçüncü şartın “MİLYONLARCA FEDAKARLAR” olduğunu belirtmiştir. Bediüzzaman bu sözleriyle Hz.
Mehdi'ye tabi olan, onu destekleyen milyonlarca kişi olacağını bildirmiştir. Böyle geniş çaplı bir destek Bediüzzaman'ın iman hizmetinde söz konusu olmamıştır. Dahası, Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin bu görevini yerine getirebilmesi için sadece “milyonları aşan fedakarane bir destek” değil, aynı zamanda “büyük bir kuvvet, kudret ve hakimiyet”in de bununla birarada oluşması gerektiğini belirtmiştir. Bu gerçeği hatırlatarak da, Hz. Mehdi'nin kendi yaşadığı devirde gelmemiş olduğunu ortaya koymuştur.

Birinci vazife, o iki vazifeden üç-dört derece daha ziyade kıymetdardır (değerlidir), fakat O İKİNCİ, ÜÇÜNCÜ VAZİFELER PEK PARLAK VE ÇOK GENİŞ BİR DAİREDE (alanda) VE ŞA’ŞALI (gösterişli) BİR TARZDA OLDUĞUNDAN163
UMUMUN VE AVAMIN NAZARINDA (genelin ve halkın gözünde) DAHA EHEMMİYETLİ (önemli) GÖRÜNÜYORLAR.164
(Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9)
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin ikinci ve üçüncü görevlerinin, birincisine kıyasla çok daha geniş bir alanda etki oluşturacak büyük icraatlar olduğunu açıklamıştır.
163) O İKİNCİ, ÜÇÜNCÜ VAZİFELER
PEK PARLAK VE ÇOK GENİŞ BİR DAİREDE (ALANDA) VE ŞA'ŞALI (GÖSTERİŞLİ)
BİR TARZDA OLDUĞUNDAN:
Bediüzzaman bu sözleriyle Hz. Mehdi'nin ikinci ve üçüncü görevlerinin çok geniş kitleleri ve coğrafyaları kapsayan gösterişli, görkemli ve geniş yankılar uyandıran icraatlar olduğunu belirtmektedir. Nitekim, İslam Birliğini kurmak, tüm Müslümanların liderliğini üstlenmek, Hıristiyanlarla ittifak ve dayanışma içine girmek ve sonucunda İslam ahlakını yeryüzüne hakim kılmak, dünya tarihinin belki de en büyük ve en görkemli olaylarından olacaktır.
Bediüzzaman'ın sözünü ettiği bu vazifeler Bediüzzaman'ın yaşadığı devirde ve İslam tarihinin hiçbir döneminde, Hz. Mehdi döneminde olacağı gibi yaşanmamıştır. Bediüzzaman'ın ihtişamlı faaliyetlerini bu derece detaylı tarif ettiği kişi, kendisinden sonra geleceğini ve bu üç vazifeyi en gösterişli biçimde yerine getireceğini ifade ettiği Hz. Mehdi'dir.

164) UMUMUN VE AVAMIN NAZARINDA (GENELİN VE HALKIN GÖZÜNDE) DAHA EHEMMİYETLİ (ÖNEMLİ) GÖRÜNÜYORLAR:
Bediüzzaman bu ifadeleriyle Hz. Mehdi'nin faaliyetlerinin, toplumun genelinin gözleri önünde, apaçık bir şekilde gerçekleşeceğini ve insanlarda takdir ve hayranlık uyandıracağını belirtmektedir. Bediüzzaman'ın da bildirdiği gibi, ahir zamanın son dönemindeki bu olaylar; Hz. Mehdi'nin iktidar ve hâkimiyeti çok açık delillerle ve tüm dünyanın şahit olacağı bir şekilde yaşanacaktır. Deccal'in fitnesi ortadan kalkacak, yeryüzünü huzur barış ve adalet dolduracaktır. Böylesine tüm dünyanın gözleri önünde seyreden büyük gelişmeler ve değişimler önceki müceddidlerin zamanında yaşanmamıştır. Bediüzzaman da bu önemli konuyu vurgulayarak, tüm bunların yakın bir gelecekte Hz. Mehdi döneminde gerçekleşeceğini müjdelemiştir.

TA AHİR ZAMANDA165 ,
HAYATIN GENİŞ DAİRESİNDE (dünya çapında)166 ASIL SAHİPLERİ, YANİ MEHDİ VE ŞAKİRTLERİ (talebeleri)167 CENAB-I HAKK’IN İZNİYLE GELİR168 , O DAİREYİ GENİŞLETİR169 ve O TOHUMLAR SÜMBÜLLENİR.170 BİZLER DE KABRİMİZDE SEYREDİP ALLAH’A ŞÜKREDERİZ.171
(Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 138)
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin ahir zamanda ortaya çıkacağını haber vermektedir. Bediüzzaman, Hz. Mehdi ve talebelerini Risale-i Nur'un asıl sahipleri olarak nitelendirmekte, Risale-i Nur'un başlattığı hizmeti bu mübarek şahsın tamamlayacağını müjdelemektedir:
165) TA AHİR ZAMANDA:
Bediüzzaman burada kullandığı “TA AHİR ZAMANDA” sözleriyle Hz. Mehdi'nin geleceği zamanı belirtmektedir. Bediüzzaman bu ifadesiyle öncelikle Hz. Mehdi'nin kendisinden “İLERİKİ BİR TARİHTE” geleceğini dile getirmektedir. Bediüzzaman'ın burada kullandığı “TA” kelimesi ise bu konuya açıklık getiren önemli bir ifadedir. “TA” kelimesi uzaklık ifade eden bir kelimedir. Bediüzzaman bu ekle, ahir zamanın kendi yaşadığı dönemin çok daha ilerisinde, daha uzakta bir zaman olduğunu ifade etmektedir. Bediüzzaman Risale-i Nur'un dar dairede yani sınırlı bir kesim içerisinde başlattığı hizmetleri daha ileriki bir tarihte gelecek olan Hz. Mehdi ve talebelerinin devam ettireceklerini ve bunu dünya çapında bir hizmete dönüştüreceklerini bildirmiştir. Bediüzzaman bu sözleriyle kendisinin Hz. Mehdi olmadığını, Hz. Mehdi'nin kendisinden sonraki bir dönemde geleceğini açık bir şekilde ifade etmiştir.

166) HAYATIN GENİŞ DAİRESİNDE (DÜNYA ÇAPINDA):
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin yerine getireceği üç görevden bahsettiği kimi sözlerinde “dar ve geniş daire" (dar ve geniş alemler) kavramlarını
kullanmıştır. Bediüzzaman Risale-i Nur’un etkisinin ve bu yolla yapılan iman hizmetinin dar dairede yani sınırlı bir bölgede yapılan bir faaliyet olduğunu ifade etmiştir. Hz. Mehdi'nin yapacağı faaliyetlerin ise “HAYATIN GENİŞ DAİRESİNDE” yani “DÜNYA ÇAPINDA” gerçekleştirileceğini belirtmiştir. Hz. Mehdi, Allah’ın izniyle Kuran ahlakını tüm dünyaya hakim kılacak, halihazırda dünyanın pek çok yerinde dağınık halde bulunan Müslümanlar arasında İslam birliğini sağlayacak ve tüm Müslümanların liderliğini üstlenecektir. Tüm bunlar Hz. Mehdi'nin “HAYATIN GENİŞ DAİRESİNDE” yerine getireceği görevlerin delillerini oluşturacak ve Hz. Mehdi'nin tanınmasını sağlayan alametler olacaktır. Bediüzzaman da sözlerinin pek çoğunda bu konuyu göndeme getirerek, bunu, kendisinin Hz. Mehdi olmadığına dair bir delil olarak göstermiş, Hz. Mehdi'nin yapacağı faaliyetlerin etkisinin büyüklüğünü hatırlatmıştır.

167) ASIL SAHİPLERİ, YANİ HZ. MEHDİ VE ŞAKİRTLERİ (TALEBELERİ):
Bediüzzaman Said Nursi burada ahir zamanda gelecek ve Kuran ahlakını tüm dünyada hakim kılacak olan Hz. Mehdi’den, Bediüzzaman’ın attığı tohumların “ASIL SAHİPLERİ” olarak bahsetmektedir. Bu açıklamalarına göre, Bediüzzaman Kuran ahlakının dünya hakimiyetinin tohumlarını atan bir müceddid, Hz. Mehdi ise bu hakimiyetin asıl sahibi olacaktır. Hz. İsa ile birlikte İslam ahlakını dünya çapında hakim kılacak olan ahir zaman topluluğunun lideri Allah’ın izniyle Hz. Mehdi olacaktır. Dolayısıyla Bediüzzaman Hz. Mehdi ve onun talebeleri için burada kullandığı “ASIL SAHİPLERİ” ifadesiyle Hz. Mehdi'nin ve talebelerinin dünya çapında yerine getireceği görevlerin
asıl sahibinin kendisi olmadığını açıklamış ve böylece kendisinin Hz. Mehdi olmadığını da ifade etmiştir.
Bediüzzaman'ın bu sözlerinde vurguladığı bir başka önemli nokta ise, Hz. Mehdi ve onun şahsı manevisini oluşturan talebelerinin iki ayrı kavram olduğudur. Bediüzzaman “Hz. Mehdi VE şakirtleri” derken burada kullandığı “VE” kelimesiyle bu duruma açıklık getirmektedir. Bu ikisi birbirinden ayrıdır ve ancak ikisinin biraraya gelmesinden Hz. Mehdi’nin şahsı manevisi oluşmaktadır. Ama bu şahsı manevinin oluşabilmesi için başta mutlaka Hz. Mehdi bir şahıs olarak bulunacaktır. Bediüzzaman da burada “HZ. MEHDİ VE ŞAKİRTLERİ” sözleriyle bu gerçeği dile getirmekte ve Hz. Mehdi'nin manevi bir şahıs olarak değil, talebelerinin başında ayrı bir şahsiyet olarak var olacağını ifade etmektedir.

168) CENAB-I HAKK’IN İZNİYLE GELİR:
Bediüzzaman bu sözünde “Cenab-ı Hakk’ın izniyle GELİR” diyerek öncelikle Hz. Mehdi'nin ahir zamanda gelecek bir şahıs olduğunu bir kez daha hatırlatmıştır. Çünkü bilindiği gibi “GELME” fiili manevi bir şahsın gerçekleştirebileceği bir olay değildir. “GELME” fiili burada açıkça bir insanın gelişini müjdelemek için kullanılmış bir fiildir. Eğer Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin bir şahsı manevi olduğunu belirtmek isteseydi, kuşkusuz ki böyle bir kelime kullanmaz, Hz. Mehdi'nin gelişinden bahsetmezdi.
Bunun yanı sıra Bediüzzaman burada kullandığı “GELİR” sözüyle, Hz. Mehdi’nin o dönemde henüz gelmediğini belirtmekte ve ileride geleceğini ifade etmektedir. Dikkat edilirse Bediüzzaman "geldi" veya "gelmiş" dememektedir, “İLERİDE GELECEĞİNİ” ifade etmek için
"Ta ahir zamanda gelir" diyerek, Hz. Mehdi'nin kendisinden ilerideki bir vakitteki gelişinin zamanını da belirtmiştir.

169) O DAİREYİ GENİŞLETİR:
Bediüzzaman, kendi döneminde imanı kurtarma yolunda mücadele vermiş ve ahir zaman cemaatine öncülük etmiştir. Bediüzzaman “O DAİREYİ GENİŞLETİR” sözüyle, kendisinin “dar dairede” yani “sınırlı bir çevrede” başlattığı iman kurtarma mücadelesinin Hz. Mehdi zamanında genişleyeceğini ve “DÜNYA ÇAPINDA” neticeleneceğini belirtmiştir. Bediüzzaman bu açıklamasıyla bir kez daha kendisinin Hz. Mehdi olmadığını, Hz. Mehdi'nin özelliklerini ve yerine getireceği görevlerin benzersizliğini hatırlatarak ifade etmiştir.

170) O TOHUMLAR SÜMBÜLLENİR:
Bediüzzaman, Hz. Mehdi’den önce gelmiş, insanların Allah’ın dininden uzaklaştığı bir ortamda Kuran ahlakı ve iman hakikatleri üzerinde durarak çok büyük bir imani hareket başlatmıştır. “O TOHUMLAR SÜMBÜLLENİR” sözleriyle bu büyük fikri mücadelesini tohum ekmeye benzetmektedir. Sonradan Hz. Mehdi zamanında bu iman tohumlarının sümbülleneceğini, yani Hz. Mehdi’nin Bediüzzamanın başlattığı bu imani çalışmaları genişleteceğini ve sonuca ulaştıracağını ifade etmektedir. Bediüzzaman bu örneklendirmesiyle kendisinin Hz. Mehdi'den önceki bir dönemde yaşadığını, Hz. Mehdi'nin gelişinin ise kendisinden sonraki bir dönemde gerçekleşeceğini açıkça ifade etmektedir.

171) BİZLER DE KABRİMİZDEN SEYREDİP ALLAH’A ŞÜKREDERİZ:
Bediüzzaman, “BİZLER DE KABRİMİZDEN SEYREDİP” sözleriyle, ektiği iman tohumlarının sümbülleneceği yani Hz. Mehdi'nin Kuran ahlakını tüm dünyaya hakim kılacağı dönemde, kendisinin vefat etmiş olacağını belirtmiştir. Bediüzzaman bu sözüyle bir kez daha kendisinin Hz. Mehdi olmadığını, onun gelip görevine başladığı dönemde kendisinin hayatta olmayacağını hatırlatarak ifade etmiştir.

Hem bu ÜÇ VEZAİF (görevin)
BİRDEN172 BİR ŞAHISTA YAHUT CEMAATTE BU ZAMANDA BULUNMASI VE MÜKEMMEL OLMASI VE BİRBİRİNİ CERHETMEMESİ (birbirine engel olmaması, zarar vermemesi) PEK UZAK, ADETA KABİL (mümkün) GÖRÜLMÜYOR.173 Ahir zamanda,

AL-İ BEYT-İ NEBEVİ'NİN (A.S.M.) CEMAAT-İ NURANİYESİNİ (Peygamberimiz (sav)'in soyunun nurani cemaatini) TEMSİL EDEN174 HAZRET-İ MEHDİ'DE VE CEMAATİNDEKİ ŞAHS-I MANEVİDE175
ANCAK İÇTİMA EDEBİLİR
(biraraya
gelebilir, toplanabilir)176
(Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 156)
Bediüzzaman bu sözünde, Hz. Mehdi'nin üç görevi olduğunu belirtmekte, bu üç görevin birarada yerine getirilmesinin Hz. Mehdi'nin en önemli alametlerinden biri olduğuna dikkat çekmektedir. Bediüzzaman kendi yaşadığı dönemde bu üç görevin birden yerine getirilemediğini, bunu ancak Hz. Mehdi'nin gerçekleştirebileceğini söylemektedir:
172) ÜÇ VEZAİF (GÖREVİN) BİRDEN:
Bediüzzaman eserlerinin pek çok yerinde Hz. Mehdi'nin yerine getireceği üç görev olduğundan bahsetmiştir. Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin en önemli alametlerinden birinin bu üç görevi birden yerine getirmesi olduğunu belirtmektedir. Bu görevlerin birincisi materyalist, Darwinist ve ateist felsefelerle fikri mücadele yapılması ve bu akımların fikren tam olarak susturulmasıdır. İkincisi İslam dünyasının liderliğini üstlenerek İslam birliğinin sağlanması, üçüncüsü ise Kuran ahlakının ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetinin yeniden canlandırılmasıyla tüm yeryüzüne hakim kılınmasıdır. Ahir zamanda gelecek olan Hz. Mehdi, bu görevlerin üçünü birden yerine getirecektir. Bu alamet, onun tanınmasını sağlayacak ve onun en önemli özelliklerinden olacaktır.
Bediüzzaman eserlerinde Hz. Mehdi’nin aynı anda, “SİYASET MEHDİSİ, SALTANAT MEHDİSİ VE DİYANET MEHDİSİ” olarak üç özelliğe birden sahip olacağını ve bu üç alanda birden Mehdilik yapacağını söylemiştir. Bediüzzaman, Kuran ahlakını dünya üzerinde hakim kılmak amacıyla önceki asırlarda da bazı Müslüman şahısların geldiğini, ancak bunların hiçbirinin, ahir zamanda Hz. Mehdi’nin yapacağı üç önemli görevi bu şekilde birarada yerine getirmediklerini ifade etmiştir. Bu nedenle de ahir zamanın “BÜYÜK MEHDİSİ” ünvanını alamadıklarını belirtmiştir.
Bediüzzaman bu anlamda, Risale-i Nur’un da Hz. Mehdi'nin üç görevinden birincisi olan “imanı kurtarmak” görevini yerine getirdiğini söylemiştir. Ancak bu hizmetin dar dairede sınırlı kaldığını, Hz. Mehdi'nin geniş dairedeki görevlerini ise ancak Büyük Mehdi'nin gerçekleştireceğini açıklamıştır. Hz. Mehdi ortaya çıktığı zaman, hadislerde de belirtildiği gibi, Mehdiliğini iddia etmeyecek ya da bunun propagandasını yapmayacaktır. Hz. Mehdi'nin burada sayılan büyük icraatları, bu kutlu şahsın ortaya çıktığının en büyük ispatı ve delili olacaktır.
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin “ÜÇ VEZAİF (GÖREVİN) BİRDEN” yerine getireceğini hatırlattığı bu sözüyle bu konunun önemini bir kez daha hatırlatmaktadır. Kendisi de dahil olmak üzere, önceki müceddidlerin hiçbirinin bunların üçünü birarada gerçekleştirmediğini belirterek Hz. Mehdi'nin o dönemde henüz gelmemiş olduğunu ifade etmektedir.

173) HEM BU ÜÇ VEZAİF (GÖREVİN)
BİRDEN BİR ŞAHISDA, YAHUT CEMAATTE
BU ZAMANDA BULUNMASI VE MÜKEMMEL OLMASI VE BİRBİRİNİ CERHETMEMESİ (BİRBİRİNE ENGEL OLMAMASI) PEK UZAK, ADETA KABİL (MÜMKÜN) GÖRÜLMÜYOR:
Bediüzzaman “BU ZAMANDA” sözleriyle kendi yaşadığı dönemden bahsetmektedir. Ve kendi zamanında, Hz. Mehdi'nin yerine getireceği üç görevi birden mükemmel bir biçimde, hakkıyla ve biri diğerine mani olmadan, zarar vermeden, eksiksiz ve kusursuz olarak başarabilecek bir şahıs ya da cemaat bulunmadığını belirtmektedir. Bediüzzaman bu kanaatinin ne kadar güçlü olduğunu “PEK UZAK” ve “ADETA KABİL (MÜMKÜN) GÖRÜNMÜYOR” sözleriyle açıkça belirtmiştir. Bu da,
Hz. Mehdi'nin Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde ortaya çıkmadığını gösteren bir başka önemli delildir. Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde, üç görevin birden yerine getirilmesine imkan olmamıştır. Bediüzzaman ancak kendisinden bir asır sonra gelecek Büyük Mehdi'nin bu görevlerin hepsini yerine getireceğini bildirmektedir.

174) AL-İ BEYT-İ NEBEVİNİN CEMAAT-İ NURANİYESİNİ (PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN SOYUNUN NURANİ CEMAATİNİ) TEMSİL EDEN:
Bediüzzaman, eserlerinde birçok kez Hz. Mehdi'nin hadislerde bildirildiği üzere “seyyid” yani “Peygamberimiz (sav)'in soyundan gelen bir kimse” olacağını, “kendisinin ise seyyid olmadığını” belirtmiştir. Bediüzzaman bu sözünde de bu konuya bir kez daha açıklık getirmekte, “AL-İ BEYT’İ NEBEVİNİN CEMAAT-İ NURANİYESİNİ TEMSİL EDEN” sözleriyle Hz. Mehdi'nin Peygamberimiz (sav)'in mübarek soyundan olacağına dikkat çekmektedir. Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin bu önemli alametlerinden birini hatırlatarak kendisinin Hz. Mehdi olmadığını ifade etmektedir.

175) HZ. MEHDİ VE CEMAATİNDEKİ
ŞAHS-I MANEVİDE:
Bediüzzaman burada çok önemli bir gerçeği açıklamaktadır. Bu söz, Hz. Mehdi'nin manevi bir kişi değil, bir şahıs olacağını göstermektedir. Zira Bediüzzaman, “Hz. Mehdi VE cemaatindeki şahsı manevide” söyleriyle Hz. Mehdi'nin şahsından ve onun şahsı manevisini oluşturan
cemaatinden ayrı kavramlar olarak bahsetmektedir. Aradaki “VE” kelimesi, "Hz. Mehdi'nin ve cemaatinin iki farklı varlık olduğunu” ifade etmektedir. Hz. Mehdi'nin kutlu şahsıyla birlikte, bir de onun şahsı manevisini oluşturan bir cemaati olacaktır. Hz. Mehdi'nin şahsı olmadan, böyle bir şahsı maneviden söz etmek mümkün değildir. Bediüzzaman da bu gerçeği ifade etmekte ve Hz. Mehdi'nin bir şahıs olacağını müjdelemektedir.

176) ANCAK İÇTİMA EDEBİLİR
(BİRARAYA GELEBİLİR, TOPLANABİLİR):
Bediüzzaman'ın açıkladığı üç büyük görev ancak ahir zamanda gelecek Hz. Mehdi'nin yerine getirebileceği görevlerdir. Bediüzzaman, burada kullandığı "ANCAK" kelimesiyle bir başkasının bu görevleri başarmasının Allah’ın dilemesiyle “İMKANSIZ” olduğunu belirtmiştir. Çünkü Allah bu vazifeleri yalnızca Hz. Mehdi'nin yerine getirebilmesini takdir etmiştir. Hz. Mehdi de kaderinde böyle takdir edildiği için bu görevleri Allah'ın izniyle başarıyla yerine getirecektir. İslam tarihinde henüz bunu başaran bir kimse ya da topluluk görülmediği gibi, Bediüzzaman kendi yaşadığı devirde de bu durumun gerçekleşmediğini vurgulamaktadır.

Çok zaman evvel bir ehl-i velayetten
(veli şahıstan) işittim ki; o zat, eski velilerin gaybi işaretlerinden istihrac etmiş (manasını ortaya çıkarmış) ve kanaati gelmiş ki: ‘Şark tarafından bir nur zuhur edecek (ortaya çıkacak), bidatlar zulümatını (dine sonradan girmiş hurafeleri) dağıtacak BEN BÖYLE BİR NURUN ZUHURUNA (ortaya çıkışını) ÇOK İNTİZAR ETTİM (gözledim) VE EDİYORUM.177 FAKAT ÇİÇEKLER BAHARDA GELİR.178 ÖYLE İSE O KUDSİ ÇİÇEKLERE ZEMİN HAZIR ETMEK LAZIM GELİR.179 VE ANLADIK Kİ, BU HİZMETİMİZLE O NURANİ ZATLARA (nurlu şahıslara) ZEMİN İZHAR EDİYORUZ (hazırlıyoruz).180
(Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 189)
Bediüzzaman, Hz. Mehdi ve yardımcılarını “baharda gelecek kudsi çiçekler” olarak nitelendirmiş, kendisinin ise, “yaptığı hizmetlerle bu mübarek şahsa zemin hazırlayan bir öncü” olduğunu belirtmiştir:
177) BEN BÖYLE BİR NURUN ZUHURUNA (ORTAYA ÇIKIŞINI) ÇOK İNTİZAR ETTİM (GÖZLEDİM) VE EDİYORUM:
Bediüzzaman, “BİR NUR” olarak ifade ettiği ahir zamanda gelecek olan Hz. Mehdi'nin ortaya çıkışını çok gözlediğini ve hala da gözlemekte olduğunu ifade etmektedir. Bediüzzaman bu sözleriyle çok açık bir şekilde kendisinin Hz. Mehdi olmadığını ve kendisinin de bu mübarek şahsın çıkışını büyük bir heyecanla gözlediğini belirtmektedir. Yalnız Bediüzzaman değil, sahabeler döneminden itibaren milyonlarca samimi Müslüman, İslam alimleri, mezhep imamları, müçtehidler Hz. Mehdi ve beraberindeki müminlere karşı derin bir sevgi beslemişlerdir. 1400 yıldır bu mübarek zatı sevgi ve saygıyla anmışlardır. Ona ve cemaatine dua etmişler, onlar için Allah’tan yardım dilemişlerdir. Hz. Mehdi ve cemaati gelmiş geçmiş tüm Müslümanların ortak dostudur. Tüm inananlar için şevk ve heyecan vesilesidir. Bediüzzaman da sözlerinde bu bakış açısını dile getirmekte, kendisinin de büyük bir heyecan ve sevgiyle Hz. Mehdi'nin gelişini beklediğini ifade etmektedir. Bediüzzaman, burada kullandığı “ÇOK İNTİZAR ETTİM VE EDİYORUM” yani “ÇOK GÖZLEDİM VE GÖZLÜYORUM” sözleriyle bu durumu dile getirmiş, ancak hayatta olduğu süre içerisinde bu kutlu şahsın çıkışının gerçekleşmediğini bildirmiştir.

178) FAKAT ÇİÇEKLER BAHARDA GELİR:
Bediüzzaman ahir zamanda gelecek Hz. Mehdi ve cemaatine karşı içten ve derin bir sevgi sahibidir. Hz. Mehdi ve yanındakilerin güzel ahlakını ve mücadelelerini “ÇİÇEKLER”e benzetmekte ve onların baharda, yeryüzünün tüm güzelliklerinin ortaya çıktığı dönemde geleceklerini anlatmaktadır. Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin geleceği dönemi karanlık kara bir kışın ardından gelen aydınlık, güneşli, güzelliklerle dolu bir bahara benzetmektedir. Bediüzzaman'ın çiçek benzetmesi bu dönemde yaşanacak huzur, barış adalet ve güzellikleri anlatmak için yapılmış çok güzel bir örneklendirmedir. Bediüzzaman bu bahar döneminin çok yakın olduğunu bildirmektedir. Bir başka açıklamasında ise kendisinin "acele edip kışta geldiğini" belirtmiş; nasıl kışın hemen ardından bahar geliyorsa, ahir zamanda gelecek mübarek şahıs ve cemaatinin de, kendisinden hemen sonra baharı getireceğini müjdelemiştir. Bediüzzaman bu sözleriyle çok açık bir şekilde kendisinin Hz. Mehdi olmadığını, ancak bu mübarek zata ortam hazırlayan bir öncüsü olduğunu ifade etmiştir.

179) ÖYLE İSE O KUDSİ ÇİÇEKLERE
ZEMİN HAZIR ETMEK LAZIM GELİR:
Bediüzzaman bir kez daha “KUDSİ ÇİÇEKLER” sözleriyle bahsettiği Hz. Mehdi ve talebelerine karşı olan sevgisini dile getirmiş, Hz. Mehdi'nin gelişini çok gözlediğini ve halen de gözlemeye devam ettiğini belirtmiştir. Bu durumda gelecek olan şahıslara, yani Hz. Mehdi ve cemaatine zemin hazırlamak gerektiğini söyleyen Bediüzzaman, kendisinin ve cemaatinin bu görevi üstlendiğini ifade etmiştir. Onlardan önce gelip onlar için ön bir hizmet ve hazırlık yaptığını söyleyerek, Hz.
Mehdi'nin kendisinden sonra gelecek bir şahıs olduğunu bir kez daha dile getirmiştir.

180) VE ANLADIK Kİ BU HİZMETİMİZLE
O NURANİ ZATLARA (NURLU ŞAHISLARA)
ZEMİN İZHAR EDİYORUZ (HAZIRLIYORUZ):
Bediüzzaman "ANLADIK Kİ" sözleriyle, kendisinin Hz. Mehdi olmadığı, ancak yaptığı hizmetlerle bu mübarek kişiye zemin hazırlamakta olduğu konusundaki kanaatini dile getirmektedir. “ANLADIK Kİ” ifadesi, Bediüzzaman'ın kalbine gelen gerçeği ve Bediüzzaman'ın bu gerçeğe net ve samimi olarak inandığını göstermektedir. Bediüzzaman bu kelimeyle, tevazu gereği böyle bir söz söylemediğini, delilleriyle açıkça ortada olan bu konuda kesin kanaatini ifade ettiğini ortaya koymaktadır.
Bediüzzaman bu sözünde "HİZMETİMİZLE" diyerek çoğul bir ifade kullanmıştır. Demek ki Bediüzzaman bu hizmette tek başına değildir; kendisine yardımcı olan Nur cemaati de vardır. Bediüzzaman "hizmetimizle" derken tüm Nur talebelerini de bu hizmete dahil etmektedir.
Ayrıca Bediüzzaman burada “O NURANİ ZATLARA” sözleriyle, Hz. Mehdi ve talebelerinin “BİRER ŞAHIS” olduklarını yeniden vurgulamaktadır. Bu, Bediüzzaman’ın Hz. Mehdi'den bahsederken “15. KEZ” kullandığı “O” zamiridir. “ZAT” kelimesini ise Bediüzzaman kitabın başından bu yana Hz. Mehdi için “13. KEZ” kullanmıştır. Bediüzzaman'ın her iki kelimeyi de bu kadar çok tekrarlamış olması, Hz. Mehdi'nin “BİR ŞAHIS” olduğu konusunda çok kesin deliller oluşturmakta ve manevi bir kişilik olmadığını açıkça ortaya koymaktadır.
SONUÇ
Yazının başından bu yana açıklanan tüm deliller, 13. yüzyılın büyük müceddidi Bediüzzaman Said Nursi’nin, Hz. İsa'nın yeniden yeryüzüne gelişi ve Hz. Mehdi'nin ortaya çıkışı konusundaki kesin kanaatlerini ortaya koymaktadır.
Bediüzzaman'ın Hz. İsa (a.s.) ve Hz. Mehdi (a.s.) ilgili tüm bu açıklamaları çok açık ve detaylıdır. Bediüzzaman bu açıklamalarında Hz. İsa'nın yeryüzüne geldiğinde gerçekleştireceği faaliyetlerden, Deccal ile olan mücadelesinden pek çok detay vererek bahsetmiştir. Aynı şekilde Hz. Mehdi'nin özelliklerini de ayrıntılı olarak tarif etmiş; kendisi de dahil olmak üzere, daha önce yaşamış olan hiçbir müceddidin yerine getiremediği ve ancak Hz. Mehdi'nin gerçekleştireceği birtakım faaliyetler olduğunu belirtmiştir. Bediüzzaman'ın açıklamalarında Hz. Mehdi ile ilgili olarak vermiş olduğu tüm bu bilgiler Kuran ayetleriyle, hadislerle ve İslam alimlerinin açıklamalarıyla da mutabıktır.
Bediüzzaman bu izahlarıyla, kendisine Mehdilik iddiasıyla yaklaşan kimselere “Mehdi olmadığını ve neden olamayacağını” yaptığı sayfalar dolusu izahlarla açıklamıştır. “Hz. Mehdi'nin seyyid olduğunu, tüm dünyaya hakim olacağını, İslam birliğini sağlayacağını, Hıristiyan dünyasıyla ittifak yapacağını, Hz. İsa'yla birlikte namaz kılacaklarını, Deccal'i yenilgiye uğratacağını ve Kuran ahlakını tüm dünyada yerleşik kılacağını” ayrıntılı olarak anlatmıştır. Bediüzzaman seyyid değildir ve kitap boyunca da açıklandığı gibi, bu konuyu eserlerinde pek çok kez dile getirmiştir. Hatta Peygamberimiz (sav)'in hadisleri doğrultusunda, seyyid olan kişinin seyyidliğini gizlemesinin İslam ahlakına uygun olmayacağını açıklayarak, bu sözünün doğruluğunu bir kez daha ve delil göstererek ifade etmiştir. Bunun yanı sıra Bediüzzaman yaşadığı dönemde “tüm Müslümanları tek bir çatı altında toplayarak İslam birliğini oluşturmamış; tüm inananların başkumandanı ve halifesi (lideri) vasfını taşımamıştır”. “Tüm dünyaya adalet ve hakkaniyet getirmemiş”, “İslam ahlakını tüm yeryüzüne hakim kılmamıştır”. Hakim” vasfına sahip olmamış”, “tüm İslam alimlerinin, Peygamberimiz (sav)'in soyundan gelen seyyidlerin ve tüm Müslümanların desteğini almamıştır.” Hayatını Kuran ahlakının tebliğine adamış, bu uğurda her türlü fedakarlığı göze almış ve çok büyük bir iman hizmeti vermiştir. Yaşadığı yüzyılın müceddidi olarak üstlendiği görevi en güzel ve en şerefli bir şekilde yerine getirmiştir. Ancak onun tebliği kuvvet ve hakimiyet içerisinde değil, maddi ve manevi açıdan gayet zor şartlarda ve benzersiz sıkıntılar içerisinde geçmiştir. Hakim konumunda olmamış; aksine baskı altına alınmış, ömrünü esaret, maddi sıkıntılar ve zorluklar altında geçirmiştir. Sayıldığı gibi geniş bir kesimin desteğini almamış; aksine çeşitli haksızlıklara uğramış, eziyetlere tabi tutulmuş, yaşamının büyük bölümünü hapis ve sürgün gibi şartlar altında sürdürmüştür. Yukarıda sayılan imkanların ve yerine getirilecek olan sorumlulukların ise, kendisinden sonraki yüzyılın müceddidi olarak Hz. Mehdi’ye nasip olacağını bildirmiştir.
Tüm bunların yanı sıra Bediüzzaman “En büyük müceddid”, “en büyük müçtehid” de olmamış, “hüküm vermeye en yetkili kişi olarak mezhepleri kaldırmamış ve kendi mezhebinin sahibi olmamıştır”. Bediüzzaman İmam Şafi’yi mezhep imamı olarak kabul ederek, bir başka mezhep kurucusuna tabi olmuş ve hayatının sonuna kadar bu mezhebin gereğini uygulamıştır. Bediüzzaman eserlerinde bu durumu pek çok kez ifade etmiştir:
“Evvelâ: Ben Şafiî’yim...” (Emirdağ Lahikası, s. 38)
“... hem hususî Şafiîce ibadetime.” (Büyük Tarihçe-i Hayat, s. 202)
“Yalnız bu kadar var. Ben Şafiîyim...” (Büyük Tarihçe-i Hayat, s. 206)
Hattâ Şafiî mezhebinde olduğu için...” (Emirdağ Lahikası, s. 573)
Oysa ki Bediüzzaman'ın da risalelerde vurguladığı gibi, Hz. Mehdi tüm mezhepleri kaldıracak ve tüm mezheplerin üstünde olacaktır. O, bir başka mezhep imamına uymayacak; tüm inananlar, hüküm verme yetkisine sahip “en büyük müceddid” ve “en büyük müçtehid” olarak ona tabi olacaklardır.
Bediüzzaman tüm bu gerçekleri eserlerinde detaylı olarak dile getirmiş ve bu şekilde kendisinin Hz. Mehdi olmadığını delilleriyle birlikte açıkça ortaya koymuştur. Bediüzzaman Mehdi olmadığını ve Hz. Mehdi'nin özelliklerini taşımadığını binlerce harften, yüzlerce cümleden oluşan ifadeleriyle açıkça ifade etmişken, bunların doğru olmadığını, aslında tam tersini söylemek istediğini öne sürmek büyük bir hatadır. Zira Bediüzzaman, Mehdi olmadığını ispatlamak için bunların dışında daha ne kadar özellik sayabilirdi? Mehdi olmadığını yüzlerce sayfa boyunca açıklaması yeterli değil midir? Tüm Müslümanlar için bir hidayet önderi olan böylesine değerli bir İslam alimi, doğru olmayan bir konu için neden bu kadar cümle, bu kadar kelime ve bu kadar sayfa yanıltıcı açıklama yazsın? Allah’tan çok korkan, bu konuda bu kadar hassas olan bir insanın Mehdi olmadığını söylemek için “180 MADDELİK” bu kadar kapsamlı bir yalan söylediğini iddia etmek hiçbir vicdanın kabul etmeyeceği bir yaklaşımdır. Bediüzzaman'ın sadece “Ben Mehdi değilim” demesi, bu konunun anlaşılması için yeterli olmalıydı. Bu açık beyanına rağmen, Bediüzzaman'a karşı böyle bir yaklaşımda bulunmak, onun gerçekte doğruları söylemediğini ve insanları yanılttığını iddia etmektir ki, bu da böylesine değerli bir İslam büyüğüne yöneltilen büyük bir iftira ve büyük bir bühtan olur.
Üstelik böyle bir durumda, Bediüzzaman'ın ahir zaman ile ilgili diğer tüm izahları da şüpheli bir konuma sokulmaktadır. Çünkü Hz. İsa ve Hz. Mehdi ile ilgili açıklamalarının batıni anlamları olduğu iddiası, Bediüzzaman'ın ahir zamana ilişkin diğer sözlerinin de batıni manaları olduğu anlamına gelir. Böyle bir durumda da bir süre sonra Risale-i Nur’un tamamı bu hale getirilir ve Bediüzzaman'ın tüm eserleri gerçek manasından ve hikmetinden giderek uzaklaşır. Oysa ki Risale-i Nur bir Kuran tefsiridir. Tefsirin tefsiri olmaz. Bediüzzaman'ın herkes tarafından açıkça anlaşılan sözlerine gerçeğinden farklı, zıt anlamlar verilerek yapılan bu tür bir tefsir anlayışı son derece sakıncalıdır.
Risale-i Nur, her insanın okuyup anlayabileceği kitaplardır. Bediüzzaman, sözlerine gizli anlamlar yüklememiş; düz bir anlatımla anlatmak istediklerini açıkça ifade etmiştir. Ancak buna rağmen “batıni tefsir” adı altında Bediüzzaman'ın sözlerine farklı anlamlar yükleyerek, belki de binlerce insanın 30-40 yıldan beri yanlış yönlendirilmesine neden olmak, elbette ki büyük bir sorumluluktur.
Hz. Mehdi'nin gelişi tüm Müslümanlar için büyük bir müjdedir. Peygamberimiz (sav) bir hadis-i şerifinde “Mehdi ile müjdelenin. O Kureyş’ten ve Ehl-i Beyt’imden bir kişidir. (Kitab-ul Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s.13) şeklinde buyurmaktadır. Ancak bu konuda ‘batıni tefsir’ mantığıyla yapılan yanlış yorumlarla, bu büyük müjdenin yolu kapatılmaya çalışılmıştır. Kuran ayetlerindeki Hz. İsa'nın gelişiyle ilgili haberler ve Peygamberimiz (sav)'in hadislerindeki Hz. Mehdi'nin ortaya çıkışıyla ilgili verdiği müjdeler adeta yok edilmek istenmiştir.
Bediüzzaman Said Nursi, yaşadığı dönem boyunca İslam dünyası ve Müslümanlar adına eşsiz hizmetlerde bulunmuş, yazdığı eserlerle tüm Müslümanlara doğru yolu bulmalarında ışık tutmuştur. Hiç şüphesiz ki bir asrın müceddidi olmuş böylesine büyük bir mütefekkirin Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin gelişini müjdelediği sözleri de aynı şekilde Müslümanlara yol göstermekte ve doğruyu bulmalarına vesile olmaktadır.
Bediüzzaman'ın da açıkladığı, tüm İslam alemi için büyük müjdeler içeren bu olaylar, Allah’ın izniyle ahir zamanda Hz. Mehdi vesilesiyle yaşanacaktır. İslam ahlakının bu mutlak galibiyeti, Rabbimiz'in Kuran’da 1400 sene önce bildirdiği bir gerçektir. Ayetlerde bu müjde şöyle haber verilmektedir:
Müşrikler istemese de O dini (İslam'ı) bütün dinlere üstün kılmak için elçisini hidayetle ve hak dinle gönderen O'dur. (Tevbe Suresi, 33)
Ve seveceğiniz bir başka (nimet) daha var: Allah'tan 'yardım ve zafer (nusret)' ve yakın bir fetih. Müminleri müjdele. (Saff Suresi, 13)
Ve onlardan sonra sizi o arza mutlaka yerleştireceğiz. İşte bu, makamımdan korkana ve tehdidimden korkana ait (bir ayrıcalıktır). (Peygamberler) Fetih istediler, (sonunda) her zorba inatçı bozguna uğrayıp -yok oldu- gitti. (İbrahim Suresi, 14-15)
Allah'ın yardımı ve fetih geldiği zaman, Ve insanların Allah'ın dinine dalga dalga girdiklerini gördüğünde, hemen Rabbini hamd ile tesbih et ve O'ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir. (Nasr Suresi, 1-3)
Rabbimiz ayetlerinde “asla vaadinden dönmeyeceğini” ise şöyle bildirmektedir:
(Bu,) Allah'ın va’didir; Allah, vadinden geri dönmez. Ancak insanların çoğu bilmezler. (Rum Suresi, 6)
... Allah'tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir?... (Tevbe Suresi, 111)
Allah'ı, sakın elçilerine verdiği sözden dönen sanma... (İbrahim Suresi, 47)
Allah, “İslam ahlakını tüm dünyaya hakim kılacağını, inanan kullarını güç ve iktidar sahibi kılacağını” vadetmiş ve bu vaadinin kesin olduğunu bildirmiştir. Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde, bütün büyük İslam alimlerinin ve Bediüzzaman'ın sözlerinde de bu duruma “Hz. İsa ile Hz. Mehdi'nin vesile olacakları” belirtilmiştir. Rabbimiz'in bu vaadi doğrultusunda İslam ahlakı bir gün mutlaka hakim olacak ve bir kişinin Müslümanların önderliğini üstlenmesi gerekecektir. Bediüzzaman böyle dünya çapında bir hakimiyetle karşılaşmamış ve tüm dünya Müslümanlarının liderliğini üstlenmemiştir. İslam dünyasının başında, tüm Müslümanları biraraya getirecek şekilde bir lider uzun süredir yoktur. Müslümanların bu ilk lideri, 1400 senedir müjdelendiği gibi Hz. Mehdi olacaktır. Yeryüzünden zulmü ve karanlığı kaldıracak, İslam ahlakının güzelliğinin tüm insanlar tarafından yaşanmasına vesile olacaktır. Bediüzzaman da kitap boyunca yer verilen sözlerinde bu gerçeği dile getirmiş ve tüm Müslümanları bu büyük hidayet önderinin gelişiyle müjdelemiştir.
Peygamber Efendimiz (sav) de hadislerinde bu önemli değişime vesile olacak olan Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin gelişlerini şöyle haber vermiştir:
Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Meryem oğlu İsa'nın adalet sahibi olarak inmesi yakındır... (Buhari, Kitabü'l-Büyu': 102, Mezalim: 31, Enbiya 49; Müslim, İman: 242 (155); Ebu Davud, Melahim: 14 (4324); Tirmizi, Fiten: 54 (2234))
Nefsim kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, Hz. Mehdi'nin babası Kureyşi’dir. Eğer istenseydi onu en son ceddine (soyuna) kadar sayardım, çünkü Hz. Mehdi, İslam’ın sonu olacaktır” (El-Kavlu’l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, Beklenen Mehdi'nin Alametleri, s. 25)
Kuran ayetlerinde, Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde, İslam alimlerinin ve Bediüzzaman'ın sözlerinde verilen tüm bu müjdeler çok açıktır. Ancak buna rağmen, Hz. İsa'nın gelişinden ve Hz. Mehdi'nin ortaya çıkışından şüphe duyup tedirginliğe kapılanlar (ki bu çok büyük bir yanılgıdır) olabilmektedir. Kuran’da da, Allah’ın müminlere önderlik edecek bir elçi göndermesinden şüphe duyan kimseler olabileceği haber verilmiştir. Bir ayette “Hz. Yusuf’tan sonra peygamber gelmeyecek” diyen kimselerin örneği şöyle bildirilmektedir:
"Andolsun, daha önce Yusuf da size apaçık belgeler getirmişti. O ZAMAN SİZE GETİRDİKLERİ HAKKINDA KUŞKUYA KAPILIP DURMUŞTUNUZ. Sonunda o, vefat edince, demiştiniz ki; "ALLAH, ONDAN SONRA KESİN OLARAK BİR ELÇİ GÖNDERMEZ." İşte Allah, ölçüyü taşıran, şüpheci kimseyi böyle saptırır." (Mümin Suresi, 34)
Bediüzzaman ise, bu tür şüphelere kapılan kimselerin böyle bir yanılgıya düşmelerinin nedenlerini şöyle açıklamıştır:
Kıyamet alâmetlerinden ve âhir zaman vukuatından (olaylarından) ve bâzı a'malin (amellerin) fazilet ve sevablarından bahseden ehâdîs-i şerife (hadisler) güzelce anlaşılmadığından, AKILLARINA GÜVENEN BİR KISIM EHL-İ İLİM (ilim sahibi kişiler), ONLARIN BİR KISMINA ZAÎF (zayıf) VEYA MEVZU (uydurma hadis) DEMİŞLER. İMANI ZAYIF VE ENANİYETİ KAVİ (kendini şiddetli şekilde beğenen) BİR KISIM DA, İNKÂRA KADAR GİTMİŞLER. (Sözler, s. 355)
Bediüzzaman'ın bu açıklamasına göre;
- hadislere yanlış yorumlar yapılması ve aktarılan bilgilerin doğru anlaşılmaması,
- iman zafiyeti ve
- enaniyet
bazı kimselerin bu gerçekleri reddetmelerine neden olabilmektedir. Hiç şüphesiz iman zafiyeti ve enaniyet, her müminin titizlikle kaçınması gereken eksiklik ve kötülüklerdir.
Ancak her ne sebeple olursa olsun, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin gelişinin herhangi bir şekilde tevil edilmesinin ve bu konudaki gerçeklerin üzerinin örtülmesinin, ileride bir mahcubiyet konusu olabileceği de göz önünde bulundurulmalıdır. Hz. İsa ve Hz. Mehdi tüm inananların şevkle beklediği müjdelenmiş şahıslardır. Bu şahısların gelişlerini beklemek ve bu tarihi olayı müjdelemek her Müslümanın görevidir.
Allah kaderde Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin İslam ahlakını hakim etmelerini takdir etmiştir. İnşaAllah Rabbimiz bu büyük müjdenin gerçekleştiğini yakın gelecekte müminlere gösterecektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder